19 Nisan 2013 Cuma

2. BÖLÜM


DEVLET VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ VE DEVLETİN SÖNÜP GİTMESİ

Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra, devlet ve "devletin sönüp gitmesi" konusuna tekrar dönebiliriz.

Sınıf karşıtlıkları içinde hareket eden şimdiye kadarki toplumun devlete ihtiyacı vardı, yani her defasındaki sömürücü sınıfın kendi dış üretim koşullarını sürdürmek, yani özellikle sömürülen sınıfı mevcut üretim tarzının verili baskı koşulları (kölelik, serflik veya bağımlılık, ücretli emek) içinde tutmak için kurduğu bir örgüte gereksinimi vardı.

Devlet, tüm toplumun resmi temsilcisi, onun gözle görünür bir organ içinde toplanmasıydı, fakat sadece, kendi döneminde bizzat tüm toplumu temsil eden sınıfın devleti olduğu ölçüde böyleydi; ilk çağlarda köle sahibi yurttaşların, ortaçağda feodal soyluların, çağımızda burjuvazinin devleti.
Sonunda gerçekten tüm toplumun temsilcisi haline gelerek, kendi kendisini gereksiz hale getirir. Baskı altında tutulacak hiçbir toplumsal sınıf kalmayınca, sınıf egemenliği ve - bugüne kadar ki üretim anarşisinde yatan - bireysel var olma mücadelesi ile birlikte, bundan doğan çatışma ve aşırılıklar da ortadan kalkınca, artık özel bir baskı erkini, bir devleti gerekli kılan baskı altında tutulacak hiç bir şey yoktur.

Devletin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak ortaya çıktığı ilk eylem, - üretim araçlarına toplum adına el konması - aynı zamanda onun devlet olarak son bağımsız eylemidir. İşte bu noktadan sonrası "devlet olmayan devlete" aittir ve bu tamı tamına proletarya diktatörlüğüdür. Bu mekanizma ne denli sıkı işletilirse, devletin sönüp gitmesinin koşulları o denli kolay olur ve o denli kısa sürer. Tersi olduğunda ise ne olacağını Sovyet sosyalizminin yıkılması ile gördük.

Burada, görmek isteyenlerin göreceği en önemli nokta, sosyalizmin kuruluşunun bir sınıf mücadelesi olduğu ve kapitalizmin yedi canlı olduğu gerçeğidir. Proletarya diktatörlüğü bunun için gerekiyor. Bunu göremeyenler, proletarya diktatörlüğünün önemini ve anlamını kavrayamazlar.

Kavrayamadıkları zaman, Marx'ın ifadesiyle miadını doldurmuş bir geçmişten kalma "tılsımlı" adlarda takılı kalarak, geleceğin görevlerini de kavrayamazlar, bu görevleri gizleyenleri de göremezler; tarihte rolünü oynayıp bitirmiş olan heyecan verici adların peşinden yuvarlanmak böylece boş ve zararlı bir yankıya dönüşür.

Lenin'den aktarıyorum,"Rusya'da biz, burjuvazinin devrilmesinin üçüncü yılında, kapitalizmden sosyalizme veya komünizmin aşağı aşamasına geçiş için adımlar atıyoruz. Sınıflar hala var ve proletaryanın iktidarı almasından yıllar sonra da her yerde var olmaya devam edecektir. Köylülüğün olmadığı (ancak küçük mülk sahiplerinin bulunduğu) Britanya’da belki de, bu dönem kısa sürebilir. Sınıfların ortadan kaldırılması, sadece bizim göreceli bir kolaylıkla başardığımız, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin ortadan kaldırılması demek değildir; aynı zamanda küçük meta üreticilerinin ortadan kaldırılması demektir ve bunlar sökülüp atılamaz veya ezilemez, bunlarla yaşamayı öğrenmeliyiz."
Lenin, bu vurguları ile her zaman kapitalizmi yaratacak olan küçük meta üretiminin ortadan kaldırılmasının daha zor olduğuna işaret ediyordu. Yani küçük burjuvazi olduğu sürece kapitalizmin yedi canlı olduğunu işaret ediyordu. Ama Lenin'in asıl öne çıkardığı, kapitalist restorasyon kaynaklarının taşıdığı risk ile proletaryanın devletinin işletmesi gereken proletarya diktatörlüğünün uzunca bir süre karşı karşıya kalacak olmasıdır. Yani proletarya diktatörlüğü bu sinsi tehlikenin en tam ifadesiyle ortadan kalkmış olmasına kadar olmazsa olmazdır.

Lenin şöyle devam ediyor; " Proletarya diktatörlüğü, yeni sınıf tarafından, çok güçlü düşmana, baş aşağı edilmesiyle mukavemeti o kat artan, gücü sadece uluslararası sermayenin yürütülen kuvvetinden, uluslararası ilişkilerinin kuvvet ve dayanıklılığından gelmeyen, aynı zamanda alışkanlığın gücünden, küçük ölçekli üretimin gücünden kaynaklanan burjuvaziye karşı yürütülen en kararlı ve acımasız savaş demektir. Ne yazık, dünyada küçük ölçekli üretim hâlâ yaygındır ve küçük ölçekli üretim, kapitalizmi ve burjuvaziyi, sürekli olarak, günü gününe, saati saatine kendiliğinden ve kütlesel ölçüde doğurmaktadır. Bütün bu nedenlerle proletarya diktatörlüğü zorunludur ve sıkı disiplin içeren, yalın ve bükülmez irade isteyen bir uzun, inatçı ve korkunç ölüm-kalım mücadelesi olmadan burjuvaziye karşı zafer imkansızdır."
Çok açık ve bunu Lenin işaret etmeseydi, işaret eden mutlaka olacaktı, hiç kimse işaret etmeseydi bile canlı yaşam bütün çıplaklığı ile bu gerçekliği gösterecekti ve göstermiştir.

İşte buna rağmen, bir taraftan proletarya diktatörlüğüne açılan bir kapı olan Paris Komünü'ne fetiş bir yaklaşımla vurgu yapılırken, diğer taraftan, Paris Komünü’nün taşıdığı en önemli dersin proletarya diktatörlüğüne işaret ettiğini unutup, burjuvazinin devrilmesiyle devleti sönümlendirmiş olmanın, başka ifadeyle devletten kurtulmuş olmanın, yine başka ifadeyle proletaryanın politik iradesinden, otoritesinden vazgeçmenin, yani proletarya diktatörlüğünü yadsımanın edebiyatına sarılmak, 21.Yüzyılda cehalete teslim olmayı, değilse bilerek ve isteyerek kapitalizmin gönüllü savunucusu olmayı anlatmaktadır.

Kaldı ki, bu gün ve özellikle "Kürdistan" fetişine teslim olanlar ve olmayı dayatanlar, ölçüsüzce ve anarşizmin bile karikatür düşüncelerine sarılarak, devlete veryansın ederlerken, karşısına kapitalizm sınırında, yani burjuvazinin devrilmesini bile beklemeden ve üstelik demokratik cumhuriyetten de kaçarak, tabandan ve tedricen yükselecek olan bir "demokrasi" ile faşist bir ortaçağ sömürü düzeninin tam orta yerinde devletsiz-sınıfsız bir "komün" hayalini pompalamaktadırlar.

En baş pehlivanlarından birisi her halde sen olmak istiyorsun ki, "Komün" sözcüğünün tılsımından keramet bekleyerek, kulaktan dolma çiğnediğin birkaç anlama gelecek bilmeceler misli "komün" lafızların ile başa güreşiyorsun!

Ancak "komün" sözcüğü eninde sonunda bir dönemin tarifidir ki, buna "geçiş dönemi" adını verdiğimiz bellidir ve içerdiği anlamı tarihselliğinden ayırırsan her derde deva bir reçetenin konusu olur ve en çok da tarifini bir kenara atarak, adındaki tılsım önünde eğilirsen, "komün" sözcüğü ile çiftleştirdiğin kulaktan dolma her laf ile sorunu çözeceğini zannedebilirsin! Ancak bununla sadece kafa karıştırırsın ki, işte tekellerin düzeni bu kafa karışıklıklarını kolaylaştırmak için, yani sizin gibilerin de elini-dilini rahatlatmak için, akla hücum etmekte toplumu belleksizleştirmektedir!

SOVYET SOSYALİZMİ VE KOMÜNLER

Burada Stalin'in Ocak 1934 yılında SBKP MK'nin çalışması üzerine 17. Parti Kongresine sunduğu siyasi rapordan "komün" üzerine bir bölüm aktarmanın yararlı olacağını düşünerek yorumsuz aktarıyorum. Eminim senin için bile yararlı olacaktır. Bakalım bu aktarımdan ne sonuç çıkaracaksın pek merak ediyorum!

Stalin şöyle diyor; "Salt üretim araçlarının toplumsallaştırıldığı artelden farklı olarak komünlerde, şu son zamanlara kadar, sadece üretim araçaları değil, her komün üyesinin ev ekonomisi de toplumsallaştırılmıştı. Yani artel üyelerinden farklı olarak, komün üyelerinin kendilerinin kişi olarak ne kümes hayvanları, ne küçükbaş hayvanları, ne inekleri, ne tahılları, ne de ev çevresinde toprakları vardı. Bu demektir ki, komünlerde üyelerin kişisel çıkarları, gündelik çıkarları dikkate alınmış ve kolektif çıkarlarla bağdaşır olmaktan çok, bir küçük burjuva eşitlikçiliği uğruna, kişisel çıkarlar kolektif çıkarlar tarafından geri plana itilmişti. Komünün en zayıf noktasının bu olduğu açıktır.

Ve esasında, komünlere çok seyrek rastlanmasını ve ancak birler ve onlarla sayılmalarını açıklayan da budur. Yine bu nedenden ötürü, komünler varlıklarını korumak ve dağılmamak için, ev ekonomisinin toplumsallaştırılmasından vazgeçmek zorunda kaldılar; şimdi komünler, işgününe göre hesap yapmaya, üyelerine kişisel kullanım için tahıl dağıtmaya başlıyorlar; kümes ve küçükbaş hayvanlarının, bir ineğin vb. kişisel mülkiyetine izin veriyorlar; ama bundan şu sonuç çıkar ki, komünler fiiliyatta artel haline gelmişlerdir. Bunda hiçbir kötülük yoktur. Çünkü yığınsal kolektif çiftlik hareketinin sağlıklı gelişmesinin çıkarları bunu gerektirmektedir.

Bu demek değildir ki komün artık genelde gerekli değildir, kolektif çiftlik hareketinin en üst biçimi değildir. Hayır, komün gereklidir ve komün elbette kollektif çiftlik hareketinin en üst biçimidir ama geri teknik ve ürün eksikliği temelinde ortaya çıkan ve kendisi artel haline gelen bu günkü komün değil, bilakis daha gelişmiş bir teknik ve ürün bolluğu temelinde ortaya çıkacak olan geleceğin komünü.

Bugünkü tarım komünü, tekniğin az gelişmiş ve ürünlerin eksik olduğu bir zamanda doğdu. Aslında komünün eşitlikçilik yolunu tutması ve üyelerinin gündelik kişisel çıkarlarını bir yana bırakması da bununla açıklanır.

Komünü bu gün kişisel çıkarlarla kollektif çiftliğin çıkarlarının, mantıklı bir tarzda birbirlerine bağlayan artel biçimine geçmeye bu zorlamaktadır. Geleceğin komünü, gelişmiş ve varlıklı artelden doğacaktır. Geleceğin komünü artelin tarlaları ve çiftlikleri tahılla, sürü hayvanları ve kümes hayvanlarıyla, zerzevatla ve her türlü ürünle dolup taştığı zaman; artel, makineli çamaşırhaneler, modern mutfak ve yemekhaneler, ekmek fabrikaları vb. kurulduğu zaman; kolektif çiftlik üyesi, eti ve sütü kolektif çiftlikten almanın, inek ve davar beslemekten daha elverişli olduğunu gördüğü zaman; kadın kolektif köylüler yemeklerini kolektif çiftlik yemekhanesinden almanın, inek ve davar beslemekten daha elverişli olduğunu gördüğü zaman; kadın kolektif köylüler yemeklerini kolektif çiftlik yemekhanesinden almanın, ekmeğini ekmek fabrikasından almanın ve çamaşırlarını genel çamaşırlıkta yıkatmanın, bütün bu işlerle kendinin uğraşmasından daha elverişli olduğunu gördüğü zaman doğacaktır.

Bu ne zaman olacaktır? Elbette ki, hemen değil. Ama olacak. Artelin, geleceğin komününe dönüşmesi sürecini zorlama ile yapay olarak çabuklaştırmak caniyane bir şey olurdu. Böyle bir şey ortalığı bulandırır ve düşmanımıza yardım eder. Artelin geleceğin komününe dönüşmesi süreci, kademe kademe, tüm kolektif çiftlik üyeleri bu dönüşümün zorunluluğuna inandıkları ölçüde olmalıdır.

İşte artel ve komünün durumu böyledir.

Oysa bazı parti üyelerinin kafasında bu nokta ile ilgili esaslı bir karışıklık var. Bunlar, partinin, arteli kolektif çiftlik hareketinin temel biçimi ilan etmekle sosyalizmden uzaklaştığını, komünden, yani kolektif çiftlik hareketinin en üst biçiminden, daha aşağı bir biçime doğru bir gerilemeye girdiğini düşünüyorlar.
Şu soru ortaya çıkıyor: Neden? Çünkü diyorlar, artel de eşitlik yok, artelde, kolektif çiftlik üyelerinin gereksinim farklılıkları, kişisel yaşam tarzlarındaki farklılıklar sürüyor; oysa komünde eşitlik var, çünkü komün üyelerinin gereksinmeleri ve kişisel yaşam koşulları eşitlenmiştir. Ama birincisi, bizde artık gereksinmelerin ve kişisel yaşam koşullarının eşitlendiği, eşitlikçiliğin hüküm sürdüğü komünler yoktur. Pratik gösterdi ki, komünler, eşitlikçilikten vazgeçmedikleri ve fiilen artel haline gelmedikleri takdirde, mutlaka yok olacaklardır.

Dolayısıyla artık gerçeklikte olmayan bir şeye dayanılmamalıdır. Sonra, her Leninist'çe -eğer o gerçek bir Leninist ise- bilinir ki, gereksinimler ve kişisel yaşam tarzı alanında eşitlikçilik, Marxist tarzda düzenlenmiş sosyalist bir topluma değil, herhangi bir ilkel asketler tarikatına yaraşır gerici bir küçük burjuva ahmaklığıdır. Çünkü tüm insanlardan, hepsinin aynı gereksinimleri duymaları ve aynı zevkleri taşımaları, tüm insanların kişisel yaşam tarzlarında bir ve aynı örneğe uymaları talep edilemez. Ve nihayet, acaba işçiler arasında da, gerek gereksinmelerinde, gerekse kişisel yaşam tarzlarında, farklar yok mudur? Bu, işçilerin sosyalizme tarım komünü üyelerinden daha mı uzak oldukları anlamına gelir?

Bu kişiler besbelli ki, sosyalizmin, toplum üyelerinin gereksinimlerinin ve kişisel yaşam tarzlarının eşitlikçiliğini, eşitlenmesini, tek düzeye getirilmesini talep ettiğini düşünüyorlar. Böyle bir varsayımın Marxizmle, Leninizmle hiçbir ortak yanı yoktur. Marxizm, eşitlikten, kişisel gereksinmeler ve yaşam tarzı alanında eşitlikçilik değil, sınıfların kaldırılmasını anlar."

ZEMSTVOLAR(*)IN TAŞIDIĞI DERSLER

Bu aktarmadan sonra, bir aktarmayı daha, bu aktarıma bağlı olarak aktarmak da pek yararlı olacaktır diye düşünüyorum ve aktarıyorum.

Aktarmayı, devrimci sosyal-demokratlara antipati ile yaklaştığını saklamayan ve hükümete göz kırpan Struve'nin "Zemstvo'ların ortadan kaldırılması, devrimci propagandanın eline muazzam bir koz verecektir; bunu, genellikle devrimci faaliyet diye adlandırılan şeye karşı herhangi bir nefret duymadan, fakat aynı zamanda politik ve sosyal ilerleme için mücadelenin bu biçimi karşısında mest olmadan ya da hayranlığa kapılmadan, gayet nesnel olarak söylüyoruz" derken hükümete, “sizleri devrimle korkutuyorsam eğer, bana inanabilirsiniz, çünkü benim devrimle hiçbir işim yok." demek istediğini ve nesnelliğe yapılan atıfın ise, devrime ve devrimci faaliyete karşı duyulan öznel antipatiyi gizlemeye yarayan bir incir yaprağı olduğunu görmemenin mümkün olmadığını işaret eden Lenin'den yapıyorum.

Bu işaretle başlayan Lenin,"Zemstvoları ve kentlerin kamusal özyönetimini, kamu okulları, kamu mahkemeleri, açlık çeken halkın kamu tarafından desteklenmesi, vs. için mücadele de otokrasiye karşı mücadeledir..." diye tanımlayan Struve, bunun, dolaysız gücüyle birilerini etkileyebilecek, birilerini korkutabilecek bir politik olmadığını; Mütevazi mevzilerini koruyabilecek durumda bile olmadığını; Bu tür kurumların, aslında bu otokratik sistem için ancak uzak bir gelecekte ve ülkenin tüm kültürünün gelişmesine bağlı olarak tehlikeli olabileceğini..." müjdelediğini de vurguladıktan sonra Zemstvoların anlamını "politik önemini" şöyle ve uzunca açıklama yapıyordu:

"Bunun anlamı, yani Zemstvoların "politik önemi" şu idi, Lenin'e göre,"ilk olarak, mülk sahibi sınıfların (özellikle toprak soylularının) temsilcilerinin bu örgütü (Zemstvolar), bürokrasinin karşısına her zaman seçilmiş kurumları koyar, bunlar arasında sürekli anlaşmazlıklar yaratır, her adımda sorumsuz çarlık bürokrasisinin gerici karakterini gösterir, hoşnutsuzluğu körükler ve otokratik hükümete karşı muhalefetin beslenme zeminidir.

İkinci olarak, bürokrasi arabasının beşinci tekerleği haline getirilen Zemstvolar, durumlarını sağlamlaştırmaya, önemlerini artırmaya çabalıyorlar, bu yönde gerekli dilekçeleri sunarak meşrutiyete doğru çaba harcıyorlar. Bu nedenle devrimcilere karşı mücadelede hükümet için elverişsiz bir müttefiktirler; devrimcilere karşı hayırhah -tarafsız tavır almakta ve kritik anlarda hükümetin baskı önlemlerinin içine istikrarsızlık taşıyarak, dolaylı da olsa hiç kuşkusuz onlara hizmet etmektedirler. Elbette bu güne kadar en iyi halde liberal dilekçeler sunmayı ve hayırhah bir tarafsızlığı becerebilen bir kuruluşta, ne "büyük" ne de genelde bir dereceye kadar bağımsız bir politik mücadele faktörü görmek olanaksızdır; ne var ki Zemstvo'nun yardımcı faktörlerden biri olma rolü inkâr edilemez. Hatta biz bu anlamda, eğer istenirse, Zemstvo’nun bir parçacık anayasa olduğunu kabul etmeye hazırız. Okuyucu belki,'öyleyse siz de, bundan başka bir şey iddia etmeyen Struve ile hem fikirsiniz!' diyecek. Hiç de değil, görüş ayrılığımız işte burada başlıyor.
Zemstvo bir parçacık anayasadır. Olabilir. Ama bu, işte Rus 'toplumunu' anayasadan ayartmış olan parçacıktır. Bu, işte otokrasinin, ana mevzileri elinde tutmak, bir politik dönüşüm talep edenleri bölüp parçalamak için, gelişen demokrasiye verdiği, o nispeten çok önemsiz mevzidir. Zemstvo'ya ("anayasa nüvesi"ne )"güven" zemininde bu parçalanmanın hem altmışlı yıllarda, hem de 1880-81 yıllarında nasıl başarıyla uygulandığını gördük. Zemstvo’nun politik özgürlükle ilişkisi sorunu, reformların devrimle ilişkisi genel sorunu içerisinde tekil bir olaydır. Ve bu tekil olayda, devrimci mücadelenin yerine reformlar için mücadeleyi geçiren, "ilerlemenin ilkesi"nin "ne kadar iyi olursa o kadar iyi" olduğunu açıklayan moda haline gelmiş Bernsteinci teorinin tüm dar kafalığını ve anlamsızlığını görebiliriz.

Bu ilke, genel biçimiyle, tıpkı bunun tam tersi olan, "ne kadar iyi olursa o kadar iyi" ilkesi gibi yanlıştır."

Lenin, bu açıklamasından sonra,"Devrimcilerin, reformlar için mücadeleden, önemsiz ve kısmi de olsa düşmanın bir mevziini, eğer bu mevzi onların hücumunu güçlendirip tam zaferi kolaylaştıracaksa, ele geçirmekten asla vazgeçmeyeceklerine" vurgu yaparak; "Fakat" diyordu,"düşmanın, saldıranları parçalayıp, daha kolay bir şekilde yenilgiye uğratmak için bazı mevzileri kendiliğinden elden çıkarma durumlarının olduğunu da asla unutmamalıdırlar."

Yeterince açık, ancak Lenin durmuyor ve şöyle tamamlıyor:

"Hareketin yanlış adımlardan ve utandıracak yanılgılardan ancak 'nihai hedef' daima göz önünde tutulduğunda ve 'hareket'in her adımı ve her reform, genel devrimci mücadele bakış açısından değerlendirildiğinde korunabileceğini asla unutmamalıdırlar!"

Böylece Lenin’in açıklaması tamamlanmıştır ve Lenin’in aktarımı ile, bunu o zaman "Zemstvo" ya vurgu yaparak hükümete göz kırpan ve devrimci harekete antipatisini açığa vuran Struve'nin hiç kavrayamadığını anlıyoruz.
Bu, devrimci harekete antipati besledikleri halde, bu antipatilerini gizlemek için devrimci bir maske ile dolaşarak, egemen sınıfın ve ideolojisinin gönüllü savunuculuğunu yapanların, her zaman düşecekleri bir durumdur ve bunu bugün görmek için çok zeki olmaya ve dürbünle dolaşmaya gerek yoktur.
"Lenin bu durumu şöyle ifade ediyor: "Sorunun bu yanını - yarım yamalak tavizlerle otokrasiyi sağlamlaştırma aleti olarak Zemstvo'nun önemini - bay Struve hiç mi hiç kavramamıştır. Zemstvo ile anayasayı , 'ne kadar iyi olursa o kadar iyi' formülüne göre birbirine bağlayan doktrinci bir şema icat etmeyi yeğlemiştir."

Uydurulan formüllerde bile bugünkülerle benzerlik olması ne "tesadüf" değil mi?

Rusya'da Zemstvoları ortadan kaldırmanın, tarihsel olarak husule gelmiş olacak olan zümresel görünüşlü yerel özyönetim temelinde ülkeye ılımlı bir anayasa vermek için en iyi fırsatı kaçırmış olmak demek olduğunu ve muhafazakârlık davasına her halukarda kötü bir hizmette bulunmak demek olduğunu ifade eden Struve'nin bu tasarım için Lenin ,"Ne kadar bütünlüklü ve güzel bir tasarım! Zümresel görünüşlü bir yerel özyönetim, tahtın huzuruna çıkma imkanı olan bilge muhafazakâr, ılımlı bir anayasa.Gerçekte ise, bilge muhafazakarların ülkeye bir anayasa "vermemek" için, Zemstvo sayesinde bir çok kez 'en iyi fırsat'ı bulmuş olmaları çok yazık." diyerek cevap vermekte idi.

Ve Lenin'in bu cevaptan sonra, "Struve'nin ortaya attığı bu sloganla hükümetin bunları, genç köpekler gibi devrimcilerden uzaklaştıracağını ve sonra boyunlarından yakalayıp gericilik denen değnekle eğiteceğini ve o zaman bu baylara, 'bu size müstehaktır!' diyeceklerini " eklemesi son derece öğreticidir.

Daha sonra Lenin şöyle bir soru ortaya atıyor; "peki, otokrasinin ortadan kaldırılması talebi yerine, nihai bir slogan olarak neden böylesine ılımlı ve kusursuz bir istek ileri sürüldü?"

Cevabı ise şöyledir; "Birincisi, 'muhafazakârlığa bir hizmette' bulunmak isteyen ve böylesine ılımlı bir tavırdan etkilenen hükümetin ona 'boyun eğeceğine' inanan dar kafalı doktrincilik uğruna.

İkincisi, 'liberalleri birleştirmek' uğruna. Gerçekten de ' haklar ve güçlü bir Zemstvo ' sloganı bütün liberalleri birleştirecektir. Tıpkı 'bir kopek'e bir ruble eklemek' sloganının işçileri birleştireceği gibi… Fakat böyle bir birleşme yararlı olmaktan çok zararlıdır. Birleşmek, birleşenleri bilinçli ve kararlı bir birleşme programı seviyesine çıkarıyorsa olumlu bir şeydir. Birleşmek, birleşenleri kitlelerin önyargıları seviyesine indiriyorsa olumsuz bir şeydir.

Rus liberallerinin kitlesi içinde ise Zemstvo'nun 'doğal' barışçıl ve tedrici gelişimi çarlık sarayının herhangi bir ahlaksız gözdesinin entrikalarıyla sadece tesadüfen engellenen gerçek bir 'anayasa çekirdeği' olduğu, otokrata boyun eğdirmek için bir kaç dilekçenin yeteceği, genelde legal kültürel faaliyetin, özelde de Zemstvoların kültürel faaliyetinin 'büyük politik öneme 'sahip olduğu, çünkü otokrasinin düşmanı olduklarını iddia edenleri, otokrasiye karşı devrimci mücadeleyi şu ya da bu biçimde aktif destekleme görevinden kurtardığı vs. v.s önyargısı, hiç kuşkusuz çok yaygındır. Liberallerin birleşmesi mutlak yararlı ve arzu edilir bir iştir ama yalnızca, eskimiş önyargılarla cilveleşmeyi değil, onlara karşı mücadele etmeyi, politik eğitimimizin (daha doğrusu eğitimsizliğimizin)ortalama seviyesini onaylamayı değil, yükseltmeyi hedefleyen bir birleşme, tek sözcükle, legal faaliyetin muazzam politik önemi üzerinde oportünist safsataları değil, illegal mücadeleyi desteklemek üzere bir birleşme. "

Bu cevaptan sonra Lenin,"Otokrasi koşulları altında, ne kadar 'güçlü' olursa olsun, her Zemstvo, kaçınılmaz olarak, gelişme yeteneğinde olmayan bir hilkat garibesi olacaktır, bir meşrutiyet altında ise Zemstvo, bugünkü 'politik' önemini hemen yitirecektir." diyor ve ders tamamlanmıştır.

Dün, Zemstvolara izin verilmesinin amacı, devrimcilere karşı mücadeleyi daha şiddetli yürütebilmek amacıyla burjuva liberallerini küçük tavizlerle satın almaktı. Hükümet devrimci hareketi geri püskürtüldüğü gibi, verdiği tavizleri adım adım geri aldı. Böylece Zemstvo yönetimi otokrasiyi zayıflatacağına, güçlendirmişti.

Bu gün ortada duran ve sadece "Kürdistan"i fetişistlerin kucak açtığı ve eninde sonunda kucaklarında patlayacak olan politik oyun ve hatta bu oyunun içinde üretilerek paçalarından tutulan "argüman"lar ve bu "argüman"ları süslemek için öne sürülen kulaktan dolma "komün" sözcüğü ile çiftleştirilmeye çalışılan lafızlar bile ne kadar çok benzeşmektedir.
Görmemek zor olduğu için, görmeyi zorlaştıran dinamikler hareket halindedir ve hem engelleyemiyorlar ve hem de engelleme misyonları sırıtmaktadır.
Yoksa hangi akıllı devrimci bir tonda "komün" e ve "devlet olmayan devlet"e vurgu yaparken ve "ulus-devlet" e salvo atışı yaparken, tamı tamına bir devlet ve bir burjuva ulus*devlet olan "Kürdistan"i bir fetişizmin içine hapsolduğunun fark edilmeyeceğini düşünür?

Bu fetişin önünde ancak sosyalist dönüşümü, küçük-burjuva hayalci dünyalarında tasarlayarak, bunu, sömüren sınıfların egemenliğinin, şiddete dayalı devrimle yıkılması olarak değil de, azınlığın, görevlerinin bilincine varmış çoğunluğa barışçıl biçimde boyun eğmesi olarak tasarlayan sözde sosyalistler eğilirler ve ancak ahmak sol böyle bir fetişin önünde eğilenlerin peşinden gitmeyi devrimci bir tutum olarak kabul edebilir.

Borga kardeş, apaçık görülüyor ki, senin vurgu yaptığın,"devlet olmayan devlet" ile tılsımından keramet beklediğin kulaktan dolma "komün" ile çiftleştirdiğin lafızların işte tam da bu temeldedir!

Evet, bu uzun ve derslerle yüklediğim parantezlerden sonra, devlet teorisine yeniden dönebiliriz.

MARXİZM DEVLET ÖĞRETİSİ KOMÜN DERSLERİ VE ZORA DAYALI DEVRİM

Toplumsal ilişkilere bir devlet erkinin müdahalesi, çeşitli alanlarda birbiri ardına gereksiz hale gelir ve sonra kendiliğinden sönüp gider. Kişiler üzerinde hükümet etmenin yerine şeylerin idaresi ve üretim süreçlerinin yönetimi geçer.

Devlet 'ortadan kaldırılmaz', sönüp gider.

Marxizmin kurucularının dediği budur ve bunun üzerinde, yani sadece "devletin sönümlenmesi " üzerinde ve üstelik muğlâk bir biçimde takılı kalıp, Engels'in, Paris Komünü deneyiminden çıkardığı "Proletaryanın devlet erkini ele geçirdiği ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyetine dönüştürdüğü ve bununla, proletarya olarak bizzat kendini ortadan kaldırdığı ve bununla da, tüm sınıf farklılıklarını ve sınıf karşıtlıklarını ve böylece, devlet olarak devleti de ortadan kaldırdığı", düşüncesini görmezden gelmek, Lenin’in ifade ettiği gibi, devrimin yadsınmasına kadar götürür ve üstelik bu sapma, kolaylıkla Marxizm’e bağlanabilir. Bağlanmıştır da.

Ama dikkatli bir biçimde incelendiğinde ve elbette Marxizm’de kalarak incelendiğinde görülecektir ki Engels, proletaryanın, burjuvazinin baskı aracı olan devlet erkini ele geçirdikten sonra, devlet olarak devleti de ortadan kaldırdığını ortaya koymuştur.

Burjuvazinin devleti, proleter devrim yoluyla ortadan kaldırılır; "sönüp gitme "nin ise, sosyalist devrimden sonraki proleter devletin kalıntıları ile ilgili olduğu çok nettir.

Demek ki, Engels'e göre, sönüp giden burjuva devlet değildir, aksine proletarya tarafından devrimle ortadan kaldırılandır burjuva devlet. Sönüp giden ise, proleter devlettir.

Buradan ikinci önemli noktaya gelmek kolaylaşıyor; Bu nokta, Engels’in, "özel bir baskı erki" olarak tanımladığı devletin yerine, yani milyonlarca emekçiyi ezmek için var olan bir avuç zenginin "özel baskı erki" nin yerine, burjuvaziyi ezmek için var olan proletaryanın "özel baskı erki" nin, yani proletarya diktatörlüğünün geçirilmesi gerektiği sonucuna varıyoruz ve toplum adına üretim araçlarına el konması eyleminin,"devlet" olarak devletin ortadan kaldırılması olduğu sonucudur.

Ve buradan da, burjuvazinin "özel baskı erki" nin yerine, proletaryanın "özel baskı erki" nin geçmesinin hiçbir koşulda "sönüp gitme " yoluyla gerçekleşmeyeceği gerçekliğine varmak daha da kolaylaşmaktadır.
Engels, toplum adına, bizzat tüm toplumu temsil eden sınıf olan proletaryanın üretim araçlarına el koymasından sonraki, yani sosyalist devrimden sonraki dönemle ilgili olarak, Lenin'in ifadesiyle, çok açık ve kesin bir biçimde "sönüp gitmekten" ve hatta daha canlı ve renkli biçimde " uykuya dalmak" tan söz ediyor.

Lenin, bu dönemde,"devlet"in politik biçiminin en tam demokrasi olduğunu vurgulamakta ve Engels'in devletin "sönüp gitmesi"nden veya "uykuya dalması"ndan söz ederken, aynı zamanda demokrasinin de "sönüp gitmesi"nden veya "uykuya dalması"ndan söz ettiğini de hatırlatmaktadır.
Burada, Engels'in, "devletin sönüp gitmesi" üzerine yaptığı değerlendirmelerini içeren eserinden, "devletin sönüp gitmesi" ile uyumlu bir bütünlük oluşturan "zora dayalı devrim" ve bu devrimin önemi öne çıkmaktadır.
Engels şöyle yazıyordu: "...fakat zorun tarihte başka bir rol (şeytani bir gücünkünden başka bir rol) oynadığı, devrimci bir rol oynadığı, Marx'ın sözleriyle, yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesi olduğu, toplumsal hareketin kendisini kabul ettirmekte ve donuk, ölü politik biçimleri kırmakta kullandığı araç olduğundan, Bay Dühring'te hiç söz edilmiyor. Sadece oflayıp, puflayarak, sömürü ekonomisini devirmek için belki de zorun - ne yazık ki !- gerekli olabileceği ihtimalini kabul ediyor, çünkü her zor kullanımı, onu kullananı demoralize edermiş. Ve bu, her muzaffer devrimin sonucu olmuş olan yüksek ahlak ve atılım karşısında ileri sürülüyor! "

Buradan da görülmektedir ki, Engels’in Sosyal-demokratlara (komünistlere) sunduğu "zor"a dayalı devrimle, "devletin sönüp gitmesi" teorisi, farklı süreçleri anlattıkları için birbirinin yerine geçemez. Ancak sık sık birbirine karıştırılıp bağdaştırıldığını biliyoruz ve hâlâ bağdaştırılmaktadır.

Böylece daha net olarak görebiliyoruz ki, Marxizm’in kurucularının "zora dayalı devrim" in kaçınılmazlığı öğretisi, burjuva devletle ilgilidir. Burjuva devletin, yerini proleter devlete (proletarya diktatörlüğü) "sönüp gitme" yoluyla değil, genel kural olarak, ancak "zora dayalı devrim" ile bırakabileceğini Engels'ten alıntıladığımız değerlendirmelerden anlamak zor değil. Ancak, dün olduğu gibi, bu gün de, hem de tarihsel gelişmenin de ortaya koyduğu tüm nesnel açıklıklara rağmen, bu gerçeklik ısrarla görmezden geliniyor.

Burjuva devletin yerine proleter devleti geçirmek, "zora dayalı devrim" olmadan kesinlikle olanaksızdır. Proleter devletin ortadan kaldırılması, yani her türlü devletin ortadan kaldırılması " sönüp gitme" dışında başka bir yoldan imkânsızdır.

İşte öğretinin özü budur. Ve bu öz, Marx ve Engels'in, her devrimci durumu tek tek inceleyerek, her bir devrimin deneyimlerinin derslerini çözümleyerek ortaya koydukları görüşlerinin billurlaşmış özetini verir.

Ancak oportünistler, devrim ve demokrasi ile ilgili olarak emekçi kitlelere, küçük burjuva hayalleri pompalamaktan vazgeçmemişler ve bu gün bile devam eden ardılları ile Marxizm'in devlet öğretisini tahrif etmeyi sürdürmektedirler.

Sözde sosyalistler, sosyalist dönüşümü, küçük-burjuva hayalci dünyalarında tasarlayarak, bunu, sömüren sınıfların egemenliğinin, şiddete dayalı devrimle yıkılması olarak değil de, Lenin’in eleştirel ifadesiyle, azınlığın, görevlerinin bilincine varmış çoğunluğa barışçıl biçimde boyun eğmesi olarak tasarlıyorlardı.

Hâlâ da böyle tasarladıklarını hep beraber görüyoruz.

Yani burjuvazinin her daim sevdiği, "sınıflar üstü bir devlet" kabulü ile sıkı sıkıya bağlı olan bu küçük-burjuva hayalci yaklaşım, küçük-burjuva sosyalistlerini, pratikte işçi sınıfının çıkarlarına ihanet etmeye götürmüştür.
Buna en çarpıcı ve akıllarda kalan örnek, gerçekte küçük-burjuva demokratlarından olan, sözde sosyalist Louis Blanc ve taraftarlarıdır.

Keza Blanc, 1848 Şubat devriminden sonra, burjuva hükümete katıldığı gibi, ParisKomünü'nün ilan edildiği 1871 yılında da, Versailles'da, Komün'ün cellâdı olarak anılan Thiers Hükümetinde kalmış, Burjuvazi Komüncüleri ezerken, Blanc, burjuvazi ile proletarya arasında çıkar birliğini vaaz ederek ve elbette üzerinde sosyalist gömlek olduğu için, burjuvaziye hizmet ettiğini göremeyen Fransız halkının, Komünarların ezilmesinde tarafsız kalmasını sağlayarak burjuvaziye yardım etmiştir.

Proletarya, devlet erkine, merkezileşmiş bir iktidar örgütüne, bir zor örgütüne, gerek sömürücülerin direnişini bastırmak için, gerekse sosyalist ekonomiyi işler hale getirmek üzere, nüfusun muazzam kitlesini, köylülüğü, küçük burjuvaziyi, yarı proleterleri yönetmek için gereksinim duyar.

Devlet öğretisi, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya öğretisi, Marx'ın tarihte proletaryanın devrimci rolüne dair tüm öğretisiyle kopmaz biçimde bağlı olan bu teori, proletaryanın devrimci rolünün taçlandırılmasını, proletarya diktatörlüğünün, proletaryanın politik egemenliğinin oluşturduğunu net olarak gösteren bir öğretidir.

Bu öğreti, aynı zamanda, burjuvazinin kendisi için yarattığı devlet mekanizmasını önceden yok etmeden, parçalamadan proletaryanın egemenlik aracı olan örgütün,yani proletarya diktatörlüğünün yaratılmasının mümkün olmadığını da net bir biçimde göstermektedir.

Diğer yandan, hatırlanması gerekir ki, Marx'ın öğretisi çoğu kez ve daha çok Marxizm'i tahrif etmek için sınıf mücadelesine indirgenir. Oysa Marx'ın kendi ifadesiyle ve Lenin'in aktarımı ile sınıf mücadelesi öğretisi, Marx'tan çok önce ve burjuvazi tarafından yaratılmıştır.

Yalnızca sınıf mücadelesini kabul eden biri, henüz burjuva düşüncesinin ve politikasının sınırları içinden çıkamamış demektir. Böyle biri, Marxist değildir. Marxizm'i sınıf mücadelesi öğretisine indirgemek, Marxizm’i budamak, onu tahrif etmek, burjuvazi için kabul edilebilir sınıra indirmek demektir. Sadece, sınıf mücadelesinin kabulünü, proletarya diktatörlüğünün kabulüne kadar genişleten kişi Marxist'tir. Marxizm'i gerçekten anlamış ve kabul etmiş olmanın denek taşı budur.

Avrupa tarihine bakıldığında, tüm reformistler ve oportünistler yanında, Kautskycilerin de proletarya diktatörlüğünü reddeden zavallı darkafalılar ve küçük-burjuva demokratlar oldukları gözden kaçmaz.

Burjuva devletlerin biçimleri son derece çeşitlidir ama özleri birdir. Tüm bu devletler, şu, ya da bu tarzda, fakat son tahlilde mutlaka burjuvazinin bir diktatörlüğüdür.

Kapitalizmden komünizme geçiş de, muazzam bir politik biçimler bolluk ve çeşitliliğini gösterecektir, fakat özü mutlaka aynı kalacaktır; Proletarya diktatörlüğü.

Marx ve Engels birlikte imzaladıkları Komünist Manifesto’nun 24 Haziran 1872 tarihli son önsözünde Manifestonun yer yer eskidiğini açıkladıkları önsözlerinde, "Özellikle Komün,'işçi sınıfının hazır devlet mekanizmasını basitçe ele geçirip, onu kendi amaçları için harekete geçiremeyeceğini' kanıtlamıştır." diye yazıyorlardı.

Böylece Marx ve Engels, Paris Komünü'nün asıl ve temel dersine tek başına öylesine büyük bir önem biçtiler ki, onu özsel bir düzeltme olarak Komünist Manifestoya eklediler.

Ancak bu düzeltme ile kaydettikleri sonucun anlamı tam olarak anlaşılamamıştı. Hâlâ da anlaşılmadığı ortadadır. Üstelik Marx ve Engels'in burada iktidarı ele geçirmenin tersine, "tedrici gelişim" düşüncesini vurguladıkları öne sürüldü.

Oysa Marx'ın düşüncesi, proletaryanın, kendisini sadece "hazır devlet mekanizmasını" ele geçirmekle sınırlayamayacağını, aksine onu parçalamak ve yok etmek zorunda olduğunu işaret ediyordu.

Kugelmann'a 12 Nisan 1871’de yani tam Komün sırasında yazdığı bir mektupta Marx şöyle yazıyordu; "18. Brumaire'imin son bölümüne bakarsan, Fransız devriminin bir girişimi olarak, artık şimdiye kadar olduğu gibi bürokratik-askeri mekanizmayı bir elden diğerine geçirmeyi değil, bilakis onu paramparça etmeyi ifade ettiğimi göreceksin ve bu, kıtadaki her gerçek halk devriminin ön koşuludur. Kahraman Parisli parti yoldaşlarımızın girişimi de budur."

İşte anlamak istenmeyen ve Marx'ın tahrifinde kullanılan düzeltmenin anlamı budur. "Hazır devlet mekanizmasının paramparça edilmesi, her gerçek halk devriminin ön koşuludur."

Tahliline devam eden Marx, diğer yandan, " Komün'ü imparatorluğun tam karşısına" koyuyor ve "Komün, sınıf egemenliğinin sadece monarşist biçimini değil, aynı zamanda bizzat sınıf egemenliğini ortadan kaldıracak olan cumhuriyetin, özgül biçimiydi..." diyordu.

Marx, sınıf egemenliğinin bu özgül biçiminin ilk işaretlerini , "...Komün'ün ilk kararnamesinin, daimi ordunun bastırılması ve yerine silahlı bir halkın konması olduğunu " ifade ederek veriyordu.

" Komün- diyordu Marx – Paris’in çeşitli semtlerinde genel oy hakkıyla seçilmiş belediye meclislerinden oluşuyordu. Çoğunluğu doğal olarak işçilerden ya da işçi sınıfının herkesçe tanınan temsilcilerinden oluşan bu meclisler, sorumlu idiler ve her an görevden alınabilirlerdi. O zamana kadar hükümetin aleti olan polis, tüm politik niteliklerinden arındırıldı ve bütün diğer yönetim dallarındaki memurların olduğu gibi, Komün'ün sorumlu ve her an görevden alınabilir aletine dönüştürüldü. "

Lenin bunu, "parçalanan devlet mekanizmasının yerine, Komün tarafından görünürde 'sadece' daha tam bir demokrasi geçirilmesi; daimi ordunun ortadan kaldırılması, istisnasız tüm memurların seçilebilirliği ve görevden alınabilirliği" olarak açıklıyordu. "Ne var ki -diyordu - gerçekte bu 'sadece', belli kurumlarla, prensip itibarıyla başka kurumların dev ölçekte bir yer değiştirmesi anlamına gelir. Düşünülebilecek en büyük tamlık ve tutarlılıkla uygulanan böyle bir demokrasi, burjuva demokrasisinden proleter demokrasiye dönüşür. Devletten aslında artık devlet olmayan bir şeye dönüşür."

Ancak burjuvaziyi ve onun direnişini bastırmanın hâlâ gerekli olduğuna dikkat çeken Lenin, Komün için bunun özellikle gerekli olduğunu ama tam da bu nedenle, yani bunu yeterince kararlılıkla yapmamış olduğu için yenildiğinin altını çizerek, burada "ezen organ"ın artık, azınlık değil, halkın çoğunluğu olduğunu ve bizzat halkın çoğunluğu, kendisini ezenleri ezmeye başladıysa, o zaman artık ' özel bir baskı erki'nin gerekli olmadığını; bu anlamda devletin sönüp gitmeye başladığını ekliyordu.

Ayrıcalıklı bir azınlığın özel kurumları yerine, çoğunluk bunu bizzat kendisi doğrudan yapabilirdi ve tüm halk, devlet iktidarının fonksiyonlarının uygulanmasına ne kadar çok katılırsa, bu iktidara gereksinimi de o kadar azalırdı.

Komün'ü tahlil etmeyi sürdüren Marx, "Komün, parlamenter değil, aksine aynı zamanda yürütme ve yasama gücüne sahip bir çalışma organı olacaktı..." diyerek, şöyle devam ediyordu, " Üç ya da altı yılda bir, hâkim sınıfın hangi üyesinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek yerine, genel oy hakkı, Komünlerde kurumlaşan halka hizmet edecekti, tıpkı bireysel seçim hakkının, tüm diğer işverenlere, kendi işyerinde işçi, ustabaşı ve muhasebeci seçmesine hizmet etmesi gibi."

Marx'ın, Buradaki parlamentarizmi eleştirisine dikkat çeken Lenin, oportünistlerin, işadamı sosyalistlerin, parlamentarizmin eleştirisini tümüyle anarşistlere bıraktıklarını ve bu kurnazlıkla, parlamentarizmin her türlü eleştirisine ,"anarşizm" diyerek karşı çıktıklarını hatırlatır.

Diyalektiğin, Marx için oportünistlerin boş bir moda sözcük haline getirdiği bir şey olmadığını vurgulayan Lenin, Marx'ın, özellikle devrimci durumun olmadığı koşullarda burjuva parlamentarizminin 'ahırı'ndan dahi yararlanmayı bilmeyen anarşizmle ilişkisini acımasızca koparmayı bildiğini ama aynı zamanda parlamentarizmin gerçekten devrimci-proleter bir eleştirisini yapmayı da bildiğini hatırlatıyor ve şöyle devam ediyordu; "Birkaç yılda bir, egemen sınıfın hangi temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermenin, sadece parlamenter - meşruti monarşilerde değil, aksine en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü olduğunu söylüyordu.

Lenin, diğer yandan parlamentarizmden çıkış yolu nerede kalır ve onsuz nasıl yapılabilir, sorusunu ortaya atarak, bunun, yani parlamentarizmden çıkış yolunun, temsili organların ve seçilebilirliğin ortadan kaldırılmasında olmadığını, aksine temsili organların laklakhanelerden “çalışma" organlarına dönüştürülmesinde olduğunu belirtiyordu.

Böylece Komün'ün parlamenter değil, aksine aynı zamanda yürütme ve yasama gücüne sahip bir çalışma organı olmasına vurgu yapıyordu.

"Burjuva toplumun satılık ve çürük parlamentarizminin yerine, Komün, yargı ve tartışma özgürlüğünün bir aldatmacayla yozlaşmadığı organlar koyar, çünkü parlamenterler, kendileri çalışmak, yasaları kendileri uygulamak, uygulama sonucunda ortaya ne çıktığını kendileri kontrol etmek, seçmenleri önünde sorumluluğu kendileri taşımak zorundadırlar. Temsili organlar kalır, fakat özel bir sistem olarak, yasama ve yürütme faaliyetinin ayrılması olarak, milletvekilleri için ayrıcalıklı bir konum olarak parlamentarizm burada yoktur.
Temsili organlar olmadan bir demokrasiyi düşünemeyiz; eğer burjuva toplumun eleştirisi bizim için boş bir laf olmayacaksa, burjuvazinin egemenliğini devirme çabası, Menşeviklerde ve sosyal-devrimcilerde söz konusu olduğu gibi, işçi oylarını kapmak için bir "seçim" lafı değil de, içten ve ciddi olacaksa, demokrasiyi parlamentarizm olmadan düşünebiliriz ve düşünmek zorundayız."

Böyle diyordu Lenin ve açıktır ki, Lenin'in, Marx'ın Komün deneyiminden çıkardığı ve devlet teorisine içerdiği derslerle, bu dersleri derinlemesine inceleyip, çıkardığı sonuçları Ekim devrimine uygulaması sırasında ortaya koyduğu çözümlemeler son derece zengin derslerle yüklüdür.

Ancak dün de, bu gün de, ne Marx'ın, ne de Lenin'in ve ne de Devlet öğretisi ile ilgili Engels'in çözümlemeleri yeterince dikkatlice ve derinlemesine ele alınmıştır. Aksine ve bu ele alınmadaki yetersizlik nedeniyle, hem ne kadar küçük-burjuva reformist, işçi sınıfının içindeki hain oportünist varsa Marxizm'i tahrif etmesi kolaylaşmış, hem de Marxizm'in kurucularının çözümlemeleri yerine, bu sahte Marxist'lerin çarpıtmalarına inandırmak kolaylaştırılmıştır.

Marxizm'e içerden savaş açanlar yanında, cepheden saldıranların da amacı, öncelikle sermayenin en gözde ideolojik silahları olmaktır.

Bu temelde, içerden saldıran Marxizm düşmanları ile cepheden saldıran Marxizm düşmanlarının ortak noktası, bir taraftan Marxizmi gözden düşürerek ve geçerliliğini yitirdiğini, hatta baştan beri yanlış temelde teori ürettiğini göstermeye çalışırlarken, diğer taraftan, Marxizmde sermaye için kabul edilebilir olanları alıp, kabul edilemezleri de, sermaye için kabul edilebilir forma sokmak için çalışmaktır.

Marx'ta, yeni toplumu kafadan uydurmak, yoktan var etmek anlamında bir ütopik yaklaşım yoktur. Aksine Marx, eski toplumun bağrından yeni toplumun doğuşunu, bir doğa tarihi süreci gibi, birincisinden ikincisine geçiş biçimlerini inceler. Bu incelemeler sırasında, proleter kitle hareketlerinin gerçek deneyimlerine bağlı kalan Marx, ondan dersler çıkartır.

Bürokrasiyi her yerde aniden ve tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu, bir ütopyadır. Fakat eski bürokratik mekanizmayı derhal parçalamak ve derhal, yavaş yavaş her türlü bürokrasiyi gereksiz hale getiren ve ortadan kaldıran yeni bir mekanizmanın inşasına başlamak ütopya değildir. Bu, Komün'ün deneyimidir ve bu, devrimci proletaryanın doğrudan, dolaysız görevidir.

Sosyalizm,"devlet" yönetiminin fonksiyonlarını basitleştirir. "Buyrukçuluğu" ortadan kaldırmayı ve tüm meseleyi, tüm toplum adına "işçi, ustabaşı, muhasebeciyi" egemen sınıf olarak işe alan proleterlerin örgütüne indirgemeyi mümkün kılar.

Marx gibi, bizim de ütopyacı olmadığımızı söylemeye gerek yok ama Lenin'in ifadesiyle aniden, herhangi bir yönetim olmadan, herhangi bir tâbiyet olmadan devletin" sönüp gideceği" düşü görmediğimizi hatırlatmak görevimizdir!
Proletarya diktatörlüğünün yadsınmasına götüren böylesi düşler, anarşizmin düşleridir ve Marxizm'in özüne yabancıdır. Bu düş, sosyalizmi, insanların başkalaşmış olacağı bir zamana ertelemeye hizmet eder. Oysa sosyalistlerin böyle bir ertelemeye niyetleri de, izinleri de yoktur. Sosyalist devrim, şimdiki insanlarla, tâbiyet olmadan, denetim olmadan, ustabaşı ve muhasebeciler olmadan yapamayacak insanlarla gerçekleştirilecektir.

Ancak burada tâbi olunması gerekenin, tüm sömürülenlerin ve emekçilerin silahlı öncüsü olduğunu, proletarya olduğunu hatırlatmam gerekmektedir. Bunun pratikteki anlamı ise, devlet memurlarının özgül "buyrukçuluğu"nun yerine derhal, bugünden yarına, "ustabaşı ve muhasebecilerin" basit fonksiyonları, genelde bu günkü düzeylerle bile kesinlikle başa çıkılabilecek ve bir işçi ücreti karşılığında yerine getirilebilecek olan fonksiyonların konulmasıdır.

Lenin, "Biz işçiler, kapitalizmin hâlihazırda yaratmış olduğu şeylerden yola çıkarak, silahlı işçilerin devlet erki tarafından korunacak olan katı, demirden bir disiplin yaratarak, kendi iş deneyimimize dayanarak, büyük üretimi kendimiz örgütleyelim" diyordu ve devam ederek, devlet memurlarını bizim verdiğimiz görevlerin basit birer uygulayıcısı, sorumlu, görevden alınabilir, mütevâzi bir ücret alan "ustabaşı ve muhasebeci" haline getirelim diye ekliyordu. "Bunun proleter bir görev olduğunu, proleter devrimi uygulamaya bununla başlanabileceğini ve başlanmalı olduğunu" vurgulayan Lenin, "büyük çaplı üretim temelinde böyle bir başlangıç, kendiliğinden her türlü bürokrasinin tedricen 'sönüp gitmesi'ne, yavaş yavaş, ücretli kölelikle hiç ilgisi bulunmayan, tırnak içinde olmayan bir düzenin yaratılmasına, gittikçe basitleşen gözetim ve muhasebe fonksiyonlarının sırayla herkes tarafından yapıldığı, sonra alışkanlık haline geldiği ve sonunda özel bir insan kategorisinin özel fonksiyonları olarak ortadan kalktığı bir düzenin yaratılmasına götürür" diyor ve 19. yüzyılın yetmişli yıllarından zeki bir Alman sosyal-demokratının, "posta"yı, sosyalist bir ekonominin örneği olarak nitelemesi örneğini öne çıkartarak, "posta"nın, devlet kapitalisti tekel tipi üzere örgütlenmiş bir işletme olduğunu vurguluyor ve emperyalizmin tüm tröstleri bu tipte örgütlere dönüştürüldüğüne işaret ediyordu.

İşte burada, aç "sıradan" emekçiler üzerinde duran aynı bürokrasinin varlığı öne çıkar, yani toplumsal iktisadın sevk ve idare mekanizmasının hazır ve nazır olarak varlığı öne çıkar. Kapitalistler devrildiğinde, proletarya tarafından kapitalistlerin direnişi kırıldığında, modern devletin bürokratik mekanizması parçalandığında, önümüzde asalaklardan kurtarılmış, teknik açıdan mükemmel bir mekanizma vardır.

Proletarya bu mekanizmayı, teknisyenleri, denetçileri, muhasebecileri işe alarak ve onların hepsine işlerini genelde tüm devlet memurları gibi, işçi ücreti karşılığında yaptırarak pekâlâ işletebilir. Emekçileri sömürüden kurtaran ve Komün'ün pratikte, özellikle de devletin inşası alanında, artık edinmeye başlamış olduğu deneyimleri değerlendiren, tüm tröstler karşısında somut, pratik, derhal uygulanabilir görev budur.

Bu görevin bir adım sonrasındaki hedef ise, tüm ulusal ekonomiyi, posta örneğindeki gibi örgütlemektir; yani iktidarı ele alan proletaryanın denetimi ve yönetimi altında bulunan teknisyen, gözetmen, muhasebeci ve tüm memurların, işçi ücretini geçmeyen bir ücretle çalıştıkları biçimde örgütlemektir.

Gereksinim duyulan devlet, devletin ekonomik temeli budur. Bu, parlamentarizmin ortadan kaldırılmasını ve temsili organların korunmasını sağlayacaktır. Bu, çalışan sınıfları, bu kurumların burjuvazi tarafından fahişeleştirilmesinden kurtaracaktır.

Bu ifadelerin hepsi Lenin'e aittir ve Marx ve Engels'in devlet öğretisine dayandırarak ortaya koyduğu sözleridir ama Marx'ın ve Engels'in olduğu gibi, Lenin'in bu sözleri de oportünistlerin, Marxizm'in düşmanlarının hiç aklına gelmez. Marx ve Engels’in ve elbette onları izleyen Lenin’in, Marxizm'in kurucularının yaşadığı Fransız büyük devriminden çıkardıkları sonuçların ifadesi olan on yıllarca önce söylenmiş sözlerinin, tıpkı Ekim devrimi öncesi unutulduğu gibi, bu gün de hatırlanmaması ve hatırlanmasının engellenmesi için özel çaba harcanması dikkat çekicidir.

Öyleyse, Lenin'in deyişiyle arkeolojik kazı yapar misli bu ifadeleri bulup, geniş kitlelerin bilincine çıkarmak, hatırlamaktan ölümüne korkanlara bile hatırlatmak da en devrimci işlerimiz arasındadır.
2. bölümün sonu Fikret Uzun devam edecek

Hiç yorum yok: