BİR VARGI OLAN BARIŞ SÖMÜRÜ ve EŞİTSİZLİĞE SON VERENE KADAR SAVAŞTIR
Her şey açıkça
görülüyor!
Kapitalizmde hâlâ iş olduğu ve
kapitalizmin gidişatı ile yani izini sürdürdüğünüz benzeştirmeyle ve kaynağını,
daha 1914 yılında Lenin’in “Liberal Professor on Equality” başlıklı makalesiyle
”Sosyal-demokratlar siyasal eşitlik denilince eşit hakları ve ekonomik eşitlik
denince de, daha önce de söylediğimiz gibi, sınıfların ortadan kaldırılmasını
kastederler. Beşeri eşitliği güç ve yeteneklerin (fizik ve akli) eşitliği
anlamında kurma sorununa gelince sosyalistler böyle şeyleri düşünmezler bile” diyerek
eleştirdiği liberal profesör Tugan- Baranovskiyin öğrencisi olan Rus iktisatçı
Nikolayi Dimitriyeviç Kondratief’ften(*) alan, ve “kaos aralıkları”
olarak da adlandırılan "Kondratieff dalgaları" ile
"ilerlemesi" nedeniyle tedrici olarak zaten bir üst forma
kaçınılmazlıkla geçilebileceği ve bunun için sadece “biraz ama peygamberlere
has köylü kurnazlığı”nın gerektiği; yani bir “zor”un şiddetine gerek olmadığı,
hattâ egemen sınıfı zaptı rapta almaya da gerek olmadığı ama onların elinden
“ulus-devlet”lerinin alınarak “devletsiz” bir “üst birliğe” geçilmesi ile
şimdilik, diğer büyük parçalarda egemen sınıfların devasa “ulus-devletleri”
eliyle sürdürdükleri hükümdarlıkları yerinde dururken ama yine onların “iyi niyetli”
izinleri ile Kürt coğrafyasında bu “devletsiz” üst birliğe geçmenin mümkün
olacağı, bunun için bir “peygamber-önder” bir de buna biat eden Kürt “halk”ının
yeteceği, gerisinin “Allah kerim“ olacağı zırvaları, bilge filozofların edası
ile ve “din” yardımı ile o da olmazsa metafizik saplantıları, kaba materyalist
lafızlarla çiftleştirerek tekrarlayıp, yani Dühringler ile Proudhonları,veya
Bernstein ile Bakuninleri ve daha nice tarihteki yerlerini çoktan paçavraya
çevrilmiş halleri ile alan bilim dışı kaba düşünceleri ve sahiplerini, birbirleri
ile her türlü çiftleştirerek, hepimize “bilim” diye yutturmaya çalışılmakta, bu
da tutmazsa, “bilime gerek olmadığı” yollu vaazlarla hepimize dayatılmakta ve
bu bilim dışı, anacronist yaklaşımlara biat etmemiz beklenmektedir.
Emperyalist kapitalizmin, yani egemen
üstü egemen sınıfların, bilim ve sosyalizm alanlarında cirit atan sahte sol
gömlekli ideolojik tetikçilerine yükledikleri misyon budur.
Bu misyonun pratikteki yansımasına göre,
bir uç, determinizmi kadercilik olarak mutlaklaştırıp, buradan Marxist materyalist
tarih anlayışını reddederek, benim kadercilik anlayışım daha doğrudur, her şey
eninde sonunda olacağına varır ve o nedenle “zor” olmadan bir üst Toplumsal
formasyona geçilebilir diyor; diğer uç ise tarihsel materyalizmi determinizme
indirgeyerek, birinci ucu başka bir tarzda olumluyor ve gene “zor” olmadan, tedrici
olarak bir üst Toplumsal formasyona geçilebileceğini kanıtlamaya çalışıyor. Ve
diğer bütün uçların da, kiminin eksiklik anlamında, kiminin de fazlalık
anlamında farklılıkları ile bu iki uçtan birine aktıkları görülüyor.
İşte buradan da, birbirini bilen kırk
kişinin kayıkçı kavgası çıkıyor;”aşkolsun yoldaş sen deterministsin”; ”aşkolsun
yoldaş sen kadercisin” yollu birbirleriyle sözüm ona fikir alışverişi yaparak,
birbirlerinin, sosyalizmden ve Marxizmden dolayısıyla bilimsel felsefeden, yani
bilimden uzaklaşmışlıklarını, dolayısıyla egemen ideolojinin, dolayısıyla da
egemen sınıfların, yani sömüren ve ezen sınıfların yörüngesine girmişliklerini
(her halde kendileri için, bir üst formasyona geçiş, bu olsa gerek) kutsama
ayinleri yapıyorlar!
Bunun kendileri için getirisinin ne
olduğunu hepimiz biliyoruz ama ben söylemeyeceğim ve eninde sonunda ama tarihe
kalmadan bunu bizzat kendilerinin, marifetiyle övünen mert kıptinin, kabahatini
açık etmiş olması gibi açık edeceklerini biliyorum; bununla birlikte
götürüsünün ne olduğu da açıktır ki, artık gittikleri yerden geri dönmeleri
mümkün değildir ve kendi çocuklarını bile yemekten geri durmayan sömürücü
sınıfların, onları vardıkları bataklıkta tutmak için ellerinden geleni
yapacakları deneyimle sabittir.
Yani birbirini bilen kırk kişinin
egemen sınıflar için yaptıkları hizmetler, çok çok biraz havuç kazandırır ve
bir de egemenlerin sopasının şiddetinden kurtarır ama bataklığa ebedi olarak
gömülmekten hiçbir zaman kurtarmamıştır ki, bu deneyimlerle sabittir.
Ve bu tespit ve iddialarımı çürütecek
bir tek kanıt, bir tek bilimsel veri gösteremeyecekleri için, burada egemen
sınıfların ki, en baş aktörü ABD emperyalizmidir, ideolojik tetikçiliğini yapan
ve bu temelde staj görenlerin ağzını bıçak bile açmayacaktır; ikrar demek olan
sükutu, havuca çevirmeye devam edeceklerdir.
Bu ifade ettiklerim ise tarih
sayfalarına tarihsel bir not olarak düşecek ve gelecek kuşaklar kimin, kimlerin
ne menem sahtekâr ve havuç arsızı olduğunu bıraktıkları izleri takip ederek ve
düştüğüm bu not ile enine boyuna irdeleyerek yeni neslin zaman kuşağına da
sirayet etmemesi için akılları ile yüreklerini çelikten bir duvar gibi önlerine
dikeceklerdir.
Haksızlık mı yapıyorum, ya da iftira mı
atıyorum? Buyursunlar, itirazlarını en sert sözleri ile önüme koysunlar, her
türlü bilimsel kanıtı göstermeye hazırım ama kimsenin bu iddialarımı
çürütebilmek için uğraşacak ne birikimi var, ne de kaygısı, herkesi şu anda
kendilerince mutlu ve uyduruk bir “kaos aralığı”nda yaşamanın ve buradan “mutlu
son” a sıçrama hayalinin sevinçli telaşının sardığı çok açık görüldüğü için ve
dolayısıyla bu “mutlu rüyadan” uyanmamak için yine kör-sağır-dilsiz rolüne
bürünmekten başka bir şey yapmayacaklardır.
Sonucu hep beraber göreceğiz ve belki
bu birbirini bilen kırk kişilik sahtekarlar dinamiğinden, egemen sınıfların
ideolojik tetikçiliklerine halel gelmemesi temelinde kimi itirazlar gelebilir
ama bunların hiçbir şeyi çürütemeyeceğini ve sahtekarlıklarını örtmeye yetemeyeceğini,
akıl taşıyan herkes görebilecektir; itiraz sahipleri de bilecekler ama temel
olarak hakim olması gereken suskunluğu sağlamak üzere saçma sapan cümleleri bir
birleri ile çiftleştirerek “itiraz” niyetine ortalığa saçmak zorunda kalmış
olacaklardır.
Hepsi bu ve cesareti ve birikimi olan
bayların, bu iddialarım ve tespitlerim karşısında suskun kalmamasını
öneriyorum, bu aynı zamanda bir ideolojik kavga davetidir ve itirazlarının
bilimle bağlı olması durumunda tespit ve iddialarımı ya çürüteceklerdir, ya da
daha itiraza başlar başlamaz, tespit ve iddialarımın bilim ile bağlı olduğunu
net olarak göreceklerdir; buna rağmen devam etmeleri ve saçma sapan cümlelerden
ucube nitelemeler yaratarak ortalığı bulandırmaları ise tespit ve iddialarımı
çürütememelerinin çaresizliğinin yansıması olacaktır.
Bekliyorum! Bakalım bizi mi
kandırıyorsunuz, yoksa kendinizi mi kandırıyorsunuz, hep beraber göreceğiz?
(*) TAMAMLAYICI NOT:
Nikolayi Kondratieff Dimitriyeviç, Ekim
devrimine kadar ve ondan sonra da bir Menşevik olarak Kerensky hükümetinde iaşe
bakanlığı yapmış ve hiçbir zaman sosyalizmi benimsememiş kapitalist yolculardan
birisidir. Kendi adıyla anılan ve daha o zaman bilim dışı olduğu ortaya konulan,
”kapitalizmin, devresel bunalımlarının (Kondratieff dalgaları) döngüsüyle
yıkılmayacağını, aksine ilelebet yoluna devam edeceğini” savunmuş, bunda ısrar
edince ve bunu kapitalist yolculuğunun gereği olarak, bir ideolojik mücadele
zeminine taşıması nedeniyle Stalin döneminde kurşuna dizilmiştir.
Kendisinden de önce savunulan bu
nakaratların tekrarının, şimdilerde Kondratieff'in hortlatılarak önümüze
konulmasının, anti-Stalinist humma ile birlikte sürdürülmesi tesadüf değildir!
Yukarda vurguladığım gibi, bütün
mesele “kapitalizmde hâlâ iş olduğunun” kanıtlanması; dolaysıyla “kapitalizmin
ya da kapitalist sınıfın egemenliğini değil ama egemenlik aracı olan ”ulus-devlet”ini,
hiçbir zor aracı kullanmadan ve şimdi aniden “Kaos aralığı” olarak da
adlandırıldığı hatırlanan, “eskinin köklü bir değişimi ile sonuçlanmasının;
yapısal bir üst forma taşınan ya da gerileyen yeni bir yönün ifadesi olan
kapitalizmin ekonomik devresel bunalımlarının aracıyla ve taktik ustalıklara da
gerek duyularak ortadan kaldırılıp, ”devletsiz” ve sosyalizmi de aşan bir üst
forma geçişin mümkün olacağının” kanıtlanması çabasıdır.
Bunun mantıki ucu ve emperyalist
kapitalizmin her daim üzerinde durduğu ve dayattığı, karşıt ve uzlaşmaz
sınıfların kardeşliği fikrinin, düşüncede yansımasına ve kabul edilebilir
kılınmasına yöneliktir.
Yani bütün çaba, hâlâ o eski nakaratın,
Dühringlerden Proudhonlara, Bernsteinlerden, Kautksilere ve onların bugünkü
ardıllarının acemi Dühringliklerine konu olan saçma sapan ve modası geçmiş ama hâlâ
moda kalmasında diretilen “bulanık ve karışık düşüncelerin” tekrarlanmasından
başka bir şey değildir.
Bazılarının bunu “diyalektik” ile
açıklamaya çalışması ise hem zorlama bir çabadır ve hem de son derece acınası
bir komikliktir.
Fikret Uzun 03 Mayıs 2013
Fikret Uzun 03 Mayıs 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder