21 Haziran 2014 Cumartesi

UKKTHdan VAZGEÇENLERİN UKKTH GEVEZELİKLERİNE YANIT



UKKTH'dan VAZGEÇENLERİN  UKKTH GEVEZELİKLERİNE YANIT

AKSEYMEN kardeşim, derdinin ne olduğunu bilmiyorum ama UKKTH konusunda, ortada referans verdiğin 620 sayfalık bir Lenin’in ulusal sorun külliyatı olduğu halde oldukça fazla cehalet içinde olduğunu ve/veya buna mahkûm olduğunu görebiliyorum; yani ben ne diyorum sen ne diyorsun ve eleştirilerin, savunuların ve tespitlerin arasında tek iler tutar vurgun, güzap-güzaf düzeltmendir; bu konuda dikkatin takdire şayandır; ancak bu noktanın tartıştığımız konu açısından pek de önemli olmadığı, daha doğrusu belirleyici olmadığı açıktır!
İtiraz noktası olarak dillendirdiklerin ise içini somut gerekçelerle doldurmadığın için boş, beyhude kuruntular olarak kalmaktadır!
Hemen arz edeyim, seni veya "parti"ni KÖH veya Öcalan üzerinden eleştirmiyorum, çelişkilerinizi gösteriyorum ve bu arada KÖH politikalarının boylu boyunca içine girdiğinizi de göstermiş oluyorum ve bu çelişkilerin senin de farkında olduğun görülüyor; ama ille de aynı nakaratı tutturmuş olmanı örgüt şovenizmine ve KÖH'ü fetişleştirmene bağlıyorum!
"Partini" eleştirmek için KÖH'ün veya Öcalan'ın politikalarındaki yanlışları bahane yapmama gerek yok ama bu politikaların yanlışlığını bile bile bu politikaların kuyruğuna takılınmasına da en azından birkaç çift lafım olmalı değil mi? Ve partinin program taslağı netleşsin gerekirse bunun üzerinden "parti"ni de mercek altına alır, söylenmesi gerekenleri, laf-ı güzaf saysan da, saymasan da söylemekten geri durmayız!
Ve hemen küçük bir not düşeyim, “parti”ni, yanlış yolda olduğu aşikâr olan Öcalan’ın ve “KÖH” ün kuyrukçuluğunu yapmak ilerletmez; bu kuyrukçuluğun popülizm içerdiği de ortadadır ve bu da ilerletmez; tam tersine bulunduğu noktadan da geriye sürükler!
Biliyorsun, bir suçlamada, iddia makamının iddiaları kabul edilerek hüküm verilirse, bu hüküm bir gerekçe ile tamamlanmadığı sürece her zaman eksik kalmakta ve sonuca varılamamaktadır!
Seninki de bu misli olmuş! Ben Ulusalcı ve İP’çi suçlamaları ile ilk defa değil, nerdeyse 15 yıldır karşı karşıyayım ve hiçbir zaman bu suçlamalara karşı savunuya geçmedim ve her zaman bu suçlamaların gerçek içeriğini enine boyuna ortaya döktüm; sen tabii tartışmaya bu 15 yılın kuyruğundan yetişip, geçmeye çalışırsan, bunu görmemen normal!
Demek istediğim, benim ne ulusalcı ne de İP’çi olduğum, zaten bütün çıplaklığı ile ortadadır; bunun için, kendime Lenin’i veya ifadelerini tanık olarak göstermeme gerek yoktur ve Lenin’in ulusal sorun konusunda farklı tarihsel koşullarda ve farklı sorunsallarda söylediklerini gündeme getirdi isem ve bunda bir gariplik gördü isen, sanırım önce garipliği kendinde aramalısın!
Lenin’in 600 sayfalık külliyatından ki hepsi bu kadar da değildir, bir paragrafı alıntılayarak, hepsinin bu ve gerisinin boş ve beyhude laflar olduğunu söyleyip, “Kürt ulusal sorununun çözümü”ne yaklaşımda Öcalan’ın ve Öcalanistlerin doğru yolda olduğunu, ABD emperyalizmin politikaları ile senkronize olmadığını kanıtladığını sandığından, bunun senin ve daha çok da, adamı olmadığın “parti” nin hüsnü kuruntusu olduğunu göstermek istediğim içindir!
Buna rağmen, gerçekleri görmemek için yerim dar demekte ısrar etmeni, ipe un sermek için içi boş ifadelerle bahaneler üretmeni ibretle karşılıyorum ve bu ibretlik tutumunu önce senin yüzüne vuruyorum!
Şu haline bak, 600 sayfalık ve üstelik oldukça farklı tarihsel koşulların ve sorunsalların üzerinden ve hatta şiddetli polemiklerin yansıtılması ile ortaya çıkan ve tarihe kaydedilmiş olan makalelerin derlendiği külliyattan sadece bir paragraf ile “sorunu” çözdüğünün ve hatta gerisinin boş, beleş laf olduğunun altını çizdiğini unutarak, hüsnü kuruntularını yüzüne vurmak için hatırlattığım ifadelerden yine sadece bir bölümüne sahip çıkarak, işte ben de tam da bunu diyorum, bundan sonrasına Laf-ı Güzaf diyorum derken ne denli gülünç duruma düştüğünü görmezken, verdiğim örneklerden kendime Lenin payesi çıkardığım sanısına kapılıp, gülünçlükler aramışsın!
Peki, bu gülünçlüğüne biz de güler geçeriz ya öbür alıntılarım, onlar Laf-ı Güzaf’ın içinde midirler?
Ben sana bir şey söyleyeyim mi AKSEYMEN?
Sizden her şey olur ama komünist kesinkes olmaz ve işte bu nedenle “komünistsiz komünist partisi olmayacağını” kafalara tokmakla vura vura hatırlatıyorum!
Sen daha HDP’nin ne olduğundan bile bihabersin ki, özellikle vurgulanarak HDP’nin HDK ile bağlı bir parti olduğunu bizzat kendileri ilan etmektedirler; yani buna göre HDP “parti”, HDK “çatı”dır; ancak ben onu da demiyorum ve HDP’nin, devletle yönetişim içinde olan bir STK olduğunu söylüyorum!
Ama duymak istemeyenden daha sağırı yoktur değil mi AKSEYMEN? Bak kardeşim, sen kendi ifadenle,”komünistlerin” yani senin adamı olmadığın “parti”nin kadrolarının, HDP’nin kuyrukçuluğunu yaptığını ortaya koyuyorsun ki, merak etme ben sana inanıyorum ve farkında olmadığına da inanıyorum!
Ne diyorsun?
“Oluşum içerisinde Komünistler (HDP’de) öncülüğü ele alabilirse neler olabileceğini hep beraber görürüz.”
Ancak eğer sözünü ettiğin “komünistsiz komünist parti”nin kadroları olan “komünistler” ise, onların HDP’nin dümenine geçmeleri demek, birincisi HDP’nin komünist bir partiye dönüşmüş olması demek değildir; ikincisi, artık Öcalanist politikaya tümüyle biat etmişsiniz demektir ki bu pek matah bir şey olmaz ve gerçek komünistler böyle garabet bir duruma sahip çıkmadıkları gibi, uzaktan izleyerek de geçiştirmezler ve bu tür bir garabeti “komünistçe” bir kelam imiş gibi ortaya koymazlar; ama bu garabet durumun içyüzünü enine boyuna sergilerler!
Diğer yandan, müthiş bir mantık sıçraması içinde olduğunu gösteren ifadelerin de var ve diğer garabet durumdan farklı bir sonuç içermiyor!
Demek ki, ”İdeolojik platformda Abdullah Öcalan’ın teorilerini desteklemek sizin işiniz değildir” ve Öcalan’ın “devlet çözümlemeleri”,” M-L ile ilgili tespitleri”, “tarafınızca kabul edilemez”! Bunlar “revizyonizm”dir, öyle mi?
Ve “eleştirilerinizi yaparsınız” ama bu “ideolojik olarak ortaya konulan tarafınızca kabul edilemez revizyonizmi, pratikte sırf “KÖH”ün yanında olmak adına desteklersiniz”! Öyle mi? Ortada bu yönde tek bir eleştirinizin olmaması, hatta “adamı olmadığın parti” nin ilan ettiği belgelerinde de bu yönde eleştiri kırıntısı dahi olmaması bir yana “ KÖH”, Kürtlerin kendi kaderini tayininin ifadesi değildir; tam tersine UKKTH’dan vazgeçtiğini bizzat yetkili ağızları ilan etmektedir; bu nedenle “KÖH” destekçiliği, kendinin de farkında bile olmadan ifade ettiğin gibi revizyonizmin, reformizmin, devrimcisizleştirmenin, hatta gericileştirmenin kuyrukçuluğundan başka bir şey değildir! Yukarda da ifade ettim, aynı zamanda popülizmdir!
Oysa popülizm, bir komünist partisine en uzak şeydir ve bu, halkın devrimcisizleştirilmesine çanak tutmak, en azından göz yummak demektir; Oysa esas olan halka yeni bir biçim ve yükseliş vermek, onu devrimcileştirmektir.
Kürt ulusal hareketi, çıkışında halkçı ve popülist olmayan bir konumda olduğunu, ezilen Kürt halkının değerlerinden bir bölümünü yitirmiş olduğu saptaması ile göstermişti; bu saptamasına bağlı kalarak, Kürt halkının yitirilen değerlerini yerine koyarak Kürt halkına yeni bir biçim ve yükseliş vermek, Kürt halkını yeni bir teori ve inanç ile donatmak, kısaca Kürt halkını değiştirerek devrimcileştirmek yönünde ilerleyeceğine inandırmıştı!
Ama işte senin de reddettiğin gibi ki sen buna revizyonizm demişsin bile, Kürt ulusal hareketi bu çizgiden çoktan uzaklaşmış, Kürt halkını devrimcisizleştirmeye ve hatta gericileştirmeye yönelmiştir; bu ağır mı kaçtı, peki öyleyse popülist bir yaklaşımla buna göz yummaktadır diyelim; bu daha mı hafiftir ona sen karar ver!
Devrimcilik, halkçı devrimcilik, halkı yeni bir teori, inanç ve kavramlar demetiyle donatmaktan geçiyor; dolayısıyla devrimcinin işi, halkı değiştirmek ve değiştirirken zenginleştirmektir; demek ki, popülizm ile devrimcilik, birbirinin zıddı iki yol olmaktadır.
Popülizm, halkın mutlak saf olduğunu kabul ediyor, değiştirmeyi ve zenginleştirmeyi hedeflemiyor. Oysa halklar sadece gerçektirler, hem hain, hem kahramandırlar. Hem bozulmuş, hem de yücedirler.
Popülizm, devrim yürüyüşünün önündeki en önemli tuzaklardan birisidir!
İşte siz, Kürt ulusal hareketinin gelip gelip girdiği bu karanlığın içindeki hallerini destekliyorsunuz!
Bu anlamda sizinki, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin, Kürtlerin kendi kaderini özgürce tayin etme hakkının desteklenmesi değil, bunu köstekleyenlerin, bu yönde manipule edenlerin kuyrukçuğunu yapmaktır!
Daha vahimi de var, ”diğer yol Ulusalcılığın, Sosyal-Şovenizmin kucağıdır; Ya İP, HKP veya muadilleri gibi faşizan saflarda bulursun kendini ya da Cephe, SİP vs gibi kendi kuyruğunu kovalayan yavru köpek misali döner durursun.” Diyorsun; sıtmadan korkup, koleraya gitmeyin, vebaya yönelin diyorsun!
El insaf, komünistler politikalarını böyle mi belirlerler?
Komünistlerin bunlardan bağımsız ama nesnel gerçeklere bağımlı politikası yok mudur? Yani kitleleri sıtmaya da, koleraya da vebaya da mahkûm etmeden ilerletecek politikaları yok mudur? Senin bu dediklerinin tam bir kuyrukçuluk ilanı olduğunun farkında değil misin?
Fikret Uzun’un dediklerini çürüteceksin diye düştüğün şu hallere bak! “HDP içine girmezseniz ya sıtma ya da kolera kapınızdadır” diyorsun!
AKSEYMEN kardeşim, önemli olan, komünistler için söz konusu olan Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı’dır ki bunun pratik anlamının ayrılma hakkı, yani boşanma hakkı olduğunu biliyoruz; komünistler bu hakkı tanırlar ve bu hakkın tanınması için Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında olurlar! Ve hep olmuşlardır. Ama komünistler, ne ayrılma hakkını, yani boşanma hakkını teşvik ederler, ne de bu hakkı inkâr ederler!
AKSEYMEN ”biz” derken kimleri kastettiğini ben anlamıyorum; çünkü sen “adamı olmadığın” bir “parti”nin “sempatizanı” olduğunu söylüyorsun, ama kastettiğin bu “parti” ve içindeki sizin gibi “sempatizan”lar ise, evet siz parti değilsiniz ve hâlâ bir öbeksiniz ki diğer öbeklerden, devekuşu misli saklanmaktan başka, bir farkınız yoktur!
Öyleyse ben de tek başıma öbek olabilirim bunda gariplik yok; olmadığını sen de farkında olmadan ifade ediyorsun, ”nerede bir yoldaş var ise parti oradadır” belgisini öne sürüyorsun; tamam işte ben de ve tam da bunu söylüyorum?

Ben başka ne diyorum, bu işler, “öğretilmiş düşünceler”i ezbere konuşmakla olmaz!
Parti olmak da, partili olmak da boş işler ve boş işlerle uğraşmak değildir; ciddiyet ister, politik hüner ister, sınıfsal bakış ister, teorik bakış ister, bilimsel bakış ister; düzenden bağımsız olmayı gerektirir; parti taraftır ve taraflaştırmaktır; sadece proletaryanın tarafında olmakla kalmaz, politikayı da proletarya lehine taraflaştırır; başka ifadeyle diğer sömürülen sınıfları peşinden sürükleyebilir ve yeri geldiğinde bütün ülkeyi, yönetebilir!
Lenin, ”tüm iktidar Sovyetlere” çağrısını yaptığında, karşıtları yeterli güçte olmadıklarını düşünüyor, bunun intihar olduğuna inanıyorlardı ve Lenin’in “iktidar” derken, reelden çok potansiyeli görmekte olduğunu anlayamıyorlardı; Lenin’in tersine, S.D. ve Menşeviklerden kopmaya karşı çıkıyorlardı; parti proletarya hegemonyası için mücadele eden “taraftır”ve Lenin, kendi burjuvazileriyle işbirliği yapmış 2.enternasyonal partileri ile taraf kuramayacağından emindi ve eldeki malzemeyle düşünmeyi ahmakça buluyordu.
Demek ki bunların hepsi, ulusal hareketlerin kuyrukçuluğu dâhil, diğer bütün kuyrukçulukları reddetmeyi şart koşar; proletarya partisi, içindeki işçilerin sayısı ile değil, temsil ettiği sınıfın çıkarları için, dolayısıyla iktidarı için mücadele ettiği oranda bu adı hak eder!
Oysa bu gün ve çoktandır, iktidar sola unutturulmuş bir kavramdır; yerine “demokrasi” denilen bir dinin konulduğunu ve kitlelerin bu dinin peşinden sürüklendiğini hepimiz biliyoruz!
Ayrıca, 1905 devrimini izleyen yıllar, devrimci alanın boşalmış ve kimsenin sosyalizme koşmadığı yıllardır ve Lenin, bu yıllarda her zamankinden fazla yalnız ve hatta belki de tek başınadır; zamanını polemiklerle geçiriyor!

Bu dönemde İnessa Armand’a yazdığı bir mektupta, “Benim yazgım hep budur. Ta 1893 yılından beri yaptığım, aptallıklara, bayağılıklara ve oportünizme karşı bir militan kampanyadan ötekine koşmaktır. Karşılığında ise, kazandığım sadece bayağı insanların nefreti oluyor. Ama yine de bu yazgımı bu adi adamlarla bir ‘barış’ ile değiştirmem” diyor.

Lenin pek sevilmiyor, hegemonyacı bulunuyor ve teori yeteneği ile örgütsel sorunlara büyük ilgisi “entrikacı” damgasını yemesine yol açıyor!
Hatta Troçki, Lenin için, ”Rusya işçi sınıfındaki geriliğin profesyonel istirmacısı” nitelemesini yapıyor. Tam olarak böyle olmasa da, Marxizmin pekçok önde geleni buna benzer nitelemeleri benimsiyor! Bunların hiçbiri, Lenin’in tekil durumunu etkilemiyor ve bu tutumu ile bütün rakiplerini siliyor!
Silahların subaylara çevrilmesi sloganını geliştiriyor ancak bunu en yakın arkadaşlarına bile kabul ettiremiyor; bunun üzerine, emperyalist savaşı iç savaşa çevirme politikasını formüle ediyor! Gücü olmadığının farkındadır ve “ne iç savaş var, ne de ilan edebiliriz, ancak bu yönde çalışmalıyız“ diyor; bu yönde çalışıyor, kavga ediyor ve bütün rakiplerini bitiriyor!
Ve Lenin, en umutsuz göründüğü bir anda 1917 Şubat devrimi başlıyor ve Lenin canlanıyor, bambaşka bir insan oluyor! Rusya’ya dönerken diğer sosyal-demokratların ortak hareket etme önerilerini bir kenara atıyor ve Rusya’ya tek başına dönüyor!
Lenin, kendi önemli tezlerini anlamayanlara genellikle “eşek” diyor; anlayıp da kabul etmeyenler içinse “alçak” sözcüğünü kullanıyor. Bazen birincilere “aptal”, ikincilere ise ”hain” sözcüklerini kullanıyor! Bir personel alma bürosu olarak çalışan parti, halktan en yetenekli ve savaş içinde en örgütçü olarak öne çıkanları hızla partiye kazanıyorlar; Bolşevik parti, iç savaşta oluşuyor ve 1930 yıllarına kadar partiyi bu kadrolar götürüyor.
AKSEYMEN kardeşim, burada Türkiye’nin bütün teorisyenlerinin veya filozoflarının veya bu sorun çerçevesinde araştırma yapan akademisyenlerin, uzmanların ve bu gibilerin bir alanda toplanıp sadece bu konuda fikir yarışması veya kompozisyon yarışması yapmadığı açıktır; çok eskiden filozofların yaptığı budur; ama bizim yaptığımız, tamı tamına dışarda, canlı yaşamda süre giden sınıf mücadelesinin baskın renginin ve şiddetinin yansıdığı bir ideolojik mücadeledir; böyle olduğunu defalarca arz ettiğimi biliyor olmalısın!
Burada, mihenk noktası, Lenin’in, işçi sınıfı ve onun sosyalist devrim yolundaki mücadelesiyle sömürgelerde yaşayan milyonlarca insanın güçlü ulusal kurtuluş hareketleri arasına kalın duvarlar koyan kalın kafalı ve bilgiçce marxizmin yorumunu reddetmiş olması; işçilerin kapitalizme karşı mücadelesinin, köylülerin toprak ağalığına karşı mücadelesiyle ve ezilen ulusların sömürgeciliğe karşı mücadelesiyle yanyana yürüdüğüne dikkat çekmiş olması; bu nedenle sınıf bilincine ulaşmış olan işçilerin, Lenin’e göre, sosyalizm için mücadeleleri ile halkın bütün kesimlerinin feodal, ulusal ve başka türlü baskıya karşı mücadeleleri arasında bağ kurmasını öğrenmek zorunda olmalarıdır!
Ve Lenin, buradan hareketle, çeşitli zamanlarda, farklı ifadelerle ve hep işçi sınıfının sosyalist devrim yolundaki mücadelesinin, yani proletaryanın vazgeçilmez çıkarlarının gereği olarak, bu anlamda katastrof finalin çabuklaştırılmasına yönelik olarak ama samimi, dürüst yani ikiyüzlüce olmayan bir şekilde ulusal soruna yaklaşmak ve gerektiğinde ana ilkelerden sapmadan bu sorunun ortaya çıkardığı görevleri “uzlaşma” ile, gerektiğinde ise hiçbir taviz vermeden yerine getirmek gerektiğine işaret eden ifadeler kullanmış ve bu ifadelerin hiç birisi rafine ifadeler olmamıştır; mutlaka ve mutlaka anın nesnel koşullarını da ortaya koyan gerekçeleri ve çok zaman da bu “sorun” a sınıfsallıktan uzak, anın koşullarına ters ve burjuvaca, küçük-burjuvaca yaklaşımlara karşı eleştirilerini de ortaya koyarak kurguladığı ifadeler kullanmıştır!
Bütün bu ifadelerin genel geçer bir reçete haline getirilmesi mümkün değildir! Ama her ifadesinden anın nesnel koşullarının öne çıkardığı sorunların çözümüne yönelik gerekleri yerine getirmede kolaylık sağlayacak dersleri almak ve anın sorunlarını, anın nesnelliğini karşılayacak biçimde çözmede bu derslerden yararlanmak mümkün ve gereklidir!
İşte böyle bir bakış açısını ve bunun ikna edici örneklerini içeren alıntıları koyduktan sonra “Hepsi budur, gerisi boş, beyhude laftır “ demek belki mümkün olabilir!
Ve biz bu ifadeleri derinlemesine ve bütün olarak irdelediğimizde Lenin’in “sorun” konusunda kendince kılı kırk yardığını ve en küçük bir sapmaya karşı yerinde duramayıp kendi çağdaşı Marksistlerden de ve dahi yakın mücadele arkadaşlarından da eleştirilerini esirgemediğini görüyor ve biliyoruz!
Sen dâhil, bu tartışmaya katılan ve mutlak doğru imiş gibi ulusal sorun konusunda ama daha çok Kürt sorunu konusunda ahkâm kesen ve sıkıştığında pek de yakın olmadığı halde Lenin’i referans gösteren insanlar, Marx’ın ve/veya Lenin’in ulusal sorun konusundaki külliyatını ne kadar enlemesine ve boylamasına irdelemiştir?
AKSEYMEN kardeşim, bugün bile bir netlik sağlamakta zorlanılan ulusal sorun alanının, Marxizm-Leninizm’in, en fazla ihmal edilmiş alanlarından biri olduğu apaçık görülüyor; hatta sadece M-L’nin değil, insan bilimlerinin hiçbir alanında ihmal bu denli belirgin değildir; bu alanda açıklıkla yürümenin pek kolay olmadığını görmemek pek mümkün olmamaktadır!
Ancak burada sorunun ki “sorun”a yaklaşımdaki sorundan söz ediyorum, yani bu konuda eksik bilgi ile donatılmış olmaktan söz ediyorum, Marxizmin temel düşünce sisteminden kaynaklandığına inanmıyorum ve işte tutumuma ve eleştirilerime bu inancım yön vermektedir!
Öyleyse burada, Marx’ın düşünce yapısını ele alırken, onun nihai bir hedefinin olduğunu ve bir proletarya düzeni kurma ideali taşıdığını, hatırlamalarımızın en başına koymamız gerekmektedir.
Buradan hareketle proletarya düzenine ulaşmak için en kestirme yolun çelişkilerin hızla artması olduğunu bu düşünce sisteminin içinde saymamız gerekmektedir; çelişkisiz bir düzene ancak çelişkiler hızla artarsa hızla ulaşılıyor; bu eksende, gelişme, olgunlaşma ve büyüme, çelişkilerin hızla artmasını ifade eden bir zincirdir!
Bu düşünce yapısı ile bakıldığında, belirli bir gelişme tarihine sahip, olgunlaşmış ve belli bir büyüklüğe ulaşmış formasyonların başlı başına olumlu ele alınmasını bir mantık çizgisine yerleştirmek bir perspektif sayılabilir ve sayılıyor!
Bunun anlamı, Stalin’de örneklerini bulabiliriz, bir bölümü evrensellik de kazanmış uygarlık değerleri yaratabilen gelişmiş bir ulus olarak kabul edilen Rus ulusunu yüksek tutan ve doğal benzemenin bu yönde olmasını ve bunun hızlandırılmasını içeren politikaları, Sovyet sosyalizmi içinde yeni toplumu yaratmada kullanmanın doğal sayılmasıdır!
Ve burada asıl sorun, ulus-devlet ve sınıf-devlet ilişkisi ele alındığında ortaya çıkmaktadır; yani, Marx’ın düşünce yapısındaki büyüklüğe, olgunluğa ve gelişmeye eğilimle birlikte alındığında, ulusun veya sınıfın devlete dönüşmesi için belli bir büyüklük ve olgunluğun var olduğu kabul edilmektedir!
Burada hatırlanması gereken ulus-devlet ve sınıf-devletin, ulusların ve sınıfların ilk gelişme zamanlarında ortaya çıkmış olmasıdır!
Öyleyse henüz gelişmesinin başında olan sınıf ya da ulus, gelişmesini hızlandırmak ve formasyonunu tamamlamak için devlete ihtiyaç duymaktadır!
Diğer yandan, hatırlanması gereken bir diğer önemli nokta da, ulusu oluşturan bağların en güçlülerinden birisinin dil bağı olduğudur; ancak, biz biliyoruz ki, örnek olsun, ortak Fransız dilini yaratan devrimin geliştirdiği devlettir.
Türk dilinin ve ulusçuluğunun gelişmesinde Türk devletinin büyük bir sıçrama taşı olduğunu da örnek olarak not etmek yerinde olacaktır! Modern devlet, dilin, ulusun ve burjuvazinin gelişmesini çok hızlandırmıştır!
Ve biz yine biliyoruz ki tarihler boyunca insanlar hep bağ aramışlardır ve ulus insanlar için oldukça önemli bir bağdır.
Kapitalizm de insanlar arasında bu tür önemli bir başka bağı oluşturmaktadır; sermayenin kontrolünde insanlar, aynı üretim alanları ve süreçleri içinde, kaderlerinin birbirine bağlı olduğunu düşünmeye başlıyorlar. Aynı emek sürecinin birbirine bağlı parçaları olmak, her gün aynı veya benzer işleri yaparak birbirine benzeşmek, diğer bağları geri plana itme gücü veriyor!
Marx’ın ifadesiyle, kapitalist gelişme, insanı üretimle ilgili olanın dışındaki bütün bağlardan ve çelişkilerden arındırıyor.
Fakat biz yine biliyoruz ve gördük ki, birinci savaş başlamadan hemen önce, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının davranışı, büyük bir uluslar arası piyasanın oluşmuş olmasına karşın, işçi sınıfı önderleri ve çok dar bir grup haricindeki, işçi sınıfının çok büyük bir bölümü ulus bağından kurtulamamıştır; gelişmiş kapitalist dünyanın işçileri, üretim süreçlerinden doğan bağ yerine ulus bağına bağlı kaldılar ve birbirleriyle savaştılar.
İşte burada hemen akla Lenin’in Goethe’den alarak ünlendirdiği “teori gri, yaşam ağacı yeşildir” özdeyişi gelmelidir!
Peki ya pazar, pazarın ulusun doğup, büyümesinde ve gelişmesinde en önemli bağ olan dili hem geliştirdiğini ve hem de tekleştirdiğini hatırlıyor muyuz? İster ulusal olsun ister sadece herhangi bir pazar olsun, pazarı ulusun doğuşu ve gelişmesinde önemli yapan, sağladığı geniş ilişkiler ağı oluyor; bu ilişki ağı içinde insanlar birbirileri ile benzeşiyorlar ve aynı zamanda ilişkilerini gerçekleştirmek için kullandıkları dili ortaklaştırma gereksinimi duyuyor ve imkânını yaratıyorlar!
Bu anlamda pazar, ulaştığı yerlerde parçalılığı sona erdiriyor ve aradaki duvarları yıkıyor; bu etkisi dışında, dili de ortaklaştırarak ulus bağının güçlenmesine önemli katkıda bulunuyor!
Burada ve Kürt ulusal sorunu çerçevesinden bakıldığında, tekelci dönemde, sömürge yönetimlerinin, bir ilke olarak, sömürülen ulusun dilini ve kültürünü yasaklamadığını, sömürge insanının kendi dilini konuşmakta ve sınırlı ölçüde de olsa da, geliştirmekte serbest olduğunu hatırlamak önem kazanıyor!
Diğer taraftan sömürgecinin dil sınırlaması yapmasının ciddi bir anlamı da olmuyor; çünkü sömürgeci, sömürülen bölgede bütün kapitali kendi ulusunun elinde topluyor. İster tarımsal alanlarda, ister sanayi kuruluşlarında sermaye tümüyle sömüren ulusun üyelerinin elinde olunca, bir de dili ve sınırlı ölçüde gelişen kültürü yasaklamak gerekli olmaktan çıkıyor. Böyle bir durum ise, ulus bağının gelişmesine ve ulus kimliğinin yükselerek bağımsız devlet kurmayı hedefleyen anti-emperyalist mücadele ve savaşlara yol açıyor.
Eğer çözümleme sömürge sistematiğinde değil de, toprak katma, ilhak veya işgal türünden uluslararası ilişkiler kavramıyla sürdürülecek olursa, böyle bir durumda temel politika, ulus bağının doğmasını her ne pahasına olursa olsun önlemektir; ulusal olmayan bir pazarda bile dili yasaklamak ve bunun karşısında dili yasaklanan ulusun zenginlerine ekonomik özgürlükler ve yönetime katılma hakkı tanımak esastır!
Bir başka nokta, birinci savaşa girilirken, gelişmiş kapitalist ülke işçilerinin nasyonalist davranmaları, işçi sınıfının enternasyonalist niteliğini ortadan kaldırmıyor olmasıdır.
Üretim süreci içinde yan yana olmak, ulusal bir pazarda bile ulus bağını geri plana atarken, uluslar arası planda da aynı etkiyi göstermesi doğaldır; göstermediği zaman, mekanizmanın bazı boyutlarının eksik kaldığı sonucunu çıkarmak gerekiyor; eksik alanı şöyle formüle etmek mümkündür; işçi sınıfının enternasyonalizmi, bir dünya düzeni kurma projesi ile bağıntı içindedir. Dünya düzeni kurma projesi etkinliğini kaybettiği zaman, gelişmiş ülkeler işçi sınıfının enternasyonalist davranmasını beklemek safdillik olabilir; birinci savaşa girerken gelişmiş kapitalist ülkelerin işçilerinin dünya düzeni projesinden çok uzaklaşmış olduklarını düşünmek gerekiyor!
Diğer yandan sosyalizm de, ulus ve kapitalizm türünden bir bağdır. Sosyalizm, sermayenin kontrolünden çıkmış, giderek kendi baskısı azalan bir üretim sürecinde, bütün diğer bağların üzerine gelen bir bağ oluyor.
Sovyet sisteminin çözülmesi, sosyalist dünyada insanları yaklaştıran bu bağın da gücünün azalması anlamına geliyor; sosyalizm bağının zayıflamaya başlamasıyla, birdenbire bu bağın yerini almak üzere ulus bağı ön plana fırlıyor!
Sovyet sosyalizminin çözülüşü, ulus kavramının irdelenmesi için çok zengin bir laboratuar işlevi görüyor. Kuruluşunda henüz embriyon aşamasındaki formasyonlar, bu gün güçlü ulusçu hareketlere dönüşmüş olarak ortaya çıkmış durumdadırlar!
Sosyalizm bağının çözülmesi, bir güvenlik ve bir yeni bağ arayışı içinde, güçlü bir ulusçuluk akımına dönüşebiliyor!
Kapitalizm ve sosyalizm insanlar açısından önemli bir bağ olabilirken, tekelcilik kapitalizm ölçüsünde bile bir bağ sağlayamıyor; tam tersine yalnızlığı ve güvensizliği bir karabasan misli insanların aklına ve yüreğine yerleştiriyor.
Kapitalizmin çürüdüğü Avrupa’da ilk çıktığı zamanki tarihine yazılı bütün olumlulukları artık tamamen kaybettiği bir zamanda, Sovyet sosyalizminin yıkılmasının verdiği karamsarlık içinde sosyalizmin kurtarıcı imajına gölge düştüğü bir zamanda, din ve ulus, insanın yalnızlığına ve güven ihtiyacına çare sayılabiliyor.
AKSEYMEN kardeşim, gerçekten insani bilimlerin en çok ihmal ettiği alan ulusla ilgili alandır; bu ihmalin tümümün iradi olduğunu düşünemeyiz; sorunun kendisinin, teorileştirme çabalarını çok verimsiz yapan bir çeşitliliği ve her pratiğin kendine özgü tekil bir karakteri var. Bunlar, bu topraklarda da teorileştirme çabalarını zorlayan etkenler olarak duruyorlar. Ancak bu topraklar, dün olduğu gibi bu gün de çok zengin pratiklere sahiptir.
Marx ve Engels’in ulus söz konusu olunca yoğunlukla İrlanda ile ilgilenmesi ve Rusya için de Polonya’nın ayrı bir yere sahip olması, Marxizm-Leninizm’in ulus katalogunu İrlanda ve Polonya ile doldurmuştur; halbuki zengin pratik ve sorunların daha doğuda olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Bu ise pratikte olduğu kadar teoride de heyecan verici bir dönemin kapıda olduğunun işareti oluyor! Böyle bir açılım ise, Marx’ın düşünce sistematiğini, bu günün canlı gerçekliğinde, biraz daha fazla derinlemesine irdelemenin önemini öne çıkarıyor!
AKSEYMEN kardeşim, bitirirken şunu da not etmek istiyorum, ders çıkarırsın, çıkarmazsın, o senin insiyatifinde, genel politikada ilkelerden vazgeçmeden bile olsa, en küçük bir uzlaşıya şiddetle karşı çıkarken ve hatta genel politikayı bu karşı çıkış üzerine kurarken, diğer taraftan, "KÖH" ve Öcalan söz konusu olduğunda, uzlaşmalara, hem de ilkelerden taviz vererek, boğazınıza kadar batmanız son derece yaman bir çelişkidir!
Burada bitiriyorum ama bitmedi, bir yere ayrılma dersin devamı var ve kuyrukçuluk yapmaktan vakit bulup, derinlemesine irdelerseniz, önemli açıklıklar taşıdığını görebilirsin!
Fikret Uzun 18-HZRN-2014

Hiç yorum yok: