4 Mayıs 2014 Pazar

KOMÜN DERSLERİ 3



III.
ÖCALAN ve DÜHRİNG ile SOSYALİZM ÜZERİNE BAYAĞI DÜŞÜNCELER ve EKONOMİK KOMÜNE GİRİŞ ve NASIL İŞLEMİŞ ve ZORA DAYALI DEVRİM
Engels, “Bay Dühring, her şeyi olduğu gibi, sosyalizmi de o iki ünlü adamcağızın yardımı ile kurar. Ama bu iki kukla bundan önce olduğu gibi, efendi ve uşak rolünü oynayacak yerde, değişiklik olsun diye, bu kez hak eşitliği oyununu oynarlar ve böylece Dühringvari sosyalizmin temelleri, dört başı bayındır bir biçimde ortaya çıkar.” Derken elbette Öcalan’ın bu gün Dühring’in zırvalarını tekrarlayacağı aklına gelmemiştir ama Dühringlerin her zaman ortaya çıkabileceğini elbette hesap etmişti ve bunun için koskoca bir kitabı sırf Dühringvari ilginçlikleri eleştirmek için yazmıştı.
Engelsin anlatımıyla, Dühringe göre, sosyalizm, son çözümlemede kesin bir doğruluktur; toplumun doğal sistemidir, köklerini evrensel bir adalet ilkesinde bulur. Ve eğer Dühring onu iyileştirmek için geçmişin günahkâr tarihi tarafından yaratılmış kurulu düzeni hesaba katmaktan kendini alamazsa bu, arı adalet ilkesi bakımından daha çok bir mutsuzluk olarak düşünülmesi gereken bir durumdur.
Dühringin toplumun doğal sistemi, evrensel bir adalet ilkesi üzerine kurulu, yani san sıkıcı somut olguları dikkate hiç almayan bu sistem, aralarında gelip-gitme özgürlüğü ve yeni üyeleri belirli yönetsel yasa ve kurallara göre kabul etme zorunluluğu bulunan bir ekonomik komünler federasyonundan bileşir.
Öcalan, referans olarak Gramschi’yi öne çıkarsa da ve Nietzsche etrafında dolaşıp dursa da, herhalde “demokratik komün “ütopyasını Dühring’ten almış olsa gerek!
Marx’ı “aşarken”, Hegel’i bile aşamayıp, Dühring’in ilginçliklerine sarılmaktan daha ilginç ne olabilir ki?
Kimbilir belki de, kendisi de her şeyden önce “tarihsel önemde geniş bir şema” olan Dühring’in ekonomik komünü gibi, Öcalan’ın “demokratik komün”ü de, Marx diye birinin ”sapıtık-yarı önlemler” ini çok geride bırakır.
Bu komün, eninde sonunda bir toprak bölgesine ve bir grup üretim kurumuna sahip olmak, kamusal hakları ile ortaklaşa çalışmak ve ürüne ortaklaşa katılmak zorunda olan bir kişiler topluluğu anlamına gelmez mi?
Engels, Dühring’in, “Ekonomik hakların ilkel eşitliği, adaletin gerektirdiği şeye gönüllü olarak özel bir iyilik bilme ve saygı dışavurumunun eklenmesini dıştalamaz… Toplum, üstün verim türleri üzerine tüketim için ölçülü bir ek gelir aracıyla dikkati çekerek, kendi kendini onurlandırır.” Buyurduğunu ve böylece Dühring ile dalga geçerek, kapitalist üretim biçiminin, ortadan kaldırılmadan kaldırılmış olduğunu ve ekonomik komün’ün uygun biçimde kurulmuş olduğunu, belirtir.
Öyleyse bugün Dühringvari ilginçliklerin geldiği en son noktada, Engels’in ifadesiyle, bu günün Dühring’lerinin de tıpkı dünkü Dühring gibi, güvercinin suçsuzluğu ile yılanın kurnazlığını birleştirerek, ölçülü aşırı tüketim için çok dokunaklı bir kaygı gösterdiği zaman, kendi kendilerini onurlandırdıklarını görüyoruz!
Artık, bütün varsayımları ile tastamam gerçekleşerek kuruldugunu varsaydığımız ekonomik komünün nasıl işlediğine bakabiliriz.
Öyleyse ekonomik komünün, üyelerinden her birine, altı saatlik bir günlük emek için, içinde gene altı saatlik emeğin cisimleştiği bir para tutarı, diyelim on iki mark ödediğini varsayıyoruz demektir. Ayrıca fiyatların değerlere tastamam eşit olduklarını, yani varsayımımız içinde yalnızca hammadde giderlerini, makinelerin aşınmasını, çalışma araçları tüketimini ve ödenen ücreti kapsadıklarını kabul edelim. Çalışan yüz üyesi bulunan bir ekonomik komün, o zaman her gün 1.200 mark, 300 işgünlük bir yıl içinde de 360.000 mark değerinde meta üretir ve bu tutarı, her biri 12 marklık günlük ya da 3.600 marklık yıllık payı ile istediğini yapan üyelerine öder.
Yıl sonunda ya da yüz yıl sonra, komün başlangıçta olduğundan daha zengin değildir.
Birikim, büsbütün unutulmuştur. Daha da kötüsü: Birikim toplumsal bir zorunluluk olduğu ve para saklama olgusunda da elverişli birikim biçimi bulunduğu için, ekonomik komün örgütü, kendi üyelerini doğrudan doğruya özel birikime ve sonuç olarak kendi öz yıkımına çağırır.
Peki,ekonomik komünün özlüğündeki bu parçalanmadan nasıl kaçınmalı?
Komün, sevgili "vergileme" ye, fiyat yükseltmeye başvurabilir ve yıllık üretimini 360.000 mark yerine 480.000 marka satabilir. Ama bütün öteki ekonomik komünler de aynı durum içinde bulundukları ve buna göre aynı şeyi yapmak zorunda kalacakları için, her biri öteki ile değişimde cebine attığı kadar "vergileme" ödeyecek ve bunun sonucu "haraç", yalnızca kendi öz üyelerinin sırtına yüklenmiş olacaktır.
Ya da komün bu sorunu, her üyeye altı saatlik emek için altı saatlikten az bir emeğin, diyelim dört saatlik emeğin ürününü ödeyerek, yani ona günde oniki mark yerine sekiz mark vererek, ama meta fiyatlarını eski düzeyde bırakarak, bir anda çözer.
Öyleyse, iki şeyden biri: Ya ekonomik komün "eşit emeğe karşı eşit emek" verir ve bu durumda, üretimin sürdürülmesi ve genişletilmesi için bir fonu o değil, ancak özel kişiler biriktirebilir. Ya da bu fonu o oluşturur; ama bu durumda artık "eşit emeğe karşı eşit emek" vermez.
Bu durumda, daha önce üstü kapalı bir biçimde ve dolambaçlı bir yoldan yapmaya giriştiği şeyi, açıkça ve doğudan doğruya yapar: Üyelerine, tamamen kapitalist bir biçimde, üretimleri değerinin altında ödeyerek ve üstelik onların ancak kendinden satın alabilecekleri metaları tam değerleri üzerinden hesaplayarak, yıllık 120.000 mark tutarında “Marxist” artı-değeri oluşturur. Demek ki, ekonomik komün, bir yedeklik fonunu, ancak kendini en geniş komünist temel üzerinde "yetkinleşmiş" truck-system olarak açığa vurarak oluşturabilir.
Diğer yandan, Kooperatifleri kapitalizmin bağrında adeta sosyalist üretim/ tüketim adacıkları olarak gören anlayış yanlıştır. Ve genç Sovyet devleti kurulurken, tüketim kooperatiflerine yönelik kararnameye yansıyan bakış da bu bakış değildir.
Lenin dâhil, devrimci Marxistlerin bakışı, kooperatiflerin ancak kapitalistlerin mülkiyetine el konduğu, işçi sınıfının egemen hale geldiği şartlarda sosyalist ekonominin parçaları haline gelebileceğini savunmuştur, savunur.
Diğer yandan, genç Sovyet devletinde, sosyalist ekonominin kurulması ve ulusal ekonominin toplumsallaştırılması çalışmalarını düzenlemeye yönelik olarak yayınlanan Tüketim Komünleri veya kooperatifleri üzerine kararname son derece önemli ve öğretici bir fikir vermektedir, ancak sosyalist ekonominin kurulması çalışmalarında bu kararname tek başına yeterli değildir ve tek başına ele almak eksikliktir!
Yani, Sovyet ekonomisinin toplumsallaştırılması çalışmaları, sadece tüketimin kooperatifleştirilmesinden ibaret değildir. Zaten bütün mesele de budur, bu eksikliktir ki, asıl meseleden kaçıp, bugünün yanlışını örtmek için kullanılabilmektedir.
Bu kararname, di
ğer başka bir kararname ile birlikte ve bir bütünsellik içinde alınmıştır. Bu iki kararname, ulusal ekonominin toplumsallaştırılması çalışmasının ifadesinden başka bir şey değildir. Buna farklı anlamlar yükleyip, bu gün ile korelâsyon kurmak zorlama bir çabadır. Bu çabaların amacının ise, Kürt coğrafyasında ısrarla hem Kürtlere ve hem de Türkiye soluna kabul ettirilmek istenen emperyalist ABD nin çözümüne devrimci bir renk, sol bir renk verme çabasından başka bir ağırlık taşımıyor.
Öte yandan gericilerin, dincilerin ve ezen ulusun egemenleri ile bin bir bağ kurmuş olan ezilen ulus burjuvazisinin hükümranlığına, Barzani gericiliğinin hükümranlığına yönelik, ulusal kurtuluşun doğasına aykırı bir reformist çözümün üzerine devrimci şal örtmek için kullanılmaktadır.

İyi niyetli olunabilir, bu görülmeyebilir ama bu, gerçeği değiştirmiyor, sadece gerçeğin üzerinin örtülmesine yardım ediyor.

Bunun da tarih önünde vebali ağırdır.
Sosyalizm-öncesi kuruluşlarda, devrimci değişiklikler, özsel olarak eski toplumun bağrında daha önce oluşmuş bulunan yeni üretim ilişkilerini sağlamlaştırıyorlardı. Ama sosyalist üretim ilişkileri, sosyalizme öngelen toplumun bağrında hazırlop bir biçimde bulunmaz.

Bu ilişkiler, sosyalist devrimle, sosyalizmin kuruluşuyla kurulur ve sağlamlaşır. Üretim araçlarının, sosyalist devrim sonucu oluşan toplumsal, sosyalist mülkiyeti, insanın insan tarafından bütün sömürülme olanağını, önce kısıtlar, sonra büsbütün ortadan kaldırır.
Halk yığınları, kendi öz tarihlerini bilinçli olarak kendi elleriyle yapmaya, ilk kez olarak, ancak sosyalist devrimden sonra başlar; kullandıkları üretim araçları, ancak sosyalist devrimden sonra, gitgide artan bir biçimde, kendi öz gereksinmelerini karşılamaya yarar.
Toplumun iktisad
î temeli değiştiği ölçüde, Marksist-Leninist ideoloji, yani emekçi yığınların çıkarlarını dışa vuran bir siyasal, hukuksal, felsefi, sanatsal ve tinsel ilkeler sistemi, gerçeklik kazanır.Sosyalist ekonominin kurulmasının hareket noktası, belli başlı üretim araçlarının sosyalist ulusallaştırılmasıdır.

Sosyalist devrimler deneyine g
öre, bütün büyük sanayi ve ticaret işletmeleri, belli başlı ulaştırma araçları, PTT, özel bir öneme sahip ürünler üreten, ya da bir ürünün tek üreticisi olan bazı orta ve küçük işletmeler ulusallaştırılırlar.

Ulusalla
ştırılan işletme ve ulaştırma araçları, sosyalist devlet tarafından temsil edilenhalkn mülkiyeti durumuna gelir. Belli başlı üretim araçlarının halka verilmesiyle birlikte, toprakların, toprakaltının, suların, hepsi ya da yalnızca bir bölümü, ormanların önemli bir bölümü, özel ve toplumsal konutların bir bölümü, yönetsel yapılar, belli başlı bilim, öğretim, sağlık ve günlük hizmet kurum ve işletmeleri de ulusallaştırılır.

Sovyetler Birliği'nde, büyük sanayiin sosyalist ulusallaştırılmasına 1917 Kasım ayının ikinci yarısında girişildi ve bu iş, 1918 sonuna doğru hemen tamamen bitirildi. 1918 ortalarında, demiryolu, nehir ve denizyolu ulaştırma araçları, bankalar ve toprak da ulusallaştırılmış bulunuyorlardı. 1920 Kasımında, ulusallaştırma, mekanik motor kullanmaksızın on işçi çalıştıran işletmeler gibi, beşten çok işçi çalıştıran ve mekanik bir motorla donatılmış bütün işletmeleri de kapsamına aldı. Büyük, orta ve kısmen küçük sanayiin ulusallaştırılmasının son evresi bu oldu.

1923 başına doğru, perakende ticaretin %20'ye yakını ve toptan ticaretin %50 kadarı, devlet sektörü ve kooperatif sektör elinde bulunuyordu.
Bütün bunlar bir yana, Komün örgütlenmesine aşırı vurgu ile komün”ü, asıl öneminden ve öğreticiliğinden uzaklaştırmak, sosyalist iktidar perspektifinin de, mücadelesinin de üzerini ötmek, dolayısıyla sosyalist devrimi gereksiz kılmaktan başka bir şey değildir.
Burada yatıp kalkıp, komünarların kahramanlığının bayrak edinildiğini biliyoruz, ancak sınıf mücadelesinde en iyi örgütlenmek ve en savaşkan örgüte sahip olmak, kahramanlık bayraklarını toplamakla olmuyor maalesef, öncelikle akıl ve beraberinde bilim gerekiyor. İkisi birleşince de bilimsel bakış ortaya çıkıyor ki, buna sahip olunmazsa ne örgüt, ne örgütlenme her hangi bir değer taşımıyor.
Burada hatırlanması gereken, Marx ve Engelsin, Paris Komünü’nden sonra Manifestonun yeni baskısına ekledikleri açıklamadır ve son derece öğreticidir.
Ama ondan önce, Komünden birkaç ay önce, Parisli işçileri uyararak, hükümeti devirme girişiminin umutsuz bir budalalık olacağını belirten ama ayaklanma bir olgu haline geldiğinde işçilerin devrimini coşkuyla selamlayan Marx’ın da gökyüzünü fethetmeye kalkan komünarların kahramanlığına hayran kaldığını hatırlatmak istiyorum. Fakat bu hayranlık, Marx ve Engelsin, Parisli komünarların deneyimine eleştirel bakmalarını engellemedi.
İşte bunun sonucudur ki, Manifestoya Engels ile birlikte, şu notu eklediler:
Özellikle, Komün, işçi sınıfının hazır devlet mekanizmasını basitçe ele geçirip, onu kendi amaçları için harekete geçiremeyeceğini kanıtlamıştır.
Marx ve Engelsin bu notlarındaki, Marx’ın Fransada İç savaş eserinden aktarılan ifadesi, uzun zaman kaba bir yorumla değerlendirilmiş ve açıklanmıştır ki, bu yorum, Marx’ın burada, iktidarı ele geçirmenin tersine tedrici gelişim düşüncesini vurguladığı çıkarsamasını yapıyordu!
Oysa Marx’ın düşüncesi, bunun tam tersi idi ve işçi sınıfının hazır devlet mekanizmasını param parça etmek zorunda olduğu, kendisini sadece onu ele geçirmekle sınırlamaması gerektiği yönündeydi! Marx, 12 Nisan 1871 tarihinde Kugelmanna yazdığı mektubunda şöyle ifade ediyordu:
“18.Brumairemin son bölümüne bakarsan, Fransız devriminin bir sonraki girişimi olarak, artık şimdiye kadar olduğu gibi bürokratik-askeri mekanizmayı bir elden diğerine geçirmeyi değil, bilakis onu paramparça etmeyi ifade ettiğimi göreceksin ve bu, kıtadaki her gerçek halk devriminin önkoşuludur. Kahraman Parisli parti yoldaşlarımızın da girişimi budur.
Marx iktidarın proletaryanın eline geçmesinin, kural olarak ancak zora dayalı devrim yoluyla gerçekleşebileceği görüşündeydi; buna karşın, bazı ülkeler için istisnai olarak iktidarın proletaryaya barışçıl geçişinin olanaklı olabileceğini kabul ediyordu. Marx, zora dayalı devrimin Kıtadaki kaçınılmazlığı ve zorunluluğunun istisnai olarak İngiltere ve Amerika için geçerli olmayabileceğini, Kugelmana yazdığı mektup dışında,1874 tarihinde Haag Kongresinde yaptığı konuşmasında İngiltere ve Hollanda için barışçıl geçişten söz ediyordu ki daha sonra Leninin de Stalinin de açıklamasıyla bu istisna, bu ülkelerde gelişmiş bir militarizm ve bürokrasi olmadığı sürece haklıydı ve tekelci kapitalizm koşulları altında ortadan kalkmıştı.
Bu nedenle proletaryanın zora dayalı devrimi, proletarya diktatörlüğü, istisnasız tüm emperyalist devletlerde, tekelci düzenlerde sosyalizme doğru gelişmenin kaçınılmaz ve mutlak koşuludur.
Proletarya diktatörlüğüne, dolayısıyla proletaryanın devletine karşı mücadeleye girişen tüm oportünistler, Marx’ın koşullu olarak yaptığı sınırlamaya, proletaryanın barışçıl olarak, zora dayalı devrime gereksinim duymadan iktidarı alabileceği düşüncesine sarılarak Marxizmi savunuyormuş gibi yaparak, kapitalizmden ümidi kesmemenin ifadesi olan ve tekelci düzenlerin çıkarlarına hizmet eden kendi oportünist davalarına Marxist ton vermeye, yani Marxizmin lafzı ile Marxizmin özünü tahrif ederek tekelci efendilerine yaranmaya çalışmaktadırlar!
Şimdi,böyle net bir açıklama varken, bundan ders çıkarmamak bir yana, bunun karikatürü sayılabilecek girişimlere devrimci bir renk vermek, sosyalist devrim mücadelesini, daha net konuşursak, sosyalist iktidar mücadelesini bir komün örgütlenmesine, üstelik kapitalizm sınırında ki,çürüyen ve can çekişen profili çok nettir, örgütlenen bir komüne indirgemek ve burjuvazinin en kanlı tutumunu göstererek saldırması sonucu yenilen komünarların kahramanlık bayrağını gasp ederek, bu bayrağı, Paris Komün’ünün asıl ve temel dersinin üzerini örtmek için kullanmak demektir.
Fikret Uzun 29 Nisan 2014

Hiç yorum yok: