15 Haziran 2014 Pazar

TARİKAT DENİZİNDE YÜZÜP EGEMEN SINIFIN İDEOLOJİK ADASINDA DOLAŞIP İLERİCİLİĞİ LANETLİ BİR ZEHİR OLARAK GÖRMEMEK MÜMKÜN MÜDÜR?



TARİKAT DENİZİNDE YÜZÜP EGEMEN SINIFIN İDEOLOJİK ADASINDA DOLAŞIP  İLERİCİLİĞİ LANETLİ BİR ZEHİR OLARAK GÖRMEMEK MÜMKÜN MÜDÜR?
Bir yaşıma daha girdim!

Ulak’ı okuyan Rusya’da din yok ya da etkisi yok zannedermiş!

Al bir kuruntu daha; bu forum sayfalarında da vardır, Rusya’da çarın kendisi kutsal baba idi ve hemen hemen bütün köylü ayaklanmaları, tam kazanacakları noktada, köylüler, çara dokunamayız, o bizim babamız, çarpılırız dediği için, liderleri buz kuyularına atılarak kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

Rusya'nın milletler hapishanesinde yaşayan halkları ve diğer bölgelerindeki işçi ve emekçileri hep bu bin yıllık din silahı ile tımar edilmişlerdir! Yoksa koskoca grevlere kalkışan işçiler, ne diye Çara patronları şikâyet etmek için bir papazın ardına düşer miydi?

Tabii sen Rusya derken Sovyetler Birliğini kastediyorsun; orada ise din ile bilimsel bir eksende mücadele edilmediğini yazdım; ya aşırı baskıcı ya da aşırı serbestçi politika izleyerek bir şekilde tarikatların güçlenerek örgütlenmesine yol açıldı; Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz neden hem dinci akımlar ve milliyetçilik birlikte patladı hiç düşündün mü acaba!

Peki, Türkiye'de dinsel alanın nerede, bilimsel alanın nerede olduğu ile ilgileniyor musun? Hiç sanmıyorum, fetişizminizden burnunuzun ucunu göremiyorsunuz!

Devletin dini olmaz, din dindar insan ile tanrı arasındadır, buna devlet karışırsa veya tarikat örgütlenmeleri yön verirse ve de devlet buna destek çıkarsa, bu, dindarlar için özgürce dinini yaşamak değildir!

Ve sosyalistler hiçbir zaman din konusunda dindar insanlara, kitlelere, gruplara baskı veya propaganda yapmamıştır; tekil örnekler bütünü bağlamaz; öte yandan din alanı ile bilim alanının birbirine zıt olduğu da bir gerçektir; bundan şaşıldı mı, rasyonalizme hücuma geçen dinci akımların eylemlerini uzaktan seyrettin mi, bilim alanı daralır, din alanı dinci akımların egemenliğine geçerek genişler; mütedeyyin Müslümanların camiye gitmesinden, evinde namaz kılıp, oruç tutmasından, dini inanışlarına uygun ibadet etmesinden söz etmiyoruz, bir dinci örgütlenmeden, bilim alanlarına, rasyonalizme saldırı için örgütlenmekten söz ediyoruz! Yani önderiniz Öcalan’ın ifadesiyle, bin yıllık silahın sandıktan çıkarılmasından söz ediyoruz! Ne çabuk unuttunuz?

Yani sosyalistler, insanların dinsizliğini değil, devletin dinsizliğini savunur! Bu ikisi arasındaki farkı görmemen mümkün değil ama öğretilmiş düşünceleriniz görmemenizi emrediyor!

Kürt coğrafyasının her tarafını saran, devletin desteğini alan tarikat örgütlenmesini, bunların genç, hatta çocuk beyinleri, ulusal ve toplumsal gerçeklerini inkâr etme yönünde zehirlediklerini ne çabuk unuttunuz; bunları önderiniz söylüyordu!

Peki ne yaptınız bunca zaman, Türkiye’nin egemenlerini mi dize getirdiniz, bu tarikatların kökünü mü kuruttunuz, o genç, çocuk beyinleri zehirlenmekten mi kurtardınız, artık her yer kendi halinde ve kendi içinde dinini yaşayan sade yurttaşlarla mı dolu?

Ve siz hem Rojava’da , el nusra, el kaide, her neyse, gericilerinin kanlı eylemleri nedeniyle mızmızlanıyorsunuz, birleşmiş milletleri göreve çağırıyorsunuz, ama sarıklılara ve cübbelilere popülizm belasına davetiye gönderiyorsunuz ve gericilik yaftasını ise ulak’ın boynuna asıyorsunuz!

Bunun akılla, izanla alakası olabilir mi?

Üstelik cahilsin de; birincisi Türkiye’de devlet kurulurken henüz TC yoktu, TC ile devlet eş zamanlıdır; ikincisi, TC kurulurken de, devlet kurulurken de ki ikisi de bir ve aynıdır, dinden uzak durmak diye bir şey söz konusu değildir; üçüncüsü Türkiye Cumhuriyeti, ne Kemal’in kendisi zamanında ne de ondan sonraki Kemalizm zamanında, yani hiçbir zaman dinden uzak kalmamıştır!

Aydınlanmaya post modernizm düşmandır ve bir de post modern burjuvazinin ricalarını kırmayıp, yönetimi dinci akımlara teslim eden post modern, hatta pre-modern yüksek Kemalist kadrolar düşmandır; sana ne oluyor bilmem!

Materyalizme düşmanlığından olmasın?

Kemalist cumhuriyet de aydınlanmacı idi ve modernisttir; her halde bundan olsa gerek aydınlanmaya düşmanlığınız! Öyleyse 1789 Fransız Devrimine de "keşke olmasaydı" diyorsunuz!

İlericiliğe ve devrimciliğe düşmanlığınızın yansımasıdır, normal buluyoruz!

Aydınlanmadan neden korkuyorsunuz, entelektüel ve iyi niyetli krallar, parlak ve aydınlanmış bakanlar, hep gelişen ve zenginleşen bir ekonomi, geleneklerin, hukuk ve savaşın hümanizasyonu, aklın bütün engellerinin yıkılması, durmadan ilerleme; işte aydınlanma budur ve aydınlanma ile moderniteyi birbirinden ayıramayız; bu, akılcılığın kitleye sinmesidir!

Şimdi bunun zerresi yok, çok mu mutlusun?

Bazı ansiklopedilerde aydınlanma, modern düşüncelerin yayılması olarak tarif edilmektedir; inançta, bilgide, mentalitede ve ahlakta modernite ile aydınlanma özdeş tutuluyor!

Descartes kurucularındandır; analitik düşünce aydınlanmanın temel çizgilerindendir! Aydınlanma çağında en yüksek tutulan, düşünmek, düşünce sahibi olmak ve tartışmaktı! Bunun Hegel’i ve Hegel kanalıyla Marx’ı da etkilemediğini düşünemeyiz! Aydınlanma akımının en etkili isimlerinden olan La Mettrie, aşırı ve kaba materyalisttir; Holbat ve Lambert’i de anabiliriz; velhasıl aydınlanma akımı ile materyalizmi birbirinden ayıramayız!

Ama sen bunlarla ilgilenmiyorsun değil mi? Köy komünleri ıskalandı ya, artık gerisinin hiç önemi yok öyle değil mi?

Evet, doğrudur, aydınlanmada ilerleme damarı var ve ilerlemeden bu kadar korkup da kendisine kızılı yakıştıran bir tek sizi gördüm; ütopyacılar da bu ilerleme damarının üzerine gelmişlerdir!

Ve artık size inat Marxizm -Leninizm var!

Ve aydınlanmaya hücum, emperyalizmin, tekellerin resmi politikasıdır; diyorum ya, siz de aynı yerdesiniz!

Artık her yerde aydınlanmaya karşı cepheden saldırı var, üstelik bazıları, çok kurnaz, globalizmi bir aydınlanma projesi sayarak, aydınlanmaya hücum etmektedir; oysa aydınlanma ile globalizm birbirine zıttır; globalizm aklın bozulması demektir; post-modernizm ile birlikte başlıyor; aydınlanma ise, aklın kanallarının açık olması, önündeki engellerin yıkılmasıdır!

Ama siz akılcılığa da, akla da düşmansınız; herkes "inanıyorum öyleyse doğru söylüyor" doğmasına teslim olsun diye can atıyorsunuz!

Doğrudur, alkolizm de uyuşturucudur ama bunun için alkolik olmak ve bunun kitlesel olması gerekir, üstelik alkolden kimse korkmaz ve onu herkes insanların yarattığını ve ürettiğini bilir ve hatta yemeklerde bir kadeh şarap içmek zihni açar, tavsiye ederim!

Ne demiş Hayyam, ben üzüm kanı içerim, sen ise insan kanı, insaf be sultanım kötülük bunun neresinde?

Bu da sana kıyağım olsun, ”bak demiştim” dersin! Haliyle bir kadeh şarapla bile, hatta sözü ile bile şimdi sen beni alkolizm destekçisi yapıp, hatta alkolik yapıp, ne demek ise, “devletten bağımsız bir halk ya da öncü örgütlenmesine adres gösteremiyorum” diye topa tutarsın!

Doğrudur, gösteremem, çünkü halk eğer halk ise devletten bağımsız olmaz; halk varsa sınıflar vardır, devlet de vardır; halk yok ve insan varsa sınıflar yoktur! Dolayısıyla bunun için, yani devletsiz halk için (bunu insan olarak alıyorum), önce halkı, devletin sahibi olan egemen sınıflardan bağımsız kılmak, yani egemen sınıfların egemenliğini ortadan kaldırmak gerekir; ortadan kaldırınca ne olur, devlet açığa düşer ve o zaman ne olur, halk (bunu da işçi ve emekçiler olarak alıyorum) devleti eline alır ve parçalar, yerine en geniş katılımlı bir demokrasiyi içeren devlet örgütlenmesini koyar!

Komün budur ve komün devletin en sevimli halidir! Ama tabii ki bazılarını üzer, hatta küplere bindirir! İşte bu nedenledir, siz sosyalizmin DNA'sını değiştirip, o bazılarının da üzülmeyeceği bir hale getireceğinizin mesajını veriyorsunuz! Oysa sosyalizmde o bazıları hâlâ sevinç içinde ise, küplere binmeleri için bir neden yoksa ortada sosyalizm yoktur!

Ondan sonrası yoğundur ve meşakkatlidir ama sonu katastrof finaldir; ne devlet kalır, ne de onu kullanan bir egemen sınıf ve hatta sınıflar arasındaki kavga da kalmaz ve bu demokrasinin de sonudur!

Ama bu, bu gün, tekellerin egemen olduğu, emperyalizmin azgınlığının sürdüğü bir zamanda ve bu egemenliğin içinde olamaz; bu nedenle sorduğun ve dediklerimi çürütmek için, daha doğrusu açıkta kalan yerlerinizi kapatmak için bir yaprak misli kullandığın sorun havada kalmaya mahkûmdur!

Vay be sadece bağımsız bir halk değil, devletten bağımsız bir halk öyle mi? Tabii, ulusların kendi kaderini tayin hakkının içi işte böyle kolayca boşaltılır ve boşaltıldığını görüyoruz; oysa yıllarca kafamızın etini yediniz “kader tayini” diye diye; tam biz “kıvama gelmiştik”, siz vazgeçmişsiniz!

Yahu kardeşim bu kadar mı zor bunu anlamak, emin olun o ulusal ve toplumsal gerçekliğini inkâr etmesi için uğraşılan yedi yaşındaki çocuklara bile anlatsam anlarlar ama siz yıllardır anlamıyorsunuz!

En lanetli zehir, oportünizm değil mi idi?


Doğru ya bak ben bunu hiç düşünmemiştim, hay aksi, tabii ya ilericilik daha lanetlidir! Gericilik ise, ilericilik yanında melaike kalır! Bu nedenle gericilerin ittifakı ehvendir; ilericilerin ittifakı şerdir! Ya da hayatta ilerici ve gericinin karşılığı yoktur! Ama tarihte ileri ve geri vardır; behey acemi demogog BORGA, ileri varsa, ilericinin olması sana neden garip geliyor, hatta lanetli geliyor; geri varsa, gericinin olması da normal ve kaçınılmaz değil mi?

Sizinki tersine çalışıyor, sizde devrim yok ama devrimci var ve geri var gerici yok!

Öte yandan bu durumda, solun, sosyalist alanların içindeki şu sahte sol gömlekli azap zebanileri de lanetli ve zehirli değil öyle mi?

Sonra da biz beyaz bayraklı, sen kızıl bayraklı öyle mi? Yahu bilime, akla, devrimciliğe, sosyalizme dair ne varsa tepetaklak etmişsiniz, şimdi nasıl sıkılmadan kızıl bayrak ve sosyalist, komünist sözcüklerinden bir demet belagat çiçeği yaparak üzerimize fırlatıyorsun!

Demek böyle BORGA, ben sana ne diyeyim, sen aşmışsın, ya da dediğim gibi, ne dediğini bilmiyorsun, şirazen kaymış diyorlar ya, öylesin!

Duy bunları Akseymen, bak bu sizin programda da geçiyor, tez çıkarın!

Beni okuyan, Rusya’da din yokmuş sanırmış ya; öyle olmadığı ayrı, beni okuyanların öyle saymayacakları da ayrı ama seni duyan, kapitalist modernite hayranı olduğumuzu sanır ki kapitalist modernite ile demokratik modernite arasında benim saçımın teli kadar fark yoktur ve kapitalist moderniteden bir kıl eksilirse de, demokratik modernite yapılırsa da kapitalistliğinden bir şey kaybetmez?

Bunları kaç kez anlatacağım BORGA kardeş, olur ama bu kadar da sığlık olmaz!

Eh be kardeşim bir sürü zırva ifade ile kapitalizme vermiş veriştirmişsin de sen bu harami düzeninden demokrasi dilenmiyor musun, ricacı olmuyor musun ve ricanı kabul etmiyor mu? Henüz demokratik modernite de yapamadınız üstelik!

Sen maytap geçiyorsun herhalde, kapitalizm sever ben miyim, yoksa sen misin?

Dini de imanı da para olan sermayedarları, o “metalaşma ve kâra dayalı ekonomiden, kullanım değerine ve paylaşıma dayalı komünal ekonominiye geçen, ya da geçeceğini vaad ettiğiniz komününüze siz çağırmıyor musunuz?

Bu ne iki yüzlülük, bu ne pişkinlik?

Ohoo! Boş beleş ifadelerin bitmiyor be kardeşim:

Ama evet, çok doğru,”Geçmişte az da olsa devletin demokratik ve laik kurumları vardı. 12 Eylül buna saldırdı.” Ve AKP iktidarı ise dümdüz yaptı! Çünkü AKP iktidarı Evren diktatörlüğünün, yani 12 Eylül faşist rejiminin devamıdır. Yani aynı devletin başka bir ideoloji ve başka kadrolarla yönetilmesidir. Ve siz şimdi HDP ile Türkiye’yi demokratikleştirmekten söz ediyorsunuz! Egemen sınıflar yerli yerinde duruyordur!

Bu da doğru, yani siyaset yapabilmek için demokratik kurumlara ihtiyaç var. Başka ifadeyle, barınaklara ve korunaklara ihtiyaç var! Ulusal sorunun aynı sınırlar içinde çözümü de bu sığınak ve korunakların korunmasına dayanıyor; öyle olmasa idi, HDP Türkiye’nin demokratikleşmesini ön plana çıkarmazdı!


Siz demiyor musunuz, Kürt sorunu demokratikleşme sorunudur diye?

Eğer bunlar bir oyun ise kendinizi ele vermiş olmuyor musunuz?

Yani ortada bir demokratik kurum yokken, ÜRÜN-TKP’ye bile çıkartılan sorunun binde biri HDP’ye çıkartılmamışsa, bir danışıklılık durumunu düşünmek zorunda kalmaz mıyız? Bunun için bizi kimse yadırgayabilir mi?

Diğer yandan feodalite ve/veya cahiliye düzeni söz konusu olduğunda, burjuva-demokratik cumhuriyet’ten geriye gitmemeyi ilke edinmenin kötü olduğunu düşünmek abesle iştigal değil midir?

Ve zaten HDP’nin de ve asıl olarak Öcalan’ın da bu çerçeveden çıkmak istemediği apaçık ortada değil mi?

Cumhuriyeti yıkmak, despotizmi kurma değil midir? Bu kadar da mı dar bakıyorsunuz?

Cumhuriyet, iktidarı sınırlamak demektir, bundan ala demokrasi mi olur? Cumhuriyet varsa, kamusal işlerin yürütülmesinde yavaşlık şarttır ki bu da demokrasidir ve işlerin daha hızlı yürütülmesi diktatörlüktür; o halde hangi akla hizmet edip, hem demokrasi deyip, hem de cumhuriyete hücum ediyorsunuz anlamak zor!

Derdiniz Kemalist cumhuriyet ise, o çoktan yıkıldı, daha ne?

Asıl gerçek ve bu gerçeği su yüzüne çıkaracak soru, Kemalistlerin artık bir güç olmadığı, rejimin hiçbir biriminde güç taşımadıkları bir zamanda, son derece belirgin olarak kendini gösteren bir dine dayalı faşist diktatörlük kendisini hissettirirken, neden hâlâ Kemalistler taşlanır da, bu faşist diktatörlük karşısında kem küm edilir?

Kemalist çizginin, belli ve azımsanmayacak bir kitleden kazınamamış olmasından olmasın?

Kaldı ki egemen ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir, egemen sınıfı inine tıkamadıktan sonra, kullandığı ideolojiyi inine tıkmışsın bir faydası yok ve zaten çok önce egemen sınıflar, Kemalizm ideolojisinden kurtulmak için düğmeye basmışlardı; Türkiye’nin egemen sınıfları Türkiye’de İslamizasyon istediler, yüksek Kemalist kadrolar, emriniz olur dediler ve yönetimi dinci akımlara teslim ettiler ve dinselleşme, İslamlaştırma hızla yerleştirildi; hepsi budur!

Ama siz egemen sınıfların üzülmesini istemezsiniz, bu nedenle değil mi, onlara sosyalizmde de bir alan ayıracağınızın müjdesini vermeniz? Yani "demokratik" sosyalizmi müjdelerken, bu sınıfları da bağrınıza basacağınızı müjdelemiyor musunuz?

Evet Kemalizm out, İslamizasyon in oldu; peki egemen sınıflara ne oldu, daha da zenginleşerek yerinde duruyor öyle değil mi?

Doğrudur, Kürtlerin ulusal kurtuluş hareketi, 12 Eylül rejiminin, kendine olan güvenini kökten sarsmıştır ama 12 Eylül darbesi ve rejimi zaten Kemalizmi düzlemek için gelmiş ve yerleşmiştir; Burada elbette Kürt ulusal kurtuluş hareketinin payı çok yüksektir ama Kemalizmi asıl düzleyen Kemalist yüksek kadroların kendisidir ve hepimiz biliyoruz ki Öcalan’ın müzakere trafiği AKP ile başlamamıştır, Özal ile ve Eşref Bitlis ile de müzakere içinde olduğunu, hatta şimdi zindanda olan komutanla sık sık konuşup, ona çözüm önerileri sunduğunu bütün Türkiye biliyor; Yani Yüksek komutanlar, tekellerin isteklerini emir bildiler ve Kemalist cumhuriyeti yıkmak için bekledikleri parti ve iktidara kavuşur kavuşmaz, yönetimi dinci kadrolara devrettiler ve hep birlikte Kemalist cumhuriyeti yıktılar.

Ancak yıkanlar ne PKK’dir ne de gericilerdir; bu, bir devlet politikası idi, bunun için en uygun parti ve kadrolar bulundu, iktidar kucaklarına verildi ve elbirliğiyle ki bu elbirliğinde CHP’sinden, MHP’sine, medyasında, aydıncıklarına, hatta sendika patronlarına ve hatta Öcalan’dan BDP’sine, HDK’sına kadar hepsi vardı ve hâlâ var olmaya devam etmektedirler!

Bu artık daha net görülmektedir! Sizin görmek istememeniz durumu değiştirmiyor!

Ve TC yönetimindeki kadroları ile yapı ve kurumları ile düzlenen Kemalizm, geniş yığınlar nezdinde hiç de inine gömülememiştir!

Öyle olsaydı, rüzgâr dönüp, RTE ile Fethullah ve her iki tarafın yandaşları, kalemşörleri kavgaya tutuşmaz ve bu kavgada galip gelmek için, bu Kemalist potansiyeli yalıtlamayı hedeflemez, bunun için Ergenekon tutsaklarını salıvermez ve Balyoz tutsakları için çözüm arıyor görünmezdi!

Yani hüsnü kuruntuların çok çaresiz görünüyor ki bu güne kadar, en azından anayasa referandumundan itibaren, “boykot” yaklaşımı ile ve sonrasında buna paralel politikalarla AKP – Cemaat ittifakının güçlenmesine ve Türkiye’nin bir din temelli faşist diktatörlüğe yenik düşmesine önemli bir katkınız olduğu, en azından bu günden bakıldığında aşikârken bu kuruntularınızla avunmanız acıklı bir güldürüden başka şey değildir!

PKK, ne Kemalizmi inine tıkabildi, ne de cumhuriyeti yıkabildi; egemen sınıflara ise hiçbir şey yapamadı; yıksaydı, şimdi aynı devletin devamı olan, aynı faşist 12 Eylül rejiminin devamı olan yeni 12 Eylül rejiminin çerçevesi içinde demokrasi turlarına çıkarak kendisine politika alanı açmaya çalışmaz, Türkiye’nin pek saygın oligarklarını, newroz ateşinden atlamaca oynamaya davet etmezdi!

Sen hâlâ böbürlenebilirsin ve kulağının üstüne yatmaya devam edebilirsin, ama şu söylediğim gerçek herkesin dikkatini çoktan çekmeye başladı; “geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler“ derken, tam da senin dediklerini ama çoktan uzaklaşılan şeyleri vurguluyorum ve buna nedense hem kör, hem de sağır olmayı tercih ediyorsunuz!

Senin sorduğun soruları ben çok kez ve tekrar tekrar cevapladım ve eminim senin görmekten korktuğun bu cevapları herkes görmüştür ve bu gün olmazsa yarın, o da olmazsa daha sonraki bir zamanda bu cevaplarda yatan gerçeklerin vahametini idrak edeceklerdir!


Ama sen de CHE de sorduğum onca soruya cevap vermemek için sessizliğe gömüldünüz ve şimdi kalkmış Kürt ulusal kurtuluşunun mücadelesinden dem vuruyorsunuz; pardon "özgürlük mücadelesi" olmuştu değil mi?

Ben de onu diyorum işte nereden nereye? Diyorum!

Ulusal kurtuluş mücadelesinden de ayrılma hakkından da, devlet kurma hakkından da, yani Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkından çoktan vazgeçip, bir özgürlük hareketi suretine büründünüz!

Bununla kalsanız iyi, demokrasi ile yatıp demokrasi ile kalkıyorsunuz ama her geçen gün faşist diktatörlüğün açık, şiddet içeren yüzünü gösterdiğini görmüyorsunuz; bana dokunmayan yılan engerek de olsa bin yaşasın diyorsunuz!

Din konusunda ne söylesek, sanki din düşmanlığı yapıyoruz gibi, demagojik hezeyan gösterileri yapıyorsunuz; bir tarikatlar denizi olan bu topraklarda, dini politikaya alet etmekten çekinmiyorsunuz ve gerekçeleriniz hazır; “onlar da eziliyor”muş!

Bu topraklarda İslam hiçbir zaman ezilmedi; ezildi ise Aleviler ezildi ve hâlâ eziliyorlar ve onların da çoğu hâlâ CHP ile flört etmektedir!

Ama Kürtlerin ezildiğini biliyoruz; işçi ve emekçilerin ezildiğini de biliyoruz; ancak bu, onlar Müslüman diye olmuyor! Sınıfsaldır, sermayedar sömürmeye, işçiler ve emekçiler sömürülmeye mahkûmdur! Bunun için kılını kıpırdatmayıp, kapitalist moderniteyi demokratikleştirmeye çalışırsanız, elbette bir yanınız sermayedar sever olacaktır! Şaşırmıyoruz ama garipliği deşifre ediyoruz!

Şimdi kim kapitalizm sevdalısı, kim değil?

Ve Türkiye’de faşizmin kitle temeli ancak İslama dayanılarak yaratılabilirdi ve bunun da önemli oranda başarıldığını görmek zor değil! Bunun için ise laisizmden kopulması gerekiyordu ve bu da çoktandır kotarılmıştır!

Daha 12 Eylüle gelmeden üç büyük din ve bunlardan Müslümanlık, çoktan yön değiştirmişti ve çok daha fazla muhafazakâr olmaya başlamıştı ve de rasyonalizme hücuma geçmişti!

İşte sizin sorununuz burada, akılcılıktan korktuğunuz ve ürktüğünüz kadar dinselleştirmekten korkmuyorsunuz; ilericilikten korktuğunuz kadar, gericilikten korkmuyorsunuz; çünkü içindesiniz! Egemen sınıfların ideolojisinin de politikalarının da içindesiniz; bu nedenle egemen sınıfların tasfiye ettiği Kemalizmle ki o da kendi ideolojisidir, kavga ediyorsunuz ama egemen sınıfların yeni ideoloji ve politikalarının peşinden gidiyorsunuz!

Bütün bu oyunların işçi ve emekçi sınıfların daha çok fakirleştirilmesi için olduğunu görmek istemiyorsunuz ve görülmemesi için bin dereden su getiriyorsunuz!

İşçilerin bu gün sürüklendikleri nokta bellidir; sendikaların da bellidir; her yerde bir sınıfsızlaştırma, bir bilinçsizleştirme, devrimcisizleştirme, edilgenleştirme, bir ümmileştirme, ümmetleştirme operasyonu var; yanında illa ki zenginleşme var!

Bunu sadece baskı ile ideolojik saldırı ile ve korku ile yapamazlardı; hem pahalı idi ve hem de zor yoldu; bu nedenle dinselleştirme gerekiyordu; hem ucuzdu ve hem de kolay disiplin idi!

O nedenle yalana dolana sarılıp, Müslümanlar kongre istemiş deme, gülünç oluyorsun! Kongre isteyen ve bütün sarıklı ve cübbeli din bezirgânlarına davetiye gönderen Öcalan’ın emriyle HDP ya da BDP dir!

Sen gene anlat, anlat, tarihe nottur, oradaki gericiliğe davetiye çıkarılmasını görmeyip, bunu deşifre eden Ulak’ta kilise papazlığı görmek ve gericiliktir diye tamamlamak hem gülünçtür ve hem de cahilanedir; üstelik hani hayatın içinde gericilik yoktu, yoksa ben nasıl gerici oluyorum? Oradaki sarıklılar ve cübbeliler ne ise kilise papazı da odur ve üstelik onlar eğitimlidir; bizimkiler ise değnekçilerin yardımı ile şeyh olmuştur, molla olmuştur veya babasından veyahut da hocasından mirasla olmuştur!

Dedim ya, sen ne dediğini bile bilmiyorsun, boş beleş konuşuyorsun!

Ve sizi kime şikâyet edeyim, şikâyetime muhatap olacak bir yer mi kaldı; hayır, şikâyet değil, analiz yapıyorum ve sizi deşifre ederek tarihe kaydediyorum!

Adres mi istiyorsun?

Peki, tut ki adresi verdim; mesela SİP-TKP yi işaret ettim, olmadı; gerçi illegal takılıyorlar ama Almanya’daki TKP’lileri gösterdim, o da olmadı; ÖDP’ye girin dedim, belki o da olmaz; Ürüncü TKP’liler var oraya göndereyim; hiçbirini beğenmezseniz geriye bir tek AKP kalıyor, orada toplanırsınız; ondan iyi çatı mı olur; hem isteklerinizi kestirmeden alırsınız; hem kayıkçı kavgası ve çıkardığı gürültü de otomatikman kesilir!

Peki, beğenecek misiniz, hatta ciddiye alacak mısınız? Şüphesiz hayır!

Ama biz bunu konuşmuyoruz, biz taşları yerli yerine oturtuyoruz ve daha önemlisi; Kürtleri, silkinip kendine gelmeye davet ediyoruz!

Buna, örgüt şovenizminden kurtularak başlayabilirsiniz diyoruz!

HDP’nin aslında devletle yönetişim içinde olan bir demokratik Kitle Örgütü olduğunu söylüyoruz; bu günkü adıyla Sivil Toplum Kuruluşudur, diyoruz! Ve siz HDP’ye mahkûmsunuz diyoruz, daha niye lafı sorularla dolandırıp, üzerimize fırlatıyorsunuz?

Sizin sorununuz, sadece “HDP olmazsa neresi olur ?” Sorunu değil ki; Deveye sormuşlar neren eğri? Demiş nerem doğru ki?

Ve burada aslolan cevapları aramanız değildir, Ulak’ın cevaplarına ise zaten itibar etmezsiniz, öyleyse nedir bu soru-cevap oyunu?

Bir sürü soruyu önce ben sordum, hani cevapları? Şimdi kalkmış adresi net soruyoruz cevap vermiyor, bunlar böyledir işte, ilerici şeyler diyorsunuz!

Ben size çok soru sordum, hatta bazılarını başlık yaptım ama kulağınızın altına koyup, üstüne yattınız; ne duydunuz, ne gördünüz!

ÜMMET TOPLUMU HEM BİLİMSEL HEM DE DEMOKRATİK BİR SOSYALİZM MİDİR ?” diye sordum, hani cevabı? Bari bunu cevaplayın!

Çekinmeyin, Veysi Sarısözen çalışmış ve derli toplu anlatmış, ondan kopya çekebilirsiniz?

Siz kızıl bayraklı idiniz değil mi? Peki nerede sınıf mücadelesi, neden korkuyorsunuz sınıfların mücadelesinden? Varacağı son durak karşısında ise tir tir titriyorsunuz; size ne oluyor; korkacaksa işçi sınıfının ve emekçilerin ve elbette ezilen halkların sırtında boza pişiren sömürücü sınıflar korksun!

Bundan, burjuva sınırda oldukça, küçük-burjuvalar, büyük burjuvalar bile korkmaz, ama siz korkuyorsunuz, hem de burjuva sınırlarda dans ettiğiniz halde, hem de gericilikten korkmadığınız kadar sınıftan ve sınıf mücadelesinden korkuyorsunuz; devrimi ise çoktan unutmuşsunuz ve hatırlamak bile istemiyorsunuz; ama “Rojava devrimi” ile böbürlenip duruyorsunuz!

Dahası burada size göre seçimler en önemli demokrasi nişanesidir, oysa halk artık sandıktan tavşan bile çıkacağına ama gerçek sonuç çıkmayacağına inanmaya başlamıştır, bunu görmezsiniz ama Suriye’de sırf Rojava elden gitmesin diye seçimler meşru değil dersiniz; bunda da emperyalist politikaların içinde değilseniz nedir? Üstelik politik körsünüz; Suriye’de Esad rejimi ki orada da seçimle geldi, diktatör ise de, halk onu belki diktatörlüğü ile sevdi ve burada bir diktatörlük ile müzakere ediyorsanız, orada neden bu garip geliyor, Rojava’daki Kürtlerin tek güvencesidir; aksi takdirde el nusra imiş, el kaide imiş kimse durduramaz!

Ve artık görün ki, bu bölge, de yurttaşlık bilinci öndedir; ama siz bunu görmezden gelip, Arap, Şii, Sünni, Kürt diye sınıflandırarak; etnik, dini, mezhep kimliklerine sevimli mesajlar vererek politika belirlemeye, dolayısıyla emperyalizmin borazanını öttürdüğünüzü açık etmeye devam etmektesiniz!

Sonra da, Eşbaşkanlarınız haykırıyor, “biz düzen partisi değiliz, diğerlerinin hepsi düzen partisidir”! Sevsinler, millet de hemen inandı!

Bu kadar BORGA, benim kafamı hâlâ boş beleş laflarınla ütüleyecek misin? Kulakları çınlasın, Turgut’a verdik talkımı, kendimiz yedik salkımı oldu! Bari eli ayağı düzgün, içi dolu ifadeler olsaydı da uğraştığıma değseydi!

Ne yapalım başa gelen çekilir!

Ama illa ki birçoklarımızın işine yarayacak cümleler kurduğuma inanıyorum, boş beleş laflarına cevap yetiştirmek için harcadığım zaman ve emek boşa gitmeyecektir! Bu da benim tesellim olsun!

Fikret Uzun
8-Haziran-2014


Hiç yorum yok: