14 Nisan 2013 Pazar

ŞİMDİ DÜN DÜNDÜR BUGÜN BUGÜNDÜR MÜ DİYECEĞİZ



Parti hareketimizin çıkışında en önemli iki etkenden biri Vietnam Devrimi, bir diğeri ise Türkiye Devrimci Gençlik Hareketidir." (Serxwebun,Aralık 1988 s.8)


Haklısın Dersimokan, yazımda çok fazla paragraf var ancak siz de bir karar veremediniz; kiminiz paragrafların uzun olduğundan, kiminiz de paragrafların kısa olduğundan yakınıyorsunuz; tek ortak noktanız, kısa ya da uzun, bu paragraflarla oluşan yazının ortaya çıkardığı gerçeklerden uzak durmak ve dolayısıyla bunu bu türlü yakınmalarla ve daha çok da yazının uzun olmasından dem vurarak örtmek yaklaşımıdır ve bunun birbiri ile selamlaşırken bile atışan, birbirlerinin üzerine envai çeşit yaftalama ile zırva düşünceler sıkan ve hatta bazen aklı başında düşünceler de sıkan bir dinamik içinde yapılması ama en tam ifadesiyle gerçeklerin üzerindeki örtüleri kaldıran yazılar veya düşünce demetleri ile karşılaşılınca yek vücut, konsensüsün mantığı ne emrediyorsa, örnek olsun, "tıp" oyunu gerekiyorsa böyle bir oyun içine girmek, yaftalama tiyatrosu gerekiyorsa bunun içine girmek, bütün birbirini bilen kırk kişilik dinamiğin temel yaklaşımı oluyor ki, bunların hepsi, çoktan deşifre olmuş ve tarihin tozlu sayfalarında yerini almış yaklaşımlardır ve hepsinin zalimin politikalarına yardım ettiğini biliyoruz.Ve bundandır ki, Marxizm-Leninizm’in kurucuları, "duymak istemeyen birinden daha sağırı yoktur" demişlerdir ki, bu görmek istemeyen birinden daha körü yoktur da demektir.

Ve işte sizler de gerektiğinde duymayarak veya görmeyerek sessize yatıyorsunuz ve böylece gerçeklerin üzerini karartmaya çalışıyorsunuz; ya da daha yaygını görmemek için gözlerinizi kapatıp, başka tarafınızla baktığınız için gördüklerinizi gerçek sanmanız bir yana, bunu gerçeği görenlere de dayatmak istiyorsunuz.

İşte son tahlilde ve senin o pisliğe aşina ağzına çok yakışan ifadenle nasıl yazarsam yazayım bir "ırza geçmek" görebiliyorsun!

Ve sanıyorsun ki, çoktan zorbanın kucağına düşmüş olan senin gibilerin buradan kurtulmak isteyeceğini düşünüyorum da, o nedenle elimi uzatıyorum, yani gerçekleri önünüze yığarak "ne olur aramıza dön" diye yalvarmıyorum; ama sizin bulunduğunuz yeri pek sevdiğinizi ve oradan kolay kolay inmek istemeyeceğinizi daha da net olarak göstermeye çalışıyorum!

Bunun anlamı, devrim kapısından baştan beri kaçanlar ile buraya çok yakınlaşmışken ve bunu bir azap yaklaşımı içinde öne geçerek yaparken, yakınlaştığı kapıdan içeri baktığında beklediği ganimet yerine hiç istemediği bir gerçekle karşılaşarak geri kaçanların, hem kaçarken önüne çıkana kılıç salladığı ve hem de eğer sağlam kaldı ise bir daha o kapıya asla yaklaşmayacakları gerçeğidir.

Ama buna uymayan ve akıl taşıyan insanlara, bunu birinin göstermesi gerekiyor ve kimse göstermediği için, bu bana kalmıştır ve geriye dönüp bir bakarsan bunun önemli oranda gerçekleştiğini görebilirsin.

Ama daha önemlisi, bu dediklerimin hepsi tarihe nottur ve bu notları artık baltayla bile kazıyamazsınız. O sessize yattığınız,"tıp" oyunlarınızla kendinizi komik durumuna düşürdüğünüz çabalarınızın da pek kıymeti harbiyesi olmamaktadır. Çünkü tarih hızlı akmaktadır ve üzerinde seyreden sınıf mücadelesi de hızlanmaktadır ve de daha da hızlanacağının haberini vermektedir.

Bunun ne demek olduğunu eminim sen de biliyorsun ama öyle bir gözleriniz tavuk karası olmuş ki, fetiş içindesiniz ki,"önderiniz" Öcalan'ın deyimiyle o kadar çok "gözükara", "karayüz" profili veriyorsunuz ki, tarihin hızlı aktığı, sınıf savaşımının şiddetlendiği dönemlerin , akıl taşıyanların ve de kitlelerin önüne yeni ve tarihsel görevler koyduğunu ve en çok tarihin bu dönemeç noktalarında bu görevlerden kaçanların ve bu görevlerin üzerini örtenlerin çoğaldığını ve bu yöne yalpalayanların olduğunu ama asıl rengin, bu görevlere daha bilinçlice koşmak olduğunu aklınıza getiremiyorsunuz!

O kadar öyle ki, tarihte, tarihin bu akışının önünde giderken birden bire gerisinde kalan hatta bu akışın önünde engel olanların olduğunu ve bunlar engel duruma geldiği andan itibaren, daha önce onlarla beraber olanların veya onları takip edenlerin artık onları ezip geçtiklerini ve tarihin akışını hızlandırdıklarını unutmuş görünüyorsunuz.

Bu gerçekliğin üzerini örtmek için de, fetişizmi en geçer yaklaşım olarak dayatırsınız.

Tıpkı geçmişte Bernstein'in veya onun köylü kurnazlığının etrafında toplanan "eleştiri özgürlüğü" şampiyonları gibi, asıl olanın, gerçek olanın üzerini örtmek için, her eleştirel nitelemede küfür ve hakaret görüp,"eleştiri özgürlüğü" adını verdiğiniz küfür ve hakaretlerinizi dayatmayı politika haline getiriyorsunuz.
Ama nafile çaba içinde olduğunuzu görmekten uzaksınız.

Öcalan'ın "Kürt halkının değeri" olması, onun dün söylediklerinin tam tersi bir söylemle Kürt halkını, karanlık kuyulara açılan kapılardan içeriye girmeleri için sevk etmeye çalışmasını eleştirmemizi engellemez ve bu yöndeki eleştiriler hiçbir akıl taşıyan insana "hakaret" veya "küfür" olarak gelmez ama ortada bir fetiş durum varsa ne denirse densin,"küfür" veya "hakaret" olarak algılanması kaçınılmazdır.

Ama burada asıl baskın yaklaşım daha çok, gerçekleri ortaya koyanları püskürtmek için, gerçeklerin üzerindeki örtülerin açılmasını engellemek için ortaya konan saldırgan yaklaşımdır. Ve elbette böyle bir dinamik, fetiş yaklaşımlara hapsedilenleri daha da kemikleştirir ve kırmızı görüp de huysuzlanan boğa misli etrafına boynuz sallamaya iter. Bunu "önder" bildiklerine saygıları gereği olduğunu düşünürler!

Oysa tarihin akışına hız kazandıracak olan bu değildir, bu ancak ve ancak eleştirerek, eleştirel bir bakışla irdeleyerek, sorgulayarak olur.

O nedenle benim, somut, gerçek olguları ve hiçbir noktasını atlamak istemediğim için uzun yazarak ortaya koymam hepinizi rahatsız ediyor. Çünkü oyununuzu bozuyorum ve evet bu anlamda ben bir oyunbozanım ama daha çok bozuk sosyalizm alanlarında sahte solculuk yapanların ipliğini pazara çıkaranım. Kendisine "sosyalizm okulu "adını layık görmüş olan bu alanın da buna şiddetle ihtiyacı var; çünkü bozuk bir "sosyalizm" alanından sosyalist mücadele verilemez.

Tıpkı molozlarla dolu bir inşaat alanından bu molozlar temizlenmeden inşaatın yükselemeyeceği gibidir!

Ve o nedenle zamanında Öcalan’ın ağzından dökülen "İlkel -milliyetçiliğe" ve "hain ağa, bey ve aşiret reisi çizgisi"ne karşı verilen ideolojik -politik mücadele ile Kürt halkının yükselişine yapılan vurguyu hatırlatıyorum.
Eğer Kürt halkının kurtuluş mücadelesinin alanı üzerinden bu molozlar temizlenmezse, Kürt halkının kurtuluşunun inşaatının yapılamayacağı gerçeğini hatırlatıyorum.

Bu size hakaret geliyorsa, küfür geliyorsa, sadece dediklerimi teyit eder, sizin zorbanın politikalarına teslim olduğunuzu, işbirlikçi kulvarda yerinizi aldığınızı kanıtlar.

Yani kıvranan ben değilim, tam tersine senin gibilerdir. Ben sadece gerçekleri ulaştırmaya ve akıl taşıyanların aklına sunmaya çalışıyorum. Yani "ulak" adının anlamı budur ve senin babanın adı ile alakası olmadığı açıktır.

Örnek verdim, Kürtlere dün otonomi verenler, aralarında anlaşınca, bu otonomiyi bir çırpıda geri almışlardır ve üstelik buna direnen Kürtleri kimyasal silahlarla katletmişlerdir ve bundan ders alınmamaktadır ama sen hâlâ lagara lugara ile gerçeklerin üzerini örtmeye çalışıyorsun; sanki Saddam’ın ABD emperyalizminin köpeği olduğunu, beslemesi ve yetiştirmesi olduğunu biz hiç söylemedik ve şimdi oynanan tiyatroların da bunun benzeri olduğunu hatırlatmamışız gibi, bizi Saddam yandaşı göstermeye çalışmandan belli ne kadar çok gerçeklerden korktuğun.

Ne diyorum "alan elden üstün olan veren elden alınanlar, eninde sonunda geri verilmeye mahkumdur" Piriniz eş başkanlarınız sıkışınca , NATO'yu veya ABD emperyalizmini göreve (Kürtlere yardıma)çağırırken görmezden gelerek, bu yaklaşımın sakat bir yaklaşım olduğunu da gözlerden uzak tutuyorsunuz.

Dahası, ABD emperyalizmi ile "dost"luğun nasıl sonuçlar vereceğinin de üstünü örtmek istiyorsunuz. Ama yaptığınız, maharetini överken, kabahatini açık eden "mert kıpti" nin cingözlüğü gibidir. Saddam'ın bir ABD elemanı olduğunu görmezden gelip, bir taraftan "BAAS" yanı ile diğer taraftan Kürtlere uyguladığı ölçüsüz baskı ile canavar gösterirken, diğer taraftan ABD'nin beslediği böyle bir elemanını dahi emperyalist çıkarları için harcadığını, bunun Mısır 'da Mübarek nezdinde de tekrarlandığını gözlerden uzak tutmaya çalışıyorsun.

Oysa Saddam’ın canavarlığında cisimleşen ABD emperyalizmidir ve bundan çıkma eğilimi dahi, ABD emperyalizminin kendi yarattığı bu canavara daha canavarca saldırmasına yeter.

Deneyimle sabittir ki, veren elden, veren elin "insafı"ndan alınanları, veren el her zaman geri alabilir ve o veren el ki, veriyorsa vardır bir hikmeti, gütmeyeceği eşeğin önüne ot koymaz !

Ama size belki bol bol havuç dağıtıyordur ki, bu bizim dışımızdadır!

"Kin" diyorsun, bir adım önce eleştirilere "küfür"diyorken, şimdi eleştirilerde "kin "de görüyorsun!

"Kin"miş! Oysa neye, kime kin duyuyoruz bu bellidir! Tekrar tekrar hatırlatıyoruz.

"Bir kültür devrimi içinden geçen Kürt halkı temizlenerek yükselirken, Türkler tepeden tırnağa pisliğe battı. Kokuşmuşluğa, çürümüşlüğe teslim oldu. Ve bu çürümüşlüğe solcusu, aydını, işadamı hep birlikte "demokrasi" adını verdiler."
"Bu çürümüşlük içinde, pisliğe batmış vaziyette büyük zenginler, daha zenginleşti ve bizzat yönetime geçti. Türkiye'nin Kürtleri bir ateş çemberinden geçip temizlenerek yükselirken, Güneyde yaşayan Kürt liderleri bu pisliği, bu çürümüş düzeni bir cennet olarak gördü; bu zenginler düzeniyle bir arada olmak istediler; örnek olsun, Turgut Özal ile iş tuttular. "
"Biz bunlara sırf Kürt oldukları için hiçbir zaman yakınlık duymadık. Türkiye'yi yönetenlere ve büyük zenginlere nasıl bakıyorsak öyle baktık. Hâlâ öyle bakıyoruz ve Türkiye'nin Kürt coğrafyasında da onlardan pek çok olduğunu görebiliyoruz."

Dediklerimiz budur ve dün bunu Öcalan da diyordu.

"Bir tek Kürt bile yanımızda olmasa, bu pislik içindeki, çürümüş, kokuşmuş, ahtapot cumhuriyetine son vereceğimizi hep söyledik. İşimizin yenisini kurmak olduğunu hiç unutmadık. Sadece Kürt halkının değil, Türk halkının kurtuluşunun da kendisini zorladığını söyledik. Türkler ile Kürtlerin kurtuluşunun birlikte olduğunu" da söyledik.

Bu, Kemalist bir renkle devam eden T.C. için de böyle idi, Kemalistlerin teslim ettiği dinci akımların rengine büründüğünde de böyle idi. Bu ise yenisinin, bir kölelik düzeninin ta kendisi olan, Osmanik bir gerici feodal cumhuriyet değil, sosyalist cumhuriyet olması demekti!

Ayrıca ve daha önemlisi, Türkiye'nin çürümüş, iltihap yüklü cumhuriyetinin yıkılıp yerine feodal bir düzenin kurulmasının yeni bir cumhuriyet olmakla hiç ilgisi olmadığını ifade ettik ve ikinci cumhuriyetçilerden bu anlamda ayrıldık; Öcalan'ın da ayrıldığını biliyoruz ama artık geride kalmıştır ve bu gün, ikinci cumhuriyetçilere pek yakın durmaktadır, hatta iç içe durduğu aşikardır ki, hükümet odaklı "akil adamlar"ın künyesi, bunun en somut kanıtıdır.

12 Eylül yönetimi ile en son noktasına ulaşan Kemalizm’in ve cumhuriyetin, içinden akan, iltihapları ile birlikte çökmeye başladığını söylerken işaret ettiğimiz yeni, bugün peşinden sürüklenilen ABD senaryoları değildi!

Diğer yandan, Eylülist yönetimin yönettiği bu ahtapot cumhuriyetin biriktirdiği iltihabı, en çok Kürt halkını ezerek yaptığını da söyledik ve Türkiye düzeni çürürken, T.C. çökerken, Kemalistler düşerken, Kürt halkının öne fırladığını da söyledik.

Kürtlerin başı yukarda bir halk olduğunu ve bundan sevinç duyduğumuzu da söyledik. Türklerin bunu kabul etmesi gerektiğini söyledik. Kürt halkının bir devrimci fırlayışla öne çıkamayacağını, çıkmayacağını düşünmenin, hâlâ şoven kalmak olduğunu söyledik. Kürt devrimciliğinin yürüttüğü savaşı görmemenin mümkün olmadığını, ancak bu savaşa rağmen, bu savaşın iki tarafa yaşattığı acılara rağmen, esas olanın bu iki halkın kardeşliği olduğunu söyledik.

Ve bunları söylerken," Ne mutlu Türküm diyene" formülünün karşısına "Ne mutlu Kürdüm diyene" formülünü koyduk. Yükselen halk umutludur ve mutlu olmayı hak eder. Kürtler yükselen halk idi ve bunu hak ediyorlardı. Türkler ise hem umudunu yitirmiş ve hem de her tarafından iltihap akan bir düzene köle olmuşlardı. Öyleyse "Ne mutlu Türküm diyene" formülü, çürümüş düzenin iltihabına şovenlik irinini de akıtıyordu.

Şimdi ise, yükselen halk Türk halkı olmuştur, Amerikan emperyalizmine karşı, Kürtleri de ayırmadan ve güç hesabı bile yapmadan mücadele bayrağını çoktan çekmiştir. En güçsüz zamanında ABD emperyalizmi ile her cephede kavgaya tutuşmuştur ve hızla güçlenmeye ama daha önemlisi, ucu sosyalist cumhuriyete açık olan bir perspektifle yıkılan Türkiye Cumhuriyetinin yerine konulmak istenen ve Kürtleri de alt kimlik formülü ile buna köle yapmak isteyen gerici-feodal -Osmanik cumhuriyetin karşısında laik cumhuriyet momentinde birleşerek yükselmeye, ABD emperyalizminin dayattığı "demokrasi" illuzyonundan çıkmaya başlamıştır. Bunu söyledik.

Şimdi Kürt-Türk kardeşliğine en çok ihtiyaç olan bir zamanda Kürtleri, Kürt gericiliği ile Türk gericiliğinin ittifakına sürüklemek, Kürtleri yükseltmiyor; tam tersine yükselen Türk ilericiliği ile Kürt ilericiliğinin ittifakına karşı karanlık kapıları ardına kadar açıyor ve Türk halkı ile Kürt halkının kardeşliğine kama sokuyor.

Evet, ben bunları söylüyorum ve sen bunda "hakaret" ve "küfür", öte yandan "kin" buluyorsun ki bu, senin bastığın yerin, Kürt gericiliği ile Türk gericiliğinin ittifakının büyütülmek istendiği alan olduğunu gösteriyor.

ABD emperyalizminin öteden beri devrimci renkleri budanmış, ilkel-milliyetçi, gerici bir "Kürt devleti" ile Ortadoğu'da uzunca bir süre daha borusunu öttürmek istediğini söylüyoruz ki, bunu , dün Ertuğrul Kürkçülerin Kürtlerin yanına bile yaklaşmadığı zaman da söyledik, pek Kürtsever oldukları bu gün de söylüyoruz ve bu ABD politikasının gerçek olmaya başladığını, en son buna Öcalan'ın da dahil olduğunu söylüyoruz.

Bunun neresinde hakaret var, neresinde "önderinize" kin var!

Kin varsa bu, kokuşmuş,"demokrasi" diye yutturulan, cennet olarak gösterilen düzenin zenginleri ile iş tutan, bu cennette Türkiye’nin ABD-AB emperyalizmi ile bin bir bağ içinde olan büyük zenginleri ile birlikte yaşamak isteyen Kürt egemenlerinedir, ki bu bir sınıf kinidir, Kürt oldukları için duyulan bir kin değildir.

Siz neden gocunuyorsunuz anlamıyoruz ve elbette sırf sizin "önderinizdir" diye, sırf Kürt "önderidir" diye, Öcalan da bu kokuşmuş düzeni cennet görenlerin ittifakına ortak olursa, en azından bu ittifaka su taşımanın kanallarını açarsa ona kin duymamamızı kimse bekleyemez. Bu gayet normaldir ama dediklerimizin bu olmadığı da açıktır. Ne Öcalan'a ne de Kürt halkına kin akıtan cümleler kuruyoruz; ancak arkanı dönerek bakarsan bunu göremezsin, yüzün ABD emperyalizmine dönükken, kendi gözlerinle görmen mümkün değildir; dön yüzünü, aç gözlerini ve oku bakalım ne diyoruz, kime kin duyuyormuşuz?

Gözlerini kapatarak, bir de arkanı dönerek dediklerimize bakarsan elbette "akım" denirken "bokum" anlarsın, bu kaçınılmaz değil midir? Alevilere dair Öcalan'ın sözlerinden verdiğim örneği, de aynen böyle anlaman kaçınılmazdı ve bu örneklemeye ne anlamlar yüklemişsin, ki cehalet desem tutmuyor; demek ki çarpıtmak için pusuda bekliyormuşsun!

Öcalan'ın zaman zaman filozofi takıldığını biliyoruz ve din konusundaki ifadeleri böyle olmakla birlikte özünde politiktir. Bunu da biliyoruz ve Hizbullah ile ideolojik mücadele anlamında bir kapışmanın yansıması olarak İslam’a dair söylediklerini biz de yadsımıyoruz; biz de bugün tekellerin düzeni olan, temel işlevlerinden birisi insanı bozmak, ortaçağ kalıbına sokmak olan 12 Eylül rejiminin "yeni" versiyonunun, insanı bozmak için, önce İslam’ı bozduklarını, tarikat dinamiğinin İslam’dan uzaklaşmak olduğunu söylüyoruz; ancak, Öcalan'ın, bu gün öne çıkardıkları ve vurgulu tellere dokunarak dillendirdikleri bundan ayrıdır. Bunu gösteriyoruz.

Hizbullah mı dedin Öcalan'ın bu konudaki çözümlemeleri derin ve kapsamlıdır, üstelik sınıfsal bir pencere açmıştır, bunu yadsımıyoruz ve dediklerini doğru buluyoruz ama sırf bunun için, bu günün canlı gerçekliği üzerindeki olguları görmezden gelmemiz mümkün değildir.

Öcalan'ın bu konuda söyledikleri şöyledir, aktarıyorum.

"Saf Hizbullahçılarla bizim alıp vermediğimiz yok ama gerçekten onların çok bilinçli olarak siyonizmin üçüncü koldan piyonu olduklarını, kesin söylemek zorundayız.  Onların, anti-siyonistlikle, anti-emperyalistlikle, anti-Kemalistlikle asla alakaları yoktur."

"En büyük anti-siyonizm, anti-emperyalizm PKK'nın yönlendirdiği harekettir. Bu anlamda, İslamiyeti de savunan PKK'dir. İslam halklarının düşmanları bugün çok bellidir. Bunlar emperyalizm ve onun uşağı olan Kemalistler, siyonistlerdir. Onlara karşı dişe diş acımasız savaş veren PKK'dir. Hizbullahçı şefler, hiçbir zaman böyle bir savaş geliştirmiş midirler? Madem emperyalizme karşıyız diyorlar, biraz dürüst olsunlar. "En büyük kafir PKK'dir, tek tehlike PKK'dir" diyorlar. Bunun anti-emperyalsitlikle ne alakası var?"

"Sonuç olarak: yüce devrimci ulusal kurtuluş hareketimize, özellikle Hizbullahçılaradı altında dayatılan oluşumun anlamı budur. PKK, her zaman Ortadoğu halklarının geleneğine, İslam’ın devrimci özüne, herhangi bir tarikattan, mezhepten daha fazla bağlıdır. Önder düzeyde onu emperyalizme, siyonizme, Kemalizme karşı savunan bir harekettir. He ne kadar İslami sözcükleri kullanmıyorsa da özü böyle olan bir harekettir. Derin bir dinsel hoşgörüye sahiptir. Çeşitli dinlere ve mezheplere demokratik yaklaşır; onların en olumlu, özellikle milli ve sosyal gelişmeye hizmet eden tarihi değerlerine yüksek değer biçmektedir."

"Ortadoğu halklarının tarihinde çok güçlü olan, gerek İslamiyette, gerekse de Hıristiyanlıkta çok etkili olan enternasyonalizmi, halkların eşitliğini görmek gerekir. Eğer bu, günümüzde olumlu değerlendirilirse, şovenizme ve faşizme kaçmadan, halklar arasındaki dayanışmaya hizmet edebilir. Biz buna büyük önem veriyoruz."

"Gerçekler bu iken ve bunun uğruna savaşımı partimiz önderliğinde halkımız verirken, onu başka türlü değerlendirmek sadece ve sadece savaştığımız azgın Türk sömürgeciliğine, onun arkasındaki siyonizme ve emperyalizme hizmet eder. Demek ki, onlar için PKK'yi doğru tanımamak, kendileri için engel olarak görüp saldırmak, o çokça karşılarında olduklarını söyledikleri düşmanlarla aynı safa düşmektedir."

"Biz üzerimize düşeni, hem eylemimizle hem de siyasi tavrımızla bu kadar açıkça ortaya koyarken; aldatılan veya belirli bir karmaşıklığa itilen çok çeşitli yeni çevrelerden kişilerin de, sadece sözleriyle değil, eylemleriyle doğru belirlemelerini, İslam’ın eşitlikçi, özgürlükçü özüne sadakatle bağlı olmalarını ve bunu ispatlamalarını istiyoruz."

"Biz bunu hem sözle hem de eylemle gerçekçi bir biçimde bütün dünyaya ispatlamışız. Şimdi sıra bunlara geliyor. Bunu yapmadıkça ve karşımızda savaştıkça kendilerine sonuna kadar yükleneceğimizi ve çok acımasız bir biçimde ezeceğimizi belirtmek istiyoruz."

Öcalan dün bunları diyordu ve bu gün dedikleri başkadır ve bunu gösterdik diye kızgınlığınız yersizdir ve bu dediklerimizde hakaret, küfür ve kin aramanız zorlama çabadır.

Üstelik Öcalan'ın kafasının içinde bizim bilmediğimiz bir köylü kurnazlığı varsa biz bununla ilgilenmiyoruz, biz somut olgularla ilgileniyoruz ve bu olguları da gösteriyoruz.

"Ermeni soykırımı" mı dedin? Bu, iddia,yıllarca siyonist lobinin karşı çıktığı bir iddia idi ki, ol tarihlerde Asala olgusu en yüksek gerilim noktalarından biri idi, ASALA bitti, siyonist lobi "yumuşadı" dolayısıyla bu iddiaya o da sahip çıktı! Neden acaba?

Öte yandan ortadoğu'da ABD nin Kürt politikası yanında, Ermeni politikası vardı ve dolayısıyla Kürtlere olduğu gibi, Ermenilere de şirinlik öne çıkmıştı. AB yi bundan ayırmak zordur ve başı çekenlerin, genelde Yahudi kökenli olmaları sadece öğreticidir.

Her şeyi biliyorsun Dersimokan beyefendi, bunu da bilirsin, burada bir "her şey en bağımsız göründüğü halinde bile gerçekte birbirine kalın urganlarla bağlıdır"olayı var; işte Kürt politikası ile Ermeni politikası ve elbette Türk politikası ve tabii "soykırım" muhabbeti böyle bir bağı gösteriyor!

Dezenformasyon mu demiştin, işte dezenformasyon buradadır ve bilmeyen mi kaldı ki sen bilmeyesin, Türk-Ermeni(Asala) çatışması gerçekte Yahudi-Ermeni çatışmasıdır. Ve Ermeni tehcirini tertipleyenlerin, özünde Osmanlı içinde Türklüğü öne çıkartan Yahudiler olduğunu sağır sultanlar bile duymuştur ama sağırlıkları dillerine de vurduğundan söylemekten uzak kalırlar. O sizin İttihat ve Terakkinin başı olan kişi, hani şu Ermenilerin katlettiği ve yakın zamanda katledilen Hrant Dink'in yerde yatışı ile korelasyon kurulan kişi de Yahudi idi ve elbette tek değildir. İttihat ve Terakkinin bir örgütlenmesi olan Jön-Türk hareketi içinde Kürtleri bolca görüyoruz ki, doğudaki hemen bütün Jön-Türk dernekleri Kürt dernekleridir.
Dolayısıyla Ermeni tehcirinden Kürtleri ayıramıyoruz. Kürtlerin, elbette yoksul Kürt halkından söz etmiyoruz, Ermenilerin zenginliklerine konmaları yanında güzel kızlarını nikahlarına almaları bunun içindedir. Ve bu varsa, tehcir yoksa "soykırım"ın günahları Kürtlerin de üzerindedir!

Bu bile ezbere, kulaktan dolma konuşuyorsunuz demektir ama daha önemlisi dezenformasyonist emperyalist ağzı ile konuşuyorsun demektir.

Mihail'e de arka çıkıyorsun ki, burada da zırvalayarak gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyorsun, nedense bunu hepiniz yapıyorsunuz, zırvalamadan bir eleştiriye karşı duramıyorsunuz.

"Kelimesi bol içi boş" cümleler dediklerin aşağıdadır,bir daha oku,belki bir daha okursan,hiç de içi boş olmadıklarını görürsün!

"Kürt halkına, dünyanın hâlâ en ölçüsüz, en kanlı, en düzenbaz deccali olan ABD emperyalizminden gelecek bir kurtuluşun olmayacağını, ancak ve ancak eskisinden de kötü bir kölelik geleceğini ve elbette bu nedenle ABD emperyalizminin, nerdeyse kırk yıldır, devrimci renkleri temizlenmiş, ilkel milliyetçi, gerici, itaatkar bir Kürt devleti peşinde koştuğunu ve bunu bulmuş gibi bir haleti ruhiye içinde, ölçüsüz bir tutum içinde olduğunu görüp, Türk ve Kürt halkının, ilerici-devrimci bir eksende, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkının özgürce kullanılması temelinde ve elbette halkların kardeşliği düsturuna sıkı sıkı sarılarak asıl deccale, yani asıl düşmana ve işbirlikçilerine karşı tutum alınması gerektiğini tez zamanda bilince çıkartmak gerekmektedir."

"Çünkü deccallik bayrağı hâlâ ABD emperyalizmindedir ve dün bu bayrak Kemalistler eliyle Türkiye'nin gönderine çektirilirken, deccallik, ABD emperyalizmi ve Türkiye’nin büyük büyük zenginleri adına Kemalist yüksek kadrolarca, yüksek komutanlarca yürütülürken, bugün bu bayrak aynı yerde durmakta ama Kemalistlerin değil, Kemalist yüksek kadroların da işbirliği sağladığı dinci akımların, dinci-feodal-faşist bir yeni 12 Eylül rejiminin elindedir; deccallik, artık bu, aydınlığa, bilime, iyiden, güzelden yana her şeye saldırgan ve sinsi çağdışı bir düşmanlık içinde olan dinci akımlar eliyle ve Türkiye tarihinde Menderes hükümetinin deccalliğinde bile görülmemiş denli deccallikle yürütülmektedir."

"Bu, elbette bir taktik sonuç olabilir ama bu sonucun, onca zamandır, onca kan dökülerek gelinen bu noktada, herkesin "bunun için mi idi?" sorusunu sormasına neden olacak bir stratejik sonuç olarak sunulmasına her halde kimsenin sevinç içinde biat etmesini dayatmayı haklı kılamaz."

Bu ifadelerin nesine itiraz ediyorsun? Bu ifadelerin ve diğerlerinin neresinde senin anladığın anlamda bir kin var?

İtiraz edebileceğin bir şey yok aslında ve senin dayattığın anlamda bir kin de yok, bu nedenle de "Kelimesi bol içi boş" cümle diyerek savuşturmaya çalışıyorsun.

Diğer itirazların da bu temeldedir ve asıl olandan, ana fikirden uzaklaşıp, kimi demagojiye açık noktalarda dolaşman bundandır.

Ve ilginç olan, bol bol sizlerin ifadelerine "beğendi" yapan Mihail, kendisine cevaben söylediklerime cevap vermiyor ama Dersimokan, Mihail'e arka çıkıyor, demek ki feyzi sizlerden alıyor ama uzun boylu cevap vermesi mümkün değildir, dolayısıyla senin tercüman olman yerindedir.

Demek bugün,‘’DDKD mirasçısıyız’’ diyen kitlenin ‘’ilkel milliyetçiliğini’’ görmek zor değil…..!

Yerinde tespit ama eksik, çünkü ortada olan, DDKD'den geriye kalan değildir, KDP varken onlara ne hacet?

Sosyal-şovenizme karşı verilen mücadelenin başarıldığını, böyle bir tehlike kalmadığını hatırlatan Öcalan, bu konuda şöyle yazıyor; hatırlatıyorum!

"Bu (tehlike)ilkel-milliyetçilik için geçerlidir. KDP'ler biçiminde dayatılan ilkel-milliyetçiliğin MİT ile birleşmiş KDP'cilik olduğunu biliyoruz. Daha 1970'lerde bazı Kürt dernekleri eliyle bu dayatılmak istendi. DDKD, KUK, ÖY vb. bir sürü Kürt grupçuğu eliyle ilkel-milliyetçiliği egemen kılmak istiyor. Fakat Kürdistan devriminde ilkel -milliyetçilik teşhir ve tecrit edilmiştir.

Bunların çok çeşitli fraksiyonları çıktı. Ama en temel güçleri yine de Barzani-Talabani'ydi. Barzani'ye dayalı Özgürlük Yolu da günümüzde kendisine, sosyalist parti, diyor. Ekolü o güçlendirdi. Sömürgecilik, Rizgari, Ala Rizgari, KUK, KAWA vb. adlar altında etkili olmak istedi. Ama bunun esas kökü, feodal-aşiretçi güçlerdi. Bunlar bir de Türk milliyetçiliği ile irtibatlıydılar. Özellikle de Türk MİT'i ile irtibatlıydılar. Tüm bunlar, tutarlı yurtseverliğin, devrimci-yurtseverliğin gelişmesini elbirliğiyle boğmak istiyorlardı.

PKK, bunlara karşı da çok tutarlı bir mücadele verdi. Bunların ağa-şeyh-aşiretçi güruhu teşkil etmeleri, öte yandan Kürdistan’ın sosyal temelinin emekçi olması gerçeği, 1970'lerin ortalarından itibaren bizim halkı kolay aydınlatmamıza ve bunları tecrit etmemize imkan verdi."
 
Demek ki, vurgu sadece DDKD ye değildir, aksine DDKD'nin, MİT birleşmiş KDP'nin ilkel milliyetçiliğini yayan grupçuklardan sadece birisi olduğunadır.
Demek ifadelerim seni baydı? Belli oluyor, kendinde olmayan bir haleti ruhiye ile cevap verdiğin görülüyor ama dediklerimin uyandıran yanı olduğu da anlaşılıyor, bu halinde bile öfkene yansımış zikrin, ağzından pislik biçiminde dökülüyor!

Baymadan okudukların ise eminim havuç rüyası gördüren ve içinde olduğun illuzyonu pekiştiren ifadelerdir.

Hep söylüyorum, tekellerin düzeni, alzheimerlerden, şizofrenlerden geçilmiyor ve bunu Kafka da, Huxley de ve dahi Orwell de ama öyle, ama böyle gösterdi! Ancak illuzyona hapsolmuş ve hep havuç rüyası görmeye mahkum olanlar bunu göremiyor. Bu düzeni cennet olarak görüyor ve o nedenle hâlâ devam eden Eylülist rejimin üzerinde buz pistinde kayar gibi demokratik "Kürdistan"a geçileceği hayali önünde secdeye varırken, bunun bir "sınıfsız, sömürüsüz" hatta "devletsiz bir cennet" olduğunu düşleyebiliyor ve hatta bu cennetten Türkiye'ye de bir cennet düşeceğini vaat edebiliyorlar.

Ama son derece koyu bir karanlığın içindeki ve son derece yoğun bir faşizmin hüküm sürdüğü tekellere cennet, ezilen ve sömürülenlere cehennem olan bu tekellerin düzeninden, bu "yeni" 12 Eylül rejiminden, cennetin gerici Kürt işbirlikçilerine, cehennemin ise yoksul Kürt halkına düşeceğini göremiyorlar ve bu düzende gördükleri cenneti yaşamak hayali ile bu düzenle iş tutarak Kürt halkını kandırmayı politika sayıyorlar.

Önünde secdeye vardıkları "Kürdistan" ın bir vatan, bir ulus-devlet olduğunu görmezden gelirlerken, ulus-devlet tü kakadır;"Kürdistan", iyi olan, güzel olan ve bugüne ait olan "devlet olmayan bir devlet"tir diyebiliyorlar. "Kürdistan" hayallerinde "devletsiz bir devlet" vardır ama bunun, aslında cennetsiz bir cennetin, yani cenneti artık çoğalan, ittifaklarını güçlendiren egemenlere ait olan, cehennemi ise artık daha çok sömürülüp, ezilirken, birbirlerine düşmanlaştırılacak olanlara düşecek olan bir karanlık düzenin dik alası olduğunu ancak illuzyon dağıldıktan sonra göreceklerdir.

Çünkü bir yanı cennet, diğer yanı cehennem olan bir düzenden, cennet ancak düzenin sahiplerine, cehennem ise kölelerine düşer !

Dersimokan maskeli efendi, evet haklısın,"önemli olan işlevidir" ama görülüyor, uzun olunca demek ki bazılarının canını acıtıyor, öyleyse işlev tamamlanmış oluyor.

Kimse Marxizm-Leninizm’in kurucuları ile korelasyon kurduğumu sanmasın ama ne Marx, ne Engels, ne de Lenin, can yakmadan durabiliyor; can yakarak işlevlerini tamamlamaları daha anlamlı oluyor.

Aç oku, göreceksin ki, Anti-Dühring'te, bugün bile bazılarının canını fena yakacak "işlev"ler bütünü vardır! Marx'ta da, Lenin'de de var ama senin, o kuş kadar beynini nelerin doldurduğunu ve nerenden konuştuğunu görebilmen için bu örnek yetiyor.

Ve tekrar ediyorum, okumak, tekrar tekrar okumaktır; ancak, böyle yapılmadığı gibi, biraz oradan, biraz buradan alıp, ağzı olan konuşuyor!
Öyle olunca da, örnek olsun, "Ne Yapmalı" dan dem vuran ve hatta çoğunlukla ona gönderme yaparak kendilerine vitrin yapan cahiller, yaptıklarının "trade-unionizm" olduğunun farkına varamıyor ama bol bol "işçi sınıfı partisi" diye nutuk atmaktan uzak durmuyorlar!

Burada duruyorum; cevaplar yeter diyorum!

Şimdi, Öcalan'ın en başta bir tümcesini aktardığım aynı Serxwebun gazetesinde,1991 Şubat ayında yayınlanan "Körfez savaşı ve Kürdistan'daki Devrimci Savaş Üzerindeki Olası Etkileri" ne ilişkin yazdığı uzun değerlendirmesinden bir bölümü, son derece öğretici olduğuna inanarak, aktarmak istiyorum.

Böylece, ABD emperyalizminin bilumum bağlaşıkları ve işbirlikçileri ile birlikte dayattığı Kürt "çözümü" nü, sanki ortada bir devrim gerçekleşiyormuş gibi, hatta nerdeyse "devlet olmayan devlete" kapı açılıyormuş gibi algılatmak isteyenlerin; Kürt gericileri ile Türk gericileri arasındaki ittifakın yanında olan ve dolayısıyla ABD emperyalizminin öteden beri kotarmaya çalıştığı ve de BOP -BİP eğiliminin anahtarı olan "Büyük Kürdistan" senaryolarının gönüllü yandaşları durumuna dönüşenlerin; diğer yandan ve bu nedenle Kürt ilericiliği ile Türk ilericiliği ittifakı temelindeki toplumsal güçlerin topunu birden düşman saflara yerleştirenlerin kuyruğundan gidenlerin zihinlerinin önemli oranda açılacağını ümit ediyorum.

En azından akıl taşıyanların, bu günlere dair yirmi yıl önce ortaya koyduğu çözümlemenin, ABD emperyalizminin bağlaşıklarının ve işbirlikçilerinin lehine ne denli gerçekleştiğini ve artık Öcalan'ın da buna -eğer kafasının içinde bilmediğimiz bir başka köylü kurnazlığı misli yol haritası yok ise-teslim kapısını açtığını ve Kürt halkının bu kapıdan içeri girmesi için yoğun bir trafik yaşandığını görebilirler diye umuyorum.

Yeter ki bu günkü canlı yaşamın üzerinde boylu boyunca duran olgulara gözlerini kapatıp, başka yerleri ile bakmasınlar! Öyle bakarlarsa Dersimokanın zikrindekileri görmeleri ve zikrindekilerle konuşmaları kaçınılmaz olacaktır.
"Hiç şüphesiz yenilmeyen PKK, devrimci savaşı tırmandıran PKK, yıllardır TC için büyük bir korku vesilesidir. Bunu zaten günlük basından izliyoruz. Daha önce Evren-Özal yönetiminde olduğu gibi, günümüzde de Özal-Akbulut yönetimi ve genelkurmay, sıcağı sıcağına her gün cephelerden gelen tomar tomar savaş raporlarını tartışıp, bu savaş üzerinde duruyorlar. Kendi özel savaşlarını yetkinleştiriyorlar. En son İşte Körfez savaşı bahanesi ile buna NATO Çevik Kuvvetlerini bulaştırarak, kendilerine olan güvenlerini tazelemek ve güçlendirmek istiyorlar.

Karşı devrim cephesinde, özel savaş cephesinde, bu vesileyle meydana gelen yığınağı doğru değerlendiriyoruz. Yığınak, Kürdistan'daki savaşın gelişmesini tasfiye etmek, bu olmadıysa önlemek içindir.

Ve eğer mücadele daha da tırmanırsa, hiç olmazsa Kürdistan'ın toptan kopuşunu önlemek, yine mücadelemizin Türkiye'yi de devrime götürmesini engellemek içindir. Çünkü mücadelemiz, Türkiye devrimini de büyük oranda tahrik ediyor. Türkiye'yi de gerçekten devrime götürüyor. İşte TC, bunu önlemek istiyor; yani genelde Güney Kürdistan'ı Kuzey Kürdistan'dan, Türkiye'yi de (Türkiye devrimi açısından) Kürdistan'dan koparmak istiyor. Bunun için bütün ordu gücünü Kürdistan'a yığıyor.

Bir altüst yaşanıyor. Bu altüst oluşta, hiç şüphesiz en büyük çıkışı Kürt halkı yapabilir veya denetimden çıkan bir Kürt halkı bağımsızlığa kadar gidebilir. O tehlike ortaya çıktı mı, Türk ordusu devreye girecektir. Görüyoruz ki TC 'nin tüm hazırlıklarının sebebi Körfezdeki savaş değil, Kürt halkının bağımsızlığa kadar yönelebilecek kabarışını önlemektir.

Dolayısıyla nereden bakılırsa bakılsın, emperyalizmin Körfezdeki savaşı, kuzey cephesinde adına "ikinci cephe" de denilen bir biçime bürünürse, bu cephedeki savaşım kesinlikle Kürdistan'daki devrimci savaşıma karşı dayatılan bir emperyalist özel savaşım olur. Sadece Türklerin uyguladığı bir özel savaşım değil, NATO'nun desteğiyle, dolayısıyla emperyalist devletlerin de direkt bulaştığı bir karşı-devrimci özel savaş olur.

Bir ara Vietnam'da nasıl ki işbirlikçiler eliyle karşı-devrimci savaş yürütüldüyse, adına sınırlandırılmış savaş, özel savaş denilen savaşla, Vietnam'ı Vietnam'a kırdırma biçiminde bir savaşla sonuç alınmak istenilip de yetmediğinde, ABD beş yüz bin kişilik ordusuyla ve büyük hava gücüyle bu savaşta bir taraf olduysa, öyle görünüyor ki, eğer Körfez savaşının sonuçları olumlu biçimde Kürdistan'daki devrimci savaşa yansırsa, Kürdistan'ın kuzeyi ile Güneyi devrimci savaşı tırmandırırsa ve kesinlikle bunun karşısında Türk özel savaşı yetmez bir duruma gelirse -ki düşüyor- emperyalizm direkt devreye girecektir.

Eğer Irak dağılırsa, hem Musul Kerkük üzerindeki geleneksel iddiasına işlerlik kazandırmak ve hem de esas olarak olası bir Kürt bağımsızlığına karşı durmak için, bir yeniden işgale -buna bazı alanları "Kıbrıslılaştırma"da diyebiliriz- girişebilecektir.

Böylesi bir savaşa girecektir ki, bunun da temelinde, görülüyor ki, Kürdistan'ın işgali söz konusudur, Irak'ın değil.

Irak'ın bütünlüğü gidince işgal edilecek yer Kürdistan'dır.

Biz buna Irak'ın işgali demeyeceğiz, Kürdistan'ın işgali diyeceğiz.

Bazı işbirlikçileri şimdiden bulabilir, işbirlikçi bir Kürt yönetimi de kurabilir ve bunlar vasıtasıyla bu işgali sürdürebilir.

Biz buna da Kürtler otonomi kazandı demeyeceğiz, Kürdistan'ın işgali daha da geliştirildi diyeceğiz.

'Kürtleri himaye altına alıyoruz' denildiğinde, buna himaye alma değil, İşgal altına alma diyeceğiz.

Ve daha şimdiden ortada geliştirilen politikaların, Kürt politikalarının esas amacı da budur. Bu Politikaların arkasında ABD vardır, Avrupa vardır, İsrail de vardır.
Yaratılmak istenen Kürdistan statüsü emperyalizmin denetimi altındaki bir statüdür. Kürdistan senaryosu bu anlamda tamı tamına ABD, Türkiye, biraz farklılık olsa da Avrupa ve İsrail'in arkasında yer aldığı bir Kürdistan statüsüdür.

Gelişir mi, o ayrı mesele! Fakat özellikle de eğer Irak'taki Kürtlerin konumu, büyük parçadaki Kürdistan 'ın ulusal kurtuluşuna bir cephe gerisi olmaya dönüşürse, savaş kuzeyde bu temelde geliştirilir ve Kürdistan'ın geneline önderlik edecek bir duruma gelirse, asıl cephesinde büyük başarılara doğru giderse geliştirilecek emperyalist senaryo budur.

Bu senaryonun içinde Türk rejimine tanınan vurucu bir rol vardır, mali harcamaların kaynağını ise önemli oranda, başta ABD olmak üzere Batılı ve Ortadoğu'da bir güç olması itibarı ile İsrail teşkil edecektir.

Diğer yandan Kürt işbirlikçilerini yeniden reorganize etmek, yani onları yeniden örgütlemek ve bunun için de bu son dil serbestisi maskesi altında bir takım yasal düzenlemeler geliştirmek istiyorlar. Sanırız Fransa'da ve Washington'da yeni bazı konferanslar geliştirmek istiyorlar. Bu temelde Kürt egemen işbirlikçi güçlerini yeniden örgütlemek istiyorlar. Tüm partiler bünyesindeki milletvekillerini ve tüm Kürt aşiretlerinin önde gelenlerini birleştirip böylece Türk işbirlikçisi olan ve bir ucu Washington'a kadar uzanan bir Kürt işbirlikçi cephesi oluşturmak istiyorlar. Veya kaba anlamda, Türklerin korucularla kendi özel savaşında görevli kıldıkları aşiret kuvvetleriyle şimdiye kadar sürdürdükleri işbirlikçi yaklaşımı daha da boyutlandırıp bir Kürt yaftası vurmak, bunu mümkünse bir Kürt işbirlikçi partisi veya bu tip şahsiyetlerle yürütülen bir politika boyutuna yükseltmek amacındadırlar.

Bu politikayla Türkiye'ye Kürt sorununda öncü bir konum yüklenmek istenmektedir. İran'ı tehdit altına almak, Irak'taki rejimi veya eğer yeni bir rejim kurulursa onu tehdit altına almak ve hatta Suriye'yi tehdit altına almak için, Kürt kozunu bu sefer Türkler eliyle kullanma planı geliştiriliyor.
Emperyalizmin ve özellikle ABD'nin ısrarla vurguladığı ama Türklere kabul ettiremediği, şimdi ise Türk yönetiminin bir bölümünün önemli oranda kabul ettiği politika bu aşamaya getirilmiştir. Bunun figüranları vardır, yürütücüleri vardır. Bu o kadar önemli değildir ama politikanın esas özelliği böyledir.
Buna karşı PKK'nin yürüttüğü politika devrimci savaş politikasıdır.

Tam bağımsızlık şiarından yola çıkarak ve devrimci savaşı halk savaşı temelinde tırmandırarak, Kürdistan'ın birlik-bütünlüğüne de bu temelde işlerlik vermek isteyen yani büyük parçayı temel kurtuluş alanı olarak gören, Kürt problemini esas itibarıyla büyük parçanın ulusal kurtuluş problemi haline dönüştüren, diğer parçaların rolünü de bu temelde ele alan, bölge halklarının emperyalizme, siyonizme, gericiliğe karşı yürüttükleri mücadelede Kürt halkının konumunu bir müttefik gücü olarak değerlendiren, ilerici yönetim veya partilerle ilişkide bu temelde bir politikayı esas alan ve böylece devrimci bir çıkışı, bu temel bağımsızlık amacıyla bağlantılı olarak ama çok esnek, çok uygun taktiklerle bölge çapında geliştirmeye çalışan tutumdur.

Meseleleri doğru ele almak, tamı tamına böyle ele almakla mümkündür."

Yeterince açık, Öcalan, bugünlere 90'lı yılların en başında, net ifadelerle, eğip bükmeden, ışık tutuyor, bu gün ise kendi tuttuğu ışığı karartmaya çalışıyor, yerine karanlığın kapılarını açıyor. Yıllar önce işaret ettiği ve mücadeleden başka bir şey önermediği gerçekliğe, şimdi kendisi de teslim oluyor.

Yani sonuç olarak,"Kürtler, Türkiye İşçi Partisi(TİP) içindeydiler, özendiler, Kürt İlleri İşçi Partisi’ni, Partiya Karkeran Kurdistan'ı, kurdular ve geldiler geldiler, şimdi emperyalist ABD'nin dayattığı "dost"luğun açtırdığı kapıdan karanlığa girdiler. Hepsi budur ve şimdi esas çocuk yeniden Öcalan'dır." diyoruz ve bunda pek haksız değiliz!

Fikret Uzun

11 Nisan 2013

Hiç yorum yok: