6 Mayıs 2014 Salı

ESKİ YENİ HAKİKİ SOSYALİZM 1



EMPERYALİZMİN BAHÇESİNDE DEMOKRATİK DÜŞ ÇİÇEKLERİ BİRİKTİREN HAKİKİ SOSYALİZME KARŞI TARİHİN MANTIĞI VE MANİFESTONUN AYNASINDAN YANSIYAN GERİCİ DÜŞLER


I.
TARİHİN MANTIĞINI ÇÖZÜMLEYEN VE SOSYALİZM KAÇKINLARINI ÜRKÜTEN TEMEL DÜŞÜNCE VE ESKİ-YENİ HAKİKİ SOSYALİZM

Komünist Birliğin programı olarak, bu örgütün İkinci Kongresinin (Londra, 29 Kasım-8 Aralık 1847) talimatı uyarınca Marx ve Engels tarafından yazılan, Komünist Partisi Manifestosunun yazımı şöyle başlar:

Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor; Komünizm hayaleti.

Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları.

Engels daha sonra 1883 yılında Manifesto’nun Almanca baskısına yazdığı önsözle Manifesto'ya egemen olan temel düşüncenin, iktisadi üretimin ve her tarihsel dönemin buradan çıkan toplumsal yapısının, o dönemin siyasal ve fikir tarihinin temellerini oluşturduğu; bunun sonucu olarak, (ilkel komünal toprak mülkiyetinin çözülüşünden bu yana) tüm tarihin bir sınıf savaşımları tarihi, sömürülen ile sömüren arasındaki, toplumsal gelişmenin çeşitli aşamalarında egemen olunan ile egemen olan sınıflar arasındaki savaşımların tarihi olduğu; ne var ki, bu savaşımın, şimdi, sömürülen ve ezilen sınıfın (proletaryanın), aynı zamanda toplumun tümünü sömürüden, ezilmekten ve sınıf savaşımlarından sonsuza dek kurtarmaksızın, onu sömüren ve ezen sınıftan (burjuvaziden) kendisini artık kurtaramayacağı bir aşamaya ulaştığı düşüncesi, bu temel düşünce, yalnızca ve tamamıyla Marx'a ait olduğunu kaydetmiştir.

Bu çok önemli ve toplumsal-tarihsel gelişmenin mihenk noktası olan temel düşünceyi herkesin aklına not etmesi gerekir; çünkü bu temel düşüncede kalmak ile bundan ayrı durmak, hayal ile gerçeğin, zalim ile mazlumun tarafında durmanın ölçütüdür!

Üstelik Marx’ın bu temel düşüncesi, pratik olarak kanıtlanmıştır; tarihin lokomotifi sınıf mücadelesi olmaya devam ettiği içindir ki, bu gün hâlâ gelişmiş ya da gelişmemiş bütün ülkelerin odağında sınıf mücadelesini köreltmenin politikaları geliştirilmektedir!

Sadece bu da değil ama buna bağlı olarak emek süreçleri hâlâ belirleyici olduğu içindir ki, bu gün hâlâ Türkiye’de ve dünyada sermayenin bütün kaygıları, kaynağını emek süreçlerinde bulmaktadır! Sermaye eğer kaygılarını emek süreçlerinde bulmasaydı, onca zamandır yüz binlerce Amerikan askeri Arap çöllerine yığılmazdı!

Ve Marx, sınıflar mücadelesinin eninde sonunda, zorunlu olarak işçi sınıfının iktidarı ile sonuçlanacağını söylerken, yani sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu söylerken, bir teoriyi dillendiriyordu ve son derece haklı olduğu Sovyet sosyalizmi deneyimi sayesinde pratik olarak doğrulanmıştı; daha net ve daha cesurca ifade edersek, kapitalizmi restore eden reel sosyalizm örneğinin sağladığı büyük derslerle birlikte Marx’ın bu teorisi de pratik olarak doğrulanmıştır.

Özcesi, Marx sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu ileri sürdüğü zaman bunun pratik kanıtları yoktu; artık Sovyet sosyalizmi bunu çürütülemez biçimde doğrulamıştır.

Bunu unutanların, buna inanmayanlar, buna üzülenlerin, yani dejenere olmuş kapitalist yolcuların, haliyle bin bir bahane ile kapitalizmde kalmanın soldan ve sağdan envai çeşit formülünü üretmeleri şaşırtıcı değildir!

Çünkü Marxizm’in ve bilimsel sosyalizmin düşmanları, ya da kocakarı masallarıyla kendini avutan düş prensleri, en çok Marxizm’in bu temel düşüncelerine saldırarak, Marxizm’den ve bilimsel sosyalizmden kaçmışlar, kaçırtmışlardır!

Marx ve Engels Alman İdeolojisinden ve Manifestodan başlayarak kendilerini “hakiki” olarak tanımlayan sosyalistlerin bilimdışı ilginçlikleriyle, bu maddi yaşamda karşılığı olmayan düşsel safsataların tahrip ve tahrif edici saldırıları ile mücadele etmişler ve onları mahkûm ede ede bilimsel sosyalizmin esaslarını geliştirmişlerdir!

Burada bu “ hakiki” sosyalistlerin ilginç safsatalarını uzun uzadıya anlatacak değilim, ancak eskilerinden başlayarak “yeni”lerinin de nemenem ilginçlikler yumurtladığını ve hepsinin ortak noktasının sınıftan ve sınıf mücadelesinden dolayısıyla emek süreçlerinin belirleyiciliğinden kaçmanın formülleri olduğunu, önemli noktaların altını çizerek, Öcalan’ın aniden keşfettiği “demokratik” sosyalizminin pek de hayırlı bir keşif olmadığı yanında, sosyalistlere ait bir düşünce olmadığını, aksine sosyalizmin düşmanlarına ait bir düşünce olduğunu gösterebilirim!

Marx ve Engels’in 1840‘lardan beri mahkûm ettiği “Hakiki sosyalistler”, sorunun, belirli bir sınıfa ve belirli bir zamana özgü gereksinmeler değil, ”en akla yatkın” toplumsal düzen olduğu yanılsamasına safça inanıyorlardı… Bunlar gerçek tarihsel temeli terk edip, ideoloji temeline dönüş yapmışlardı… Artık gerçek insanlarla değil de ”insan”la ilgilenmeye başlayan “hakiki sosyalizm”, bütün devrimci coşkusunu yitirmişti; onun yerine, evrensel insanlık sevgisini ortaya atmaktaydı. Bu “hakiki sosyalistler”, filozoflarla birlikte, bütün gerçek bölünmelerin kavramsal bölünmelerden ileri geldiğine inanıyorlarsa, onların nasıl olup da toplumdan söz ettiklerini anlamak zordu.

Onlar, kavramların dünyayı kurma ya da yıkma gücüne olan felsefi inanca dayanarak, her hangi bir bireyin, kavramları şöyle ya da böyle ortadan kaldırarak yaşamdaki bölünmeyi ortadan kaldırdığını da aynı şekilde hayal edebilirlerdi.

Aynı “Hakiki sosyalistler”in, sosyalizm, bir sınıfın başka bir sınıfa karşı mücadelesini ifade etmez hale geldiği için hakiki gereksinmeleri değil, hakikatin gereklerini; proletaryanın çıkarlarını değil, insan doğasının, genelde insan’ın, yani hiçbir sınıfa ait olmayan, yalnızca felsefi fantezinin sisleri arasında var olan insan’ın çıkarlarını temsil ettiklerinin bilincinde olduklarını Marx ve Engels’in kaleme aldıkları Manifesto’da da görüyoruz!

Bu nedenle de Öcalan’ın “demokratik” şuruplu formüllerine şaşırmıyoruz ama kimseye haksızlık etmemek için, bu formüllerin nemenem şeyler olduğunu, yine tarih aracılığıyla göstermeye çalışıyoruz!

Ve bu vesile ile yeri gelmişken, Öcalan’ın aniden keşfettiği , “yeni” “demokratik sosyalist” düşüncesinin ve “hakiki” sosyalizm icadının veya keşfinin pek de yeni olmadığını hatırlatmak istiyoruz; emin olmalıyız ki, onlardan bir tanesi, Öcalan’ın bu “demokratik sosyalizm” aşkını görse idi, ona çok geç kalmışsın, biz bunu çoktan ve tekrar tekrar icad ve keşfettik ama kimse yemedi derdi!

Öcalan, Marx ve Engels’in Alman ideolojisinde ve Manifesto’da eleştirdikleri “hakiki sosyalizm”den bihaber olabilir, fakat 1980’li yıllarda ortaya çıkan bu yeni “sosyalist” entelektüel düşünceden onca zaman bihaber olduğunu da sanmıyoruz; ama aniden bu düşüncelerin eskileri ile de, yenileri ile de korelâsyon kurmasının elbette bir nedeni vardır ve biz bu nedenin, Öcalan’ın, sosyalist düşünce açısından daha fazla kemâle ermesi olmadığını görebiliyor ve söyleyebiliyoruz; bu nedenin ne ile bağlı olduğunu ise, daha öncekiler gibi, şimdi tarih aracıyla ortaya koyduklarımızla da gösterebileceğimize inanıyoruz!

Marx ve Engels’in hem Alman İdeolojisi’nde ve hem de Manifesto’da mahkûm ettikleri Hakiki Sosyalizmin Öcalan’ın düşlerine damlayan ilginçliklerini, Manifestonun dilinden aktarmak oldukça zihin açıcı olacaktır; ancak önce bu “hakiki sosyalist”lerin 1980li yıllarda yeniden canlanarak türeyen ardıllarının pek de değişmeyen, sınıftan ve bilimsel sosyalizmden kaçmanın ve daha çok da kaçırtmanın aynı tür formülleri olan “yeni”, düşüncelerine değinmek istiyorum.

Bu akımın öncekilerden ayrı olmayan en belirgin özelliğinin, ideolojiyi ve politikayı her türlü toplumsal temelden, özellikle de her türlü sınıfsal dayanaktan kopararak özerkleştirmek olduğu hep akılda tutulmalıdır!

Hakiki sosyalizm, Marxizme atfettikleri, ekonomik koşulların otomatik olarak siyasal güçleri doğurduğu ve proletaryanın, sınıf durumu nedeniyle kaçınılmaz olarak sosyalizm mücadelesini omuzlamak zorunda kalacağı yolundaki varsayıma karşı, ekonomi ile politika arasında zorunlu tekabüliyet bulunmadığı için, sosyalizm mücadelesinde işçi sınıfının hiçbir ayrıcalıklı konuma sahip olamayacağı görüşünü ortaya atmaktadır.

Kaba maddeci sınıfsal çıkarlarla değil,”evrensel insan değerleri”nin akılcı çekiciliğiyle ve sosyalist düzenin akla yatkınlığıyla hareket eden sosyalist bir hareket, ekonomik sınıfsal koşullardan özerk ideolojik ve siyasal araçlarla kurulabilir. Bu kurumsal araçlar, pratikte, işçi sınıfını sosyalist projenin merkezinden uzaklaştırmakta ve sınıfsal karşıtlıkların yerine, ideoloji ya da “söylem”e ilişkin ayrılıkları koymaktadır.

“Hakiki sosyalizm” düşlerini yeniden canlandıranların başında, bütün Marxizm kaçkınlarının ve ABD emperyalizmin erken öttürülen “tarihin sonu” borazanı önünde secdeye varan sosyalizm kaçkını dejenere olmuş kapitalist yolcuların sıkı sıkıya sarılmakta gecikmediği Nicos Poulantzas gelmektedir ki Öcalan’ın da bu yoldan bu düşlerin içine girdiğini, her ne kadar uzun zaman bihaber görünmüş olsa da, kendini bu tarihte kalmış ama ikide bir ısıtılarak önümüze konan ilginç düşlere adamış olmasından ve bunu pek fazla ciddiye almasından anlayabiliyoruz!

Poulantzas, Classes in Contemporary Capitalism adlı kitabında, …tekelci kapitalizmin ayırıcı özelliğinin, kapitalist üretim tarzı içerisinde ağırlığın ekonomik yönden siyasal yöne, yani devlete kayması olduğunu; rekabetçi aşamanın belirgin özelliğinin ise, ekonomik yönün belirleyici olmasının yanı sıra, başat rolü de oynamasıdır.

Poulantzas, tekelci düzende “ekonomik” yönün değil,”siyasal” yönün “başat” olduğunu öne sürerken, pratikte, sömürü ilişkilerinin, belirleyici olmak anlamında, artık “hüküm sürmediğini” savlıyor.

Bütün bunlar, öncekilerle birlikte, hep birbirilerinin tekrarı ve işçi sınıfından ve sosyalizmden kaçışın düşsel çırpınışları olduğunu gösteriyor ve bunları hatırlamak, Öcalan’ın birbirlerini dışlamayan, aksine içeren “kapitalist modernite” ye,“devlet”e, özellikle de “ulus-devlet”e vurgu ile ve hepsinin “demokratizm” ile tımar edilerek iyileştirilmesine ve böylece “demokrasinin” köklerine inilerek “hakiki sosyalizm”e varılacağına felsefi bir tonda işaret etmesinin mantıki ucunun, bu geçmişin düşsel çırpınışlarından filizlendiğini anlamamızı kolaylaştırıyor.

Bu düşlerin, henüz sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu gösteren ikna edici kanıtlarının ve pratiğinin var olmadığı zamanda ortaya konmasını, bunun tamamen sınıfsal olduğu gerçeğini yadsımadan, masumane bir ütopya olarak görebiliriz ama ortada hem teorik önermelerin ve hem de bunu doğrulayan bir pratiğin varlığının mevcut olduğu koşullarda ve üstelik gelişmiş gelişmemiş bütün kapitalist ülkelerin politikalarının korkularını hep emek süreçlerinde bulduğu; bu nedenle sınıf bilincini ve sınıf mücadelesini köreltmenin politikalarının, genel politikanın neredeyse tamamını kapladığı koşullarda ve hatta bunun için kapitalizmin tarihinin çok çok gerisine doğru bir rotanın çizildiği koşullarda, bu düşleri masum düşler olarak kabul etmek saflık olur; hatta aymazlık ve ahmaklık buna daha uygun sözcüklerdir!

Bu girişten sonra, yeniden canlanarak, Öcalan’ın ve tilmizlerinin de düşlerine damlamakta gecikmeyen “yeni” ”hakiki sosyalizm”in önermelerini kısaca hatırlatabiliriz.

İlk önerme şöyle:

İşçi sınıfı, Marx’ın umduğu gibi, devrimci bir hareket yaratmamıştır. Yani, bu sınıfın ekonomik durumu, bu duruma tekabül edeceği düşünülen siyasi bir güce yol açmamıştır. Bu genelde ekonomi ile politika arasında zorunlu bir tekabüliyetin bulunmadığı gerçeğini yansıtıyor.

Sınıf ve politika arasında her ilişki mümkündür; yani, ideoloji ve politika, ekonomik (sınıfsal) ilişkilerden özerktir; a-posteriori (sonradan gelen) olarak siyasal koşullara çevrilebilecek “ekonomik” sınıf çıkarları türünden şeyler yoktur.

Ve önermeler şöyle devam ediyor:

Daha açıkçası, bu önermeler, işçi sınıfı ile sosyalizm arasında zorunlu veya ayrıcalıklı bir ilişki olmadığı ve aslında işçi sınıfının, sosyalizmde hiçbir ”temel bir çıkarı”nın olmadığı anlamına gelmektedir.

Bu yüzden, sosyalist hareketin kuruluşu, ilke olarak, sınıftan bağımsızdır ve ekonomik (sınıfsal) koşullarından az veya çok özerk bir sosyalist politika inşa edilebilir.

Yani, birincisi, sınıf bağlantılarına ve aralarındaki muhalefete bakmaksızın, saf ideolojik ve politik bağlarla birbirine bağlanabilen ve harekete getirilebilecek çeşitli “halk” unsurlarından kurulmuş bir politik güç, ideolojik ve siyasal platformlar üzerinde oluşturulabilir ve örgütlenebilir.

İkincisi, sosyalizm, has hedefleri, sınıf çıkarları deyimleriyle tanımlanmış dar maddi amaçlar olmaktan daha çok, sınıfı aşan insani üniversal amaçlardır. Bu hedefler, özerk ideolojik ve politik platformlarda, maddi sınıf durumlarına bakılmaksızın çeşitli türden halka hitap edebilirler.

Özel olarak sosyalizm için mücadele, eşitsizliğin ve baskının pek çok biçimine karşı bir sürü mukavemeti bir araya getiren “demokratik” mücadelelerin oluşturduğu bir çoğulluk olarak kavranabilir. Aslına bakılırsa, belki sosyalizm kavramının yerine,”radikal demokrasi” düşüncesinin geçirilmesi bile mümkün olabilir.

İşte 1980’lerde Batı’nın çokbilmiş entelektüel “sosyalist”lerinin keşfettiği “hakiki “sosyalizm budur ve Öcalan’ın onca zaman kulağının üstüne yatıp, aniden keşfettiği de, Dühringvari ilginçlikler ile bu eski ve “yeni” “hakiki” sosyalistlerin düşüncelerinin amalgamasyonudur!

Ve bunların, öteden beri, çoktan eskimiş sağ kanat sosyal –demokrat kocakarı nasihatlerinin yeni bir tekrarı olduğunu hepimiz biliyoruz; kapitalist demokrasinin biraz ilerletilince sosyalizmi üreteceği veya sosyalizmin, sınıf farkı gözetmeksizin, tüm doğru düşünebilen insanlara hitap edebilen yüksek idealleri temsil ettiği düşüncesi, Dühring’den bu yana bütün komünizm düşmanları için, işçi sınıfının devrimci misyonundan ve işçi sınıfının iktidarı düşüncesinden kaçanlar için pek hoş bir düşüncedir; ama “hakiki” sosyalizm konusunda yeni olan ki artık bu da eskimiştir, bunu savunanların, kendilerini Marxizm geleneğinde veya bunun bir tür sürdürülmesi alanında çalıştıklarını ileri sürmeleri ya da bu düşünceleri sosyalizm adına savunduklarını söylemeleridir!

İşte bu nedenle Engels’in, 1883 tarihli Almanca baskıya yazdığı önsözünde net olarak ifade ederek tarihe kaydetmiş olduğu Manifesto’ya egemen olan Marx’a ait düşünce, bu Dühringvari ilginçliklerin ve saçmalıkların ve elbette sosyalist düşünceye ait olmayan düşüncelerin oyununa gelmemek için son derece belirleyici önemdedir!

Dün, yani tam da bu “hakiki” sosyalizm havarilerinin yeniden canlandığı seksenlerin sonu doksanların başında, “ikinci cumhuriyet” tartışmalarının yükseldiği bir dönemde kaleme aldığı “Cumhuriyetten İkinci Cumhuriyete” başlıklı çözümlemesinde, Osmanlı çözülürken Kürdistan’daki durumu, hain Kürt ağa, bey ve şeyh takımı önderliğinde, talan için, Osmanlı’ya alet olarak Ermeni katliamı gerçekleştiren Kürtlerin, Osmanlı’nın çöktüğü bu dönemde beklenti içinde ve önderlikten yoksun olduğu “ şeklinde çizen Öcalan şimdi:

“Cinsiyet özgürlükçü, demokratik ve ekolojik bir toplumsal yaşamı hedefleyen Koma Civaken Kürdistan sistemi, özü itibariyle demokratik sosyalist düşüncenin pratikleşmesidir. Bu temelde sosyalizmin radikal ve derinleştirilmiş bir demokrasiyle yeniden yükselişe geçişi sağlanmaktadır. İnsanlık her zaman sosyalist idealler taşımış, ancak demokrasiye dayandırılmadığı için egemen sistemlere ve sömürücü sınıflara daha fazla itaat sağlatan bir konuma düşmekten kurtulamamıştır. İnsanlık tarihinin kendisi, komünal yaşamın ancak demokratik duruşla gerçekleşeceğinin kanıtıdır. Komünal demokratik duruşun çağdaş değerlerle yeniden yaratılması sosyalizmin yeniden yükselen değer haline getirilmesidir. Böylece demokrasiyle birlikte var olabilen sosyalizm, bilimsel-de*mok*ratik sosyalizm olarak Koma Civaken Kürdistan sisteminin ruhu olacaktır.” Diyerek, dün aklına gelmeyen “hakiki” sosyalizmi, bu eskimiş ”yeni hakiki” düşünceyi, onca zaman sonra hatırlamış ve aniden kutsal demokrasi şurubuyla yıkanmış “demokratik komün”ü keşfederek, “ Hakiki” sosyalizme ne büyük bir hizmette bulunmuştur!

Ben ise, bunlara açıklık getirerek tarihe not düşerken, tarihin hükmünü kolaylaştırıp çabuklaştırmaya çalışarak bugünün ve yakın geleceğin akıl taşıyan insanlarına hizmette bulunuyorum!

Buradan Manifestoya dönersek, Engels’in, neden “komünist” adını verdiklerini anlatmak üzere Manifesto’nun 1890 Almanca baskısına yazdığı önsöz ile Manifesto'nun tarihinin, bir ölçüde, 1848'den bu yanaki modern işçi sınıfı hareketinin tarihini yansıtmakta olduğunu vurguladığını ve 1890’da, Manifesto’nun, tüm sosyalist yazının en yaygın, en uluslararası ürünü olduğunu, Sibirya'dan Kaliforniya'ya dek tüm ülkelerin milyonlarca işçisinin ortak programı olduğunu anlıyoruz!

Engels, şöyle devam ediyordu ve bizi, 1847'de, sosyalist denilince, iki tür insanın anlaşıldığını hatırlatarak, bir yanda çeşitli ütopik sistemlerin yandaşları olduğunu ve özellikle, o tarihte her ikisinin de salt mezhep durumuna düşüp, giderek ölmekte olan İngiltere'deki ovıncılar ile Fransa'daki furiyeciler olduğunu hatırlatıyor; öte yanda ise, toplumsal bozuklukları çeşitli her derde deva yollarla, her türden bölük-pörçük çalışmalarıyla, sermayeye ve kâra hiçbir zarar vermeksizin gidermek isteyen çok çeşitli türden toplumsal şarlatanların varlığından haberdar ediyordu.

Bunlar, her iki durumda da, işçi hareketinin dışında duran ve daha çok "eğitim görmüş" sınıflardan destek arayanlardı.

Ama işçi sınıfının, salt siyasal devrimlerin yeterli olmadığına inanan, toplumun köklü bir biçimde yeniden inşasını isteyen kesimi, kendisine o sıra komünist diyordu.

Bu henüz yontulmamış, yalnızca içgüdüsel ve çoğu kez de biraz kaba bir komünizmdi.

Ama gene de, ortaya iki ütopyacı komünizm sistemini, Fransa'da Cabet'nin "İkaryan" komünizmini ve Almanya'da da Weitling'inkini çıkartacak kadar güçlüydü.

1847'de, sosyalizm bir burjuva hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı hareketi anlamına geliyordu ve sosyalizm, hiç değilse Kıta’da, çok saygıdeğerdi, komünizm için ise, durum bunun tam tersiydi.

Ve Engels, "işçilerin kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır" kanısını daha o sıralar kesinlikle taşıyor olduklarından, bu iki addan hangisini seçmeleri gerektiği konusunda hiçbir duraksama gösteremeyecekleri için Manifesto’ya “Komünist” adını verdiklerini hatırlatıyordu!


Öyleyse, Komünist Partisi Manifestosu’nun eleştirel anlatımıyla bu “saygıdeğer” sosyalizmi temsil eden düşünceleri; “Sosyalist ve Komünist Yazın” başlığının alt başlığı olan “Gerici Sosyalizm” başlığında; “feodal sosyalizm”- “küçük burjuva sosyalizmi ve alman sosyalizmi” ya da “hakiki sosyalizm”; diğer alt başlıklarda da “Tutucu Sosyalizm ya da Burjuva Sosyalizmi” ve “Eleştirel-Ütopik Sosyalizm ve Komünizm” olarak irdelemek pek hoş olacaktır.


Fikret Uzun
5 Mayıs 2014


Hiç yorum yok: