4 Haziran 2014 Çarşamba

KARANLIĞIN İÇİNE GİRENLER KARANLIK GÜÇLERCE ARAMIZDAN ALINANLARIN HESABINI SORAMAZLAR



KARANLIĞIN İÇİNE GİRENLER KARANLIK GÜÇLERCE ARAMIZDAN ALINANLARIN HESABINI SORAMAZLAR
Sevgili CHE, dediğin gibi oldu, alıntılamaya gerek duymadın ve ayrı dillerin üzerinde tepindiğimizi sessizliğinle kanıtladın; oysa mesele ayrı dil değil, ayrı gerçekliktir; daha doğrusu meseleyi ayrı dile indiren sensin (sizsiniz) ve senin gerçekliğinde bir mahkûmiyetin ifadesi var ve benim resmettiğim gerçeklikleri görmemeyi de içeriyor; göremezsin ve aslında gördüğünü kelimelerinin arasına sıkıştırarak gösterirsin; gösteriyorsun demek istiyorum; görebilenlere tabii!
Merak etme ben görüyorum ve emin ol sen ve sizler de göreceksiniz; çünkü benim gösterdiğim gerçeklik maddeden geliyor; Öcalan’ınki gibi maddeden özerk değil demek istiyorum.
Ve ben ayrı dilden değil aynı dilden yanayım; devletsiz olmak, sınıfsız olmak, sınıf kavgasız olmak ayrı dil olmayı otomatik olarak ortadan kaldırır ve dili bir ve aynı yapar; bu nedenle devleti reddederken, sınıf yerine merkeze insanı koyarken ki siz bunu bile aşmışsınız, şimdi bir de ümmeti keşfettiniz, ayrı dilden, ayrı halktan, ayrı milletten ilanihayet vazgeçmemek için bin dereden su getiriyorsunuz!
Oysa biz, genel olarak devlete, özel olarak ulus devlete, sınıfın ve ulusun gelişmesini ve formasyonunu tamamlaması ve kendisi ile birlikte ortadan kalkmalarının şartlarına ulaşılmasının garantilenmesi çerçevesinde bakıyoruz ve bu çerçevede sınıf ortadan kalkacaksa ulusun da ortadan kalkacağına ve istesek de istemesek de merkezde insan olmuş insanın kalacağına inanıyoruz!
Aslında uzun uzun dizdiğim cümleler dar pencerelere dinamittir; genişletiyorum ama dediğim gibi, ne kadar genişletsem ortada bir mahkûmiyet varsa darlık bozulmuyor; dar pencerelerinize aşkla bağlı gibisiniz!
Evet, bak ne güzel söylüyorsun ve çok doğrudur, aslında şarampolden kurtulmak için dipsiz bir çukura koşuyorsunuz; Kürt halkını koşturuyorsunuz demek istiyorum; ama Kürt halkı bir kere dipsiz kuyuları görmüştür; gösterenler şimdilerde gösterdiklerinin üzerini örtseler de bu görülmüştür ve Anter’i anmışsın, ne iyi etmişsin ve artık Musa Anter yok ama sen ve sizler onun ne için öldürüldüğünü bir kez bile sormamışsınızdır; sorsanız da önünüze konan cevaba fit olmuşsunuzdur; Musa Anter bu günleri görse idi, sadece “O, dağdan öylesine konuşur” demezdi “ Kürt halkını uçuruma götürüyor ve götürüyorsunuz ” derdi!
İşte bunu diyemesin diye bu dünyadan ve aramızdan alındı; artık ne o bizi görebilir ne de biz onu görebiliriz ve ne ona bir şey sorabiliriz, ne de o bize “uçuruma gitmeyin” diyebilir!
Ama daha önce dedikleri, bu gün bunu diyeceğinin kanıtıdır! Musa henüz Kürtlerin “Kürt vardır” demekten korktukları bir zamanda, Türkiye’de “Kürt vardır” diyen ve anında kapatılan TİP’te Kürt halkının ulusal kurtuluşu yanında Türkiye’nin işçi sınıfının ve emekçilerinin sosyalist bir devrimle kurtuluşu için önde idi!
Öcalan ve arkadaşlarının, adını ne koyalım ne koyalım parti mi olsun, o mu bu mu olsun diye teati yaparak sonunda İŞÇİ PARTİSİ koymaları tesadüf değildir; işte bu nedenle “geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler “ diyoruz ve “tez oradan çıkmalılar” diye ekliyoruz!
İşte Musa Anter bunun için aramızdan alındı! Tıpkı Fransa’daki katliamda olduğu gibi! Ama sen bunu görmemeye mahkûmsun, öyle anlaşılıyor!
Ve işte biz bu nedenle “devrimcisizleştirmek”ten söz ediyoruz! Gözlerinizin içine sokuyoruz ama gene de görmemek için bin dereden su getiriyorsunuz!
Musa Anter, belki de Öcalan’ın inmediği misli Kürt halkının derinliklerine inmişti; hem yüreklerine hem akıllarına girmişti! Velhasıl Musa Anter’i ve onun gibileri, Kürtler bugün girdikleri karanlığa kolay girsinler diye aramızdan çekip aldılar, çünkü Musa ve onun gibileri, kendilerini Kürt halkına ve devrimine adadıkları için, Kürt halkının sevgilisi oldukları için vurdular; karanlık güçler, onları, sevgilisi oldukları Kürt halkını bir karanlığa hapsetmeyi kolaylaştırmak için vurdular!
Karanlık diyoruz, karanlığı giyinmiş güçler böyledirler, her yerde ve her zaman umduklarını ararlar ve bulmak isterler; bulamazlarsa aramızdan alırlar; işte Musa Anter’i bu nedenle aramızdan aldılar!
Umduklarını bulduklarına ise yürü ya kulum, karanlık önündedir yollu önlerine halı sererek karanlığa davet ederler!
Pek diyalektiktir; karanlık varsa aydınlık da vardır ve tersi de doğrudur; aydınlık varsa karanlık hareket halindedir ve aydınlığa hücum ile karanlığı çoğaltmak temel politikadır!
İşte Musa Anter, karanlığa koşmuyordu, bütün aydınlığıyla karanlığa saldırıyordu; Kürt halkının karanlığın aynasında kör olmasını değil, aydınlığın aynasında, yön vereceği kaderini, geleceğini görmesini istiyordu; karanlık güçlerin umdukları bu değildi ve umduklarına model olsun diye Musa’yı karanlığa çekip vurdular!
Onları, Musaları, kimse önder ilan etmedi, Kürt halkının sevgilisi ilan etmedi, Kürt devrimine adanmış olduklarını ilan etmedi, hatta bu konuda tek kelime edilmedi ama onlar, hep Kürt halkının aklında ve yüreğinde bu idiler ve budurlar!
Onların yerine, ilan da edilse, dayatılsa da, akıllara kakılsa da artık kimse geçemez, geçemeyecek! Bunun için, onlar gibi olmak gerekir ve onlar gibi olanları yüksek tutmak gerekir ve dahi onları yüksek tutanları yüksek tutmak gerekir; sözle değil, özle ve fiziki olarak ve elbette bu, susarak da olmaz, sükût altındır diyerek de olmaz!
Takrir-i sükûn zamanından beri sükûtu altın yapmak için uğraştılar ve hâlâ uğraşılan budur ki sükût,  sınıf barışının, ümmet toplumunun ve en sonu insanın ve daha çok sınıfın ümmileştirilmesinin ifadesidir!
Devrimcisizleştirmek ve karanlıkta ikbal aramak ve aratmak, bu sükûnetin, bu sükûtun hareket halinde olmasının ifadesidir; hareket halindeki bu karanlık mekanizmaları “sol” renkle kafalara kakmak ise en sinsi ve en büyük ihanettir; tarihe çoktandır kaydediyorum ve hep silmeye çalışıyorsunuz. Mahkûmiyetiniz bu yöndedir!
Sadece siz mi? Elbette değil ve size yergi taşları fırlatanların pek çoğu da bunun içindedir!
Velhasıl hepsi birden, farkında olanı olmayanı, karanlığın aynasında kör dövüşü yapmakta ve dar penceresini korumaya çalışmaktadır! Bunlar, bu cümleler, sessizliğine cevaptır, neden sessizsin buna işaret etmek içindir; her yerde “devrim” ve “devrimcilik” görüp, “devrimcisizleştirme”nin temel politika olduğunu görmemenizin ilginçliğine işaret etmek içindir!
Ve son olarak omzunda tüfeng taşımanın değil, onun kime doğrultulmuş olduğunun önemli olduğunu ve daha da önemlisi, doğru düşüncenin, maddeden gelen düşüncenin, omuzda taşınan ve üstelik yönünü şaşırmış tüfengten çok daha fazla önemli, etkili ve belirleyici olduğunu hatırlatmak içindir; düşünceler karanlık ise, karanlığa hapsedilmiş ise, aydınlığa çıkmıyor ise, tüfeng taşınsa ne olur, taşınmasa ne olur demek istiyorum!
Ve ayrıca, bu cümleleri, anlamamaya mahkûm bir halinin de olduğunu yüzüne kalın harflerle vurmak için dizdiğimi de hatırlamanı istiyorum!
Benim liderliğe, önderliğe ve elbette devrimci müdahaleye, iradeye itirazım yoktur!
Sizin buna sonsuz ve hırçın itirazlarınız olduğu halde, bunu bir mekanizma olarak ve fetişleştirerek dayatmış olmanıza dikkat çekiyorum; despotun da, deccalin de, canavarın da son tahlilde iyisi kötüsü yoktur, bunu biliyoruz ve hepsinin başlangıçta ve daha çok da ortaya çıkmadan önce sevimli olduklarını ama eninde sonunda bir mesihe ihtiyaç duyulduğunu ki mesihe de son tahlilde bu canavarı, deccalı, despotu yenip, yerine yenisini ama sevimli suretinde koymak için ihtiyaç duyulduğunu; başka ifadeyle bin yıl sürecek bir sükûnet iklimini kurmak için olduğunu işaret ediyorum!
Daha da açmak gerekirse, mesihe, ezilen ve sömürülen hiçbir kavmin, hiçbir toplumun, hiçbir sınıfın ihtiyacı olmadığını; tam tersine mesihin, ezen ve sömürenlerin yarattığı ve dayattığı bir yüce kurtarıcı olduğunu ki son tahlilde ezen ve sömürenler için lazım gelen çok uzun zaman sürecek bir sessizliğe, sükûnete olan ihtiyacın ifadesi olduğunu vurguluyorum!
Yani dayatılan bir “önderlik” de eninde sonunda bir canavarın, bir deccalin, bir despotun embriyon halidir, sevimli halidir demek istiyorum!
Hepsi bir devlet halinin ifadesidir ve devlet, ortadan kaldırılmak üzere kullanılmak için tutulursa sevimliliğinden bir şey kaybetmez diyorum ve ortadan kaldırılmasına kendisi de itiraz etmez diyorum! Öyleyse gökten inecek veya yerden bitecek bir mesihe olan ihtiyacın da kendiliğinden ortadan kalkacağına işaret ediyorum!
Mesihin, insanlığından uzaklaşmış olduğunun farkında olan ve kendisi ile birlikte, bu uzaklığın içinde yüzen insanlığı kendine, aslına, insanlığına döndürmek için, devrimcileştiren eylemi ile toplumsallaşmış ve toplumsallaştırmak için umutla ve iyimserlikle çaba sarf eden insan olduğunu; ama ondan önce, bu insanlıktan uzak haliyle kendi kendisinin ve insanlığın mesihi olarak tarih sahnesine çıkacağını ve daha öncekilerde olduğu gibi, barbarlığı barbarlıkla yenmek zorunda kalacağını; ancak bundan sonra aslına dönmüş insanlığın kapılarının açılacağını ve ancak bundan sonra devlet olsun, önder olsun, despot olsun, deccal olsun ve elbette sınıfın da ulusun da, hepsinin birden varlık nedeninin ortadan kalkacağını ve geriye bir tek insanlığına dönmüş insanın kalacağını hatırlatıyorum. Bunun, insanlıktan uzak ve insanlığa düşman olanların egemen olduğu bir dünyada, onlardan bu egemenliği, haliyle onlar gibi insanlıktan uzaklaştırılmış insanlar tarafından alınmadıkça ve insanlığa dönülmesinin kapılarının açılmasının garantilenmediği müddetçe mümkün olmadığını ısrarla hatırlatıyorum!
İşte bu nedenle insanlığın karanlığa değil, aydınlığa ihtiyacı vardır; mesih de, önder de, devlet de aydınlıkta sevimlidir ve karanlıkta hepsi eninde sonunda, deccaldir, canavardır!
İşte bu nedenle karanlık güçler çağırıyorlarsa kendi mesihlerini çağırmaktadırlar ve mesihleri, aydınlık iklimlerde hiçbir zaman gökten inemezler ve yerden bitemezler; dolayısıyla dünyayı topyekün karanlığa mahkûm etmeye çalışmaları bundandır!
Çünkü deccal aydınlığın canavarı, mesih ise karanlığın sevimlisidir ve son tahlilde ikisi bir ve aynıdır!
Musa Anter mi?
Kimseye mesih olarak görünmedi ve kimse onu mesih olarak görmedi ama Kürt halkının aklına ve yüreğine girmiş idi; Kürt halkına mesihin de deccalin de adresini gösteriyordu; işte bu yüzden onda umduklarını bulamayan veya umduklarının tersini bulan karanlık güçler, karanlığın sevimlilerinin ve aydınlığın canavarlarının ürkmemeleri için ve gökten inmekten ya da yerden bitmekten vazgeçmemeleri için karanlığa çekilerek aramızdan alındı!
Onu ve onları aramızdan alan karanlık güçlerle dans ederek ne onun ne de onların hesabı sorulabilir ve dahi ne de yenilerinin karanlığa çekilip aramızdan alınmasının önüne geçilebilir!
Ve son tahlilde karanlığın içine girenler de aramızdan ayrılmışlardır; alınmışlardır demek istiyorum ve bunlar, karanlık güçlerden, aramızdan alınanların hesabını soramazlar, diyerek aklımızın, belleğimizin ve yüreğimizin ihtiyacı olan derslere başlamak üzere bitiriyorum!
Fikret Uzun
04-Haziran-2014

Hiç yorum yok: