8 Mayıs 2014 Perşembe

ESKİ YENİ HAKİKİ SOSYALİZM 3 (SON)



III
TUTUCU YA DA BURJUVA SOSYALİZMİNDEN ÖCALAN’IN DEMOKRATİK DÜŞLERİNE AKAN DAMLALAR

Ve şimdi de Tutucu Sosyalizm ya da Burjuva Sosyalizmi üzerine biraz hatırlatma yaparak Öcalan’ın “demokratik sosyalizm”inin içine akan muttarid, muhteriz damlaları aynaya tutabilecek miyiz bunu görelim!

Öyleyse Manifestonun tuttuğu aynadan yansıyanlar ne gösteriyor bir bakalım.

Burjuvazinin bir kesimi, burjuva toplumun varlığının devamını sağlamak için, toplumsal hoşnutsuzlukları gidermek ister. İktisatçılar, iyilikseverler, insanlıkçılar, işçi sınıfının durumunu iyileştiriciler, hayır işleri örgütleyicileri, hayvanlara eziyet edilmesini önleme derneklerinin üyeleri, ılımlılık bağnazları, akla gelebilecek her türden gizli reformcular, bu kesime girerler.

Sosyalizmin bu biçimi, üstelik eksiksiz sistemler haline de getirilmiştir.

Bu biçime bir örnek olarak Proudhon'un Sefaletin Felsefesi'ni anabiliriz.

Sosyalist burjuva, modern toplumsal koşulların bütün üstünlüklerini istiyor, ama buradan zorunlu olarak çıkan savaşımlar ve tehlikeler olmaksızın.

Bunlar mevcut toplumu istiyorlar, yeter ki, devrimci ve çözücü öğeleri çıkartılmış olsun.

Sosyalist burjuvalar, bugünün "yeni"nin de "yenisi" "hakiki sosyalist"lerinin, devleti olmayan bir kapitalizm istediği gibi, proletaryası olmayan bir burjuvazi istiyorlar.

Burjuvazi, doğal olarak, kendi egemen olduğu dünyanın, dünyaların en iyisi olduğunu düşünüyor ve burjuva sosyalizmi de, bu rahatlatıcı düşünceyi az çok eksiksiz çeşitli sistemler haline getiriyor.

Proletaryadan böyle bir sistemi yürütmesini ve böylece, dosdoğru toplumsal “Yeni Kudüs”e girmesini istemekle, aslında, proletaryanın mevcut toplum çerçevesi içerisinde kalmasından ama burjuvaziye ilişkin bütün nefret dolu düşüncelerini bir kenara bırakmasından başka bir şey istemiş olmuyor.

Bu sosyalizmin ikinci ve daha pratik, ama daha az sistematik bir biçimi, şu ya da bu siyasal reformun değil, ancak maddi varlık koşullarındaki, iktisadi ilişkilerdeki bir değişikliğin onlara bir yarar sağlayabileceğini göstererek, her türlü devrimci hareketi işçi sınıfının gözünden düşürmeye çalışmıştır.

Ne var ki sosyalizmin bu biçimi, maddi varlık koşullarındaki değişmelerden, hiç bir şekilde, ancak bir devrimle gerçekleştirilebilecek olan burjuva üretim ilişkilerinin kaldırılmasını değil, bu ilişkilerin sürekli varlığına dayandırılan idari reformları, dolayısıyla sermaye ile emek arasındaki ilişkileri hiç bir biçimde etkilemeyen, olsa olsa burjuva hükümetinin masraflarını azaltan ve idari işleyişini basitleştiren reformları anlıyor.

Burjuva sosyalizmi yeterli ifadesini ancak ve ancak salt bir mecaz haline geldiği zaman buluyor.

Serbest ticaret: işçi sınıfının çıkarı için, Koruyucu gümrükler; işçi sınıfının çıkarı için, Cezaevi reformu: işçi sınıfının çıkarı için.

Burjuva sosyalizminin son sözü ve ciddi olarak söylediği tek söz işte budur ve bu sosyalizm, şu sözlerle özetleniyor: burjuva bir burjuvadır - işçi sınıfının çıkarı için.

Büyük bir rastlantı mıdır yoksa anlaşılmayanın, ders alınmayanın tekerrürü müdür, yani bu günden baktığımızda nasıl görülüyor okuyucunun takdirine bırakıyorum; ancak bu günün, bir taraftan sosyalizmden ve aynı anlama gelmek üzere devrimden ve elbette proletaryanın devrimci misyonundan vazgeçerken, diğer taraftan bunu sosyalizm adına, o olmazsa, kapitalist kötülükler adına asla ama “demokratik modernite”nin iyilikleri adına, o da olmazsa en “hakiki sosyalizm” niyetine “demokratik komün” adına ve kapitalistlerin çevre üzerindeki hoyratça tahribatı adına değil ama kapitalistlerin borazanının öttüğü bir alanda onlarla bir arada yaşayabilme yüceliğini gösteren “ekolojik toplum” adına, "ulus-devlet" adına değil ama "demokratik ulus" adına yaptıklarını ilan ederek, Proudhon’un sefaletinin felsefesini ve felsefesinin sefaletini, üzerini belagat çiçekleri ile sarmalayıp kafamıza kakan, devlet’in her türlüsüne karşı olan ama bir devlet durumu olan demokrasiyi en kutsal ayinlerle kutsayan ütopik u-topya pazarlayıcılarının fotoğrafını, Manifestonun aynasından dökülen ve hâlâ salt bir mecaz halde bu günün aynasında da görülen burjuva sosyalizmi misli Öcalan’ın “demokratik” sosyalizminde de görmek zor olmuyor!

En sonu, diğerlerinden çok daha büyük bir üne sahip, “Eleştirel-Ütopik Sosyalizm ve Komünizm” konusudur ki Manifesto’da söylendiği gibi, bu konuya değinerek,biz de burada, Babeuf ve diğerlerinin yazılarında olduğu gibi, her büyük modern devrimde her zaman proletaryanın istemlerini dile getirmiş olan yazından söz etmeyeceğiz.

Ne yapacağız?

Tabii ki, yine Manifestodan damlayan düşler olarak, proletaryanın kendi amaçlarına ulaşmak için feodal toplumun yıkılmakta olduğu genel kaynaşma anlarında yaptığı ilk doğrudan girişimlerin, proletaryanın o sıradaki gelişmemiş durumu yüzünden olduğu kadar, kurtuluşunun iktisadi koşullarının, henüz daha yaratılmaları gereken ve yalnızca yaklaşmakta olan burjuva çağının yaratabileceği koşulların bulunmayışı yüzünden, zorunlu olarak başarısızlığa uğramış olduğunu hatırlatacağız ve hatırlatıyoruz.

Dolayısıyla proletaryanın bu ilk hareketlerine eşlik etmiş olan devrimci yazının, zorunlu olarak gerici bir niteliğe sahip olmuş olduğunu hatırlatıyoruz.

Bunun, genel bir zahitliği (kulluğu) ve en kaba biçimiyle bir toplumsal eşitliği telkin ediyor olduğunu; Haklı olarak sosyalist ve komünist diye adlandırılan sistemlerin, Saint-Simon'un, Fourier'nin, Owen'ın ve ötekilerin sistemlerinin, proletarya ile burjuvazi arasındaki savaşımın yukarda anlatılan ilk, gelişmemiş döneminde ortaya çıkmış olduklarını hatırlatıyoruz.

Evet, bu sistemlerin kurucuları, hem sınıf karşıtlıklarını ve hem de hüküm süren toplum biçimi içerisindeki çözücü öğelerin etkisini gerçekten de görüyorlardı. Ama henüz bebeklik çağındaki proletarya, onlara hiç bir tarihsel inisiyatifi ya da hiç bir bağımsız siyasal hareketi olmayan bir sınıf görünümü sunuyordu.

Sınıf karşıtlıklarının gelişimi, sanayiin gelişimiyle başa baş gittiğinden, içinde bulundukları iktisadi durum, onlara, proletaryanın kurtuluşunun maddi koşullarını henüz sağlamıyordu. Dolayısıyla, bu koşulları yaratacak yeni bir toplum biliminin peşine, yeni toplum yasalarının peşine düşüyorlardı.

Tarihsel eylemin yerini, bunların kişisel yaratıcı eylemi; tarihsel olarak yaratılmış kurtuluş koşullarının yerini, hayali olanlar ve proletaryanın tedrici, kendiliğinden sınıf örgütlenmesinin yerini, bu yaratıcılar tarafından özel olarak tasarlanmış toplum örgütlenmesi alacaktı.

Geleceğin tarihi, kendisini, bunların gözünde, kendi toplum planlarının propagandasına ve fiilen uygulanmasına indirgiyordu.

Planlarını oluştururken, en çok acı çeken sınıf olarak, özellikle işçi sınıfının çıkarlarını gözetmenin bilincindeydiler. Onlar için proletarya, ancak, en çok acı çeken sınıf olması bakımından vardı.

Sınıf savaşımının gelişmemiş oluşu kadar, kendi içinde bulundukları ortam da, bu türden sosyalistlerin kendilerini her türlü sınıf karşıtlığının çok üstünde görmelerine neden oluyordu. Bunlar, toplumun her üyesinin, hatta en iyi durumda olanların bile, koşullarını iyileştirmek istiyorlardı. Böylece bunlar, sınıf ayrımı yapmaksızın, toplumun tamamına, hatta tercihen egemen sınıfa seslenip duruyorlardı.

Çünkü bunların sistemini bir kez anladıktan sonra, insanlar nasıl olur da mümkün olan en iyi toplum için mümkün olan en iyi planın bu olduğunu görmemezlik ederlerdi?

Böylece bunlar, her türlü siyasal ve özellikle de her türlü devrimci eylemi reddederler; amaçlarına barışçıl yollarla ulaşmayı arzularlar ve zorunlu olarak başarısız kalmaya mahkûm küçük deneyler ile ve örnek gösterme ile yeni toplumsal İncil-i Şerif yolunu açmaya çalışırlardı.

Proletaryanın henüz pek az gelişmiş olduğu ve kendi durumu konusunda ancak gerçeklerden uzak bir kavrayışa sahip bulunduğu bir sırada çizilen geleceğin toplumuna ilişkin bu hayali tablolar, bu sınıfın, toplumun genel bir yeniden kuruluşuna duyduğu ilk içgüdüsel özlemlerinin sonucuydu.

Ama bu sosyalist ve komünist yayınlar, eleştirel bir öğe de içeriyorlardı.

Bunlar, mevcut toplumun bütün ilkelerine saldırıyorlardı, bu yüzden işçi sınıfını aydınlatacak en değerli malzemelerle doluydular. Bunlarda önerilen kent ile kır arasındaki ayrımın, ailenin, sanayilerin özel kişiler hesabına işletilmesinin ve ücret sisteminin kaldırılması, toplumsal uyumun ilânı, devletin işlevlerinin üretimi yönetmekten ibaret hale getirilmesi gibi pratik önlemler, bütün bunlar, yalnızca, o sıralar daha henüz gelişmeye başlamış olan ve bu yayınlarda ancak ilk belli-belirsiz biçimleri içerisinde fark edilen sınıf karşıtlıklarının ortadan kaldırılmaları gereğine işaret ediyorlardı.

Bu öneriler, bu yüzden, tamamıyla ütopik bir nitelik taşıyorlardı.

Eleştirel-ütopik sosyalizmin ve komünizmin önemi, tarihsel gelişmeyle ters orantılıydı.

Modern sınıf savaşımının gelişmesi ve belli bir biçim alması oranında, savaşımdan bu hayali ayrı kalış, ona yapılan bu hayali saldırılar, bütün pratik değerlerini ve bütün teorik haklılıklarını yitiriyordu.

Dolayısıyla, bu sistemlerin kurucularının birçok bakımlardan devrimci olmalarına karşın, bunların öğretileri ile her keresinde, salt gerici tarikatlar kurulmuştu.

Bunlar, proletaryanın ileriye doğru tarihsel gelişimi karşısında, ustalarının eski görüşlerine sıkı sıkıya sarılıyorlardı. Dolayısıyla bunlar, durmadan, sınıf savaşımını köreltmeye ve sınıf karşıtlıklarını uzlaştırmaya çabalıyorlardı.

Bunlar, toplumsal ütopyalarını, yalıtılmış "phalanstéres" (Fourier'nin planladığı sosyalist koloniler) yaratmayı, "Home Koloniler" (Yurtiçi Koloniler -Owen'in kendi komünist örnek toplumlarına verdiği ad) kurmayı, bir "Küçük İkarya" (Cabet'nin kendi ütopyasına, daha sonraları da Amerikan komünist kolonisine verdiği ad.) kurmayı - “Yeni Kudüs” ün küçük boy baskıları- deneyler yoluyla gerçekleştirme düşü görüyorlar ve bütün bu düşlerini gerçekleştirmek için, burjuvazinin duygularına ve keselerine seslenmek zorunda kalıyorlardı.

Bunlar, giderek yukarıda betimlenen gerici ya da tutucu sosyalistler kategorisine düşüyorlar ve onlardan ancak daha sistemli olan bilgiçlikleriyle ve kendi toplum bilimlerinin mucizevî etkilerine olan bağnaz ve batıl inançlarıyla ayrılıyorlardı.

Bunlar, bu yüzden, işçi sınıfından gelen her türlü siyasal eyleme şiddetle karşı çıkıyorlar; bunlara göre bu tür eylem, ancak, yeni İncil-i Şerif'e olan kör inançsızlıktan ileri gelebilirdi.

İngiltere'de ovıncılar çartistlere, Fransa'da da furiyeciler Réformist’lere karşıydılar.

Evet, işte bunların ve bu vesile ile de, sosyalizmin ataları olan ütopyacıların ütopyalarının, egemen sınıfın egemenliğini pekiştirme çabalarının ve onlar adına hareket etmelerinin ifadesi değil ama Fransız İhtilalinin evrenselleştirdiği ilkelerin, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük ile sınırlanmasına ve bir araya gelmenin yasaklanmasına tepkinin ve çıkar ilişkilerinden uzak, iyiden, güzelden yana bir dünyanın akılcı yöntemlerle kurulabileceğinin anlatımının ama yanlış adrese, yani buna kesinkes karşı duracak insanlara, yani burjuvaziye anlatmanın ifadesi olduğunu hatırlatıyorum.

Dahası, Marxizm’in kurucularının modern sosyalizmi çizerken, bu ütopyacılardan çok şey aldıklarını ama yine de bu, sosyalizmin ataları olan ütopik sosyalistlerin ütopyalarının, gerici ve tutucu sosyalistlerin ütopyalarının kategorisine düşmekten kurtulamadıklarını hatırlatıyorum.

Hepsinin birden, bugünün canlı gerçeklerini hiç ama hiç dikkate almadan ve üstelik dalga geçer misli “ya barbarlık ya sosyalizm” sloganını ulu orta haykırmayı ihmal etmeden, önümüze konulmuş ve yemediğimiz için kafamıza kakılan “demokratik” şuruplu ne kadar gerici ve tarihin çok çok gerisindeki ve zalimi pek çok bakımdan sevindiren düşlerde kendini göstermesi hiç çekilmemektedir!

Ayrıca at izi ile it izinin birbirine karıştığı günümüzdeki bu ü-topik düşlerin ve düşüncelerin, son derece zorlama olduğu kadar, egemen sınıfın politikaları ile senkronize olduğunu ,“inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasına biat etmeyen herkese gösterilebilecek açıklıkta dersler içerdiğini söylemenin yanlış olmadığını göstermek için, sarmalandığı belagat çiçeklerinden kurtarıp, ortada netini bırakarak, akıl taşıyanların önüne bir açıklık koymak için, buna katlanmak ve bir süre daha derinlemesine irdelemek boynumuzun borcudur.

Bu açılım da, bu borcun bir kısmını daha ödemek içindir!

Akıl taşıyanların aklına da, yüreğine de helal olsun!

Fikret Uzun

04-Mayıs-2014

Hiç yorum yok: