18 Haziran 2014 Çarşamba

ORTADOĞU ÇÖZÜMLEMELERİ 3 (SON)



Sosyalizmin çözülmesi, ulus kavramının incelenmesi için çok zengin malzemeler bırakmıştır. Öyleyse incelemeyi bekliyor, artık söylenenler söylenmiştir ve söyleyenler bu dünyadan çoktan göçmüştür, artık her birimizin söyleyecek sözleri öne çıkmalıdır.

Adı üstünde "sorun"; ve bu “sorun”, reel sosyalizm deneyimi yaşanmış olmasına karşın ve üstelik o coğrafyada da çö-zü-le-me-miş! Şimdi, klişe sözlerle ve üstelik 180 derece zıt politikalar izlenirken, Lenin’e göndermeler yapıp, bu sorunsalda çözüm aramak komiktir.
Demek ki, çözüm aranmıyor, emperyalizmin çözümü dayatılıyor.

Ben bu çözümü kabul etmiyorum, sana mı soracağız diyebilir Kürt kardeşlerimiz, ancak Kürtlerin içinde de benim gibi düşünenlerin azımsanmayacak kadar çok olduğundan ben eminim ve kimsenin bundan kuşkusu yoktur ki, lafların dolandırılıp durması bunun içindir;

Diğer yandan, esen rüzgâr, kayan toprak, dayatılan çözümlerin yıkılmaya mahkûm olduğunun haberini veriyor!

Bitirirken, hatırlatmak istiyorum, bir zamanlar Mehabet Kürt Cumhuriyeti kurulmuştu, yaşadı mı, eminim ömrü Paris komününden de kısa sürmüştür. Bir İsrail örneği var; para ile satın aldığı yerleri korumak ve yayılmaya devam etmek için 1947 yılında devlet olarak kurulduktan sonra 1967 yılına kadar iki arada bir derede yaşamadı mı? Ve kurulurken, İngiliz emperyalizmi ve ABD emperyalizminin dahli olmadı mı?


Dahası ilk tanıyanlardan birisi Stalin değil midir?

Alın size iki örnek, biri geniş bir alanın ortasındaki dar bir alanda, birilerine güvenerek ilan edilen ve dayanakları çekilince devrilen Kürt cumhuriyeti.

Diğeri ise, dünya emperyalist sistemi neredeyse birebir yönlendiren siyonist düzeneğin desteğinde ve dolayısıyla emperyalist devletlerin desteğinde yaşadıkça yaşıyor ve yaşadıkça yayılıyor, devlet içinde devlet oluyor, sonunda da kendi büyük ve emperyal devletine, Kürtlerin vücudunda sahip olmaya yaklaştığının hayalini yaşıyor.


İşin kolayına kaçıp, en küçük bir itiraza veya eleştiriye tahammül edemedikleri için küfür niyetine “ulusalcı” yaftası fırlatanlar acaba “ulusalcı” ne demek biliyorlar mı? Türkiye’nin bu günkü sosyoekonomik, sosyopolitik yapısını tasvir edebilirler mi? Türkiye, herhangi bir emperyalist ülkeye, mesela ABD ye bağımlı olmayan, onun yeni sömürgeci politikalarına maruz kalmayan, hatta ABD nin eş başkanı olduğunu telaffuz eden bir Başbakan’a sahip olmayan, stratejik ortağı olduğu ise hiç konuşulmamış olan bir ülkemidir? Ve sahi Türkiye’nin Kürt coğrafyası (orada henüz bir Kürt devleti olmadığına göre coğrafya lafzına alınmazsınız değil mi?) Türkiye’nin sömürgesi midir? Yoksa o coğrafya, bir uluslararası sömürge midir? Ve emperyalizm bu sömürgecilik politikasından vazgeçmiştir de, Kürtlerin kurtuluşu için, şimdilerde Kürtlere analık-babalık mı yapmaktadır?

Peki bu baylar Vietnam’ı bilirler mi? Hani çok acılar çekmiş, kayıplar vermiş ama ABD ye kök söktürmüş, kök söktürürken ABD işbirlikçi yönetimle pazarlık da yapmamış, onun güçlenmesi ve ya ayakta kalması için de çalışmamış, halkını popülizmle kandırmamış devrimciler çıkaran bir halkın destansı hikâyesinin geçtiği yer var ya, işte bu coğrafyadan söz ediyorum!

Ve orada kasaplık yapan KOMER daha sonra Türkiye’ye geldi, geldiğinde arabasını yaktı benim kuşağımın üniversite geçliği ama sonra KOMER’lerden geçilmedi Türkiye’de.

Amerika, Vietnam’da tattığı yenilgiyi ve dünyaya rezil olmasını hiç unutmadı, hiç hazmedemedi. Bundan sonradır ki bir doktrin geliştirdi. Zayıf olan hasımlarını yenmekle bırakmayacak, üstünde tepinecek ve bütün intikamını alacaktı. Öyle de yaptı; işte Irak’ta Saddam'ın üstünde, Irak halkının üstünde tepinmesi, intikamcı bir ruhla askerlerini yerleştirmesi bundandır. Üstelik Saddam, kendisinin büyüttüğü bir liderdir ve yine de üzerinde tepinerek idam sehpasına göndermekten geri durmamıştır!

Kaddafi’yi ise keskin nişancıları ile tepeleyip, en rezil muamele ile öteki tarafa gitmesini sağlamıştır.

Oralara ne demokrasi geldi ne de özgürlük. Şimdi Libya’da ŞERİAT hüküm sürüyor. Şeriat “demokrasisi” yenidünyanın “özgürlükçü sosyalist”lerine pek yakışır. Irak ise, ABD askerleri çekilir çekilmez kendi eksenine dönmeye başladı. Libya’daki gibi Mısır’da da bir şeriat devleti için ABD-İsrail’in emirlerini uygulayan Mursi (ki ABD vatandaşıdır.) bir halk ayaklanması ile köşeye sıkıştırılınca, ordu devreye girmiş ve (aslında Mursi’yi linçten kurtarmıştır) yönetime el koymuştur; politik-ideolojik aktörler, Müslüman Kardeşlerdir ve Türkiye’nin yönetiminin hararetle destek verdiği bir akımdır; şimdi siyasi etkinlikleri ortadan kaldırılmaya başlamıştır ve neticede Mısır’da Baas rejimi geri gelmiştir, ya da bu görünümle ordu manevra yapmıştır bu ayrı ama Mısır’da halk şeriat devleti istemediğini açıkça göstermiş ve ordunun bu temelde hareket etmeye devam etmesi üzerine de ona destek olmuştur ve neticenin neticesi ABD’nin oyunları şimdilik bozulmuştur!

Peki bay “özgürlükçü sosyalist”lere ne oluyor? Mursi’nin devrilmesini “darbe” olarak nitelerlerken Amerikancı ve şeriatçı olmuyorlar da, biz Mursi’nin devrilmesini, şeriat’ın engellenmesini olumlu bulunca neden diktatörlük yanlısı oluyoruz?

Burada mihenk burnumuzun ucundadır ve burnunun ucundaki diktatörlüğü görmekten kaçanlar, bu yaftaları cahilliklerinden ve politik körlüklerinden asmaya çalışmıyorlarsa, ABD emperyalizminin muhibbi olmaları veya olmaya aday olmalarındandır!

Şimdi hep bir ağızdan, bütün çıplaklığı ile orta yerde duran reformizm ve ABD mandacılığı öneri ve istekleri söz konusu iken, biz “Kürt düşmanı” oluyoruz, bay “özgürlükçü sosyalist”ler Kürtlerin “kurtarıcısı” oluyorlar öyle mi?

Neremizle gülelim bilemiyorum doğrusu!

Sonra da, “Lenin diyor ki!” deyyu vaaz vermeye çalışılıyor ki onu da beceremiyorlar!

Bu baylar, Kürt coğrafyasında Kürtlerin gerçekte hangi kaderi özgürce tayin etmenin peşinde olduğunu anlatabilirler mi? Ayrıca bunu Kürt halkına hiç sordular mı? Ve Kürt coğrafyasının gerici-dinci potansiyelinin ne denli kabarık olduğundan haberleri var mıdır?

Son tahlilde, içine düştüğünüz ve herkesin içine çekilmeye çalışıldığı çukur, ABD nin kozmopolitizminin, BOP-BİP projesinin çukurudur ve diyalektik ve tarihsel materyalizmin de içine ederek, gerçekte metafizik idealizmin batağında tepinildiği ortadadır ve pek fazla taraftar bulunamadığı için de, rotanın Batı’ya, metropollere çevrildiği de aşikârdır!

Diğer yandan, bilimsel sosyalizm, ulusal sorunu ve bunun çözümü için verilen mücadeleyi, kendi başına, diğer toplumsal gelişmenin ortaya çıkardığı sorunlardan ayrı olarak ele almaz. Tersine, temelinde sınıf mücadelesinin yer aldığı toplumsal gelişmenin bir parçası olarak görür.


Bunun anlamı, çağımız sosyalizm çağı olmaya devam ediyorsa, proleter sosyalist dünya devriminin bir parçası olarak ele almak kaçınılmaz olarak gerekmektedir; yani sınıfsal bakış, teorik bakış, M-L bakış budur; ama “sosyalizm bitti yaşasın demokrasi” ve “biz Marxizm-Leninizm’i aştık” diyenler için elbette böyle değildir; artık onlar için “demokrasi” dini ön plana geçmiştir ve kim daha çok demokrasi vaad ederse, bu vaadini yerine getirip getirmeyeceğinden bağımsız olarak onun dümen suyuna girmek en kurnazca politika olmaktadır; ama bu politika hem çıkmaz sokaktır ve hem de Marxist-Leninistlerden çok uzaktır!

Bu çerçevede Marx ve Engels'in ve daha çok Lenin’in, verili zamandaki ve somut tarihsel olaylardaki politik-pratik tespitlerini olduğu gibi bu günkü olaylara monte etmeye çalışmak, sadece bilimi inkâr etmektir ki, buna anakronik yaklaşım da denir ve ortaya acıklı bir güldürüden başka şey çıkmaz.


Diğer yandan bu gün, emperyalist aşamada, ulusal sorunun da alanı genişlemiştir ve ulusal sorun uluslararası sorun halini almıştır ki, bu emperyalizme karşı mücadeleyi içine almaktadır!

Bu çerçeveyi anlamadığımız zaman, yukarda yansımasını bulan teorik ve pratik çerçeveyi yadsıdığımız ve kendinden menkul bir bağımsızlık içine hapsettiğimiz zaman, varacağımız sonuç, ulusal sorunun çözümü için mücadelede, dar milliyetçi tutuma saplanıp, geniş sosyalist dayanışmanın veya enternasyonalist tutumun dışında kalmaya mahkûm olmaktır.

Bu da haliyle Emperyalist kapitalist sistemin çıkarları, dolayısıyla politikaları ile özdeş politikalara savrulmak demektir. Olan da budur, daha doğrusu dayatılan ve sol renkte gösterilen budur.

Bu dediklerimden Kürt düşmanlığı çıkarmak ise akıl fukaralığı değilse, Kürt sorununun çözümünde, ipe un sermek, gerçeklikle bağlı önerilerin önüne taş koymaktır; ABD’nin oyunundan çıkmamak ve nesnel gerçeklerin dayattığı oyuna girmemek için “yerim dar” demektir!

Bu gün, Kürt coğrafyasındaki devrimci gelişme, henüz sonuca ulaşmadan, buna tıkanma da denilebilir, nesnel koşulların başka çözümler dayatması da denilebilir ama sonuçta, diğer bütün seçeneklerin kapılarını kapatmaya çalışan ve tek kapıdan girmeyi dayatan emperyalist kapitalizmin kucağına düşme noktasına gelen bir kazanımdır.

Dayatılan kapıda ise, Kürt halkının “devrimcisizleştirilmesi” vardır ve bu, ABD emperyalizminin kırk yıldır güttüğü Kürt politikası ile uyumludur!

ABD, bölgede Kürt halkının kurtulmasını değil, daha çok köleleşmesini ve hatta kendisine ucuz savaş kadroları hediye edilmesini istemektedir!

Bu da, devrimcisi kıt, gericisi bol, itaatkâr bir “Kürt devleti” ni işaret etmektir!

Bu gerçekleri, gerçeklerden korkanların üzerine fırlattığımız için, can havliyle olsa gerek, “Kürt düşmanı” deyyu küfretmeleri normaldir ama yine de ölçüyü kaçırınca ortaya oldukça acıklı gülünçlükler çıkmaktadır!

Ama bu nereye kadar devam edebilir? Gerçekler hızla burnumuzun ucuna gelmektedir ve ayağımızın altındaki toprağı kaydırmaktadır!

Öte yandan, Kürt sorunu çerçevesinde, ABD nin kuyruğuna takılanlara ve kucağında tepinenlere karşı çıkanları ve emperyalist çözümlerin pazarlayıcılığını yapanları deşifre etmem; dahası, bu politikalara savrulanların, saflıklarından mı yoksa bu politikalara mahkûm oldukları için mi bu tutumlarında ısrar ettiklerini hem de açıklıkla ortaya koymam, beni "ulusalcı" yapmaz; kırk kez tekrarlansa da bu mümkün olmaz!

Ama daha önemlisi, ulusalcıları sıtma hastalığı niyetine mahkûm ederken, Türkiye’nin işçi sınıfını, emekçi halklarını ve Kürtleri, ABD emperyalizminin yaydığı ve dayattığı vebaya razı etmeye çalışmak, haklı olup olmaması bir yana, devrimci renkte pazarlamak hiçbir akla sığmaz.

Diğer yandan, sosyalistleri, komünistleri, Kemalizm veya ulusalcılık veya burjuva milliyetçiliği, demokrasicilik ilerletmez ama gericilik ve ABD politikalarına biat etmek geriletir; işte bu nedenle sosyalistler, komünistler, Kemalizm’den geriye gitmezler; Kemalizm, burada burjuva demokratik cumhuriyetten başka bir eşiği ifade etmemektedir!

Kemalizm, havada asılı bir şeytan değildir, taşlayarak stres atalım, Kemalizm, Türkiye cumhuriyetinin sahibi olan sınıfın, yani egemen sınıf olan burjuvazinin ideolojisidir ve egemen sınıfın egemenliğini ortadan kaldırmak için tek bir akıllı politika üretmezken, aynı egemen sınıfın çoktan vazgeçtiği ideoloji ile gölge dövüşü yapmak, egemen sınıfın yeni ideolojisinin şövalyeliği için egzersiz yapma demektir!

Bu ifadelerden ise, Kemalistlik çıkmadığı gibi, samimi ve dürüst yaklaşanlar için altın kıymetinde olan derinlikli bir sınıfsal, politik yaklaşım, çözümleme çıkmaktadır!

ABD emperyalizmin politikalarına savrulmuş olanlara göre reformist yoldan başka yol kalmamıştır; politikanın karmaşık yolları sıkıcıdır; onlar için her ne şartta olursa olsun, ulusal sorun, kapitalizm sınırında ve tekellerin, emperyalizmin egemenliğinde ve onların mihmandarlığında çözülmelidir; Kürt emekçilerinin kaderleri ile zerre kadar ilgilendirmemektedirler.


Bu apaçık ortada değil mi?

Bu sorun çerçevesinde başka yollara işaret edenler, onlara göre, mutlaka Kürt sorununu yadsıyordur ve mutlaka ezen ulusun şovenizmine kapılanmış ulusalcılardır.

Bu düz mantık, Kürt halkında önemli oranda gerilemiş olduğu halde, onlar bunu aynı Kürt halkına ısrarla dayatmaktadırlar!

Ama eğer Kürt halkı bu dayatmalara pabuç bıraksa idi, Kürt sorununda ABD nin dayattığı çözüme çoktan takla attırılırdı ve düğün-dernek bile kurulmuş olurdu!

Ancak, işte görülüyor ki ne Türkiye Kürtlerinin sorunları çözülüyor, ne diğer parçalardaki Kürtlerin sorunları çözülüyor ve önerilen de, peşinden gidilen de ABD’nin çözümüdür ki çözülmemesi bu nedenledir; ama çözülen, ABD’nin ve Türkiye’nin oligarklarının ve onlarla bin bir bağ içindeki Kürt egemenlerinin sorunlarıdır!

Ve bu konuda bir onlar “akıllı” ve "komünist”, diğer yolları işaret edenler “salak”tır, öyle mi?

Ama bilinmelidir ki kimse onların sahte komünistlikleri bir yana, sahte UKKTH savunuculuklarını da yemiyor. Ve yenmediği görülünce, artık en yetkili Kürt şeflerinin ağzından “Kürtler ayrılmak istemiyor” lafzı yüksek sesle çıkmaya başlamıştır!

Yani gelinmiş, gelinmiş, ABD’nin dayattığı kapıdan içeri girilmiştir!

Demek ki, savunulan politikaların, ABD-AB emperyalizminin, İsrail’in, Türkiye’nin tekellerinin ve Barzani’nin çözümüne yönelik olduğu ama Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarının çözümünü ilgilendiren politikalar olmadığı apaçık görülmektedir!

Bu çözümü ben kabul etmiyorsam, UKKTH konusunda sınıfsal bir bakış taşıdığım ve de Kürt halkının, ABD’nin ve de Barzani’nin çözümüne yakın olmadığını da gözlemlediğim içindir.

Ayrıca, bu çözüm, Türkiye’nin Kürt, Türk bütün işçi ve emekçi sınıflarının çıkarlarına son derece ters ve ihanet ölçüsünde irrasyonalisttir!

Fikret Uzun

14-Hzrn-2014

Hiç yorum yok: