5 Mayıs 2014 Pazartesi

KOMÜN DERSLERİ 4



IV.
BÖLÜŞÜME KISA BİR DOKUNUŞ VE GEWER KOMÜNLERİ İLE KOMÜN DERSLERİNE DEVAM
Bununla birlikte, Marx’ın bölüşüm ile ilgili açıklamalarını hatırlamak da son derece öğreticidir .
Marx, Gotha Programının Eleştirisinde şöyle yazıyor;
“Ne biçimde olursa olsun, tüketim araçlarının herhangi bir bölüşümü, sadece üretim araçlarının bölüşümünün bir sonucudur. Sonuncu bölüşüm ise, üretim biçiminin bir yanıdır. Örnek olsun, kapitalist üretim biçimi, üretimin maddi koşullarının, sermaye ve toprakta mülkiyet biçiminde, işçi olmayanların elinde olduğu ve kitlenin sadece kişisel üretim koşullarına, işgücüne sahip oldukları gerçeğine dayanır.
Eğer üretim ögelerinin bölüşümü böyle ise, tüketim araçlarının bu günkü bölüşümü otomatik olarak ortaya çıkar. Eğer, üretimin maddi koşulları işçilerin kooperatif mülkiyetinde ise, bu günkünden farklı bir tüketim araçlarının bölüşümü kendiliğinden ortaya çıkar.”
Demek ki, ortalığı velveleye veren “demokratik komün” yaklaşımında vulgar bir yan olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor; çünkü bölüşümü üretim biçiminden bağımsız olarak düşünmek, vulgar sosyalistlerin işidir.
Evet, doğrudur; sosyalizmin, devlet yönetiminin fonksiyonlarını basitleştirdiğini, buyrukçuluğu ortadan kaldırmayı ve tüm meseleyi tüm toplum adına işçiyi, ustabaşını ve muhasebeciyi işe alan (egemen sınıf olarak) proleterlerin örgütüne indirgemeyi mümkün kıldığını biliyoruz.
Ancak bunun, aniden, herhangi bir yönetim olmadan, herhangi bir tâbiyet olmadan yapılamayacağını da biliyoruz.
Öyleyse proletarya diktatörlüğünün görevlerini yadsımaya dayanan, bürokrasiyi her yerde aniden ve tamamen ortadan kaldırma yönündeki bu anarşist düşlerin, Marksizm'in özüne yabancı olduğunu ve gerçekte sosyalist devrimi insanların başkalaşmış olacağı bir zamana ertelemeye hizmet edeceğini de biliyor olmalıyız.
Dolayısıyla sosyalist devrimin şimdiki insanlarla, tâbiyet olmadan, denetim olmadan, ustabaşı ve muhasebeci olmadan yapamayacak insanlarla gerçekleştireceğimizi de biliyor olmalıyız.
Demek ki, esas olan, ulusal ekonominin toplumsallaştırılarak örgütlenmesidir.
Sosyalist ekonominin kurulmasının hareket noktası, belli başlı üretim araçlarının sosyalist ulusallaştırılmasıdır. Bu da, tüm sömürülenlerin ve emekçilerin, öncüleri olan proletaryaya tabi olması ile mümkün kılınabilir.
Kapitalistler devrildiğinde, direnişi kırıldığında, modern devletin bürokratik mekanizması parçalandığında karşımıza asalaklardan kurtarılmış, teknik açıdan mükemmel bir mekanizma çıkar; birleşmiş işçiler, bu mekanizmayı, teknisyenleri, gözetimcileri, muhasebecileri işe alarak pekâlâ işletebilirler; işte komün’ün tüm tröstler karşısında somut, pratik, derhal uygulanabilir görevi budur.
Bir sonraki hedef ise, tüm ulusal ekonomiyi posta örneği misli örgütlemektir. İşte proletaryanın devletinin ekonomik temeli budur. Bu şekilde, parlamentarizmin ortadan kaldırılması ama temsili organların korunması mümkün olabilecektir.
İşte genç Sovyet devletinde aynı zamanda ve peşi sıra sosyalist ekonominin toplumsallaştırılması yönünde uygulamaya konulan kararnamelerin kıymeti harbiyesi budur.
Marx’ın komüne dair, ”…Merkezi bir hükümet için hala geride kalan az sayıdaki fakat önemli fonksiyon, kasıtlı olarak tahrif edildiği gibi ortadan kaldırılmayacak, aksine Komün memurlarına, yani kesin sorumlu memurlara devredilecektir.
Ulusal birlik parçalanmayacak, bilakis tam tersine Komün yönetimi tarafından örgütlenecekti; bu, kendisini bu birliğin (ulusal birliğin) cisimleşmesiymiş gibi gösteren, fakat bedeninde asalak bir kamburdan başka bir şey olmadığı ulus karşısında bağımsız ve üstün olmak isteyen devlet erkinin yok edilmesiyle bir gerçeklik haline gelecekti; eski hükümet erkinin salt baskıcı organlarını budamak gerekirken, onun meşru fonksiyonları, toplumun üstünde olma hakkı talep eden bir erkin elinden alınıp, toplumun sorumlu hizmetçilerine geri verilecekti.” Şeklindeki sözleri oldukça açıklayıcıdır.
Şimdi, Marx’ın ve Lenin’in bütün bu açıklamalarını, Bernsteinvari bir biçimde anlamayıp, daha doğrusu anlamak istemeyip,“Gever Komünleri” ni öne çıkartmak, yine Bernstein’in yaptığı gibi, Marx’ın “devlet iktidarını, asalak uru yok etme”ye dair görüşlerini, Hakkâri’deki birkaç köy ve birkaç belde de girişilen ve daha çok yoksul köylülerin tüketim sorununun çözümü çerçevesindeki komün örgütlenmelerine politik bir ağırlık vererek, Proudhon’un federalizmi ile aynı kefeye koymak demektir.
Diğer yandan Marx, hiçbir zaman Merkeziyetçiliğe karşı federalizmden yana olmamıştır; aksine, eski burjuva, tüm burjuva ülkelerde var olan devlet mekanizmasının parçalanmasından söz etmiştir.
Oysa Bernstein, belediyelin öneminin arttığını kabul ettiğine vurgu yaparak, “demokrasinin birinci işinin, modern devleti dağıtmak ve dolayısıyla böylece, onun örgütlenmesini Marks’la Proudhon’un tarif ettiği gibi, (komün delegelerinden bileşecek olan il veya bölge meclisleri delegelerinden ulusal meclisin oluşumu) ulusal temsilin şimdiye kadar ki biçimleri ortadan kalkacak şekilde tamamen değiştirmek olması gerektiği bana elbette kuşkulu görünüyor.” Derken, Marx’ın, hiç de Proudhon’un dedikleri ile aynı olmayan görüşlerini çürütmek için, önce Proudhon ile aynı yere koyuyordu. Burada hatırlanması gereken, oportünistlerin aklına yalnızca, içinde olduğu, küçük-burjuva dar kafalılık ve “reformist” durgunluk ortamında gördüğü şeyin geldiği; yani sadece “belediyeler “in geldiği; Proletaryanın devriminin ise, aklına hiç gelmediği olmalıdır.
Burada komik olanın, bir kez gülünç bulunmuş olan Bernstein’in yöntemini (Marx’a “federalizm” atfederek, Proudhon ile aynı yere koymasını), Lenin’in “Tüketim Komün”lerine vurgu ile “Gever (Hakkâri) Komünleri “ arasında korelâsyon kurmak ve Böylece Lenin’i de Proudhon’un yanına göndermek denemesi olduğu açıkça görülmektedir.
Oysa Marx’ın Komün deneyimleri üzerine aktarılan hiçbir anlatımında federalizmin izi bile olmadığı gibi; Lenin’in “Tüketim Komün”lerine ki, tümüyle Ekim devrimi sonrasında sosyalist ekonominin inşa edilmesine yönelik olarak, ekonominin ulusallaştırılmasında bütün halkın katılımını sağlamaya ve yetkinleşmeye yönelik olarak; burjuvaziyi deviren proletaryanın, burjuva devletin bürokratik mekanizmasını parçalayarak, bu mekanizmayı işletebilmesine yönelik olarak görevlerini somutlamanın içindedir, işaret etmesi ve bu yönde bir kararname hazırlanılmasına önayak olmasında da, “Gever Komünleri” nin Proudhon’vari federalizmi yönünde politize edilmesine dayanak olacak herhangi bir iz yoktur.
Gewer Komünleri mi?
Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi’ndeki 19 köyün sakinlerinin, yaklaşık 5 yıldır yürüttükleri, bir komün çalışması olduğu söylenmektedir.
5 yıl önce deneme amaçlı başlayan bu köy komünlerinin, bugün ciddi bir deneyimle her gün yeni köyleri de kervana katarak yoluna devam ettiği söylenen bu kümünler, İlk başlarda Şişemzin, Kısıklı (Dêleze) ve Bilindbasan’da kurulmuş, bunu son iki yıl içinde 16 köy izlemiş. Hala çok sayıda köy, komün oluşturmak için komün bulunan köylerdeki meclislerle alış veriş içine girdikleri söylenmektedir.
Komünlerini kuran köyler şöyle sıralanıyor:
80 haneli Güllüce (Sekran), 60 haneli Bulgurlu (Navdiyan), 70 haneli Bölük, 40 haneli Yemişli (Dotkan), 100 haneli Kısıklı (Dêleze), 35 haneli Serindere (Şişemzîn), 30 haneli Akpınar (Soriyan), 50 haneli Güldalı (Bilindbasan), 20 haneli Duranlar (Aviyan), 70 haneli Çukurca (Pagî), 70 haneli Aşağı Uluyol (Tilorîna Jêrî), 13 haneli Yukarı Uluyol (Tilorîna Jorî), 20 haneli Demirkonak (Kaport), 45 haneli Değerli (Memikava), 60 haneli Kilimli (Member), 25 haneli Yumrutaş (Kuçe), 20 haneli Dişli (Kêlban), 25 haneli Sarıtaş (Mûşan), 40 haneli Çamdalı (Meşkan).
Bu köylerde bulunan sorunları, hukuk, eğitim, mali ve kültür alanlarında sınıflandırarak, bu yönlü komisyonlar oluşturan ve sorunlara çözüm üreten köy komünleri, komün için vazgeçilmez olan kuralları ihlal eden köylerin uyarıdan sonra yeniden kuralları çiğnemeleri durumunda belli bir süre ilişkileri askıya alındığı söylenmektedir.
Komün oluşturan köylerde köy nüfusuna göre bir meclis oluşturulurken, her köyün de biri kadın olmak üzere 2 veya 3 sözcüsü bulunduğu; Kendi toplantılarını haftada bir gerçekleştiren köy meclislerinin, 45 günlük toplantılarda da diğer 19 köyün sözcüleriyle toplantılar alarak, yeni planlamalara gittikleri; bütün köylerin 7 veya 9 kişiden oluşan yürütmeleri ise, 15 günde bir toplanarak var olan sorunlara çözümler üretmeye çalıştıkları; sözcüler 6 ayda bir yenilenirken, yılda bir de meclislerin yenilendiği; Toplantılarda alınan kararların yerine getirilme zorunluluğu olduğu ve alınan kararların 90 gün içerisinde yapılmaması durumunda ise, o köyün diğer komünlerle ilişkisinin bir süreliğine dondurulduğu ifade edilmektedir..

İkinci evlilik ve kadına şiddet yasak olduğu; kooperatifleşmeye doğru gidildiği; ekolojik dengenin korunması çabası, avlanmanın yasaklanmış olduğu, buna karşı yaptırımlar uygulandığı belirtilmektedir.

Kan davası, küskünlük ve dargınlıkların giderildiği komünlerde, aynı sorunların yeniden yaşanmaması için de taahhütler alındığı; yine köylerde bulunan ve ağır hastalığa sahip bireylerin, bütün köylülerin yardımları ile sağlık sorunları giderilmeye çalışıldığı; il dışına gönderilmesi gereken hastaların, Ankara gibi yerlere gönderilerek sağlık sorunlarının giderilmeye çalışıldığı; yine şimdiye kadar kimi köylerde bulunan madde bağımlısı gençlerin, tedavi edilerek topluma kazandırılmış olduğu; köylerdeki yol, su, kanalizasyon, çöp vb. sorunlar için de bürokrasiyi beklemeyen köy meclislerinin, kendi imkânları doğrultusunda sorunlarını giderdikleri belirtilen diğer özelliklerdir.
Ayrıca, komün ekseninde, köy meclislerinin, köyün bütün hukukunu belirlerken, bu temelde çözüm ürettiği ve toplumsal ahlak ön planda tutularak, sorunların giderildiği köylerin amacının, ortak noktada toplanmak ve ilçede bütün köylerin hukukunu bir araya getirmek olduğu da belirtilmektedir.
Tüm bu nedenlerden dolayı komünü bulunan köylerin etrafındaki civar köylerde, komün oluşturmak için bir arayış içine girildiği belirtilmektedir.
Diğer yandan bu komünal yaşamın civar köylerin de ilgisini çekmesini ve dayanışma ruhunun artmasını sağladığı da ifade edilmektedir. (Kaynak: Abdurrahman GÖK / Sami YILMAZ / DİHA-HAKKÂRİ )
Marx ve Engels’in dedikleri çok nettir; İşçi sınıfının,“hazır devlet mekanizması”nı, paramparça etmek zorunda olduğu ve kendisini sadece onu ele geçirmekle sınırlayamayacağı yolundaki gerçekliğe vurgudur; bu gerçekliğin Paris Komünü ile kanıtlanmış olduğuna vurgudur.
Burada Marx’ın ifade ettiği önemli bir nokta daha var; “bürokratik-askeri devlet mekanizmasının parçalanmasının, her gerçek halk devriminin önkoşulu ”nu oluşturması.
Her ne kadar, oportünistlere Marx’ın bu ifadesi nedeniyle gün doğmuş gibi görünse de ve Lenin’in ifadesiyle aktarmak gerekirse; gerçekten de halkın çoğunluğunu hareketin içine çeken bir “halk” devrimi, ancak hem proletaryayı ve hem de köylülüğü kapsadığında böyle bir halk devrimi olabilirdi.
İşte bu iki sınıf o zaman “halk”ı oluşturuyordu.
Her iki sınıfın ortak yanı, “bürokratik-askeri devlet mekanizması” nın onları köleleştirmesi, ezmesi, sömürmesidir. Bu mekanizmayı paramparça etmek,”halk”ın, onun çoğunluğunun, işçilerin ve köylülüğün büyük bölümünün gerçek çıkarı burada yatar, en yoksul köylülerin proletaryayla özgür ittifakının “ön koşulu” budur ve böyle bir ittifak olmadan demokrasi kalıcı olamaz ve sosyalist dönüşüm olanaksızdır.
Burada icatlara girişmeden, Marx’ın çözümlemelerini hatırlamak yetiyor.
Marx şöyle diyor;
Sermaye ile emek arasındaki sınıf karşıtlığının gelişmesiyle birlikte, “…devlet erki gittikçe daha fazla, işçi sınıfını ezmek için bir kamu erki, bir sınıf egemenliği mekanizması karakterini aldı. Sınıf mücadelesinde ilerlemeyi gösteren her devrimden sonra, devlet iktidarının salt baskıcı karakteri gittikçe daha açık ortaya çıkar.”
Lenin’in ifade ettiği gibi, 1848-1849 devriminden sonra devlet erki, “sermayeye karşı ulusal savaş aracı” olur. İkinci imparatorluk,(1871' e dek süren 3.Napolyon imparatorluğu) bunu pekiştirir.
Marx’ın çözümlemesi ile devam edersek, Marx’ın, “İmparatorluğun tam karşıtı Komün’dü, komün sınıf egemenliğinin sadece monarşist biçimini değil, aynı zamanda bizzat sınıf egemenliğini ortadan kaldıracak olan cumhuriyetin özgül biçimiydi…” sözlerini hatırlamak gerekiyor.
Ve Marx, bu özgül biçimi, şöyle ifade ediyor:
” …Komün’ün ilk kararnamesi… Daimi ordunun bastırılması, yerine silahlı halkın konmasıydı…”
Burjuvazinin ve onun direnişinin bastırılması için bu, temel bir gereklilikti. Komün’ün yenilgisinin temel nedenlerinden biri, burjuvaziyi ve onun direnişini bastırmayı yeterince ve kararlılıkla yapmamış olmasıdır.
Öte yandan, biz biliyoruz ki, kapitalizmden sosyalizme geçiş,”ilkel” demokratizme belli bir “geri dönüş “olmadan mümkün değildir; ikincisi, kapitalizm ve kapitalist kültür zemininde “ilkel demokratizm”, ilkçağların ya da kapitalizm öncesi çağın ilkel demokratizmi ile aynı şey değildir.
Ancak eskisi - yenisi, bilumum oportünistlerin bunu hiçbir zaman kavramaya niyetleri olmadığını da biliyoruz.
Marx’ın Komün deneyiminden çıkartılması gereken derslere değinirken, ” Komün, parlamenter değil, aksine aynı zamanda yürütme ve yasama gücüne sahip bir çalışma organı olacaktı…Üç ya da altı yılda bir, hâkim sınıfın hangi üyesinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek yerine, genel oy hakkı, Komünlerde kurumlaşan halka hizmet edecekti, tıpkı bireysel seçim hakkının, tüm diğer işverenlere, kendi işyerinde işçi, ustabaşı ve muhasebeci seçmesine hizmet etmesi gibi.” Şeklindeki Parlamenterizm eleştirisinin de burada hatırlanılması son derece önemlidir.
Burada bu önemi daha da artıran başka önemli iki nokta daha var.
Bunu da Lenin’in ifadesiyle hatırlatmak istiyorum;
“Bakanlar ve profesyonel parlamenterler, günümüzün proletarya hainleri ve ‘işadamı’ sosyalistleri, parlamentarizmin eleştirisini tümüyle anarşistlere bıraktılar ve bu şaşılası ve kurnazca nedenden dolayı, parlamentarizmin her türlü eleştirisine ‘anarşizm’ diye karşı çıktılar.” Bu birinci noktadır.
İkinci nokta, yine Lenin’in ifadesiyle, Marx için devrimci diyalektik, Plehanov, Kautsky vb.nin boş bir moda sözcük, bir çocuk oyuncağı haline getirdiği şey değildi.
Marx, özellikle devrimci durumun olmadığı koşullarda burjuva parlamentarizminin ‘ahır’ından dahi yararlanmayı bilmeyen anarşizmle ilişkiyi, acımasızca koparmayı bildi; fakat aynı zamanda parlamentarizmin gerçekten devrimci-proleter bir eleştirisini yapmayı da bildi.
Birkaç yılda bir, egemen sınıfın hangi temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek, sadece parlamenter -meşruti monarşilerde değil, aksine en demokratik cumhuriyetlerde de, burjuva parlamentarizminin gerçek özü budur. Peki, parlamentarizmden çıkış yolu nerededir?
Bunu da Lenin’den dinleyelim; “parlamentarizmden çıkış yolu elbette ki temsili organların ve seçilebilirliğin ortadan kaldırılmasında değil, aksine temsili organların laklak hanelerden çalışma organlarına dönüştürülmesinde yatar… ’Parlamenter değil, aksine yürütme ve yasama gücüne sahip bir çalışma organı’; bu, modern parlamenterleri ve sosyal-demokrasinin parlamenter ‘kucak Kepekleri‘ni, tam yüreğinden vuran atıştır.”
Demek ki, temsili organlar kalıyor ama özel bir sistem olarak, yasama ve yürütme faaliyetinin ayrılması olarak, milletvekilleri için ayrıcalıklı bir konum olarak parlamenterizm olmuyor.
Temsili organlar olmadan proleter demokrasi de düşünülemez.
Lenin, “Eğer burjuva toplumun eleştirisi bizim için boş bir laf olmayacaksa, Menşeviklerde ve sosyal-devrimcilerde söz konusu olduğu gibi, işçi oylarını kapmak için bir ‘seçim’ lafı değil de, içten ve ciddi olacaksa, demokrasiyi parlamentarizm olmadan düşünebiliriz ve düşünmek zorundayız.” Diyordu Devlet ve Devrim isimli çalışmasında. Evet, Marx Proudhon ile modern devlet mekanizmasının “parçalanması “ noktasında çakışırlar. Ancak Oportünistler bu çakışmayı görmek istemezler, çünkü tam da bu noktada Marksizm’den uzaklaşmışlardır.
Marx, Proudhon’dan da, Bakunin’den de tam da federalizm sorununda ayrılır (Proletarya diktatörlüğünden ayrılmaları ise ayrıdır). Marx merkeziyetçidir ve Komün’den çıkardığı derslerin anlatımında da merkeziyetçiliğinden herhangi bir sapma yoktur. Anarşizmden ise, küçük-burjuva görüşlerinin sonucu olarak federalizm doğar. Yalnızca devlete küçük-burjuva “batıl inanç”la dolu olan kişiler burjuva devlet mekanizmasının yok edilmesini merkeziyetçiliğin yok edilmesi sayabilirler.
Soru şudur ve ne yazık ki, Marx’ın onca açık ifadelerinin anlaşılmaması üzerine, anlatımının anlaşılmasını kolaylaştırmak üzere ilk Lenin sormuştur ama yine ne yazık ki, buna rağmen soru hala ortada dolaştırılmaya çalışılmaktadır ki, buradan hareketle bir kez daha sormak gerekmektedir.
Peki, proletarya ve en yoksul köylülük, devlet erkini eline alıp, tamamen özgür bir şekilde komünlerde örgütlenir ve bu komünlerin faaliyetini sermayeye karşı ortak darbeler için, kapitalistlerin direnişini kırmak için, demiryolları, fabrikalar ve toprakta özel mülkiyetin tüm ulusa, tüm topluma geçirilmesi için birleştirirse, bu, merkeziyetçilik olmayacak mıdır?
Bu, en tutarlı demokratik-merkeziyetçilik olmayacak mıdır?
Üstelik hem de proleter merkeziyetçilik olmayacak mıdır?
Lenin’in dediği gibi, Ancak Bernstein kafalı oportünistler, gönüllü bir merkeziyetçiliğin, komünlerin bir ulus halinde gönüllü birleşmesinin, burjuva egemenliği ve burjuva devlet mekanizmasını yıkmak üzere proleter komünlerin gönüllü bir kaynaşmasının mümkün olduğunu düşünemez.
Merkeziyetçilik yalnızca, Bernstein kafalılara göre, yalnızca yukarıdan, yalnızca memurlar ve askerler tarafından zorla kabul ettirilebilecek ve korunabilecek bir şey olarak görünür.
Marx’ta “yeni” toplumu kafadan uydurmak, yoktan var etmek anlamında ütopizmden eser yoktur. O, eski toplumun bağrından, yeni toplumun doğuşunu, bir doğa tarihi süreci gibi, birincisinden, ikincisine geçiş biçimlerini inceler; proleter kitle hareketinin gerçek deneyimine bağlı kalır ve ondan pratik dersler çıkarmaya çalışır.
O, komünden öğrenir, tıpkı tüm büyük devrimci düşünürlerin ,”silahlara sarılınmamalıydı”, ya da “bir sınıf kendi kendisini sınırlamalıdır” tarzında asla ukalaca “ahlak vaazları” vermeksizin, ezilen sınıfların büyük hareketlerinin deneyimlerinden öğrenmekten korkmadığı gibi.
Bürokrasiyi her yerde aniden ve tamamen ortadan kaldırmak söz konusu olamaz; bu bir ütopyadır. Fakat eski bürokratik mekanizmayı, derhal parçalamak ve derhal, yavaş yavaş her türlü bürokrasiyi etkisiz hale getiren ve ortadan kaldıran yeni bir mekanizmanın inşasına başlamak ütopya değildir. Bu, komünün deneyimidir, bu, devrimci proletaryanın doğrudan, dolaysız görevidir.
Biz ütopist değiliz, birdenbire, herhangi bir yönetim olmadan, herhangi bir tâbiyet olmadan yapılabileceği “düşü” görmüyoruz.
Proletarya diktatörlüğünün görevlerini yadsımaya dayanan bu anarşist düşler, Marxizmin özüne yabancıdır ve gerçekte sadece, sosyalist devrimi insanların başkalaşmış olacağı bir zamana ertelemeye hizmet eder. Hayır, biz sosyalist devrimi şimdiki insanlarla, tâbiyet olmadan denetim olmadan, ”ustabaşı, muhasebeci” olmadan yapamayacak insanlarla gerçekleştirmek istiyoruz.
Yeni tarihsel oluşumların, bir ölçüde benzerlik gösterdikleri daha eski ve hatta ölü biçimlerin eşi olarak görülmeleri, genellikle yazgılarıdır. Böylece, modern devlet iktidarını parçalayan bu yeni Komün, ortaçağ komünlerinin (ortaçağda kendi kendilerini yönetme hakkına sahip belediyelere komün deniyordu. Bu özerkliği, kısmen feodal beylerle savaşarak, kısmen de özgürlüklerini satın alarak elde ediyorlardı), yeniden canlandırılması olarak… Montesquieu’nun ve Jirondenlerin düşlediği gibi küçük devletlerin bir birliği olarak…
Aşırı merkezileşmeye karşı eski mücadelenin abartılı bir biçimi olarak görüldü... Fakat gerçekte komünal yapılanma, kırsal yöneticileri bölge başkentlerinin manevi önderliği altına sokar ve orada onlara, kent işçilerinin şahsında, çıkarlarının doğal temsilcilerini garanti ederdi. Salt varlığı, kendiliğinden anlaşılır bir şey olarak beraberinde yerel öz yönetimleri getirdi ama artık, şimdi gereksiz kılınmış olan devlet iktidarına karşı bir ağırlık olarak değil.
Komünün gerçek sırrı şuydu; o,özünde işçi sınıfının bir hükümetiydi, mülk edinen sınıfa karşı üreten sınıfın mücadelesinin sonucuydu, emeğin ekonomik kurtuluşunun gerçekleşebileceği nihayet keşfedilmiş politik biçimdi. Bu son koşul olmadan komünal yapılanmanın mümkünü olmazdı ve bir aldatmaca olurdu. Lenin’in, ”anarşizmin kurucusu” diye de adlandırdığı Proudhon, sosyalizm görüntüsü altında, kapitalizmden küçük üretime geçişi vazediyordu ve bu arada, üretim araçlarında bireysel “emek mülkiyeti”ni savunuyor ve küçük-burjuvanın küçük üretimi koruma ve ebedileştirme yönündeki gerici-ütopik çabalarını ifade ediyordu.
İşçi sınıfının kurtuluşunu, her işçinin üretim araçlarında ve emek ürününde bireysel mülkiyetinin güvence altına alınmasında görüyordu. Kapitalist toplumun yerini alması istenen geleceğin toplumunu Proudhon ve yandaşları, küçük mülk sahipleri ve küçük üreticilerin kooperatif birliklerinin bir federasyonu olarak düşünüyorlardı.
Bu topluma geçişin bir “halk” ya da “mübadele” bankası sayesinde barışçıl yoldan gerçekleşeceği düşüncesindeydiler. Bu banka, küçük mülk sahibine, küçük üreticinin harcadığı emeği tamamen karşılayacak ( “emek” le mübadele edilecek) ve böylece küçük üretimi yok olmaktan koruyacak ürünlerin “adil” mübadelesini güvence altına alacak, işçilere ise üretim araçları satın almaları ve küçük üretime geri dönmeleri için karşılıksız kredi verecekti.
Genel olarak her türlü devlet iktidarını reddeden Proudhon ve Proudhoncular, bu nedenle devlet iktidarının proletarya tarafından ele geçirilmesinin zorunluluğunu, politik mücadelenin zorunluluğunu reddediyorlardı. Proudhoncuların aksine Marxistler, işçi sınıfının kurtuluşunu sadece sınıfların ve temellerinin, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, devlet iktidarının proletarya tarafından ele geçirilmesi, proletarya diktatörlüğünün kurulması, kapitalistlerin mülksüzleştirilmesi, kapitalist toplumun sosyalist topluma devrimci dönüşümünde görürler.
Fikret Uzun 29-Nisan-2014

Hiç yorum yok: