18 Haziran 2014 Çarşamba

ORTADOĞU ÇÖZÜMLEMELERİ 2



Peki, buraya kadar söylediklerim, Lenin’den aktarmalardan ibarettir, bir Kürt düşmanlığı bulunabildi mi acaba?

Eminim şimdiden AKSEYMEN dâhil, o çokbilmiş “ulusal sorun” ve/veya Kürt sorunu “uzmanı” baylar sıkılmışlardır; ama daha geride yüzlerce sayfa ulusal soruna dair söylenmiş söz var onlar ne olacak? Burada onların tamamını ve derinlemesine okuyarak süzgeçten geçiren kaç kişi var ve böyle olduğu halde nasıl oluyor da, “Semkovski”yi andıran kelamlarla ve sorularla kendilerini gülünç duruma düşürüyorlar?

Laf-ı güzaf öyle mi, hepsi bu öyle mi?

Buyrun, AKSEYMEN’e inanacak olursak “laf-ı güzaf” sayacağımız bir aktarma daha:

“Milletler ve Sömürgeler Sorunu üzerine Tezlerin İlk Taslakları”nda Lenin’in madde madde yazdıklarından bazıları şöyledir, kendi alıntıladıklarından ötesini “laf-ı güzaf” sayanlar biraz sıkılacaklar ama bunları da aktarmak zorundayım:

Birinci tez; genel olarak eşitlik, özel olarak ulusal eşitlik sorununun soyut ya da biçimsel konuluşu, tabiatı gereği, burjuva demokrasisi niteliği taşır. Ferdin genel olarak eşitliği kılıfı altında burjuva demokrasisi, mülk sahibinin ve proleterin, sömürenle sömürülenin biçimsel ya da hukuki eşitliğini ilan eder ve böylelikle ezilen sınıfları göz göre göre aldatır. Burjuva, bütün insanların mutlak surette eşit olduklarını ileri sürerek, meta üretimindeki ilişkilerin bir yansıması olan eşitlik fikrini, sınıfların ortadan kaldırılmasına karşı kendi yürüttüğü mücadelede bir silaha dönüştürür. Eşitlik dileğinin gerçek anlamı, sınıfların ortadan kaldırılması dileği olmasındadır!

2-Burjuva demokrasisi ile mücadele, onun sahteliğini, ikiyüzlülüğünü açığa vurma temel görevi ile uyumlu olarak, komünist partisi, burjuva boyunduruğunu kırma yolunda, proletarya mücadelesinin baş savunucusu sıfatıyla politikasını milli meselede de soyut ve biçimsel ilkelere değil, ilkin özgül tarihsel durumun ve en başta ekonomik koşulların kesin bir değerlendirmesine; ikincisi, ezilen sınıfların, sömürülen emekçi halkın çıkarlarıyla, hâkim sınıfın çıkarını içeren genel ulusal çıkarlar kavramı arasında açık seçik bir ayrıma; üçüncüsü, dünya nüfusunun muazzam çoğunluğunun bir avuç en zengin ve ileri kapitalist ülke elinde sömürge ve finans esareti altına alınmış olduğu gerçeğini, finans-kapital ve emperyalizm çağının bu karakteristik özelliğini hasıraltı eden burjuva-demokratik yalanlar karşısında, ezilen, bağımlı ve uyruk milletlerle ezen, sömüren ve hâkim milletler arasında yine aynı ölçüde açık ve seçik bir ayrım yapılmasına dayandırmalıdır!

3. tez olarak, Lenin,…Ulusların kapitalist düzende barış içinde ve eşit olarak bir arada yaşayabileceğine dair hayaller, küçük-burjuva hayalinden başka bir şey değildir ve çoktan çökmüştür! Demektedir!

Oysa bu gün bu hayali inatla devam ettirenlerin, Öcalan ve Öcalanistler olduğunu görebiliyoruz! Ve bunları hatırlattığım için ölçüsüzce “Kürt düşmanı” ilan edilmem akla sığar mı?

Lenin, 4. tezi şöyle ifade etmiştir; bütün bu en temel önermelerden çıkan sonuç şudur:

Komünist Enternasyonalin milletler ve sömürgeler sorununda bütün politikası, her şeyden önce toprak sahipleriyle kapitalistleri alaşağı etmek için ortak mücadelede bütün ülkelerin proleterleri ve emekçi kitleleri arasında daha sıkı bir birliğe dayanmalıdır; ancak bu birlik, kapitalizme karşı zaferi sağlama bağlar; bu birlik olmaksızın, milli baskının ve eşitsizliğin ortadan kaldırılması imkânsızdır!

Tezlerde, proletarya diktatörlüğüne, federasyonun ne olduğuna ve şura sistemine de yer veren Lenin, 10. tezinde, enternasyonalciliğin lafta kabulü, sonra onun yerini bütün propaganda, ajitasyon ve pratik çalışmalarda küçük burjuva milliyetçiliğinin alması sade ikinci enternasyonal partileri arasında değil, oradan çekilenler arasında da, hatta çoğu kez şimdi kendilerine komünist diyen partiler arasında da çok yaygındır. Demekte ve şöyle devam etmektedir; küçük burjuva milliyetçiliği, salt milletlerin eşitliğinin tanınmasını enternasyonalcilik ilan eder ve oradan bir adım ileri gitmez. Bu tanımanın sadece lafta kalması bir yana, küçük burjuva milliyetçiliği milli bencil çıkara hiç dokunmaz; oysa proleter enternasyonalciliği önce her bir ülkedeki proleter mücadelesinin çıkarlarının dünya çapındaki proleter mücadelesinin çıkarlarına bağımlı kılınmasını, sonra da burjuvaziye karşı zafer kazanmakta olan bir milletin milletlerarası sermayenin alaşağı edilmesi yolunda en büyük milli fedakârlıklara katlanmaya razı olmasını ve fedakârlıklara katlanmasını şart koşar.

11.tez; feodal ya da pederşahi ve pederşahi-köylü ilişkilerin hâkim olduğu daha geri ülkelerde ve milletlerde, şu hususları göz önünde tutmak özellikle önemlidir vurgusuyla bu hususları şöyle sıralar:

1- Bütün komünist partileri bu ülkelerdeki burjuva demokratik kurtuluş hareketine yardımcı olmalıdırlar. En faal yardımı yerine getirme görevi de, geri kalmış milletin bir sömürge olarak ya da mali bakımdan bağımlı olduğu ülkenin işçilerinin omuzlarındadır.

2- Geri kalmış ülkelerde papazlarla ve diğer sözü geçen gerici, orta çağ kalıntısı unsurlarla mücadele zorunluluğu;

3- Avrupa ve Amerikan emperyalizmine karşı kurtuluş hareketini, hanların, toprak ağalarının, mollaların, vb. durumlarını pekiştirme çabasıyla bağdaştırmaya uğraşan pan-İslamizm ve benzeri akımlarla mücadele zorunluluğu;

4- Geri kalmış ülkelerde toprak ağalarına, büyük toprak mülkiyetine ve feodalizmin her türlü belirtilerine, kalıntılarına karşı köylü hareketini özellikle desteklemek ve Batı Avrupa komünist proletaryası ile Doğunun, sömürgelerin ve genel olarak geri kalmış ülkelerin devrimci köylü hareketi arasında mümkün olduğu kadar sıkı bir ittifak kurma yoluyla köylü hareketine en devrimci bir nitelik kazandırmaya çalışmak.

5- Geri kalmış ülkelerde burjuva demokratik kurtuluş akımlarına komünist bir renk verme çabalarıyla kesin mücadele zorunluluğu. Komünist enternasyonal, sömürge ve geri kalmış ülkelerdeki burjuva demokratik milli hareketleri ancak şu şartla desteklemelidir; bu ülkelerde geleceğin gerçek proletarya partilerinin unsurları bir araya getirilip, özel görevlerini, yani kendi milletleri içinde burjuva demokratik hareketlere karşı mücadele görevlerini anlayacak yolda eğitilmeleri şartıyla. Komünist enternasyonal, sömürge ve geri kalmış ülkelerde burjuva demokrasisi ile geçici bir ittifaka girmeli, fakat onun içinde erimemelidir ve bütün koşullarda, en ilkel çekirdek biçiminde dahi olsa proletarya hareketinin bağımsızlığını korumalıdır.

6- Siyasi bakımdan bağımsız devletler görünüşü altında ekonomik, mali ve askeri bakımından tamamen kendilerine bağımlı devletler kuran emperyalist devletlerin sistemli olarak uyguladıkları hileleri bütün ülkelerin, özellikle geri kalmış ülkelerin en geniş emekçi yığınlarına anlatıp açıklama zorunluluğu. Bu günkü milletlerarası koşullarda, bağımlı ve güçsüz milletler için şura cumhuriyetleriyle birleşmekten başka bir kurtuluş yolu yoktur.

Ve hâlâ hepsi budur ve gerisi “laf-ı güzaf”tır diyemeyiz ama eminin zihinleri açmada oldukça mesafe kaydetmişizdir!

Ve burada AKSEYMEN’in, haklı ve doğru olarak “Devrimlerin öncü gücü, yönlendiricisi, örgütleyicisi her zaman komünistler olmuştur. Başkaları değil...” sözünü hatırlatmam gerek ve AKSEYMEN, bunu vitrine koyarken, belli ki yine örgüt şovenizmini açığa vurmaktadır; çünkü kendisi de partisi de ki buna mahkûmdurlar, öncülüğü başkalarına kuyrukçuluğu kendilerine ayırdıklarını görmek zor değildir!

Başkaları mı? Elbette Öcalan’ın önderliği önde olmak üzere ve Kürt halkını, şimdilerde Türkiye’nin halkçı-devrimcilerini yani bu güne kadar devrimcileştirilen ama artık devrimcisizleştirilmeye çalışılan Kürt, Türk emekçi kitlelerini, reformizmin, daha açık ifadeyle emperyalist BOP-BİP treninin arkasına takmaya çalışan Kürt aktivistlerdir!

Diğer yandan Lenin, “Tarihin yalnız ve yalnız uluslar arası mücadelelerden meydana geldiğine herkesi inandırmak isteyen burjuvazi, böyle yapmakla, kendi sınıf baskısını gizlemeye, kendi çıkarlarının bütün ulusun çıkarları demek olduğuna emekçileri inandırarak onları kandırmaya çalışır. Fakat, tarihsel materyalizm, tarihin harekete geçirici gücünün sınıflar mücadelesi olduğunu bulup ortaya koymak suretiyle, insanların antagonist sınıflara bölünmesinin, uluslara bölünmesinden daha derin bir bölünme olduğunu gösterdi; demek ki, uluslar arası mücadeleyi açıklayan şey, sınıflar arası mücadeledir, ulusların sınıfsal niteliğidir.” Demiştir ki bizim de farklı bir şey söylemediğimiz ortadadır!

Velhasıl, ulus, tarihsel, nesnel bir gerçekliktir. Sınıfsal bir temel üzerinde meydana gelmiştir ve bu temel üzerinde gelişir ve gelişmesini tamamlar; sınıfsız toplumda da ortadan kalkacaktır.

Ulusa ilişkin nihilist tez, yani ulus gerçekliğini inkâr eden tez, emperyalist bir tezdir.

Bu tezi destekleyenler, işçi sınıfının düşmanları ve en başta da, ulusal egemenliği ABD emperyalizmi yararına feda etmeyi öğütleyen sosyal- demokrat şeflerdir. Tarihsel materyalizme sadık gerçek Marksist’ler, bağımsızlıktan yoksun ezilen halkların ulusal kurtuluş hareketlerini bütün güçleri ile desteklerler.

Ne var ki, Marksistler ulusal sorunu, kendi başına bir sorun olarak ele almazlar. Bu sorunu, işçi sınıfının devrimci mücadelesine bağlı olarak, işçi sınıfının, sınıf boyunduruğundan kurtulması sorununa bağlı olarak ele alırlar.

Stalin,“Kapitalizm var oldukça, burjuvalarla, proleterler, aynı kapitalist toplumu meydana getiren parçalar olarak, ekonomik hayatın tüm bağları ile birbirlerine bağlı kalacaklardır. Burjuvalar, ellerinin altında ücretli işçiler olmadan yaşayamaz ve zenginleşemezler. Proleterlerse, kapitalistlerin yanında iş bulamazsa, varlıklarını sürdüremezler. Burjuvalarla proleterler arasındaki bütün ekonomik bağların kopması, üretimin durması demektir. Bütün üretimin durması ise, toplumun ölümüne, bizzat sınıfların ölümüne yol açar. Elbette hiçbir sınıf, kendisini yıkıma mahkûm etmek istemez. Bunun içindir ki, sınıflar mücadelesi ne kadar keskinleşirse keskinleşsin, toplumun dağılmasına yol açamaz. Sadece toplumsal kategorinin değişmesi söz konusu olur.” Derken son derece haklıdır!

Diğer yandan, Devlet, ulusu meydana getiren bir unsur değildir. Çarlık devleti yüz yıllarca, sağlam ve istikrarlı bir devlet olmayı sürdürürken egemenlikleri altında çok çeşitli uluslar vardı. Çarlık devleti yıkıldıktan sonra da, yeni devletin bağrında varlıklarını sürdürdüklerine göre, demek ki uluslar, devletten çok daha istikrarlıdırlar. O halde, çeşitli uluslar için tek bir devlet olması mümkündür.

Ancak devlet ulusun gelişmesinde güçlü bir yardımcı olabilir. Bu nedenle sömürgeciler tarafından sömürülen ve ezilen uluslar, yabancı sömürgeci devlete karşı bir ulusal devlet için mücadele ederler!

Stalin, “ulusal bağların yaratılması, burjuva ilişkilerinin yaratılmasından başka bir şey değildir.” Derken de doğru söylemiştir!

Öte yandan, her türlü ulusal ezginin ortadan kaldırılması, yalnızca biçimsel olarak değil, gerçekten gerçek bir eşitliğin sağlanması, ulusların, milliyetlerin, ulusal ve etnik grupların özgür bir şekilde çok yönlü gelişmesi, ulusal düzeydeki ilişkilerde özgür irade ilkesine uyulmasına, ileri ulusların, gelişme yolundaki halklara yardım etmesine, ulusal ve uluslar arası süreçlerin gerek biçiminin, gerekse içeriğinin toplumsal ilerlemenin hedefiyle denge sağlamasına bağlı olarak çözüme kavuşur.

Ulusal sorunun çözümünü, nihai kurtuluşa bağlı olarak temellendiren ilke ise UKKTH ilkesidir ve bu tümüyle pratik-politikerdir.

Lenin’den veya Marx’tan başka örnekler de verebilirim, ancak görünen köy bizim coğrafyadadır ve köyü görmek için yeterli açıklıklar vardır! Yetmezse yine Marx, Engels ve Lenin’i referans gösterebilirim!


Türkiye’ye ve hatta bu bölgeye has olarak bu sorunun çözümü de sınıfsaldır. Ancak bu “sosyalist devrimi bekleyelim” demek değildir. Sorunun genel ve temel olarak çözümü, yani nihai çözümü sınıfsız toplumdadır ve proletaryanın düzeni olan sosyalizmde de çözülemediğini şimdi daha net görüyoruz. Nedenleri ayrıdır ama temel olarak, bu sorunun çözümünün sınıfsal olduğunu şimdi daha net ve pratik olarak, reel olarak görüyoruz. Sınıflar ortadan kalkınca, sınıf mücadelesi ortadan kalkınca, dolayısıyla devlet ortadan kalkınca ve dahi demokrasi de ortadan kalkınca bu sorun da ortadan kalkacaktır. Başka ifadeyle, uluslar, milliyetler, etnik gruplar eninde sonunda insanlık lehine asimile olacaktır.

Bunlar, Marxist-Leninist bakış ile bakanların bakış açısını yansıtır ve referansı Marx ve Engels olduğu kadar ve daha da çok Lenin’dir!

Ayrıca, daha önce uzun uzadıya çalışarak, çözümlediğim yine oldukça uzun bir yazıda da zihinlerin açılması için önemli noktalar bulunacağına eminim. Bazıları gibi işkembeden atmadığımı da, masanın üstünde ya da başında, komplo teorisi üretmediğimi de göstereceğini umuyorum.

Buraya sığmaz, o nedenle link veriyorum, ulusal sorun konusunda hassas olanlar, dertleri ve beklentileri Barzanistandan sebeplenmek olmayanlar veya kuru bir kan davası peşinde koşmayanlar, üşenmeden okurlar ve varsa itirazları ortaya koyarlar. Ama bu sorunu kulaktan dolma, üçüncü kanallardan bilgilerle ve daha gülüncü, çoktan reddedilen Lenin’in adını ve UKKTH ilkesinin adını anarak veya Lenin’den bir paragraf öne sürerek gerisini laf-ı güzaf yaparak çözülmüş olmaz!

http://www.sosyalistforum.net/bizden-makaleler/51013-kongre-girisimcilerinin-uzerinde-vietnam-devriminin-hayaleti-dolasiyor.html

Başka çözümlemelerim de var istediğiniz zaman yararlanabilirsiniz. Yeter ki, gerçekten bu sorunun çözümünde ilkeli olunsun. İlkeli olmak demek, önce bu konuda ne denildiğini anlamak, asi düşüncelere hemen Kürt düşmanı yaftası yapıştırmamaya özen göstermek demektir. Bununla birlikte, bu özeni gösterdikten sonra, denilenleri süzgeçten geçirip, aynı tonda ve aynı ciddiyette itiraz noktalarını ortaya koymak demektir.

Bu var mı? Yok, temel yaklaşım yaftalama yarışıdır, kimin taktiği acaba?


Toparlamak istiyorum, Kapitalizm ve elbette Feodalizm de, tabii sosyalizm de nasıl ki, insanlar arasında bir bağ oluşturuyorsa veya oluşturdu ise, Ulus da böyle bir bağdır. Bu bağların, insanı en ileri yönde tekâmül ettireni ise sosyalizmdir. O nedenle esas olan insanlığın gelişimi ise, son tahlilde elbette, bütün bağlar geçicidir.

Bu arada bir de tarikat bağı var ki, bütün dünyayı sarmıştır. Din bağı ise bundan ayrıdır ama insanlar arasında güçlü bir bağdır.

Marx'ın bu konuda söylediği, gelişmenin, insanları üretimle ilgili olanın dışında bütün bağlardan ve çelişkilerden arındıracağı yönündedir. Ancak birinci savaşta, tarihe "ANAVATAN SAVUNUCULARI" olarak geçen işçi sınıfı önderlerinin ve işçi sınıfının büyük kısmının, ulus bağından kurtulamadığını gördük.

Gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfı ve önderleri, üretim güçlerinden doğan bağ yerine ulus bağına bağlı kaldılar ve birbirleri ile savaştılar.

O zaman Emperyalizmin çıkarı bu yönde idi ve bu yönde kitleleri manipule etmekte zorlanmadı.

Tam bu noktada, bu bağdan sınıf bağını öne çıkartarak, Lenin kurtardı. Üstelik ol tarihte Lenin’e, en yakınındakiler bile neredeyse delirmiş gözüyle bakıyordu. Biraz tarih okursanız, siz de görebilirsiniz. Şifreleri Nisan Tezleri’ndedir.

Öyleyse, sonucumuzu ortaya koyalım, eğer işçi sınıfı, emekçiler ulus bağına bağlı kalırsa; sınıf bağı, proletarya enternasyonalizmi, dolayısıyla sınıf bilinci ve kini zayıflar ve zayıfladığını gördük, biliyoruz!


Ancak, bunun simetriği de var hepsi, emperyalist kapitalizmin envanterindedir, Emperyalizm, özü itibarıyla gericidir ve en koyusundan milliyetçidir ancak, şimdilerde ve bir süredir, milliyetçiliğinin arka yüzü olan KOZMOPOLİTİZMİ ezilen halklara şırınga etmekte ve yönetimlere dayatmaktadır!

Bir tarafta vatan kıymete binerken, diğer tarafta vatansızlık, dolayısıyla yersiz yurtsuz, kimliksiz sürülerden oluşan amorf veya küçük site, şehir devletleri türü devletçikler kıymete bindirilmektedir.


Bir taraftan din, diğer taraftan emperyalizmin ideolojik hegemonyası ezilen ve sömürülen emekçi halkları toplumsal ve ulusal gerçekliğini inkâr etmeye yönlendirmekte ve hatta zorlamaktadır. Bu, emperyalist politikanın içindedir!

Bir tarafta "sol" renkli balonlar uçuranlar ki, hepsi emperyalist milliyetçiliğin arka bahçesine su taşımaktadır, "işçilerin vatanı yoktur" yollu balon uçurmakta iken, öte tarafta Kürt emekçi halkını, sınıf mücadelesinden alı koyup, ulus bağı ile, vatan aşkı içinde, emperyalizme köleliklerini artırmaya çalışan balonlar uçurmaktadır. Bir coğrafyada kutsal olan, öteki coğrafyada tümüyle mahkûm edilmektedir.

Peki ya Türkiye, henüz emperyalist boyunduruktan kurtuldu mu? Yarı sömürge olmaktan, hatta artık belki de tam sömürge demeliyiz, bundan kurtuldu mu? Bütün kararlarını kendisi verebiliyor mu? Halkı bir yana koyuyorum, onların karar ve söz hakkı zaten yok, yönetenlerinin var mı?


Yoksul, çilekeş, çoğu işsiz, topraksız emekçi Kürt halkının da söz ve karar verme hakkı olmadığını biliyoruz; peki Kürt egemenleri bu hakka ne kadar sahiptir ve vatan bayrağını astıklarından itibaren ne kadar sahip olacaklardır?


Eğer sahip iseler ve daha da özgürce sahip olacaklarına inanıyorlarsa, demek ki, Kürtlerin KKTH konusunda harekete geçme ve bu hakkı teslim alma insiyatifi de var demektir.

Öyleyse onca zamandır, bir dolu pandomin oynandı, partiler kuruldu, kapatıldı, kovulan Kürt aktörler halı serilerek ülkeye çağırıldı, o yapıldı bu yapıldı, neden hem ABD nin ve hem de işbirlikçilerinin vermek istediği vatanı almaları gerçekleşemiyor?

Basından okuduk, yalanlanmadı ve artık net olarak kabul edilmektedir, PKK ile MİT görevlileri resmi olarak görüşmeler yapıyor ve Kürtlere vatan vermeye yöneliktir, ama neden hâlâ gerçekleşemiyor, elbette karşıt tarafta bir dinamik var, bu bir etken ama bunu kim taktı ki, şimdiye kadar, neden onu taksınlar, demek ki, sorun Kürt cephesindedir ve halk cephesindedir

Burada görünen, deyim yerinde ise kabak gibi ortadadır, Kürt sorununa sol renk de verdiler ama DNA’lar uyuşmadı, Berkay’ı getirdiler, bir taraftan sol renk verirken, diğer taraftan sorun asimile edilemedi, demek ki aslolan sınıfsaldır ve emekçi Kürt halkı bu cephededir, ulus bağı ile ABD ye bağlanmak istememektedir, sınıf bağı ile ezen ulusun işçileri ve emekçilerine bağlanmak istemektedir! Dahası, Kürt halkı, tarikat dinamiği ile sarmalanmıştır ama bu da pek etkili olamamıştır!


Kürt coğrafyasının da, Türkiye’nin de kaderi büyümede ve birlikte büyümededir. Bu daha önce, bir şekilde Kürt halkına içerilmiş olmalı ki, içgüdüsel olarak da olsa, bu bağı koparmak istememektedirler.


Öcalan’ın rota ve taktik değiştirmesi bundandır ve bu da kendi başına popülizmdir!

Bu bağların en önemlisi sosyalizm bağıdır. Sosyalizm, sermayenin kontrolünden çıkmış, giderek kendi baskısı azalan bir üretim sürecinde, bütün diğer bağların üstüne gelen bir bağdır.

Sovyet sisteminin çözülmesi ile beraber,şimdi daha net görülüyor, sosyalist dünyada insanları birbirine yaklaştıran bu bağın gücü azalmış ve yıkılır yıkılmaz da bu bağ kopmuş ve yerine hemen ulusal bağ fırlayıvermiştir.

Şimdi buradayız ve bu sorunla çok mu ilgileniliyor, işte bu sonuç önemli bir laboratuar malzemesi sunuyor.

Fikret Uzun

14-Hzrn-2014

Hiç yorum yok: