27 Nisan 2013 Cumartesi

HİZBULLAH AÇILIMI VE ÖCALAN



HİZBULLAH AÇILIMI VE ÖCALAN


Kusura kalma kurban! Cehaletinize laf yetiştirmem mümkün değil; her birinizin iler tutar yanı olmayan, en azından adı "sosyalizm okulu" olan böyle bir foruma yakışmayan (bu arada bunun utancı, bu okulda öğretmenlik yapmış veya mihmandarlık yapmış olanlaradır), sözlerinize ayrı ayrı cevap vermem anlamsız; bununla birlikte, sorularınızın da, itirazlarınızın da cevapları önceki anlatımlarımda mevcuttur, eğer dikkatlice okursanız görmemeniz için hiçbir neden yok. Tabii, tersten okumuyorsanız!
Ancak şu nettir ve hatırlatmalıyım, anlattıklarımda, "İnsanları dini duygularından dolayı rencide etmek, dini değerlerine saygısızlık yapmak” yoktur. Ayrıca “dindar insanları ötekileştirmek” de söz konusu değildir ve aslında tam tersi söz konusudur, yani dindar olmayan insanların ötekileştirildiği apaçık ortadadır. Ve dindar olmamak dinsiz olmak demek değildir. Ayrıca “dinci” olmak ile ”dindar” olmak da aynı şey değildir.
Peki, laisizmi dinsel gericiliğin egemenliği karşısında engel olarak görenler, onu din düşmanı, inanç ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayan ve/veya yasaklayan bir yaklaşım olarak göstererek, laik düşüncede olanları hem dinsiz gösterip, hem de ötekileştirmiş olmuyorlar mı? Kaldı ki, laisizm bu değildir!
Laisizmin özü, kamu işlerine aklı egemen kılmaktır. Laisizmin temeli, toplum yaşamını akıl ilkeleri üzerine kurmaktır. Bu da, sosyalistlerin gericiliğe karşı laisizmin yanında olmasında şaşırtıcı bir yan olmadığını göstermeye Yeter.
Diğer yandan, laik bir düzende insanların dini inançlarına, ibadetlerine saldırı ya da engel yoktur. Dahası, laisizmin din düşmanlığı veya dindar insanları ötekileştirmek olmadığını da apaçık görülmektedir. Laisizmin dinsizlik olduğu yalanına ise gülüp geçmek gerekir! Bu tümüyle dinsel gericiliğin önünde engel olarak gördüğü laisizmi ortadan kaldırmak için uydurduğu yalandır.
Öyleyse, ortada din temelli bir partinin veya tarikatların devlet iktidarına egemen olması durumu varsa, ortada din temelli bir devlet düzeni var demektir ve böyle bir düzenin, laisizme yer vermeyeceği, yani dn temelli devlet düzenine egemen olanların buna izin vermeyeceği açıktır; bunun da sizin gibi cehalette sınır tanımayanların kırık plak gibi tekrarladığı “ötekileştirme” nin dik alası olduğu ve bunun devletin “zor”u ile dayatıldığı apaçık görülmektedir; sonuç olarak, bunun kamu işlerine, aklı değil, dini egemen kılmak demek olduğunu görmek ve anlamak zor değildir!
Öyleyse bunun, tersinden de anlaşılır bir şey olduğu açık değil mi? Yani din temelli politik partilerin laik düzende yeri olmaması da son derece akla yatkın değil mi?
İşte bu karşıtlığın temelinde bilimin insanlığın ilerlemesi ve gelişmesinin, gericilik ile çatışması vardır ve bu çatışma sınıf mücadelesi içindedir ve sınıf mücadelesinin sürdüğü aynı eksen üzerinde yani tarihin ilerleme çizgisi üzerinde cereyan etmektedir!
Eğer gerici ya da dinsel- gerici bir yaklaşımla bakarsak bu ilerleme çizgisini de, üzerinde süren sınıf mücadelesini de anlamamız zordur; hatta kabul etmekten bile uzak kalırız. Oysa gericilik, tarihin ilerleme çizgisi üzerinde cereyan eden ve emek sürecinin açığa çıkardığı çelişkilerin üzerinden yükselen sınıf mücadelesinin, bilimin ve insanlığın gelişimi doğrultusunda ilerlemesinin önünde engel olur; öyleyse sosyalistlerin ilericilerin ve devrimcilerin gericilik ile ittifak yapması değil, ya da bu anlamda halkların dinsel inançlarının kuyruğuna takılmak değil, bu çerçevedeki gelişimlerine, devrimci yönde dönüşümlerine engel olan gerici mekanizmalara ve saldırılara karşı mücadele etmeleri son derece haklıdır ve tekrar ediyorum, bu, dine ve insanların dini inançlarına cepheden veya sinsi bir saldırının ifadesi değildir!
Şimdi ben bunları dedim diye kimin dini inançlarına saygısızlık etmiş oluyorum ya da kimi dininden vazgeçirmeye çalışıyorum? Demek ki dediklerini cehalet dışında başka bir şeyle açıklamak mümkün değildir. Ama eminim, sen hala bozuk plak misli, aynı nakaratı devam ettireceksindir.
Çünkü size göre ki ABD emperyalizminin kendi çaresizliği için yazdığı reçetedir ve siz buna biat etmişsiniz, Kürtleri illa Türkiye’den ayırmak gerekiyor ve gericileştirilmiş, ilkel –milliyetçileştirilmiş, devrimci renkleri budanmış, itaatkâr hale getirilmiş, ümmileştirilmiş, bu hiç önemli görülmüyor; ayrıca Kürtlerin refahı filan da önemli görülmüyor; üstelik Kürtlere ABD emperyalizminin, devlet mevlet koklatmaya niyeti olmasa da fark etmiyor, bir bayrak gölgesi bile Kürtlerin özgür olmasına yeter yaklaşımı hakim kılınmaya çalışılıyor; Kürtler aç da kalsalar, köleleşmiş de olsalar, bir bayrak gölgesi her şeyi çözer! Mantık budur.
Bu mantığın böyle olduğu dün “demokratik cumhuriyet” olan çizginin, bu gün “demokratik özerklik” şeklini almış olması ve artık “statü” denilmesi ile daha da netleşmiştir; bunun anlamı ABD nin “Kürt politikasına” biat etmektir.
Yani burada Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını özgür iradesi ile belirlemesi yoktur! İrade ABD emperyalizmindedir! Öyleyse özgürlük yoktur!
Peki, geldiğimiz noktada,” madem bu forma dünden razı idiniz, onca meşakkata, onca acıya ne gerek vardı? “ diye soranları suçlayabilir misiniz? Diğer yandan, Kürt halkını, ABD emperyalizminin dinci, gerici, ilkel ve itaatkâr bir Kürt devletine mahkûm etmenize, dolayısıyla Kürt halkını ABD emperyalizmine teslim etmenize devrimcileri alet etmenizi, ulusların kaderini tayin hakkı nutukları atmanızı hangi devrimci yutar sanırsınız? Kaldı ki, bu gerici yönelişe ne Kürt ilericileri ve devrimcileri ne de Türk ilericileri ve devrimcileri izin verir!

Ve meselenin senin dediğin gibi olmadığı, yani “Allah’ın olmadığından,” , “dinin yalan olduğunu anlatmak”tan, “Kürtleri bu yönde ikna etmeye çalışmak”tan söz eden olmadığı apaçık ortadadır; senin ifadenle “eğitim seviyesi düşük Kürt halkını, dini değerlerine sövüp sayarak” örgütlemeye çalışan da yok! Buna hiçbir ilerici-devrimci örgüt, devrimci-demokrat örgüt yeltenmez. Ancak buna tersinden, Kürtleri, onların eğitimsizliğinden ve dini inançlarından yararlanarak daha kolay sömürmek ve ümmileştirerek kendisine taban yapmak isteyen gerici - dinci örgütler rahatlıkla yeltenir.

Devrimci örgütlerin bu temelde hareket etmesi ise, Ekim_Arat vurgulamış, popülizm olur!

Eğer dikkatli okusa idin emek sarf edip yazdıklarım dikkatinden kaçmayacaktı.

Böylece halkların saflığı, halkların mutlak temizliği düşüncesinin, Rus Narodnizminden, Rusya Marxizmine ve buradan da Komintern söylemine aktarılan bir doğma olduğunu hatırlattığımı görecektin.
Halkçı olmak, bu doğmadan çıkarak mümkündür, Kürt ulusal hareketi, çıkışında halkçı olduğunu ve popülist olmayan bir konumda olduğunu, ezilen Kürt halkının değerlerinden bir bölümünü yitirmiş olduğu saptamasını yaparak göstermiştir.

Bunları yazdım ve belli ki sen okumamışsın!

Bir de, “devrimcileştirme" nitelemesi var; halka yeni bir biçim ve yükseliş vermeyi anlatıyor. Halkı yeni bir teori, inanç ve kavramlar demetiyle donatmaktan geçiyor. Dolayısıyla devrimcinin işi, halkı değiştirmek ve değiştirirken zenginleştirmektir.

Buradan çıkan sonuç ise popülizm ile devrimciliğin, birbirinin zıddı iki yol olduğudur!

Popülizm, halkın mutlak saf olduğunu kabul ediyor, değiştirmeyi ve zenginleştirmeyi hedeflemiyor.

Oysa halklar, sadece gerçektirler, hem hain, hem kahramandırlar. Hem bozulmuş, hem de yücedirler. Belki de böyle oldukları için bizim dışımızdadırlar ve biz onların içindeyiz.

İşte bu nokta, devrimci olmanın, popülist politikalardan ayrılmak demek olduğunu ve bunun önemini ortaya çıkarıyor.

Yani Kürtlerin Yaklaşık "%50 den fazlasının" kendini ''dindar'' olarak gördüğünden hareketle Kürt ulusal hareketini bu dindarlığın kuyruğuna takmak demek olan popülist yaklaşımın yerine, Kürt halkının devrimcileştirilmesini koymaktan söz ediyoruz ki bu,” dinsizlik” ya da Kürt halkına “dinsizliği aşılamak” değildir. Ama Kürt halkının devrimcisizleştirilmesinin, gericileştirmek demek olduğu çok nettir!

Gericilik, adı üstünde, bilime, insanlığın ilerlemesine, karşıdır. Bu anlamda, dinsel gericilik, bu karşıtlığı daha da kolaylaştırır.
Yine bu anlamda bilimin ilerleme yönünde gelişmesi, insanlığı kadere boyun eğmekten, edilgenlikten kurtarıp, kaderine hükmetmesi için, gericilikle mücadele etmesine, din alanının geriletilmesine olanak sağlar.

Ama bu zor yoluyla hesaplaşmanın ifadesi değildir. Bilimin ve ilerlemenin galip gelerek, din alanının insan bilincindeki tahakkümünü daraltması ve insanın bilincinin özgürleşmesini sağlaması demektir.

Diğer yandan, “İnsanın dinsel olmayan yurttaş (devlet dininden özgür olan birey) ve dinsel özel kişi (dine karşı bir kamu görevi olarak değil, kendi özel işi olarak yaklaşan birey) olarak ayrışmasının siyasal kurtuluş ile hiç de çelişik durumda olmadığı” nettir; buna bağlı olarak, "eğer devlet, dini uygar toplum çerçevesinde kendi kendine bırakarak, kendini devlet dininden kurtarırsa; bireyin de, dine, karşı artık bir kamu işi karşısındaymış gibi davranarak değil ama onu kendi özel işi sayarak, dinden siyasal olarak kurtulacağı” da açıktır.

İşte laisizm buradadır; devletin, dini uygar toplum çerçevesinde kendi kendine bırakması ve devlet dininden kurtulması ve bireyin de dini kamu işi olarak değil, kendi özel işi olarak görmesidir. Burada bireyin dini yasaklanmıyor ama onu devlet dininin siyasal tahakkümünden dolayısıyla gerici tahakkümünden kurtararak kendi özel işi olarak dinini yaşaması açısından özgürleştiriyor.

Bu da, sakin, sabırlı bilimin yasalarına sahip çıkılarak, entelektüel bir tavırla mücadele etmeyi işaret eder.

İlerleme yönündeki gelişmenin merkezinde ise, sınıf savaşı vardır. O nedenle gericiliğe karşı mücadele sınıf mücadelesinden ayrı değildir.
Bunu, daha önce, “Benim Kürtlüğüm, Bedirhan’lara, Barzani’lere (Talabani’lere) hiç benzemez, ben Kürtlüğün bittiği noktada ortaya çıktım. Çünkü ben Kürmanc kesiminden sayılırım ve Kürmancım da; Kürmanc, aşiret bağlarının çözüldüğü, aynı zamanda güçten kuvvetten düşmüş Kürt oluyor. Sanırım buna, aşiret ve serflik ilişkilerinden biraz kopmuş, aile çevresinde de olsa bir emek sürecine girmiş yoksul köylü de diyebiliriz. İşte benim Kürtlüğüm böyle bir tanıma dayanıyor” diyen “önderiniz” Öcalan'ın da böyle ortaya koyduğunu, kendi ve daha önceki ifadelerinden biliyoruz.

Şöyle diyordu,1990lı yılların başında;

"Peki, (sömürgecilerin ve işbirlikçilerinin ) elinde geriye ne kaldı? Tekrar eski silah! Bin yıllık saldırı silahına tekrar sıra geldi. Kürt toplumunun geri özellikleri, mezhepler, tarikatlar eliyle çok yönlü parçalanmışlığı sonucu ‘din silahını bir kez daha kullanalım’ dediler. Zaten Özal tarikatçılığı, Evren’in dinciliği boşuna değildir. Böylelikle yayılmak, Türklüğe atılım kazandırmak isteniyor. Bu, eski ideolojik silaha sarılma, anlamına geliyor."

"Sonuçta bildiğimiz gibi,12 Eylül döneminde tarikatlara olağanüstü ilgi gösterildi. Ve mali destek verildi. Bu konuda, özellikle Suudi’nin desteği alındı. Gördüğümüz gibi, Batman, Diyarbakır, Urfa, Silvan gibi yerleşim merkezleri, önemli Kürt şehirleri, böyle tarikat yuvaları ile dolduruldu. O pansiyonlarda, 7 yaşındaki çocuklara gece gündüz o doğmalar ezberletilerek, kendi ulusal, toplumsal gerçeklerini inkâr ettirmek için ne lazımsa o yapıldı. Bu, tıpkı Osmanlı dönemindeki Yeniçeri Ocakları’nda Hıristiyan çocuklarının Türkleştirilip, Müslümanlaştırılması gibidir. "

Yeterince açık değil mi? Dün dedikleri de açıktır, bu gün dedikleri de açıktır ve Duran Kalkan’lar bu açıklıktan girerek Hizbullah ile İttifak’a kapı açıyorlar, Altan Tan’lar da, S.S.Önderler de, aynı açıklıktan giriyorlar ve buradan devrimci renklerin budanmasına meşruiyet alanı sağlamaya çalışıyorlar, siz de bu alanı, dinsel alana saygı temelinde genişletiyorsunuz.

İttifak böyle gelişiyor. Gerici Kürtler ile gerici Türklerin ittifakının geliştirilmesi böyle yürüyor.

İşte bu nedenle "Kürtler, Türkiye İşçi Partisi (TİP) içindeydiler, özendiler, Kürt İlleri İşçi Partisi’ni, Partiya Karkeran Kurdistan'ı, kurdular ve geldiler geldiler, şimdi emperyalist ABD'nin dayattığı "dost"luğun açtırdığı kapıdan karanlığa girdiler. Hepsi budur ve şimdi esas çocuk yeniden Öcalan'dır." diyoruz ve bunda pek haksız olmadığımızı söylüyoruz! Bu dediğimizin doğruluğu ise açık ve net olarak ve daha da yaygın olarak görülüyor.

Ama sen, senden öncekilerin de tekrarladığı aynı nakaratı, tekrarlıyor ve “dinsizlik” yaftası ile ortalığı bulandırmaya çalışıyorsun.

Bu nedenle buraya kadar aktardıklarım sana yeter ama şimdi bu tartışmayı izleyip laf yetiştirmek, ya da yaftaya boğmak isteyenleri de unutmamak gerek; bu nedenle konumuz Hizbullah ise ve Duran Kalkan artık onunla bir sorun kalmadığını, birlikte hareket edebileceklerini buyurdu ise, dün Öcalan’ın bu konuda dediklerini de bilmek epey zihinlerini açacaktır ama daha önemlisi, sen şimdi en küçük bir söz söyleyeni bile dinsizlikle ya da Kürtlerin dini duygularını hiçe saymakla yaftalıyorsun ya, ol tarihlerde “önderiniz” Öcalan’ın da aynı bakış noktası ile hareket ettiğini senin de görmen gerekir!

Belki sen de elini vicdanının üzerine koyarsın ve aklını da çalıştırırsın da, “geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler” dediğimiz için, mesnetsiz yaftaları kusmak yerine, ne demek istediğimizi anlamaya çalışırsın; pek sanmıyorum ama eğer aklın kendine ait ise ve muhakeme yetini kaybetmedi isen neden olmasın?

İşte Öcalan’ın 90’lı yılların başında yaptığı Hizbullah açılımı; ne değişti de Duran bey, Hizbullah ile ittifaka bile göz kırpıyor acaba bakalım bunu düşünecek kadar muhakeme yeteneğin kalmış mı, göreceğiz?

"Kürtler açısından İslamlık söz konusu olduğunda, Türk İslamlığı ile aynı tespitler söylenemez; Türkler İslamlaşmayı hem uluslaşmanın, hem devletleşmenin en temel silahı olarak geliştirdiler. İslamlığı düşünmeden Balkanlarda, Anadolu’da Türklük düşünülemez. O halde Türk İslamcılığının işgalci, asimilasyonist, yayılmacı karakteri çok açık. Bu, yüz yıldır böyle sürüyor.

Kürtler, ister Arap, ister Acem, ister Türk eliyle olsun, İslamlığı yutulma biçiminde yaşadılar. Yeni bir İslam Kürtlüğü doğmadı. Veya İslamın Kürtleşmesi, Kürt milli rengine bürünmesi sağlanamadı. Bazı tarikatlar, mezhepler var, fakat bunların milli değerleri fazla yoktur. Said-i Nursi, Şeyh Said, değişik tarikatlar, Nakşibendilik benzeri var ama bütün bunların milli bir çerçeveye çıktıklarını söyleyemeyiz. Çünkü hepsi aynı İslami emperyalist ekollerin ajan temsilcileri durumundadırlar. Bir İdris-i Bitlis Nakşidir. Yavuz'un ajanıdır. En son Barzaniler, Nakşidirler; güçlü ajan durumunu ifade ediyorlar.
Şimdi,12 Eylül döneminde, çok güçlü tarikat yardımları oldu.

Desteklendiler. Bizzat devlet tarafından finanse edildiler. Bunun anlamı şu: Kemalizm ideolojik olarak Kürdistan'da tutunamazdı. Hele PKK'nin yükselişi ortamında bir hiçtir. Dolayısıyla büyük bir psikolojik boşluk vardı. Elbette bu boşluğu gördüler ve sistemli bir tarikatlaşmayla doldurmak istediler. İçişleri bakanı Abdulkadir Aksu, Nakşidir ve Nakşi tarikatlarının örgütlenmesi çok güçlüdür. Onu alabildiğince finanse ettiler, güç verdiler. Bu süratle binlerce, on binlerce çocuğu adeta eskiden yeniçerilikte yaptıkları gibi, o zamanlar on binlerce Hıristiyan çocuğu bozup, Türk yayılmacılığı için kullandıkları gibi, şimdi de Kürt çocuklarını da devşirip, öyle devlete hizmet eder hale getirdiler. Bu birinci aşamaydı. Yani kadro derleme aşamasıydı. İşte İmam Hatip Okulları daha önceden vardı, tarikatlar bunun üzerinde bina edildi. En son, bunların hepsinin üzerinde bina edildi. Hizbullahın böyle bir imam hatip, bir tarikatlar geleneği içinde taban bulması var. İlaveten, İran devriminin etkileri gelişiyordu. İran devriminin kendisini yayması bir Kürdistani Hizbullah yaratma durumu vardı. Büyük ihtimalle Türk emniyeti veya istihbaratı, onu da kontrol altına almak için içine girdi.

Kadrosu, yarı yarıya İrani-Türkidir. Hatta yer yer anlaşmalı bir şekilde İran'ın etkisiyle ve bunların baskısıyla birleşmişlerdir. Türk İmam Hatip ve tarikatlar geleneğini Hüzbullahlaştırarak PKK'ye karşı büyük bir saldırı amacına ulaşmak istemiştir. Dolayısıyla kendi Hizbullahını,Türk Hüzbullahı ile birleştirerek, sonuçta PKK'nin, Kemalizmi dıştalaması nedeniyle Kürdistan’da yaratılan boşluğu doldurması için bir ittifaka girmişlerdir.

İkincisi PKK'den çok rahatsız olan işbirlikçi çevreler vardır. Çok geniş bir kesim, PKK'nin darbelediği işbirlikçi kesim, kendisini Hizbullah adı altında yeniden militarize etmek istemiştir. Bunun çok bir sosyal dayanağından da bahsetmek gerekiyor. Şu anda PKK'den en çok zarar görenlerin buna destek ve güç verdiğini biliyoruz. Böylece geleneksel işbirlikçilik, Türk İslami yayılma eğilimi ile İran İslami yayılma eğiliminin üçü el ele vererek Hizbullah denilen, tehlikeli, ajan, işbirlikçi, militarist örgütlenmeyi - buna faşist de, düpedüz kelle avcıları örgütlenmesi de diyebiliriz-ortaya çıkarmışlardır.

BUNUN İÇİNDE DÜRÜST MÜSLÜMANLAR OLABİLİR AMA BUNLAR İSTİSNADIR; İDEOLOJOSİ, ÖRGÜTLENMESİ BU ÇERÇEVEDE OLMUŞTUR.

Hizbullah,70'li yılların MHP'sinin Kürdistanlaşmış biçimidir. Kürdistan Devrimine dayatılan İslami renkte, uluslararası İslami devrim geleneğini de, İran Devrimini de kullanarak biçim değiştirmiş MHP'dir.

İçinde çok güçlü bir polis kolu olduğu açıktır. Ayrıca İran'ın Türkiye'nin belki Suudi'nin eli vardır. Böyle birçok İslami çevrenin çıkar temelindeki bir koalisyonu olduğunu da söyleyebiliriz.
Ancak içinde önemli bir politik kesim olarak, bizzat MHP vardır. Kurucu kesimin önemli oranda MHP kökenli olduğu kanısındayım.

Ulusal kurtuluş savaşımız en önemli ve sonuç alıcı bir döneme giderken, birdenbire "Hizbullah" adında bir oluşum ortaya çıktı. Tarihin gerçekleri ışığında başımıza musallat edilmek istenen bu "Hizbullah" maskesi altındaki oluşum nedir?

Günümüzde çok karmaşık bir durum ortaya çıkmıştır. Reel sosyalizmin çöküşü ile birlikte komünizm hızla gözden düşürülmeye çalışılıyor. Aslında Rus deneyiminin, ne kadar komünist olduğu bugün daha iyi görülüyor, tartışılıyor. Ne zaman komünizmden uzak düşmüştür? Ne zaman emperyalistleşmiştir? Veya emperyalist özellikleri nelerdir? Bunlar tartışılıyor. Ve reel sosyalizm, bugün etkisini yitirmiştir. Özellikle TKP eliyle yaptığı tahribatlar tehlike olmaktan çıkmıştır. Yine, sosyal-şovenizme karşı mücadelenin haklılığı da anlaşılmıştır. Ve bu mücadele başarılmıştır. Dolayısıyla bu kanaldan gelebilecek tehlike artık fazla söz konusu olamaz.

Bu (tehlike) ilkel-milliyetçilik için geçerlidir. KDP'ler biçiminde dayatılan ilkel-milliyetçiliğin MİT ile birleşmiş KDP'cilik olduğunu biliyoruz. Daha 1970'lerde bazı Kürt dernekleri eliyle bu dayatılmak istendi. DDKD, KUK, ÖY vb. bir sürü Kürt grupçuğu eliyle ilkel-milliyetçiliği egemen kılmak istiyor. Fakat Kürdistan devriminde ilkel -milliyetçilik teşhir ve tecrit edilmiştir.

Bunların çok çeşitli fraksiyonları çıktı. Ama en temel güçleri yine de Barzani-Talabani'ydi. Barzani'ye dayalı Özgürlük Yolu da günümüzde kendisine, sosyalist parti, diyor. Ekolü o güçlendirdi. Sömürgecilik, Rizgari, Ala Rizgari, KUK, KAWA vb. adlar altında etkili olmak istedi. Ama bunun esas kökü, feodal-aşiretçi güçlerdi. Bunlar bir de Türk milliyetçiliği ile irtibatlıydılar. Özellikle de Türk MİT'i ile irtibatlıydılar. Tüm bunlar, tutarlı yurtseverliğin, devrimci-yurtseverliğin gelişmesini elbirliğiyle boğmak istiyorlardı.

PKK, bunlara karşı da çok tutarlı bir mücadele verdi. Bunların ağa-şeyh-aşiretçi güruhu teşkil etmeleri, öte yandan Kürdistan’ın sosyal temelinin emekçi olması gerçeği,1970'lerin ortalarından itibaren bizim halkı kolay aydınlatmamıza ve bunları tecrit etmemize imkan verdi.

Kısacası iki mücadele verildi. Bu iki mücadele hem Türk ve hem de Kürt ilkel-milliyetçiliğini, Kürdistan halkının içinde teşhir ve tecrit etti.

Bilindiği gibi, PKK'nin ideolojik egemenliği bu mücadele sonucunda belirlendi. Aynı zamanda PKK'nin güçlü bir siyasi doğrultuya girmesi de bu ideolojik mücadelenin başarılması temelinde gerçekleşti.

Dolayısıyla 1980 sonrasında gerillaya doğru askeri açılımlara yönelmeye çalıştığımızda, karşımızda ister sosyal-şovenizm olsun, ister ilkel-milliyetçilik ve isterse Türk milliyetçiliğinin çok çeşitli biçimleri olsun, cevabını almıştır.

15 Ağustos atılımı, çizgimizin ideolojik ve siyasi temelde bu akımlara karşı başarılı olmasıyla gerçekleştirilmiştir.

PKK'nin özellikle ilkel-milliyetçiliği işlemez hale getirmesi, sosyalizm maskesi altındaki sosyal-şoven grupların safları bulandırmasının etkisizleştirilmesi anlaşılınca; egemen burjuva milliyetçiliği,12 Eylül faşizmi, bu silahlarla artık PKK'ye karşı savaşamayacağını veya Kürdistan UKM'ne karşı, bunlara dayanarak mesafe alınamayacağını iyi biliyordu. Peki elinde geriye ne kaldı? Tekrar eski silah! Tekrar eski silah! Bin yıllık saldırı silahına tekrar sıra geldi. Kürt toplumunun geri özellikleri, mezhepler, tarikatlar eliyle çok yönlü parçalanmışlığı sonucu ‘din silahını bir kez daha kullanalım’ dediler. Zaten Özal tarikatçılığı, Evren’in dinciliği boşuna değildir. Böylelikle yayılmak, Türklüğe atılım kazandırmak isteniyor. Bu, eski ideolojik silaha sarılma, anlamına geliyor.

Şimdi en gözükara bir örgüt olan Hizbullah olayı var. Sözde İslamiyette ırkçılık, ulus farkı yoktur. Belki ulus da yoktur. Ama bu katillere veya gözü karalara şunu soralım; sen hangi dille saldırıyorsun? Senin paran nerden geliyor? Yaşamın nasıl ve nerden örgütleniyor? Tüm bunlarla sen hangi ulusal çerçevedensin? Ondan sonra kalkıyor ırkçılık diyorsun? Irkçılığın en büyüğünü yapıyorsun!
Evet Hitler faşizminden çok daha tehlikeli bir ırkçılık bu. Rusya'da bir ara Karayüzler ırkçılığı vardı. Bunların, Hizbullah'ın da böylesi Karayüzler ırkçılığığını tam ispatlayacağız ve gerçeklerini ortaya çıkaracağız. Bu nitelikte olanların Türk ırkçı örgütleri olduklarını söylemeliyiz. Bunlar dörtdörtlük Türkçüdürler. Kürtlüğü ağızlarına bile almazlar. Kürt denince,"bu ırkçılıktır" derler. Gözükara Türkçüdürler. Kemalist aydınların bazıları bile-örneğin bir İlhan Selçuk- Kürtleri tam inkâr etme gereği duymazlar. Bunlar inkâr ederler.

Demek ki, ortada bulunan tarikatlara İslam tarikatları demek yerine, İslam maskesi altındaki gözükara, yüzükara veya kendisi kara, kısaca karayüzler, Türk şoven örgütleri demek gerekir.

Nakişicilerin, Süleymancıların, Nurcuların hepsinin para kaynağı bu rejim ve karanlık güçler değil mi? Türkse Türkler, Arapsa Araplar, Farssa İran veya solcu ise bilmem hangi güçler bu parayı ne için veriyorlar? Çok mu adaletten yanalar? Niye bu halka yardım yok da, ulusal inkarcılara, milli gelişmenin hainlerine bu kadar para var?
Meseleye böyle politik bakmak gerekiyor.

12 Eylül rejimini iyi değerlendirmek gerekiyor. Tekkecilik ve tarikatçılık yapmıştır. Evren ve Özal tarikatçılık ve tekkecilik politikasına öncülük ettiler.

Sadece Sünni kolunda değil, Alevilik cephesinde de yaptılar. Bir sürü sahte alevi dedesi çıkardılar. Evren ve Özal, hem Alevicilik yaptılar, hem de Nakşi tarikatını desteklediler. Yaydılar. Hepsini, hem yurt içinde ve hem de dışında örgütlediler.

Açıkça niyet şu idi, Kuzeyde Aleviliği, Güneyde tarikatçılığı örgütleyerek mücadelemizin önüne geçmek istediler.

Evet Nakşi şeyhlerinin bazıları buralara kadar geldiler. Her üyeden alacakları paralar milyarlar yapıyor. Beş-on milletvekili, bir kaç bakanları var. Aslında bir anlamda resmen devlet ortaklığıdır. Onlara karşı tavır alınması durumunda, bunlar elden gidiyormuş ve bu nedenle dehşete kapılmışlar.

Kürdistan devrimi, tarihler boyunca işbirlikçilik yapmış ağa, şeyh ve aşiret reislerinin çıkarlarına darbe indirmeye ve onların etkilerini sınırlamaya başlamıştır. Bu, bunların sömürgecileri ve sömürgecilerin bunları yeniden bulmalarına neden olmuştur. Bir düğüm oluşturuyorlar; ağalar, sömürü ve etkilerini sürdürmek için, hem sömürgecilerle ve hem de tarikat ağalarıyla daha güçlü işbirliğine gidiyorlar.

Her kılığa giriyorlar. Türk yönetenleriyle Türk oluyor, Suriyelilere, "biz Araplığı temsil ettik" diyorlar. İşbirliği yapmayacakları kötülük yoktur. Kürt ağaları Sünnidir. İran ise Şiidir. Bu nedenle arada böyle bir olumsuzluk var.

Türk milliyetçiliği bu olumsuzluktan yararlanmak istiyor. Hizbullahçılığın bir koluyla İran’a dayanmak istiyor.
Hizbullah tümüyle İran’a bağlıdır demek doğru değildir. Esas itibarıyla ve özellikle son yıllarda ortaya çıkan gerçeklerden anlaşılıyor ki, Hizbullahçılığın genel polis merkezleriyle, yerel tarikat merkezleriyle ve en başta da Olağanüstü Hal Yönetimi ile ilişkisi vardır.

Kısaca Türk sömürgeci rejiminin kurumlarına, emniyet teşkilatına bağlı olduğunu görüyoruz. İran, ideolojik yayılım aracı olarak etkisini kullanmak istemiştir. Fakat onun bu durumu belirleyici değildir. Belki de İran kullanılmaya çalışılmıştır. Hizbullahçılığın yerel işbirlikçi çevrelerle bağları çok somuttur.

Sonlarının geldiğini gören Kürt işbirlikçileri, Hizbullahın yardımcılarıdır. İran devriminin ideolojisinden yararlanmak isteyen bir oluşumdur. İçlerinde her örgütte olduğu gibi inanmış insanlar da vardır ama azınlıktır. TKP içinde bile inanmış komünistler olmuştur.
Açıktır ki, özel savaş yönetimi Hizbullahçıları satın alıyor ve "yakalandığın zaman seni gizlerim" diye teminat veriyor.

Polisin oyuncakları düzen savaşı veremez. Yurtsever katletmek, Türk devletine yardım etmek, halkı kafa karışıklığına itmek istiyorlar.

Polisin elindeki Hizbullah iktidar savaşı vermiyor, iktidarın elinde bir piyondur. Bunlara soruyoruz; cenneti polisin himayesi altında mı kuracaksınız? "Allahın partisi" ,Kemalist polisin, özel timin himayesi sayesinde mi amaçlarını gerçekleştirecek, cennete gidecek veya bu dünyayı cennete çevirecek? Polis hangi rejimin hizmetindedir? Açık ki Amerika’nın ve Siyonizmin hizmetindedir. Bunlar çokça antisiyonist geçinirler ama mevcut rejim İslamizmden daha ziyade Siyonizmi temsil ediyor.

İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ne söyledi: "Siz Kürtlere ne yapıyorsanız biz onaylarız; siz de, biz Araplara, Filistinlilere ne yapıyorsak onaylayın." dedi. Bu saldırıyı Herzog’un emriyle Türklük yürütmüyor mu?

Veya siz Türklüğün, polisin emrinde bir saldırı piyonu değil misiniz? Ve bu anlamda emperyalizmin uşağı değil misiniz?

Çok açıktır ki Hizbullahçılık, Siyonizmin de, en az Türk faşizmi, Kemalizm’i kadar uşağıdır. Kemalizm’e ve resmi ideolojiye karşıyız, diyorsunuz ama onların himayesinde savaşmak, onların uşağı olmak anlamına gelmiyor mu?

Şimdiye kadar bir tek Siyonistin burnunu kanattınız mı? O halde Türk rejimini, Kemalizmini besleyen, Siyonizm ise sizi de besleyen Siyonizmdir. Dolayısıyla siz, dolaylı yoldan da olas Siyonizmin uşağı oluyorsunuz.

Saf  Hizbullahçılarla bizim alıp vermediğimiz yok ama gerçekten onların çok bilinçli olarak Siyonizmin üçüncü koldan piyonu olduklarını, kesin söylemek zorundayız. Onların, anti-Siyonistlikle, anti-emperyalistlikle, anti-Kemalistlikle asla alakaları yoktur.

En büyük anti-Siyonizm, anti-emperyalizm PKK'nın yönlendirdiği harekettir. Bu anlamda, İslamiyeti de savunan PKK'dir.

İslam halklarının düşmanları bugün çok bellidir. Bunlar emperyalizm ve onun uşağı olan Kemalistler, Siyonistlerdir. Onlara karşı dişe diş acımasız savaş veren PKK'dir. Hizbullahçı şefler, hiçbir zaman böyle bir savaş geliştirmiş midirler? Madem emperyalizme karşıyız diyorlar, biraz dürüst olsunlar. "En büyük kafir PKK'dir, tek tehlike PKK'dir" diyorlar. Bunun anti-emperyalistlikle ne alakası var?

Sonuç olarak: yüce devrimci ulusal kurtuluş hareketimize, özellikle Hizbullahçılar adı altında dayatılan oluşumun anlamı budur.

PKK, her zaman Ortadoğu halklarının geleneğine, İslamın devrimci özüne, herhangi bir tarikattan, mezhepten daha fazla bağlıdır.Önder düzeyde onu emperyalizme, Siyonizme, Kemalizm’e karşı savunan bir harekettir. Her ne kadar İslami sözcükleri kullanmıyorsa da özü böyle olan bir harekettir. Derin bir dinsel hoşgörüye sahiptir.

Çeşitli dinlere ve mezheplere demokratik yaklaşır; onların en olumlu, özellikle milli ve sosyal gelişmeye hizmet eden tarihi değerlerine yüksek değer biçmektedir.

Ortadoğu halklarının tarihinde çok güçlü olan, gerek İslamiyette, gerekse de Hıristiyanlıkta çok etkili olan enternasyonalizmi, halkların eşitliğini görmek gerekir. Eğer bu, günümüzde olumlu değerlendirilir ise, şovenizme ve faşizme kaçmadan, halklar arasındaki dayanışmaya hizmet edebilir. Biz buna büyük önem veriyoruz.

Gerçekler bu iken ve bunun uğruna savaşımı partimiz önderliğinde halkımız verirken, onu başka türlü değerlendirmek sadece ve sadece savaştığımız azgın Türk sömürgeciliğine, onun arkasındaki Siyonizme ve emperyalizme hizmet eder. Demek ki, onlar için PKK'yi doğru tanımamak, kendileri için engel olarak görüp saldırmak, o çokça karşılarında olduklarını söyledikleri düşmanlarla aynı safa düşmektedir.

Biz üzerimize düşeni, hem eylemimizle hem de siyasi tavrımızla bu kadar açıkça ortaya koyarken; aldatılan veya belirli bir karmaşıklığa itilen çok çeşitli yeni çevrelerden kişilerin de, sadece sözleriyle değil, eylemleriyle doğru belirlemelerini, İslamın eşitlikçi, özgürlükçü özüne sadakatle bağlı olmalarını ve bunu ispatlamalarını istiyoruz.

Biz bunu hem sözle hem de eylemle gerçekçi bir biçimde bütün dünyaya ispatlamışız. Şimdi sıra bunlara geliyor. Bunu yapmadıkça ve karşımızda savaştıkça kendilerine sonuna kadar yükleneceğimizi ve çok acımasız bir biçimde ezeceğimizi belirtmek istiyoruz."

Çok açık ve benim, Kürtlerin dini inançlarına karşı herhangi bir olumsuz tutumum yoktur; Kürtlerin birey olarak kendi özel işi görerek dini inançlarını yaşamalarına yönelik bir saygısızlığım veya itirazım yoktur. Sadece iki çizgiyi ortaya döküyorum ve "geldiler geldiler karanlığın içine girdiler!" tezine açıklık getiriyorum. Hepsi budur ve bunu aslında ben yapmıyorum, iki Öcalan'ın dedikleri apaçık gösteriyor. Tabii yine eğer tersten okunmazsa bu açıklık kolaylıkla görülebiliyor. Görmüyorsanız, görmekten kaçtığınız ve herhangi bir özgürlüğünüz olmadığı içindir.Yani özgür düşünme yetiniz yanında özgürlüğünüz de yoktur!

Fikret Uzun

27 Nisan 2013

Hiç yorum yok: