3 Mayıs 2013 Cuma

BİR VARGI OLAN BARIŞ SÖMÜRÜ ve EŞİTSİZLİĞE SON VERENE KADAR SAVAŞTIR

BİR VARGI OLAN BARIŞ SÖMÜRÜ ve EŞİTSİZLİĞE SON VERENE KADAR SAVAŞTIR
Her şey açıkça görülüyor! Kapitalizmde hâlâ iş olduğu ve kapitalizmin gidişatı ile yani izini sürdürdüğünüz benzeştirmeyle ve kaynağını, daha 1914 yılında Lenin’in “Liberal Professor on Equality” başlıklı makalesiyle ”Sosyal-demokratlar siyasal eşitlik denilince eşit hakları ve ekonomik eşitlik denince de, daha önce de söylediğimiz gibi, sınıfların ortadan kaldırılmasını kastederler. Beşeri eşitliği güç ve yeteneklerin (fizik ve akli) eşitliği anlamında kurma sorununa gelince sosyalistler böyle şeyleri düşünmezler bile” diyerek eleştirdiği liberal profesör Tugan- Baranovskiyin öğrencisi olan Rus iktisatçı Nikolayi Dimitriyeviç Kondratief’ften(*) alan, ve “kaos aralıkları” olarak da adlandırılan "Kondratieff dalgaları" ile "ilerlemesi" nedeniyle tedrici olarak zaten bir üst forma kaçınılmazlıkla geçilebileceği ve bunun için sadece “biraz ama peygamberlere has köylü kurnazlığı”nın gerektiği; yani bir “zor”un şiddetine gerek olmadığı, hattâ egemen sınıfı zaptı rapta almaya da gerek olmadığı ama onların elinden “ulus-devlet”lerinin alınarak “devletsiz” bir “üst birliğe” geçilmesi ile şimdilik, diğer büyük parçalarda egemen sınıfların devasa “ulus-devletleri” eliyle sürdürdükleri hükümdarlıkları yerinde dururken ama yine onların “iyi niyetli” izinleri ile Kürt coğrafyasında bu “devletsiz” üst birliğe geçmenin mümkün olacağı, bunun için bir “peygamber-önder” bir de buna biat eden Kürt “halk”ının yeteceği, gerisinin “Allah kerim“ olacağı zırvaları, bilge filozofların edası ile ve “din” yardımı ile o da olmazsa metafizik saplantıları, kaba materyalist lafızlarla çiftleştirerek tekrarlayıp, yani Dühringler ile Proudhonları,veya Bernstein ile Bakuninleri ve daha nice tarihteki yerlerini çoktan paçavraya çevrilmiş halleri ile alan bilim dışı kaba düşünceleri ve sahiplerini, birbirleri ile her türlü çiftleştirerek, hepimize “bilim” diye yutturmaya çalışılmakta, bu da tutmazsa, “bilime gerek olmadığı” yollu vaazlarla hepimize dayatılmakta ve bu bilim dışı, anacronist yaklaşımlara biat etmemiz beklenmektedir. Emperyalist kapitalizmin, yani egemen üstü egemen sınıfların, bilim ve sosyalizm alanlarında cirit atan sahte sol gömlekli ideolojik tetikçilerine yükledikleri misyon budur. Bu misyonun pratikteki yansımasına göre, bir uç, determinizmi kadercilik olarak mutlaklaştırıp, buradan Marxist materyalist tarih anlayışını reddederek, benim kadercilik anlayışım daha doğrudur, her şey eninde sonunda olacağına varır ve o nedenle “zor” olmadan bir üst Toplumsal formasyona geçilebilir diyor; diğer uç ise tarihsel materyalizmi determinizme indirgeyerek, birinci ucu başka bir tarzda olumluyor ve gene “zor” olmadan, tedrici olarak bir üst Toplumsal formasyona geçilebileceğini kanıtlamaya çalışıyor. Ve diğer bütün uçların da, kiminin eksiklik anlamında, kiminin de fazlalık anlamında farklılıkları ile bu iki uçtan birine aktıkları görülüyor. İşte buradan da, birbirini bilen kırk kişinin kayıkçı kavgası çıkıyor;”aşkolsun yoldaş sen deterministsin”; ”aşkolsun yoldaş sen kadercisin” yollu birbirleriyle sözüm ona fikir alışverişi yaparak, birbirlerinin, sosyalizmden ve Marxizmden dolayısıyla bilimsel felsefeden, yani bilimden uzaklaşmışlıklarını, dolayısıyla egemen ideolojinin, dolayısıyla da egemen sınıfların, yani sömüren ve ezen sınıfların yörüngesine girmişliklerini (her halde kendileri için, bir üst formasyona geçiş, bu olsa gerek) kutsama ayinleri yapıyorlar! Bunun kendileri için getirisinin ne olduğunu hepimiz biliyoruz ama ben söylemeyeceğim ve eninde sonunda ama tarihe kalmadan bunu bizzat kendilerinin, marifetiyle övünen mert kıptinin, kabahatini açık etmiş olması gibi açık edeceklerini biliyorum; bununla birlikte götürüsünün ne olduğu da açıktır ki, artık gittikleri yerden geri dönmeleri mümkün değildir ve kendi çocuklarını bile yemekten geri durmayan sömürücü sınıfların, onları vardıkları bataklıkta tutmak için ellerinden geleni yapacakları deneyimle sabittir. Yani birbirini bilen kırk kişinin egemen sınıflar için yaptıkları hizmetler, çok çok biraz havuç kazandırır ve bir de egemenlerin sopasının şiddetinden kurtarır ama bataklığa ebedi olarak gömülmekten hiçbir zaman kurtarmamıştır ki, bu deneyimlerle sabittir. Ve bu tespit ve iddialarımı çürütecek bir tek kanıt, bir tek bilimsel veri gösteremeyecekleri için, burada egemen sınıfların ki, en baş aktörü ABD emperyalizmidir, ideolojik tetikçiliğini yapan ve bu temelde staj görenlerin ağzını bıçak bile açmayacaktır; ikrar demek olan sükutu, havuca çevirmeye devam edeceklerdir. Bu ifade ettiklerim ise tarih sayfalarına tarihsel bir not olarak düşecek ve gelecek kuşaklar kimin, kimlerin ne menem sahtekâr ve havuç arsızı olduğunu bıraktıkları izleri takip ederek ve düştüğüm bu not ile enine boyuna irdeleyerek yeni neslin zaman kuşağına da sirayet etmemesi için akılları ile yüreklerini çelikten bir duvar gibi önlerine dikeceklerdir. Haksızlık mı yapıyorum, ya da iftira mı atıyorum? Buyursunlar, itirazlarını en sert sözleri ile önüme koysunlar, her türlü bilimsel kanıtı göstermeye hazırım ama kimsenin bu iddialarımı çürütebilmek için uğraşacak ne birikimi var, ne de kaygısı, herkesi şu anda kendilerince mutlu ve uyduruk bir “kaos aralığı”nda yaşamanın ve buradan “mutlu son” a sıçrama hayalinin sevinçli telaşının sardığı çok açık görüldüğü için ve dolayısıyla bu “mutlu rüyadan” uyanmamak için yine kör-sağır-dilsiz rolüne bürünmekten başka bir şey yapmayacaklardır. Sonucu hep beraber göreceğiz ve belki bu birbirini bilen kırk kişilik sahtekarlar dinamiğinden, egemen sınıfların ideolojik tetikçiliklerine halel gelmemesi temelinde kimi itirazlar gelebilir ama bunların hiçbir şeyi çürütemeyeceğini ve sahtekarlıklarını örtmeye yetemeyeceğini, akıl taşıyan herkes görebilecektir; itiraz sahipleri de bilecekler ama temel olarak hakim olması gereken suskunluğu sağlamak üzere saçma sapan cümleleri bir birleri ile çiftleştirerek “itiraz” niyetine ortalığa saçmak zorunda kalmış olacaklardır. Hepsi bu ve cesareti ve birikimi olan bayların, bu iddialarım ve tespitlerim karşısında suskun kalmamasını öneriyorum, bu aynı zamanda bir ideolojik kavga davetidir ve itirazlarının bilimle bağlı olması durumunda tespit ve iddialarımı ya çürüteceklerdir, ya da daha itiraza başlar başlamaz, tespit ve iddialarımın bilim ile bağlı olduğunu net olarak göreceklerdir; buna rağmen devam etmeleri ve saçma sapan cümlelerden ucube nitelemeler yaratarak ortalığı bulandırmaları ise tespit ve iddialarımı çürütememelerinin çaresizliğinin yansıması olacaktır. Bekliyorum! Bakalım bizi mi kandırıyorsunuz, yoksa kendinizi mi kandırıyorsunuz, hep beraber göreceğiz? (*) TAMAMLAYICI NOT: Nikolayi Kondratieff Dimitriyeviç, Ekim devrimine kadar ve ondan sonra da bir Menşevik olarak Kerensky hükümetinde iaşe bakanlığı yapmış ve hiçbir zaman sosyalizmi benimsememiş kapitalist yolculardan birisidir. Kendi adıyla anılan ve daha o zaman bilim dışı olduğu ortaya konulan, ”kapitalizmin, devresel bunalımlarının (Kondratieff dalgaları) döngüsüyle yıkılmayacağını, aksine ilelebet yoluna devam edeceğini” savunmuş, bunda ısrar edince ve bunu kapitalist yolculuğunun gereği olarak, bir ideolojik mücadele zeminine taşıması nedeniyle Stalin döneminde kurşuna dizilmiştir. Kendisinden de önce savunulan bu nakaratların tekrarının, şimdilerde Kondratieff'in hortlatılarak önümüze konulmasının, anti-Stalinist humma ile birlikte sürdürülmesi tesadüf değildir! Yukarda vurguladığım gibi, bütün mesele “kapitalizmde hâlâ iş olduğunun” kanıtlanması; dolaysıyla “kapitalizmin ya da kapitalist sınıfın egemenliğini değil ama egemenlik aracı olan ”ulus-devlet”ini, hiçbir zor aracı kullanmadan ve şimdi aniden “Kaos aralığı” olarak da adlandırıldığı hatırlanan, “eskinin köklü bir değişimi ile sonuçlanmasının; yapısal bir üst forma taşınan ya da gerileyen yeni bir yönün ifadesi olan kapitalizmin ekonomik devresel bunalımlarının aracıyla ve taktik ustalıklara da gerek duyularak ortadan kaldırılıp, ”devletsiz” ve sosyalizmi de aşan bir üst forma geçişin mümkün olacağının” kanıtlanması çabasıdır. Bunun mantıki ucu ve emperyalist kapitalizmin her daim üzerinde durduğu ve dayattığı, karşıt ve uzlaşmaz sınıfların kardeşliği fikrinin, düşüncede yansımasına ve kabul edilebilir kılınmasına yöneliktir. Yani bütün çaba, hâlâ o eski nakaratın, Dühringlerden Proudhonlara, Bernsteinlerden, Kautksilere ve onların bugünkü ardıllarının acemi Dühringliklerine konu olan saçma sapan ve modası geçmiş ama hâlâ moda kalmasında diretilen “bulanık ve karışık düşüncelerin” tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Bazılarının bunu “diyalektik” ile açıklamaya çalışması ise hem zorlama bir çabadır ve hem de son derece acınası bir komikliktir.
Fikret Uzun 03 Mayıs 2013

Hiç yorum yok: