8 Haziran 2014 Pazar

POLİTİKA GÜÇ YARATMA SANATIDIR GÜÇLERİ SÖNDÜRME BÖLDÜRME SANATI DEĞİLDİR



POLİTİKA GÜÇ YARATMA SANATIDIR GÜÇLERİ SÖNDÜRME BÖLDÜRME SANATI DEĞİLDİR
BORGA birader, ne o, danışma kurulunuz az mı geldi?
Kusura bakma ben HDP nin de, Öcalanistlerin de akıl hocası değilim; tam tersine sizin aklınızın farklı ve başkasına ait öğretilmiş düşüncelerle çalıştığını deşifre ediyorum; yaptığım analizdir ve HDP’nin içinde olsun, sizin içinizde olsun, gözlerini ve kulaklarını bile- isteye kapatmayan, gerçekleri görme yetileri olan, gerçeklerden kaçamayacak dürüst, sol memesinin altındaki cevahiri sönmemiş kişilerin olduğuna inanıyorum ve illaki bu analizlere gözlerini ve kulaklarını ve dahi yüreklerini çevireceklerdir!
Şimdi çevirmeseler de, gerçekler illa ki yakalarına yapışacaktır; niyetleri gerçeklere veya doğrulara sahip çıkmak ise artık kaçabilecekleri bir yer kalmamış olacaktır!
Ve istersen sen de demagojileri bırakıp, meseleyi başka yöne çekmenin nafile çaba olduğunu anlayıp dediklerimi tane tane irdeleyerek gerçeğin adresinin bütün çıplaklığıyla önünde olduğunu görmeye çalışmandır!
İlle de görmemek için inatlaşacaksan, “güç olmadan politika yapılmaz” diyeceksen ki bununla “güç olmadan mücadele de edilemez” de demiş oluyorsunuz, Öcalan’a sor ya da S.S. Önder’e sor, yetmezse Kürkçü’ye sor ya da ne bileyim danışma kurulundakilere sor; eminim onlar “adresimiz doğru” diyecektir ve sen de bana söylersin “sordum, soruşturdum, meseleyi çözdüm, hepsi adres doğru diyor!” dersin olur biter.
Ama gene de yeterli gelmeme ihtimali varsa ve niyetin varsa, tarih aracılığıyla bütün gerçekliklerin adresine ulaşabilirsin; mesela 1905 öncesi gücün Menşeviklerde ve sosyalist devrimcilerde olduğunu ve Bolşeviklerin ofislerinde nöbet tutacak adam bile neredeyse bulamadıklarını ve işçilerin, hem de koca koca grevlerle boğuşan işçilerin, Gapon gibi bir papazın peşinden gittiğini ve bu sırada Menşeviklerin ofislerinin penceresinden alkış tuttuklarını hatırla ve sonrasında ne olduğunu düşün!
Yine 1905 devriminin rüzgârlarının nerelere uzandığını ve nerelerdeki devrimlere eylemli bilinç taşıdığını düşün!
Dahası Vietnamlı kurtuluş savaşçılarının, devrimcilerinin, komünistlerinin ve en önemlisi halkının Fransız, Japon emperyalistleri karşısında da, Amerikan emperyalizmi karşısında da güç hesabı yapmadan, politikanın hasını yaptıklarını, en güçsüz anlarında bile emperyalistlere kafa tuttuklarını, oyunlarını bozduklarını ve sonunda onları Vietnam’dan kovduklarını hatırla!
Ve elbette Lenin’in 1917’nin 3 Nisan’ında Petersburg’a gelir gelmez, istasyonda açıkladığı NİSAN TEZLERİ ki öyle büyük görüşler içermemektedir, var; ”şimdi iktidarı, proletaryanın ve yoksul köylülerin eline alacağı aşamaya geçme zamanıdır” diyor ve birinci aşamanın varlığını işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin yetersizliğine bağlıyordu.
Rusya Devriminin eskimiş Bolşevikleri en ağır sözlerle Lenin’e karşı çıkıyorlar ve Lenin’in anlattıklarına, en başta Plehanov, “Çılgınlık” diyerek karşılık veriyorlardı!
Ve ne kadar eskimiş Bolşevik, namlı devrimciler, Narodnik liderler varsa hepsi, Lenin’e ve onu dinleyenlere, ”durun bakalım, tarih burjuva demokratik devrim aşamasındadır, iktidar burjuvaziye aittir, işçi sınıfına ve yoksul köylülere değil” diyorlar ve bu adam “çıldırmış” diye ekliyorlar!
Ama sonucu değiştiremiyorlar, çünkü bu, Lenin’in öznel niyeti ve hevesi değildir, tarihin mantığından dökülenleri imbikten geçirerek, çok kısa sürede pratik olacak bir teorinin ifade edilmesidir.
Bu nedenle NİSAN TEZLERİ Rusya’nın tarihinin hızlanarak yarattığı dönüş noktasını en net olarak ortaya koymanın ifadesidir; Ekim Devrimi ve iktidarı Nisan Tezleri’nde vücut bulmuş olan Lenin’in öngörülerine ve iktidar hırsına bağlıdır!
Ve biz biliyoruz ki her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Bunu sorun etmeyenlerin parti değil, dernek bile olmayacağı aşikârdır; olsa olsa bir STK olabilirler!
Kürdistan devrimi tarihler boyunca işbirlikçilik yapmış ağa, şey ve aşiret reislerinin çıkarlarına darbe indirmek ve onların etkilerini sınırlamak için tarihin dayattığı devrimci bir fışkırmanın ifadesi oldu. Ve bu fışkırma bütün işbirlikçilerin birbirini bulması ve Amerikan şemsiyesi altında kucaklaşmasına neden olmuştu! Sömürü ve etkilerini sürdürmek için ağalar, beyler, şeyhler, aşiret reisleri sömürgecilerle bin bir bağ kurmuşlardı!
Bunu ben uydurmuyorum, hem gerçektir ve hem de Öcalan’ın ifadeleridir!
Bu devrimci yükselişi boğmak için emperyalizm ve tekeller, 12 Eylül rejimi her şeyi denedi; hatta Talabani ile selam gönderip, Marxizm-Leninizm’den vazgeçsinler, gelsinler sorunları çözelim siyaset yapsınlar dediler!
Ayrıca, Devlet, PKK geride kalsın, siyasileşsin diyor. Bu, PKK çözülsün, bitsin demektir. Bu esas politikadır, demediniz mi?
Hâlâ bunu istemiyorlar mı? Şimdi ne değişti de hepinizi bir düz ovada politika yapma merakı sardı!
Sömürgecilerle ağaların, beylerin, aşiret reislerinin, Kürt burjuvaların düğümleri mi çözüldü?
Olabilir, bu da yapılabilir, hatta buna mecbur da kalınabilir ama kimse sizin bunu yaparken bin bir kötülükle işbirliği yapmanıza ve sosyalizm adına hareket etmenize izin vermez! Sosyalist düşünceye virüs bulaştırmanıza izin vermez! Tarihin hızlı akışının önüne, açığa çıkardığı birikimlerin dibine, ortaya çıkardığı nesnel gerçeklerin göbeğine ideolojik –politik bombalar yerleştirmenize izin vermez! Kürt halkını ve Türkiye’nin işçi sınıfını, emekçilerini kandırmanıza izin vermez! Sosyalistlere sosyalizm öğretmeye kalkmanıza izin verilmez!
Ve şunu unutma ki okul müsamerisi değil bütün bu olanlar; siz pek korkuyorsunuz telaffuz etmeye ama bu tamı tamına bir sınıf mücadelesidir ve şiddeti sürekli artmaktadır; egemen sınıfların ezelden beri tek dertleri bu mücadelenin üzerini örtmekti ve bu gün bunun için Öcalan’ın bir zamanlar pek bir bilgiçce söylediği gibi, yeniden bin yıllık din silahına sarıldılar ve siz de bu silahın bir ucundan tutuyorsunuz!
Öcalan Silvan’da, Diyarbakır’da, Urfa’da ve daha birçok yerde bu din silahının, tarikatlar eliyle yedi yaşından başlayan çocukların ulusal ve toplumsal gerçekliklerini inkâr etmeleri için kullanıldığını söylüyordu.
O yedi yaşında çocukların şimdi hangi mevzileri tuttuklarını hepimiz görüyoruz!
Önemli olan omuzda tüfeng taşımak değil, önemli olan tüfengin hangi yöne çevrildiğidir demiştim; bir bakın bakalım, sizin tüfengleriniz hangi yöne dönüktür ve bilerek ya da bilmeden, kimlerin silahlarının ucundan tutuyorsunuz?
Demokratik şurubunuzdan herkese ikram ediyorsunuz; en sonu sarıklılara, cübbelilere şurup dağıttınız; onlar bu demokratik şurubu almadı ama halk, gericilik şurubunu sayenizde demokratik demokratik içmek zorunda kaldı!
O sarıklı ve cübbeliler mütedeyyin dindar mı? Hak, hukuk mu diyorlar yoksa hep guguk diyerek tespih çekmekle mi meşguller! Mesela Soma katliamında, madencilerin yakınlarına isyankâr olmayın, bu bir kader deyip, Allah taksiratlarını affetsin mi dediler; yoksa sorumluları lanetleyip, işçilerle birlikte nümayiş mi yaptılar?
Burada birisi sayfa açmış ve maden kazasında ölenler Kürtler olunca kimse görmüyor mu? Diye soruyor. Çok güzel ama önce çuvaldızı kendine batırmak gerekiyor; Newrozda on binlerce insanı Öcalan’ın “barış” mesajını okuyacaksınız diye alanlara doldurdunuz; bu gücünüz vardı da neden o halde Soma katliamında işçilerin yanında olduğunuzu sapına kadar göstermediniz; Öcalan’ın Soma’da ölenlere Allahtan rahmet, yakınlarına sabır dilemesi ile geçiştirdiniz?
Demokratik İslam Konferansınızın onur konukları, hepsi bir tarikat şeyhi ya da ileri geleni idi! Hepsi örgütlü dincidir! Örgütlü dincilik, bilime düşmandır; alanı ne kadar genişlerse, bilim o kadar geriler ve aydınlık ta o denli azalır; dolayısıyla karanlığa yenik düşülür! Siz bu şeyhleri, mollaları onur konuğu yaparsanız, sanmayın ki Öcalan’ın önderliği daha da artacak, halkın yüzü bu mollalara daha çok dönecektir. İşte sizin demokratik şurubunuz bir yanıyla böyle bir zehir akıtmaktadır; ne için, Öcalan popülizm yaparak köylü kurnazlığını şaha kaldırsın diye mi?
Öcalan’ın köylü kurnazlığına “demokratik” şuruplu komünün veya özerkliğin yapışması boşuna değildir, tesadüf de değildir ve hatta zamanlıdır! O,dün yedi yaşındaki çocukları tarikat sarmalına sokarak, doğmalar ezberleterek, ulusal ve toplumsal gerçeklerini unutturmaya çalışanlar, şimdi bunu alenen ve Emperyalizmin en sinsi ideolojik silahı ile yapıyorlar ve bunun kozmopolitizm olduğunu, ulusal nihilizm olduğunu çoktandır söylüyorum ve siz de bal gibi biliyor ve bile bile içine giriyorsunuz!
Ve bu din silahı, artık alenen devlet politikası olmuştur!
İşte Öcalan’ın köylü kurnazlığı bu yöndedir, “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı milliyetçi temelde devlet kurmak değil, siyasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan kendi demokrasilerini kurma hakkıdır.” Derken bu kurnazlığı ile eminim gururlanıyordur! Ama bunda gurur duyacak, onur duyacak bir şey yok; çünkü bu, emperyalist kapitalizmin milliyetçiliğinin sinsi yüzü olan Kozmopolitizmin içinde bir yerde büyütülen bir köylü kurnazlığıdır!
Öcalan’ın sorunu burada ve sorununu çözmeden gururlanması hayra alamet değildir; yani Öcalan’ın hayalinde illa ki bir devlet var ve kendisini bunun Önderi olarak hayal ediyor olabilir, hakkı da olabilir ama bunu emperyalizmin ideolojik cambazlıklarının içine girerek yapması, bu hakkı ona asıl tanıyacak olanları bir yanıyla emperyalizmin ideolojik hegemonyasına sokmaya çalışması ama diğer yanıyla asıl lazım olan gücü karşısına almasına neden olması demektir; bunu biriktirmektedir demek istiyorum!
Zaman gösterecek, bakalım emperyalizmin sinsi ideolojisinin içine hapsettikleri mi, yoksa karşısına dikilenler mi sonucu belirleyecektir!
Daha önce de hatırlattım, uyardım demek istiyorum, gelip gelip popülizmde kamp kurmanız, Kürt ve Türk devrimcilerine büyük ihanettir; Kürt halkına ise en büyük kazıktır! Geride bıraktığınız bilançoya bakarsak, bu kanlı bilançonun içinde Kürt ağa ve beylerinin, işbirlikçi burjuvalarının, tarikat şeyhlerinin değil, Kürt emekçilerinin ve yine Türk egemen sınıflarının değil, asker kaputu giymiş işçi ve emekçi çocuklarının önemli bir yer kapladığını görürüz ve bunlar olurken, Öcalan’a başkaldırıp, bu gün Öcalan’ın yapmaya çalıştığını, Öcalan “heeeyt bu devletin esas poltikasıdır”dediği için de soluğu Barzani’nin yanında alanlar haklı olarak hainlikle damgalanıyordu; elbette devletin politikası içinde görevli olanları vardı ama onlara da, şimdi tıpkı Öcalan’a inananlar gibi inanan dürüst insanlar vardı; peki şimdi ne oldu; dün reddedilen bütün kötülükler, işbirlikçilikler, bin yıllık silah, bir “demokratik” şuruplu politika aşkına birden bire iyilik, güzellik, aydınlık mı oldu; şimdi bunlar Öcalan’ın da “esas politikası” mı oldu?
Öcalan, bu hengâmede, bu ideolojik bombardımanda, emperyalizmin ideolojik hegemonyasına girdiğinin farkında olmayabilir ama köylü kurnazlığı böyle bir şey işte, en yakın ağaçları görüp, ormanı göremediği için asıl fırsatın ormanın arka tarafında olduğunu fark edememektir; politik dille anlatırsak, bugünü kurtarmak için geleceği düşmana feda etmektir; birikimi ona teslim etmektir!
Yani Öcalan, emperyalizm kendi hayaline kavuşursa, kendisinin de hayaline kavuşacağını sanıyor; bu bölgedeki ulus-devletleri parçalamak Öcalan’ın değil, asıl, Emperyalizmin “asıl politikası”dır. Öcalan belki kurtlarla birlikte uluyarak, bundan kendisine fırsat yaratmak isteyebilir ama bunun nafile çaba olduğunu hesaba katmadığı için sonu hüsranla bitecektir; çünkü emperyalistler bile bu işin o kadar kolay olmadığını ve nafile çaba olarak görmeseler de pek meşakkatli olduğunu kabul ediyorlar!
Etmeselerdi Suriye’ye çoktan bodoslama dalarlardı ve çoktan Türkiye’yi yangın yerine çevirirlerdi; ama yapamıyorlar ve hep bir adım ileri iki adım geri tango yapıyorlar; Öcalan ve Kürt kartı, bu tangoda bir adım ileri atılmasının ifadesidir; iki adım geri atması ise gerçeklere toslamasıdır!
Öcalan ve Kürt kartını kaybedecek olan bir emperyalizmin çirkin yüzü daha kolay ortaya çıkacaktır ve tangosu da başında paralanacaktır; artık hep geri adımla tango yapacaktır demek istiyorum; ama bunun adı emperyalizm ve asıl adı ABD’dir, siciline bakarsak, geri geri tango yapacağına, ileri doğru koşarak ölmeyi göze alabilir!
Ama son tahlilde hepsi nafile çabadır! Vietnam’da da başka yerlerde de hep bu nafile çabalarla yüz yüze gelmiş ama emperyalistliğinden vaz geçmemiştir; buna mahkûmdur! Öyleyse son tahlilde yenilmeye de mahkûmdur!
Eğer toplumların tarihini, sınıf mücadeleleri olarak görmekten vazgeçip, “mücadeleler” tarihi olarak yeniden çizmeseydiniz siz de görebilirdiniz ki, bu sınıf mücadelesinden ne egemen sınıflar vazgeçebilmiştir, ne de ezilen ve sömürülen sınıflar vazgeçebilmiştir ve bu ezilen ve sömürülenlerin nihai zaferine kadar ve bu savaşın içinde olanların istek ve niyetinden bağımsız olarak böyle sürüp gidecek ve o zamana kadar ezilen ve sömürülen sınıfları bekleyen hep yenilgi olacaktır! Öyle olduğunu biliyoruz!
Bu, ezilen ve sömürülen sınıfların en sonundaki zaferlerinin, katatstrof finalin gerçekleşmesine kadar ellerinin hep zayıf olacağını ve hep bir yenilgi içinde olacaklarını göstermektedir; ama buna karşın sınıf mücadelesi, bu nihai zafere olan inat hiçbir zaman bitmeyecektir, bitmemiştir; dolayısıyla emperyalizmin, egemen sınıfların inadı da bitmeyecektir; en çok korktukları zamanda, en çok korku yayarak canlı kalmak için savaşacaklardır!
İşte tarihin bu güne gelmesi, ilkel çağlardan köleci topluma, feodal düzene ve kapitalist düzene ilerlemesi, sonunda sosyalist düzenin gelmesi ve buradan sonra komünizme geçiş hep bu sınıf mücadelesinin yarattığı sonuçlardır!
Ve bu düzenlerin adı, toplumun bağrında sınıf mücadeleleri ile ortaya çıktıktan ve geliştikten sonra konulmuştur; yoksa ortada şu veya bu düzen seçeneği sıraya dizilmiş olup da toplumlar veya topluluklar, içinden istediğini seçerek ilerlememiştir!
Yani Öcalan’ın hayalinde olduğu gibi,”demokratik” komünü seçtim, bununla kurtulacağım demekle olmaz! Olmayacağını o da biliyor ve o nedenle köylü kurnazlıklarının sınırlarını zorluyor!
Bu sınırın en sonuna demokratik İslam konferansını koymuştur ve demokratik çağrışımlı kavram ve olgu veya mekanizmalarla yatıp kalkarak demokrasinin gelmeyeceği açıktır; çünkü demokrasi sınıfsal bir kategoridir; Çingenelerin kültürel etkinliğini özgürleştirmek değildir; bu anlamda bir kültürler toplamı veya kültürler dayanışması değildir; bir sosyetik ambiance da değildir ve tam da sizin anlayacağınız dilden söylersek, nasıl ki sendikal yani ekonomik mücadele ile bir siyasal kurtuluş olmazsa, demokratik mücadele ile de siyasal kurtuluş olmaz!
İşte bu nedenle artık çok daha fazla ve çok daha derinlere yayılarak bu “demokratik” şuruplu hezeyanlar alay konusu olmaktadır!
Korkarım Öcalan'ın önderliğinin de sorgulanacağı günler pek uzak değildir!
Dolayısıyla bir taraftan bu “demokratik” şurupları ile bir siyasal kurtuluş sağlanabilecekmiş gibi yapıp, her nabza şerbet misli herkesi gönlüne göre bir “demokrasi” hedefine kilitlemek; diğer taraftan “demokrasi” dinini her yana yayarak siyasal kurtuluştan vazgeçmek, ya da onu neredeyse sonsuza kadar, en azından egemen sınıfların egemenliği yıkılana kadar sürecek bir ütopyanın içine kilitlemek, köylü kurnazlığını da aşan bir kurnazlığın içine girmektedir!

BORGA kardeş, ulusal kurtuluş mücadelesi, emperyalizmle güç hesabı yapmadan savaşmayı, programının başına koymadan bir yengi, bir kurtuluş kazanamaz!
Kazanamamıştır; emperyalizmin ideolojik-politik kulvarına girerek de kazanamaz, kazananlar her zaman yeni egemenler olmuştur!
Ama siz bundan çoktan vazgeçtiniz değil mi?
Ama BORGA kardeş, siz de ve en başta Öcalan da biliyorsunuz ki, “komün” de eninde sonunda bir devlet biçimidir ve emperyalizmin kurulu düzen olarak düne kadar sımsıkı sarıldığı ulus-devlet mekanizmasını parçalama sevdası, sermayenin sınırlara tahammül etmemeye başlamış olmasındandır ki bu, emperyalizmle, tekelci düzenlerle başlayan bir heyecanlı serüvendir; bunun karşısında en büyük ve tarihin taşıdığı en nesnel engel, merkezi bir komün yapılanmasıdır ve budur ancak sınırsız, sınıfsız, devletsiz, demokrasisiz ve sınıf çatışmasız bir dünyanın garantisi ama Öcalan’ın hülyalarını dolduranın bu tip bir komün olmadığı apaçık görülüyor!
Ama o ve sizler bunu, bir de hiç sıkılmadan sosyalizm olarak ama Öcalanistçe bir sosyalizm olarak resmederek, sosyalist düşünceye zehir saçıyorsunuz!
Ne demek hem bilimsel, hem demokratik ama bir de sosyalist, bu ne garabet bir kavramlaştırmadır; apaçık bunun bilerek kurgulanan bir demagojik köylü kurnazlığı olduğu görülmektedir!
Birincisi, sosyalizmin kendisi zaten bilimdir ve bastırılmış bir sınıfla birlikte başka sınıfın ki artık egemen olan sınıftır ve bastırdığı sınıfı da egemenliği altına almayan ama egemenliğini de kendisini de ortadan kaldıracak ekonomik, siyasal, toplumsal koşulları yaratmak için egemenlik kuran sınıftır, birlikte yaşadığı bir demokrasidir; buna saf demokrasi demek ve bir sınıfsızlık vurgusu yaparak “demokratik” şurubu ile yıkamak ve böylece sosyalizmin önüne demokrasiyi koymak sadece ve sadece köylü kurnazlığıdır; başka ifade ile atların önüne arabayı koşmaktır!
Ama bu da önemli değil, bunu bilerek ve kimin adına, hangi saiklerle yapıyor olmak daha önemli ve vahimdir!
Ortada son derece sinsi ve o derece el birliği ile yerleştirilmiş olan bir faşist diktatörlük rejiminin açık yüzünü gösterdiği koşullar varken, bunun için, bu kış, olmadı gelecek yaz “demokrasi” gelebilir demekten başka bir şey yapmayan, üstelik de gücü ile böbürlenen bir mücadele grubu, bu diktatörlük rejimine koltuk değnekliği yapıyorsa ve bundan geri durmamak için her türlü laf ebeliğini kullanıyorsa ve “demokratik” şurubunu her tarafa akıtarak, sanki gökten “demokrasi” yağıyormuş gibi yapıyorsa, buna bırak komünistleri, sosyalistleri, devrimcileri, buna aklı başında insanlar dahi karşı durmadan edemez!
HDP, bu köylü kurnazlığında sadece bir damladır ve köylü kurnazlığı her taraftadır! Ve herkesi HDP’ye kilitleyerek, eskiler buna, sen de bilirsin ki, “aklını kıçına taktırmak “derler, asıl kurnazlıkları, Öcalan’ın deyimiyle “esas politikayı” gözlerden uzak tutmanın ifadesidir!
HDP, tıpkı diğerleri gibi, bir devlet partisi mislidir; devlet politikasının içindedir! İçindekiler de, bileşenlerini kastediyorum, aynı kumaştandır; istisnalar ise sonucu değiştirmiyor ve mutlaka vardır ama bunca açıklığa rağmen, hâlâ farkında olamıyorlarsa, onların da artık aynı kategoride sayılmaya itiraz hakları olamaz!
Kimse Kürtlerin, Kürt halkının kurtulmasına, bunun için, politik mücadele dâhil, mücadele edilmesine itiraz etmiyor; ama Kürt halkını, kurtulacaksınız ama biraz komün dersi almalısınız ve bunun için de, 12 Eylül faşist rejiminden böyle bir alan kopartmamız için bizim yanımızda olmalısınız, dolayısıyla 12 Eylül rejimine ciddi bir muhalefet yapmamalısınız diyerek(bunun sözle ya da söylemle olması şart değildir) kandırıp, onları da, Türkiyenin işçi ve emekçilerini de bir İslamik-osmanik faşist diktatörlüğün pençelerine atmaya, Kürt ya da Türk, aklı başında hiç kimse razı olmaz.
“Demokrasi” ye dönersek, bunun bir devlet durumu olduğunu ve öyle pek de matah bir şey olmadığını, hangi egemen gücün borusu çalıyorsa, onun demokrasisinin söz konusu olduğunu ve dolayısıyla demokrasi varsa sınıfların, birbirleri ile çatışmalı ya da zıt sınıfların mutlaka olduğunu ve önemli olanın demokrasi değil demokrasisizlik olduğunu; yani devletsizlik, sınıfsızlık, sınıf mücadelesizlik olduğunu hep söyledik, söylüyoruz ve bu, akıl taşıyanlar için çok da zor bir denklem değildir ve eğer bu şartlar söz konusu değilse, demokrasi de, devlet de illa ki olacaktır!
Eğer devlet olmayacak deniyorsa ve yerine aşiret devletleri konuyorsa, devleti ortadan kaldırmış olunmadığını ama böylece halkların, parça pinçik yapılarak, büsbütün güçsüz ve savunmasız bırakılarak, emperyalist kapitalizmin, bu düzeneğin sahibi olan parmakla sayılacak denli azınlık olan büyük büyük zenginlerin topyekün kölesi yapılacağını, haliyle bazılarının emperyalistlerin tetikçisi yapılacağını anlamak da, görmek de zor değildir!
Bu ise, dünyanın topyekün, ortaçağa, feodal düzene sürüklenmiş olmasıdır; tarihi geri sardırmaktır ve bunun işaretlerini, emperyalizm ve tekeller tarih sahnesine çıktığından beri sayısız tarihçi ve araştırmacı bizzat canlı yaşamın üzerindeki ekonomik ve siyasal ilişkilerin açığa çıkardığı gerçekliklerden, emperyalistlerin ideolojik dönüşlerinden, kendi yasallıklarını bile reddetmelerinden, bilimden uzaklaşıp, bin yıllık silaha sarılmalarından vb. bu gibi birçok etmenin bariz görüngüsünden yola çıkarak bulup, çıkarmış ve insanoğlunun önüne koymuştur!
Ve artık emperyalizmin kalemşörleri yanında, içinden çıkan çatlak sesleri de, tarihin nesnel akışını tersine bükmeye çalışan bu gidişatı açık ve net cümlelerle ortaya koymaktadırlar! Birinciler egemen sınıfları ikna etmek için, ikinciler bu gidişattan daha çok pay almak isteyen, ya da paylarını garanti etmek isteyen egemen sınıfların üyelerinin temsilcileri olarak çabalamaktadırlar!
İşte Öcalan’ın, demokratik cumhuriyetten, “demokratik” komün’e, “demokratik” özerkliğe dönüş yapması; bunu yaparken Marx’ı ve sosyalizmi aşması, sosyalizmin DNA’sını değiştirmeye çalışması, aynı anda da hem sınıflar üstü, hem de dinsel alanlara kucak açması, bu gidişatın içindeki emperyalist yenidünya treninde yer kapmak istemenin ifadesinden başka bir şey değildir!
Ve bundan, belki dün biraz hoşnut olmayan vardı ama artık bu konsensüs de sağlanmış ve egemen sınıfların hemen hemen hepsi hoşnuttur ve hatta yerinde duramamaktadırlar; Newroz ateşinin üzerinden atlarken zevkten dört köşe olmaktadırlar ve şimdi bütün tekeller, oligarklar, bu bakir sömürü alanına akın etmektedirler ve bu sömürü, eninde sonunda tekelci bir sömürü çarkı yaratacaktır ki Öcalan bunda da hayal peşindedir, çünkü omuzlarındaki tüfengin de kaynağında ekonomi vardır, üretim ilişkisi ne ise bölüşüm de aynı temelde olacağından, yani üretim araçlarına kim sahipse onun şartları geçerli olacağından, vaad ettiği komünal kurtuluş, son tahlilde yoksullukta eşitlik, ekonomik kölelik şartlarında özgürlük sağlamaktan öteye gitmeyecektir!
Yani Öcalan’ın, “Kar ve metalaşmaya dayalı olmayan, kullanım değeri ve demokratik paylaşıma dayalı üretim ve mülkiyet hakkı” vaadi bir kuruntudan, bir hayalden ibarettir!
Bunu Kürt halkının fark etmeden yaşaması ne kadar sürer ki?
Yani bunun sonu hüsrandır ve artık hüsranı Kürt halkının ve diğer halkların değil, onları öyle ya da böyle aldatarak peşine takıp güç kazanarak, bunu pazarlık aracı yapanlar yaşayacaktır!
Bu gün bu topraklar sosyalizme gebedir, bu sessizlik ve miskinlik kimseyi aldatmamalı, bu sessizliğe ve miskinliğe rağmen, nerden uç vereceği bilinmeyen ama aniden bir derin yara açan gelişmelere baksın yürekleri kararanlar, ama elbette bu miskinlik de bir nesnel olgudur; işte bu nedenle bu miskinliği artırıcı sinsiliklerden uzak durmak yanında bu eğilimlere ve dayatmalara karşı mücadele etmek gerekir! Ve işte bu nesnel gerçekliğin işareti de bu yöndedir ki bu topraklara sosyalizm halkçı temeldeki bir devrimle gelecektir!
Bu nedenle de Kürt emekçi halkının ve Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin devrimcisizleştirilme çabalarına karşı, sinsi popülizmlere karşı, halkçı-devrimci bir yaklaşımın güç haline getirilmesi gerekmektedir!
Bu ise Kürtlerin vesayetini değil, Kürt ve Türk emekçilerinin ittifakını bu temelin merkezine koymayı zorunlu kılmaktadır; tarihin hareketi bu yöndeki bir zorunlulukla örtüşmektedir!
Bu da Kürt ve Türk devrimcilerinin önüne, ilerici-devrimci Kürtlerle, ilerici-devrimci Türklerin birliğini sağlama görevini koymaktadır!
Çünkü bu topraklarda seyreden sınıf mücadelesi, eninde sonunda, politik bir kalkışmaya neden olmayacak şekilde üzeri örtülmeye ve örtülemezse iç savaşa, o da olmazsa dış savaşa yönelerek söndürülmeye çalışılacaktır ki burada en önemli araçları bin yıllık silahları olacaktır!
Öyleyse tarihin mantığının işareti, İlerici-devrimci Kürt-Türk birliği ile Gerici Kürt-Türk ittifakının, İslamik-Osmanik –faşist diktatörlük cumhuriyeti kurmak ile bir emekçi cumhuriyet kurmak karşıtlığında, karşı karşıya geleceği bir iç savaşı göstermektedir!
Dolayısıyla halkçı temelde bir sosyalist devrimin ki çapının bölgesel olarak açılıp saçılacağı da su götürmez olan bir devrimin embriyon hali hızla büyümektedir!
Bunu göremeyenin, görmek istemeyenin gücü, kaçınılmaz olarak ya kendisinden kopacak, asıl eksenine yönelecek, ya da gerici ittifakın eksenine eklemlenecektir!
Dolayısıyla artık en büyük doğrulayıcı olan tarihin, pratiğin doğrulayıcılığının kendini göstereceği tarihsel koşulların ön gününde yaşıyoruz ve bu, kimsenin, kimseyi, gerçeklerin canlı canlı kendini gösterdiği bu pratikte hayallerle, varsayımlarla kandıramayacağının işaretidir!
Sevgili BORGA, umarım dersimi beğenmişsindir ve umursarsın; çünkü bu ders, tarihin mantığı ile senkronizedir; bu kez tarihe yine not düşerken, aynı zamanda tarihin mantığını haberleştirerek ulaklık görevimi de yerine getirdim!
Fikret Uzun
07-Haziran-2014

Hiç yorum yok: