30 Mart 2020 Pazartesi

KORONA GÜNLERİ VE SONRASINA BAKIŞ

KORONA GÜNLERİ VE SONRASINA BAKIŞ


Ne "güzel" oldu değil mi, onlar istedi bir göz, tanrıları verdi iki göz. Hepimiz gönüllü ev hapsindeyiz ama düşmana inat aşacağız bu günleri... Öncelikle Korona mikrobuna yenik düşmemek! Her şey bir yana, bu salgının etkilerini ve vahim sonuçlarını en aza indirmede ne yapılması gerekiyorsa onun yanında ve onu hayata geçirmede rol almak-alınabildiği kadar- en doğrusu.

Sürecin kendisinde son derece öğretici bir turnusol var aslında. Pandeminin biraz beli kırıldığında, bu turnusolun öğreticiliğine hızlı, akıllı ve hesaplı kitaplı müdahaleler yapması gerekiyor akıllı insanların... Süreç, öncesindeki süreçlerin getirdikleri ile birlikte, dipteki dalgayı kendiliğinden harekete geçirme potansiyeli taşıyor zaten. Hem korku ve hem de çaresizlik bu potansiyelin hayata geçmesinde engel teşkil ediyor elbette ama yine de bu potansiyel bir yerlere evirebilir kendini. Bu yer olumsuz da olabilir olumlu da olabilir; tamamen öteden beri dillendirdiğimiz "vakti geldiğinde fenersiz kalmayalım" deyişinin akıllı insanların zihninde ne kadar yer ettiğine bağlıdır. Ancak bunun için bu pandeminin tümüyle doğanın marifeti mi yoksa emperyalist /siyonist düzeneğin marifeti mi ya da doğanın bu marifetini bu düzenek mi istediği yöne evirecek, netleştirilmesi gerekmektedir. Ortada dolaşan komplo teorilerinden bağımsız olarak, buna göre bir yol haritası ilerleyen süreçte ortaya çıkmalıdır.

Eğer bu bela doğanın bir "intikamı" misli ele alınırsa başka güç dengeleri oluşacağını, diğeri olursa bambaşka güç dengeleri oluşacağını; yani ya küresel çapta bir faşizmle karşı karşıya kalacağımızı (en azından bu yönde bir girişim olacağını) ya da siyonist/emperyalist düzeneğin YDD'sini dümdüz edecek ya da 50 yıl geriye sürükleyecek bir eş zamanlı enternasyonalist ittifaklar cephesi mi olacağını iyi değerlendirmek gerekmektedir.

Şu bir gerçek, kapitalizm uzun zamandır girdiği çukurun içinden çıkmaya çalışıyordu, YDD son kurtuluşu olacaktı ama onun da kurtuluş olmadığını kendileri de görecekler, kendileri derken, yüzünü ve istikbalini, umudunu YDD’ye çevirmiş mal mülk sahiplerini kastediyorum, görüyorlardır da, hiçbir akıl taşıyan fani, hem de kendisine de yönelmiş olduğunun farkında olduğu bir tehdidi göz ardı edip, siyonist/emperyalist düzeneğe biat etmeyecektir ama belirleyici olan güçler dengesinin karşılıklı yer alımıdır. Velhasıl, işte çok daha net olarak ortadadır ki kapitalizm ne bireysel insanın, ne toplumların, ne de kendisini kapitalist, zengin- mengin, güvende sayan azımsanmayacak bir mal mülk sahibi kesimin çaresizliklerine, beklentilerine, hayallerine, korkularına çare olabilmektedir. Her türlü krizde, pandemi de dahil, emperyalist kapitalizmin (tüm güçlü görünümüne karşın) çuvalladığını, hatta belki de beş para etmediğini, ama bunun ötesindeki çok az bir sayı teşkil eden siyonist/emperyalist düzeneğin ve içinde, yanında, etrafında olan bir kesimin, tüm güçlü görünümüne karşın, krizleri önlemeye gücü yetmediği gibi, böyle bir derdinin de olmadığını, bu krizleri, şimdiki pandemide olduğu gibi, fırsata çevirmeye çalıştığını da görecekler. Görüyorlardır da, ama yine de kapitalizmden vazgeçmeyecekler ve sürdürülebilir bir kapitalizmin peşine düşecekler, bulana kadar her türlü ittifakta yer almayı deneyeceklerdir.

İşte bu noktada ittifaklar politikası akıllı insanların önüne düşecek, buradan itibaren imtihanları başlayacak ve bu ittifakları kendisine çeken karşılıklı güçler dengesini yönetmelerinin sonucu, bu imtihanlarının sonucu olacak. Geriye, ya gerçek anlamda kanlı canlı bir barbarlık ya da gerçek anlamda anlı şanlı bir sosyalizm kalacaktır. Ama daha erken; tabii bu erkenlik görece bir mesafe, politikada ve sınıf mücadelesinde zaman, kitapların birkaç sayfasına, belki birkaç yüz sayfasına sığacak kadardır. Burada erkenlik bize göredir, görebilecek miyiz, göremeyecek miyiz. Bazen, bunda bile yanıltır zaman bizi. Lenin ne 1905’in, ne de 1917’nin Şubatında, hep aklında olan, umudunu taşıdığı hayalin gerçekliğini görebileceğini söyleyebildi, ama 1917’nin Ekimine gelindiğinde, “vakit tamam, şimdi” “bütün iktidar Sovyetlere” diyebildi.

Yani, hiçbir şey ısmarlama olmuyor, insan biriktirerek olmuyor. Zihinlerde, umutlarda, bilimsel iyimserliklerde öngörülen, başka ifadeyle geleceğe ısmarlanan gerçekliğin işaretleri kendini gösterdiğinde, yani güçler dengesinin bilimsel iyimserliğimizde yaşattığımız gerçekliği gerçekleştirecek gücünü göstermesiyle diyebiliyoruz  ancak “vakit tamam, şimdi” diye. Ama bunu diyemesek de, diyemeyeceğimizi düşünsek de, gerçekleştirmek için canla başla çalışıyoruz, en umutsuz halimizde bile.

Elbette bu gerçekliğin sürecin hemen sonunda önümüzde dikileceği hayaline de kapılmamalı. Ama şu hayal değil, bir gerçek; bu pandemi, geçmişte yaşanmış olan ve bizlerin kitaplardan, anlatılanlardan bildiğimiz pandemilerden çok farklı olabilir, daha etkisiz de olabilir ama bugün kitleler bunu tüm benlikleriyle canlı kanlı yaşadıkları için, en kötüsü, en çaresizlik saçanı olarak göreceklerdir… Ve bunun müsebbibi olarak dünyayı yönetenleri göreceklerdir, onca zaman atıp tutmalarına, “teknolojik, bilimsel gelişme”, “aya çıktık”, ”marsa indik”, ”yeni yıldız bulduk”, “robot yaptık”, “akıllı telefon yaptık” vb. nutuklarına rağmen, küçücük bir mikropla bile savaşacak gücü ve/ya da niyeti olmadığını görecekler, kabul edecekler ve öteden beri farkında olmadan biriktirdikleri hınçları açığa çıkacak; başlangıçta serseri mayın misli bir patlama ve akabinde sağlam ittifaklar kurabilecek politik güçlerin yönetimine girecekler, bu güçleri, dünya çapında, dünyayı ve insanlığı yok etme pahasına hükümdarlık peşinde koşan bir politik /ekonomik/askersel gücün karşısına dikecekler.

Dikerler mi? Dikerler; yeter ki akıl taşıyan fenerler, akıllarını, vicdanlarını ve yüreklerini bu katastrof finale açılan eşikte, kitlelere bu eşiği ve ötesindeki aydınlığı gösterebilecek denli aydınlatacak bir fener misli çalıştırsınlar.

Hem biz demiyor muyuz, daha doğrusu böyle olduğuna bilimsel iyimserliğimizle inanmıyor muyuz ki “çare, her zaman, çaresizliğin tavan yaptığı yerde ortaya çıkar”; başka ve Marx’ın ifadesiyle “… sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.” Yeter ki dünyaya hükmeden bir avuç çapulcuya, yani siyonist/emperyalist düzeneğe köle olan emperyalizmin leblebi herkülleri, kendisinden medet uman bakımsız kalmış tarzanlarıyla ve onların elinde oyuncak olmuş köre yatan bin bir kılıktaki kölelerinin akıl bozucu şarlatanlıklarıyla bu maddi gerçekliğin üzerini örtmelerine, akıl taşıyan ve bu aklı nasıl kullanacağını bilecek kadar deneyimlerden ders çıkarmış fenerler zamanında ve yerinde müdahale edebilsinler.

Belki bu dediklerim şu anda belagat çiçeği misli görünebilir ama akılla, vicdanla, yürekle ve elbette hesapla, kitapla, en çok da ihtiyaçla, istekle, beklentiyle, inanarak ve elbette bilimle, başka ifadeyle bilimsel iyimserlikle, umutla ortaya konan hayaller değil midir, en sonunda gerçek olan?
Biz görmüşüz, görmemişiz ne önemi var?

"Biz ki İstanbul şehriyiz, seferberliği görmüşüz: Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi bir de ittihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 914'ten 18'e kadar. Yedi bitirdi bizi"  diyordu, “1 YIL YİNE 1919 ve İSTANBUL'UN HÂLİ ve ERZURUM ve SİVAS KONGRELERİ ve KAMBUR KERİM' İN HİKÂYESİ” başlıklı şiirine başlarken Nazım Hikmet.

Bu dizeleri yazarken, muhtemelen zindandaydı ve aldığı dersleri hepimize vermek için yazdığı da kuvvetle muhtemeldi.

Aynı şekilde ve ondan çok önce H.R.Gürpınar da, şu 1918’de başlayan İspanyol nezlesini ve çıkardığı dersleri,“Hakka Sığındık “adlı romanında çok güzel ve çağın atmosferine uygun biçimde Türkiye açısından yansıttığında; hatta sanki bu kitabı sırf bunun için, başka ifadeyle bu salgın üzerinden toplumun cehalet ile yobazlık örüntüsünü anlatmak için yazdığında yıl 1919 idi. Ve şimdi geldiğimiz noktaya bakarsak, tüm teknolojik gelişmeye, devasa gökdelenlere, hatta bebelerin analarının karınlarında cinsiyetinin belirlenmesine, hatta ve hatta insanın yaş ortalamasının bir kurul tarafından yükseltilmesine, vb. rağmen kafalarda değişen bir şey olmamış.
Neden? Çünkü dünyaya hükmedenler, akıllar değişmesin diye ve değişenleri de geriye, ortaçağ karanlığına ya da başka ifadeyle Tanzimat öncesi karanlığına döndürmek için bütün mekanizmaları kullanmışlar.

Evet, çok uzun zaman önce değil, şunun şurasında 100 yıl kadar önce, İspanyol nezlesi 11 Mart 1918'de ABD'nin New Mexico eyaletinde tespit edilmiş, bütün dünyayı sarsarak,18 ay içinde 50 milyon kişiyi öldürmüştü.
Hiç ders alınmıyor mu yoksa bu dersler fırsata mı çevriliyor da hâlâ ve sürekli olarak karşımıza çıkan aynı miniminnacık bir mikrop çeşidininin yarattığı felaketler kapımıza dayandığında hemen hemen tüm dünyada, özellikle de emperyalizmin ve daha çok da siyonist/ emperyalist düzeneğin güttüğü ucube haline gelmiş kapitalist dünyada, yetersiz kalınması bir yana, hâlâ mal mülk, para-pul düşünülüyor ve insan hayatı da, sağlığı da, bu pandemi günlerindeki çaresizliği de hiçe sayılarak, hem de 21.  yüzyılda, bilim, hatta moleküler bilim, hatta insan yapımı virüs, DNA dizilimlerine müdahale, genetik mühendislik, vb. yönünde gelişen bilimsel teknoloji nutuklarının atıldığı, bunun YDD adında bir ucube düzen ile bir dünya devleti ile taçlandırılması müjdelerinin verildiği bir tarih diliminde… Tüm dünya, kontrollü mü, kontrolsüz mü henüz bilemediğimiz, başka ifadeyle koronayla terbiye edip, köleliğe razı mı etmek istiyorlar bilemediğimiz bir ateşe atılıyor?

İşte asıl soru bu ve bu soru dünya çapında sorulmazsa, gözümüzün önünde olsa da cevabı gün yüzüne çıkmayacaktır; bu soruyu sormak da, sordurmak da akıl taşıyan fenerlerin boynunun borcu olarak önümüzde duruyor.

Evet, her yüzyıl başlarında bunlar olmuş ama MÖ 429-426'dan günümüze kadar sadece bu yıllarda değil, her yüzyılın epey yıllarını kapsayan zamanlarda sayısız ve vahim salgınlar olmuş. Yani, bu işte bir şeytan parmağı ya da bir yüce gök dahli olduğunu söylemiyoruz; tesadüf de değil elbette ki, uygun şartlar oluşunca ve her bir salgından ders alınmayıp, imkân dâhilindeki çareler geliştirilmeyince ya da çare niyetine ama çarenin tam tersine, sırf daha çok para ve güç elde etmek niyetiyle doğaya ve haliyle insana da hükmetmek için iktidar olmanın gücünden yararlanarak, bilim dâhil, din, medya ve bilumum baskı ve hile mekanizmalarını kullanarak hareket edilince ki böyle hareket ettiklerini görebiliyoruz, bu salgınların olması kaçınılmazdır.

Ancak yine de, bu covid 19 belası ile çepeçevre sarıldığımız bu günlerde, elimizdeki tek çare, bunlardan ders çıkarmak ve bu derslerin önümüze koyduğu çareleri ve görevleri yerine getirmek üzere bilime sarılmak ve derslere sıkı sıkıya sarılınmasına önayak olmak için bu minik ama hızla canavarlaşan mikroba köpeksiz köyde olmadığını, bilimin kendisinden büyük olduğunu göstermek için, bilimsel iyimserliğimizi korumak ve bilimin çerçevesinde kalarak mücadele etmektir.

Ne olur ne olmaz, belki bir gün korona mikrobu bizim de kapımızı çalar ve bu dünyadan göçer gideriz, bu yüzden bu kısa deyişimi tarihe not olarak düşünelim.


Fikret Uzun
29 Mart 2020