8 Haziran 2014 Pazar

DEVLET BİR DÜDÜKLÜ TENCERE MİDİR PEKİ HANİ BUNUN SAHİBİ



DEVLET BİR DÜDÜKLÜ TENCERE MİDİR  PEKİ HANİ BUNUN SAHİBİ
Çok anlattım ve hep ya susarak, ya tartışmaktan kaçarak, ya da yarım doğrularla işi kotarmaya çalışarak anlattıklarımın doğruluğunu, maddeden bağımsız olmadığını, karşılığı olmayan bir ütopya olmadığını teyid ettiniz!
Ve üstüne üstlük her seferinde merdi kıptinin durumuna düştünüz!
Şimdi gene aynısını yapıyorsun; bir sürü boş beleş lakırdı; hangi ucu hangi uca denk gelecek belli değil, ama maksat HDP propagandası ve “buna mercek tutanların elini-kolunu-dilini bağlayabilirsek, daha rahat propaganda ederiz” yaklaşımı!
Bağlayabildiniz mi? Hiç sanmıyorum ve siz de sanmıyorsunuz!
“Mesela Halkların Kongreleşmesine ulak arkadaş neden itiraz ediyor, bunu açıklayamaz”mış!
Peki, onca açıkladıklarım nedir, yemek tarifi mi?
Peki, politik tarafına değil de hangi tarafına değineceğim, hem bir ideolojiniz kalmamış, hem de siz kendiniz demiyor musunuz, “artık dank etti, tövbeye geldik, “demokratik” siyaset yapacağız, ne olur buna imkân verin” diye?
Hani derler ya çocuktan al haberi diye, Devrim 02 alınmasın, özetlemiş durumu, “Öcalan silahlı mücadelenin yerini siyasi bir mücadele alması için devletten ricada bulunmuş ve bu konuda devlet ikna olmuş. Bundan dolayı savaş durmuş. Devlet operasyon yapmamakta imiş. Bunun karşılığında PKK de eylem yapmamakta imiş. Sadece Karakol yapımları olduğunda halk gidip engellemekte imiş. Bu arada KCK tutsaklarının çoğu serbest bırakılmış.”
Yani istediğiniz imkân verilmiş işte öyleyse çok anlayışlı bir devlet ile karşı karşıyasınız; öyleyse ne diye devlet deccaldır, şudur, budur diye yakınıp duruyorsunuz?
Türkiye devrimci hareketi ile uğraşmanıza ne gerek var; yoksa politik değil de yalnızca insaniyet namına mı uğraşıyorsunuz?
Hem zaten “Dev-Yol örneği ya da yolu, PKK devrimciliği karşısında, devletin kabuğuna yapışmaktır. Bunlara küçük-burjuva reformizmi, radikalizmi veya bambaşka isimler de verilebilir. Bunlar ayrı, ancak şu açık: PKK’ye kesinlikle dürüst yaklaşmadılar.” Diyen de siz değil mi idiniz; ne yapacaksınız bu dürüst olmayan ve devletin kabuğuna yapışan devrimcileri?
Hem gene siz demiyor mu idiniz, “Devlet, ’PKK geride kalsın, siyasileşsin‘ diyor. Bu, ’PKK çözülsün, bitsin demektir.’ Bu esas politikadır. Diğerleri bu esas politikaya başka yollardan yaklaşıyorlar.”
Peki öyleyse, şimdi nereden çıktı bu “demokratik” siyaset merakı?
“Cepheden saldıranları da, Soldan hücuma geçenleri” de net olarak mahkûm etmiştiniz; yani, “PKK’nin bütün eylemleri aşırıdır’ diye saldıranlarla, PKK’yi yeteri ölçüde devrimci ya da solcu bulmayanları” bir güzel tarihe not düşmüş ve mahkûm etmiştiniz işte; şimdi neden bunların peşinde koşuyorsunuz, ille de çatımızın altına gelsinler diye?
Dün “Hepsinde eksik olan” bu gün tamamlandı mı yani?
Yani, dün yapamadıkları ‘Kürdistan Devrimi’ ve ‘PKK değerlendirmesi’ni bugün yapıyorlar mı da peşlerine düştünüz, yoksa siz mi onların tarafına geçtiniz?
Sahi siz Kürdistan devriminden çoktan vazgeçmiştiniz değil mi?
Ve kongreleşme politikanın içinde değil mi? Kongre bir filozoflar yarışması mı?
Ve ne de güzel teşhis koymuşsun, bravo, bak bu benim aklıma gelmemişti; kronik hastalık öyle mi? Yani güç olmadan politika yapmak, dolayısıyla eleştiri veya itiraz yöneltmek, bu kronik hastalık öyle mi?
Oysa gözlerin ve kulakların sımsıkı kapalı gezmesen sen de görecek ve duyacaksın ki, politika güç biriktirme, karşı tarafın güçlerini dağıtma, onu silahsız bırakma ve biriktirdiği gücü karşı tarafa yönlendirme sanatıdır!
Ama siz teslimiyet batağına öyle bir batmışsınız ki, ancak elde güç var ise, o zaman politika yapılabileceğini hayal ediyorsunuz; edin edin de, bunu bize niye dayatıyorsunuz?
Yani, siz şimdi güç olduğunuz için mi demokratik politikaya yöneldiniz? Ondan önce politika yapmıyor muydunuz? Savaşın politikanın şiddet yoluyla devam etmesi demek olduğunu da mı unuttunuz ve bir daha hatırlamamaya mı karar verdiniz?
“Parti hareketimizin çıkışında, en önemli iki etkenden biri Vietnam Devrimi, bir diğeri ise, Türkiye Devrimci Gençlik Hareketidir.” Derken gücünüzün zirvesinde miydiniz?
Yani siz hem ne dediğinizi hem de ne yaptığınızı bilmiyorsunuz!
Bak işte burada aklıma geldi, hani diyorsun ya, “güç olmadan politika yapmak bu toprakların sosyalistlerinin/komünistlerinin kronik hastalığı” imiş ya, on yedi Şubat devrimini haber alır almaz Rusya’ya dönen Lenin’le de boş beleş konuşuyor diye gırgır geçmişlerdi; ama gırgırın hasını önceki şubat devrimi öncesi yapıyorlardı; ama sen bunları bilirsin değil mi? Bilirsin bilirsin de sonucu, hâlâ köy komünlerinde takılı kaldığın için unutmayı tercih ediyorsun!
Neyse bak şimdi ben sana başka bir şey anlatacağım, iyi dinlemelisin; üstelik beleş yazdığım için, okuyana da beleş!
Sevgili BORGA, asıl sorun ağaların ve şeyhlerin yıkılmasıdır; egemen sınıflar, birincisi, Kürt coğrafyasında ağalar ve şeyhler olmadıkça; ikincisi, imam hatipler olmadıkça Türkiye’yi yönetemeyeceğini ve fabrikada sükûnetini, sınıf barışını sağlayamayacağını düşünüyordu ve artık düşünecek bir şeyleri kalmamıştır!
TİP, uzun yıllar oldu, düzenledikleri Doğu Mitinglerinde “Kürt halkı vardır” derken, Kürtleri yükseltmeye çalışıyordu ve anında kapatıldı; yanlış hatırlamıyorsam, şimdi HDP’nin danışma kurulunda olan Tarık Ziya Ekinci de o mitinglerde vardı; bundan yıllar sonra Öcalan da Kürtleri aşağıda bularak yükseltmeye çalışıyor ve TİP’i sürdürüyordu!
Peki, ne oldu, Kürt halkı yükseldi ama irtica daha fazla yükseldi ve şimdi Öcalan Kürt halkını yükseltmekle değil, hayalleri bir yana, irtica ile de dans etmekle meşguldür!
Ama Öcalan dün şu soruyu soruyordu, bir süredir senin de dilindedir, “Peki elinde geriye ne kaldı?” ve cevaplıyordu; Diğerleri yanında, "sosyalizm maskeli sosyal-Şoven grupların safları bulandırmasının da etkisizleştirildiği gören ve bu silahlar ile artık PKK’yle savaşamayacağını anlayan 12 Eylül rejiminin, elinde kala kala, tekrar eski silah kalmıştı! Bin yıllık saldırı silahına tekrar sıra gelmişti."
Öcalan bunu söylüyordu ve şöyle ekliyordu;
"Kürt toplumunun geri özellikleri, mezhepler, tarikatlar eliyle çok yönlü parçalanmışlığı sonucu,’ din silahını bir kez daha kullanalım’ dediler. Zaten Özal tarikatçılığı, Evren dinciliği, boşuna değildir. Böylelikle yayılmak, Türklüğe atılım kazandırılmak isteniyor. Bu, eski ideolojik silaha sarılma anlamına geliyor. Bu konuda özellikle Suudi’nin mali desteği alındı. Batman, Diyarbakır, Urfa, Silvan gibi yerleşim merkezleri ve önemli Kürt şehirleri, tarikat yuvaları ile dolduruldu."
Şimdi, popülizmde sınır tanımıyor, ümmet toplumunu sosyalizm ile özdeşleştirecek kadar ileri gitmiştir!
Bu gün Kürt aydınlarının hemen hepsinde irtica ile flört, en başat ilke halindedir! İlk dansın tasfiye ettiği TKP’nin son genel sekreteri olan Nabi Yağcı’ya ait; belki yeni mürtecilik onunla başlamamıştır ama onunla popüler olmuştur; olduğunu biliyoruz ve şimdi Nabi’nin boşluğunu doldurmayı politika sayanların, Öcalan’a iltica ettiklerini görebiliyoruz!
Yerindedir! Uygun ve kaçınılmazdır demek istiyorum!
Hepsi, bilimsel, demokratik ve ümmet toplumuna sahip bir sosyalizm aşkı içindir!
Ancak bunlar, devlet bu türü istediği için bu kadar heyecanlı bir şekilde irtica ile dansa tutuşmuşlardır!
Ama garip olan, en çok onlardan “devlet deccaldır” haykırışı yükselmektedir!
Öyleyse doğru yoldadırlar; devletin yolundadırlar demek istiyorum! Artık devletin “ulus-devlet”i yıkıp, irticai bir devlet yapılanması ile ümmet toplumunu kurmak istediğini görebiliyoruz ve yakınlıkları buradan geliyor! Ne tesadüf diyemiyoruz!
Devlet deccalmış! Ya bu devletin sahipleri, egemen sınıflar, sermayedarlar, büyük büyük zenginler ve onlarla bin bir bağ ile bağlı ağalar, beyler, şeyhler?
Bunlar melaike midir?
Peki BORGA kardeşim, devlet bir düdüklü tencere midir ki düdüğü bozulunca düdüğüne kızıp tencereyi değiştirelim ve mümkünse düdüksüz olanı alalım? Ya da hiç almayalım, toprak kaplarla idare edelim?
Peki ya sahipleri ne olacak? "Tenceremi değiştirtmem" derse ne yapacağız? Burada insiyatif devlette mi, yoksa ona egemen olanlarda mı, ona sahip olanlarda mı?
Devlet, onu ortadan kaldırmayı hedeflemedikçe, hep ona sahip olanların, ona egemen olanların düdüğünü çalacaktır ve giderek düdüğü bozulacak ama sahipleri çaldırmaya devam edecektir; yani mesele düdükte değil, düdüğün kimin elinde olduğundadır!
Sosyalistler ise düdüğü çalmayan, bozuk tencereyi hiç beklemeden değiştirirler; hatta değiştirmeden önce, biri gelip bu bozuk düdüklü tencereyi kullanmasın diye, onu parçalarlar ve çöpe atarlar; yerine daha yeni ve daha emin öten tencereyi koyarlar ve bunu yaparken de bu tencerenin de eninde sonunda miadını dolduracağını ve en sonu ona artık ihtiyaç kalmayacağını bilerek, buna inanarak ve bunun için hazırlık yaparak hareket ederler!
Yani, düdüğü de kendisi de bozuk diye onu parçalayıp, artık kullanmayalım demezler; çünkü henüz o olmadan olmayacak bir zamanda olduklarını bilirler ama ona aşkla da bağlanmazlar ve ondan kurtulmak için onunla olmasa da olacak olan koşulları yaratmaya çalışırlar ki bunun için en çok kullandıkları, bu tencere olacaktır; ama bu tencere, önceki sahiplerinin elinden alınıp, tamir edilen bir tencere olmayacak, yepyeni bir tencere olacaktır!
Hepsi bu ve bu basit denklemi anlamamak için ancak tarih öncesinde yaşamak veya tarih öncesinin öğretilmiş düşüncelerine aşkla bağlı olmak gerekmektedir!
İşte şimdi tam buradayız ve artık Kürt ve Türk aydıncıkları, hatta “komünist” etiketli azap zebanileri, “devletsiz bir ümmet devletinin”, “en bilimsel sosyalizm“ olduğunu vaaz edebilmektedirler!
Ve bunu bir kere eleştirip, bunun yanlış olduğunu söyleyenlere artık, dün olduğu gibi, hemen yafta yapıştırmıyorlar, “az bekle araştırıp sana döneceğim, seni ikna edeceğim” diye karşılık veriyorlar!
Döndüklerinde, “yanlış değilmiş; bunu vaaz edene sordum, yanlış olmadığını söyledi” yollu cevap veriyorlar ve hala eleştirirsen, “uzatma artık, uzatırsan, bizim için Kürt düşmanı ve Kürtlerin özgürlüğünü istemeyen olursun” diyorlar!
“Demokrasi” anlayışları budur ve pek “demokratik “olmaları buradan geliyor; daha doğrusu her yere “demokratik-demokratik” bakan gözleri, demokrasinin zerresini bırakmayan 12 Eylül faşist diktatörlüğüne şaşı bakmaktadır!
Demek ki neymiş?
Devlet düdüğü bozulmuş bir düdüklü tencere değildir; diyelim ki öyle, mesele onu atıp toprak kaplar kullanmak değildir; onu atacaksak, ondan daha yeni ve daha emin ve daha işlevli olanını kullanmak için atmaktır!
Devamını zaten biliyorsunuz!
Ama ne dediğinizi hâlâ bilmiyorsunuz; hem “bütün devletler deccaldır” yollu, bu düdüğü bozuk tencereyi atalım, onsuz yapalım diyorsunuz; hem de içinde “demokrasi” şurubu kaynatarak tencerenin düdüğünü tamir edebileceğinizi vaaz ediyorsunuz!
Buna düpedüz mızıkçılık denmezse ne denir?
Ben başka türlü diyorum BORGA kardeşim, yani "kronik hastalık" demiyorum, yanılgı değiştirme hastalığı diyorum ve farkında mısınız bilmiyorum ama bu hastalık sizdedir!
Ne diyordunuz, dürüst yaklaşmıyorlar; peki siz yaklaşıyor musunuz? Bilimsel-demokratik sosyalizm öyle mi? Devlet deccal öyle mi?
Bir süre önce bu tartışmada Quarter çok dikkat çekici bir iğneleme yapmıştı ama kimsenin canı yanmamıştı, olabilir gözden kaçmıştır, ama benimkilerden kaçmaz ve şimdi hatırlatıyorum; Quarter HDP programının en sevdiği bölümünün “sosyalizm” den söz eden sayfası olduğunu ifade etmişti! Pek anlaşamayız ama bu vesile ile hakkını vermeliyim ve kutlamalıyım, borcumdu ama tartışmaya dâhil olmak istemiyordum, bu gün vesile oldu, teşekkür borcumu ödemiş oluyorum!
O zaman bakmıştım, HDP’nin programında ne “sosyalizm” sözcüğü, ne de “devrim” sözcüğü yer almaktadır! Ayrıca, işçi ile sınıfı yan yana koyabilmişler ama mücadele ile sınıfı yan yana koymaktan özenle kaçınmışlar! Devrimden ise inadına korktukları çok net olarak görülüyor!
Öyleyse, dün Öcalan’ın mahkûm ettiklerinin bu gün neden peşinde koştuğunuzun kıymet-i harbiyesi anlaşılmıyor mu? Çünkü birincisi, HDP’nin bu toprakların gerçek devrimcilerini tavlama şansı yoktur; ikincisi, galiba o peşinden koştuklarınızla artık aynı yere düşmüşsünüz !
Daha ne? Biz boşuna mı "geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler "diyoruz?
Fikret Uzun
06-Haziran-2014

Hiç yorum yok: