19 Nisan 2013 Cuma

DEVLET OLMAYAN DEVLET de KOMÜN de DEVLETİ ORTADAN KALDIRMANIN EN DEMOKRATİK ZOR MEKANİZMASININ İFADESİDİR.


DEVLET OLMAYAN DEVLET de KOMÜN de DEVLETİ ORTADAN KALDIRMANIN EN DEMOKRATİK ZOR MEKANİZMASININ İFADESİDİR.

Borga kardeş, Borga kardeş gene köylü kurnazlığı yapıyorsun; öncelikle evet uzundur yazdıklarım ama okunsun okunmasın bunlar tarihe nottur.

İkincisi, dediklerinin çoğuna cevap verdim ancak duymak istemeyenden daha sağır kimsenin olmadığını hatırlatıyorum. Ve "henüz bitmedi" notum da mevcuttur.

Üçüncüsü, "İlkel komünal toplumdan sonra, feodalizm, sonra kapitalizm ve bunu da sosyalizm izliyordu ve bu kaçınılmazlık içeren bir demir yasa idi." tümcesi bu kadar değil, devamındaki birkaç cümle bir yana, en son paragrafı şöyledir, atlamışsın.

"Ancak canlı yaşamın üzerine dökülen somut olgular, özellikle de Sovyet sosyalizminin yıkılışı ile önümüze düşen "kapitalist restorasyon" olgusu, bu tarihsel ilerleme çizgisinin üzerinde seyreden sınıf mücadelesinin, bu doğrusal ilerleme teorisinde eksik kalan, "müdahale"  eyleminin öneminin gerekliliğini öne çıkardı ve bu çizgi üzerinde tek tek insanların iradesinden bağımsız olarak süren sınıf mücadelesine, sosyalist topluma ve kaçınılmazlığı yadsınmadan varmak için bir devrimci-politik müdahalenin ama en ileri teori ile donanmış bir devrimci-politik müdahalenin gerekli olduğunu gösterdi."
Sana göre Marxizm'in kendisini yadsımak gerek şart sayılırken, bu doğrusal ilerleme teorisinin, demirini boş ver, bir yasa olmadığına takman çok normaldir.

Daha önce de, yine burada, devlet konusunda,Marxizm-Leninizm’in kurucularının teorisine bağlı kalarak aktardıklarıma itirazlarının kayıtlı olduğunu biliyorum, bunu aşağıdaki linki açarak sen de görebilirsin ve dikkatlice bakarsan, linkteki yazının giriş bölümünde hatırlattığım ve özellikle Marxist-Leninist devlet teorisi üzerine ortaya saçılan çarpıtmaları, şimdi de öyle ya da böyle ama biraz daha fazla kabaca ve daha cahilane bir şekilde tekrar ettiğini görebilirsin. LİNK?
Bu çerçevede ortaya koyduğun profilin cehaletine doladığın veya cilveleştirdiğin köylü kurnazlığı olduğunu düşünüyorum.
Şimdi de farklı bakacağını beklemiyordum ve vurgularından bile hangi yöne baktığını görebildiğimi gösterdim. Bütün mesele tarihe nottur ve tarih dediğin ne ki, bir bakarsın geride kalmış, bir bakarsın önüne dikilivermiş! Ve bir bakarsın ki, tarihin arkasından baka kalmışsın!
Ancak ne doğrusal ilerleme çizgisine geliyorsun, ne de tersine ilerleme çizgisi üzerinde gerilediğimize geliyorsun; bu ikincisine gelsen belki tarihsel ve gündelik verilerden söz etmen bir anlam kazanabilir ama dedim ya, ne ona, ne de ötekine geliyorsun.
Ayrıca tekerleme yapacaksın diye kendini zorluyorsun ama seninki tekerleme de olmuyor, bozuk plak misli dönüyor!

Baksana dediklerine, devlet aynı devletmiş, demokrasi de aynı demokrasi! Sevsinler tekerlemeni. Ama doğrudur! Hep soyut takıldığın için, bu normal! yani devlet ise hepsi devlet, demokrasi ise her yerde bir tarafı diktatorya!
Ya "devlet olmayan devlet"ine ne demeli, onun sanki bir tarafında demokrasi, diğer tarafında diktatörlük yok mudur? Sen bunu süzme demokrasi mi sanırsın?

Komünizme dair söylediklerin ise çok komik, sütün yüzeyinde dağınık olarak yüzen yağları ve kaymakları ayıklayarak toplayıp, o parçaların uygun olanlarından tereyağı yapmaya benziyor; kim bilir belki de sütü mayalamadan sütün içinden yoğurt toplayarak yoğurda ulaşmayı anlatıyorsundur. Komün gözüyle bakınca da kıymetinin artacağını var sayıyorsun.

Şimdi desem ki, o dediğin yani "devlet olmayan devlet" proletarya diktatörlüğünden başka bir şey değildir! Eminim gene bilmece gibi tekerlemelerle lafı gargaraya getirip, orta yere tüküreceksin.

Uzun uzun anlatacağım ama yine de burada, senin hüsnü kuruntunu yüzüne vurmam gerekiyor; yani komünizm tamı tamına gelecekte olacak olan bir şeydir ve senin "devlet olmayan devlet"ten anladığın, ise ne kadar bilmece gibi konuşsan da, yani anarşistler gibi dobra dobra konuşmasan da, belli oluyor ve sen, burjuva devletin yıkılmasından itibaren sönüp giden bir devletten söz ediyorsun ki, "komün" vurgunun da bu çerçevede olduğu anlaşılıyor.

İşte bunların hepsi, sadece senin hüsnü kuruntuların oluyor ve trajikomik olan, bu hüsnü kuruntularını dayandırdığın Paris Komünü'nün bizzat kendisinin, kendi gerçekliği ile bu hüsnü kuruntularını tuzla buz ediyor olduğunun farkında olmamandır!

DEVLET ÜZERİNE MARX VE ENGELS

Engels, Friedrich Cuno'ya yazdığı bir mektupta,"Bakunin için temel kötülük devlet olduğuna göre, devleti, yani cumhuriyet olsun, krallık olsun, ya da başka çeşit devlet olsun, her türlü devleti ayakta tutmak için hiçbir şey yapılmamalıdır. Bunun sonucu olarak, her türlü politikanın tamamen dışında kalınmalıdır. Herhangi bir siyasi eylemde bulunma ve özellikle bir seçime katılma, ilkelere ihanet olur. Propaganda yapmalı, devlete karşı atıp-tutmalı, örgütlenmelidir ve bütün emekçileri tarafına kazandıktan sonra, yani halkın çoğunluğunu kazandıktan sonra, bütün makamları alaşağı edersin, devleti ortadan kaldırırsın ve onun yerine Enternasyonalin örgütünü koyarsın. Bin yıllık krallığı başlatacak olan bu yüksek başarının adı sosyal tasfiye'dir." diye yazıyor ve bunun kulağa pek aşırı devrimci gibi geldiğini, beş dakika içinde ezberlenebilecek denli basit olduğunu ve bunun için, bu Bakuninci teorinin, İtalya ve İspanya'da genç avukatlar, doktorlar ve başka doktrinciler arasında hızla yayıldığını ifade ediyor.

Sen de herhalde bu teorinin kulaktan dolmasını çiğneyip duruyorsun da, bir türlü sadede gelemiyor gibisin.

Engels burada durmuyor. Buna karşın, emekçilerin tabiatları gereği, politik olduklarını hatırlatarak, politikayı bir yana bırakmalarını öğütleyen kimseleri eninde sonunda bir yana bırakacaklarını ve işçilere, şartlar ne olursa olsun, politikadan uzak durmayı vaaz etmenin, onları papazların ya da burjuva cumhuriyetçilerinin kucağına itmek olduğunu yazıyor.
Bakuninci toplumda her şeyden önce hiç bir otorite yoktur, çünkü otorite demek devlet demektir... Ve hiç bir işe yaramaz (nihai olarak kararı veren bir irade olmadan insanların, nasıl bir fabrikayı işletecekleri, trenleri yürütecekleri, bir gemiyi yola çıkaracakları hakkında hiçbir şey söylenmemektedir)
Şimdi sana sorsam, sen de hiçbir şey söylememek için,"şiirsel" zannettiğin bilmecelerine sarılıvereceksindir.
"Burada çoğunluğun azınlık üzerindeki otoritesi de sona ermektedir. Her birey, her komün özerktir; ama iki kişiden meydana gelse bile, her biri özerkliğinin bir parçasından vazgeçmedikçe bir toplumun nasıl mümkün olabileceği konusunda da Bakunin susmaktadır. Demek ki enternasyonal de bu modele göre örgütlenmelidir. Her seksiyon özerk olduğu gibi, her seksiyondaki her üye de özerktir. Genel konseye zararlı bir yetki tanıyan ve onu ifsat eden Basel kararları bize vız gelir! Bu yetki, gönüllü olarak verilmiş olsa bile, sona ermelidir, çünkü yetki otorite demektir. Bu şarlatanlığın belli başlı noktaları kısaca bunlardır...."

İşte Engels böyle söylüyor ve eminin senin kulağına pek hoş gelmiyor.
Bir de Engels'in Bebel'e yazdığı 1875 tarihli (Paris Komünü'nden sonra) mektuptaki ifadeleri var.

"... Özgür halkçı devlet, özgür devlet şeklini almıştır. Bu terimlerin gramer anlamına göre, özgür bir devlet, kendi vatandaşlarına karşı özgür olan devlettir, yani despotik bir hükümeti olan devlettir. Devlet üzerine bu gibi gevezeliklere son vermek gerek, özellikle kelimenin tam anlamıyla bir devlet olmayan Paris Komünü deneyiminden sonra.

Daha Marx'ın Proudhon'a karşı kitabından beri ve sonra da Komünist Partisi Manifestosu'nda sosyalist toplumsal düzenin kurulmasıyla devletin kendiliğinden dağıtıldığı ve yok olduğu açıkça söylenmiş olmasına rağmen, anarşistler, yeteri kadar "halkçı devleti" kafamıza çalmış durmuşlardır.

Devlet, mücadelede, devrimde devrim düşmanlarını bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir müesseseden başka bir şey olmadığına göre, özgür halkçı bir devletten söz etmek saçmadır: Proletaryanın devlete ihtiyacı olduğu sürece, o bunu, özgürlük için değil, hasımlarını alt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi mümkün olduğu gün, devlet, devlet olarak ortadan kalkmış olacaktır.

Onun için biz devlet kelimesinin yerine her yerde "topluluk" (Gemeinwesen) gibi Fransızca "komün"ün karşılığı olan mükemmel bir eski Alman kelimesinin kullanılmasını teklif etmekteyiz.

Paris Komünü, kelimenin tam anlamıyla, artık bir devlet değildir."

(Ya neydi? Besbelli ki, devletten devletsizliğe geçiş şekliydi!)

Oportünistlerin bu düşünceden bir şey anlamadıkları açık ama normaldir çünkü adı üstünde,"oportünist", çıkarına gelmediği için anlamamaları normaldir.

Dolayısıyla senin de anlamıyor olmana şaşırmıyorum ama şaşıranları şaşkınlığından kurtarmak gerekiyor ve bu nedenle anlamazdan geldiğin noktalara vurgu yaparak netleştiriyorum.

Engels devam ediyor; Anarşistlerden bizi ayıran şey, a) devletin şu andaki kullanılışıdır vb.; b) proletaryanın devrimi sırasındaki kullanılışıdır ("proletarya diktatörlüğü"); bu şimdiden pratikte pek büyük önem taşıyan bir meseledir. (işte Buharin'in unuttukları da bunlardır!).

Oportünistlerden bizi ayıran ise daha derin,"daha ömürlü" gerçeklerdir: aa) devletin "geçici" niteliği, bb) şu anda devlet üzerine gevezeliğin zararlılığı, cc) proletarya diktatörlüğünün tamamen devletçi olmayan niteliği, dd) devlet ile özgürlük arasındaki çelişki, ee) devlet yerine "topluluk" fikrinin daha tam ve doğru olduğu, ff) militarizmin ve bürokratik mekanizmanın "yıkılması"dır.

Şunu da unutmamak gerekir ki, proletarya diktatörlüğünün Almanya'nın müseccel oportünistleri (Bernstein, Kolv gibi) tarafından doğrudan doğruya reddedilmesine karşılık, aynı şey, her günkü ajitasyonda sükutla geçiştirildiğinden ve Kolv'un ve avanesinin döneklikleri desteklendiğinden, resmi program ve Kautsky tarafından da dolaylı olarak reddedilmektedir
Her şey açık, burjuva devlet kelimenin öz anlamıyla devlet; geçiş dönemi devleti (proletarya iktidarı), geçiş tipi devlet (artık kelimenin öz anlamıyla devlet değildir.); komünist toplum: devletin tedricen yok olmasıdır.

Diğer yandan Marx'ın,"...Burada karşılaştığımız şey, kendine özgü olan temeller üzerinde gelişmiş olan bir komünist toplum değildir, tersine, kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekliyle bir komünist toplumdur; bu bakımdan, bütün bakımlardan iktisadi olsun, manevi ya da entelektüel olsun, karnından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur.

Bu bakımdan üretici birey olarak(gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin sosyal işgünü, bireysel iş saatleri toplamını temsil eder; her üreticinin birey olarak iş zamanı, sosyal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan şu kadar emek verdiğini tespit eden bir bono alır ve bu bono ile toplumun üretim maddeleri stoklarından emeğinin eşit bir miktarının maliyeti kadar bir miktar alır.

Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu emek miktarını, ondan başka bir biçimde geri alır.... Bu eşit hak eşitsizliği, fiiliyatta eşitsizliği, insanlar arasındaki eşitsizliği varsayar, çünkü biri kuvvetlidir, öteki zayıftır, vb... biri ötekinden daha çok alacaktır.

Ama bu gibi kusurlar uzun ve ıstıraplı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekliyle komünist toplumun birinci aşamasında kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk hiçbir zaman, toplumun iktisadi durumundan ve ona denk düşen uygarlık derecesinden daha yüksek olamaz." diye yazdığını da biliyoruz.

PARİS KOMÜNÜ VE DEVLET OLMAYAN DEVLET

Öte yandan Marx, miadını doldurmuş bir geçmişten kalma "tılsımlı" adlarla geleceğin görevlerinin gizlenmesini sık sık mahkum etmişti. Tarihte rolünü oynayıp bitirmiş olan heyecan verici bir ad, böyle bir durumda boş ve zararlı bir yankıya dönüşür.

Marx, sizin ağzınızdan bugün, 21. yüzyılda dökülenlere 150 yıl önce işaret etmiş; ne kadar gerilemiş olunduğunun işaretidir. Sen hâlâ "ortaçağ" dediğim için komiklik yaptığımı sanıyorsun.

Senin ağzında "devlet olmayan devlet" de böyle bir yankıya dönüşmüştür ki, bu da "Kürdistan"ın fetişleştirilmesi ile ilgili olsa gerek diyoruz. Çünkü "Kürdistan" rüyası, tamı tamına devlet olan devletin rüyasıdır ki,"devlet olmayan devlet" ile ve üstelik proletaryan diktatörlükten soyutlayarak tasvir etme cüreti gösterip sunduğun ve hem geçmişe hem de bugüne sığdırıp, geleceğe bir şey bırakmadığın bir sönüp gitme durumunun tabandan inşa edilmesi gibi algılatılmaya çalışmakta olduğun gözlerden kaçmıyor.

Yani anarşizmin ustalarını bile aşmış görünüyorsun; ah bir de bilmecelerden sıyrılıp, açık açık ne demek istediğini aktarsan!

"Bizim için 1871 Paris Komünü ne kadar değerliyse, yanlışlarını ve özel koşullarını incelemeden ona dayanmak da o kadar uygunsuzdur." sözünü hatırlatsam gene bin dereden su getireceksin ama gene ne demek istediğini anlamakta güçlük çekeceğiz.

Ama ben gene de hatırlatacağım, belli mi olur, belki anlarsın da biz de bozuk plak gibi, aynı derslerle kafanızı şişirmekten gönül rahatlığı ile vazgeçeriz.

Başka türlü vazgeçemiyoruz, çünkü Dersimokan biradere de söyledim, ders sizin için değildir, size derse ne gerek var, siz her şeyi aşmışsınız artık, bugünün içinde, geçmişten gelerek birikmeye yüz tutmuş "komünizm" adacıklarını toplayıp demet yaparak, kapitalist düzenin içinde, kapitalist toplumu, hatta bu toplumla komünist toplum arasındaki geçiş dönemini de aşarak, sınıfsız, devletsiz, demokrasisiz dolayısıyla sınıf savaşsız topluma geçmenin planlarını yapıyorsunuz, bunun mümkün olduğunu, birkaç tarafa çekilebilecek bilmece gibi ifadelerle kafamıza kakıyorsunuz, öyleyse bizim dersimiz, aklı başında ve mantığı yerinde olanlaradır.

Borga kardeş, sen kalın kafalı olmak ile, dar kafalı olmak arasındaki farkı bilir misin?

Hepimiz zaman zaman ve daha çok "dar kafalı" nitelemesini ama ötekini de kullanırız; ben bu ikisini birbirinden pek fazla ayırmasam da, aslında ikisi arasında bir fark var; kalın olanının içine bilginin girmesi çok zordur ama girdiği zaman ise çıkması zordur, çıkamayan bilgiyse, tüm eskimişliğine, miadını doldurmuşluğuna karşın, kemikleşerek içerde kalır ve bir şekilde dışarı çıkmaları söz konusu olduğunda, tıpkı hani bilgisayara depo edilen sıkıştırılmış bilgiler gibidir ki, açmasını bilemezsen, sıkışık vaziyette çıkar dolayısıyla da kimse bir şey anlamaz ; dar olanının içine ise bilgi girer ama yer darlığından, önceki bilgilerin atılması gereklidir ve atarken de illa ki henüz yeni girenler de bu eskilerin peşine takılabilir ve ortaya çıkan tablo da tahrip olmuş bilgilerin yansıttığı bilgisizliğin yansıması söz konusu olur. Bu da son tahlilde diğeri ile aynı sonucu doğurur. Yani her iki kafa da sığ olmaya mahkumdur ancak yine aynı nedenle bunun farkında bile değildir.

Şimdi 1871 Paris Komünü'nün yanlışlarını ve özel koşullarını incelemeden ona dayanmanın ne anlama geldiğini, yani böyle yapmanın, Engels'in alaya aldığı, (1874 yılındaki "Manifesto"larında ) Komünün her hareketi önünde saygıyla eğilen Blanquistlerin tatsız örneğini yinelemek olduğunu, Engels'in ağzından açmaya çalışalım;

Engels, "Blanquist Komün Sığınmacılarının Programı" makalesinde şöyle yazıyordu: "Her devrimde, tıpkı başka zamanlarda da olduğu gibi, kaçınılmaz olarak bir sürü aptallık yapılır ve nihayet yeniden eleştirel olabilecek kadar sakinleşildiğinde, zorunlu olarak şu sonuca varılır: Yapmamamız gereken bir çok şey yaptık ve yapmamız gereken birçok şeyi yapmadık, o nedenle başarısız olundu. Ne var ki, Komün'ü adeta kutsamak, yanılmaz ilan etmek, yakılan her evin, kurşuna dizilen her rehinenin tamı tamına bunu hak ettiğini iddia etmek ne eleştiri yoksunu bir yaklaşımdır! Bu, Mayıs Haftası sırasında, halk tarafından sadece kurşuna dizilmesi gerekenlerin dışında kimsenin kurşunlanmadığını, yıkılması gereken evlerin dışında hiçbir evin yakılmadığını iddia etmek demek değil midir? Bu, ilk Fransız Devrimi'ne ilişkin şunu söylemekle aynı değil midir: Kafası kesilen herkes bunu hak etmişti, önce Robespierre'in kafalarını kestirdikleri, sonra da Robespierre'in kendisinin kafası kesilmesi? Aslında iyi niyetli kişilerin, dehşet verici görünme dürtüsüne gem vurmamaları, böyle çocukluklara yol açıyor." F. Engels," Halk Devleti'nden Enternasyonal şeyler."

Borga kardeş, "komün" sözcüğünü ağzında kulaktan dolma çiğner gibi çiğnemesen daha net anlayacağız ama olsun, bununla da yetinebiliriz, yani biz senin zikrinin ne olduğunu bu bilmece gibi laflarınla da anlayabiliyoruz ve anlattığım zaten budur!

Peki "komün" deyip duruyorsun, daha önce de sorulduğu gibi "Komün" konusunda soru soran işçilere ne söyleyeceksin? Ben söyleyeyim ki, daha önce bu da söylenmişti; söyleyebileceğin tek şey, tarihte bu adla bilinen bir işçi hükümeti olduğu, bu hükümetin o dönemde demokratik devrimle sosyalist devrimin unsurlarını birbirinden ayıracak yetenekte ve durumda olmadığı, cumhuriyet için mücadelenin görevleri ile sosyalizm için mücadelenin görevlerini birbirine karıştırdığı, Versay'a karşı enerjik bir askeri saldırı düzenleme görevini başaramadığı ve Fransa bankasına el koymama hatasını vs. işlediğidir.

Kısacası, ister Paris Komünü'ne, ister başkasına dayanıyor olun, alacağınız yanıt dün olduğu gibi bu gün de şu olacaktır: Bu hükümet, bizimkinin, yani proletaryanın olmaması gerektiği gibi bir hükümetti.

Bu güzel yanıtın oldukça netlik sağlıyor olmasına rağmen, yine aynı nakaratı, sırf burjuva devlet mekanizmasının, tabandan geliştirilen veya doğrudan "demokrasinin" tedrici olarak çoğaltılmasıyla "sönüp giderek ortadan" kalkmasını düşünmenin ve bu çerçevede hareket etmenin "en devrimci" tutum olduğunu kafalara kakmak için tekrar etme yanlışına düşmenizin, artık yanlıştan öteye, son derece bilinçli ve emperyalizmin hizmetinde bir çaba olduğunu görmemek mümkün değildir.

Proletarya tarafından 18 Mart 1871' de ilan edilen ve aynı yılın 28 Mayıs'ında düşen Paris Komünü'nün, Marx ve Engels tarafından proletarya diktatörlüğünü kurmanın ilk girişimi olarak değerlendirildiğini hepimiz biliyoruz ve bunun ne denli doğru olduğunu da biliyoruz.

Diğer yandan, Paris Komününden, her ne kadar öncesinde olumlamasalar da, Paris'in işçilerinin Fransız burjuvazisi tarafından bu savaşa mecbur edilmesinden sonra bu isyanını desteklemiş olup, yenilgiden sonra "Biz demiştik" demeden, komünarların kahramanlıklarını yere göğe koymayan Marxizm’in kurucuları, sizin gibi Paris Komününü fetişleştirmemişlerdir.

Onlar, bu kalkışmaya olumlu bakmazken, Fransa proletaryasının o zamanlar yeterince örgütlü olmadığını, kendi siyasi partilerinin olmadığını biliyorlardı. Paris işçilerinin, çeşitli eğilimlerden insanların önderliğine güvendiklerini de biliyorlardı. Paris proletaryası köylükle gerekli bağları da kurmamıştı. Komün için, kendisini yeterli devrimci kararlılıkla donatmamış olması, örneğin düşmanlarının servet ve paralarının korunduğu Fransa Bankası'na el koymaması, özellikle yıkıcı olmuştu; Versay'a kaçan burjuvaziye karşı savaşta da komün kararsızdı ve burjuvazi Versay'ı savunmak ve Komün'ü yenilgiye uğratmak amacıyla henüz güçlerini toplamadan Versay'ı ezmek için uygun anı kaçırmışlardı. Dolayısıyla Thiers başkanlığında, Versay'da bulunan burjuva hükümeti, devrimci Paris'e karşı savaş açan bir ordu örgütleyebilmiş ve hâlâ düşmanı olan Alman ordusunun yardımı ile Komün'ün hesabını kanlı biçimde görmüştü.

Komünarların son barikatları, 28 Mayıs 1871'de düştü. İşte bu dersleri, komünarların kahramanlıklarını yadsımadan, ama Komünü fetişleştirmeden, Marxizmin kurucuları ve üstelik çok değer biçtikleri kendi yazdıkları Manifestoda söylediklerini güncelleme gereği duyarak kendilerinden sonra gelecek olan kuşaklara aktardılar.

Paris Komünü deneyinden, Rus proletaryası ve onun devrimci partisi Bolşevikler yararlandılar. Ancak bunu siz bir türlü sindiremediniz ve hâlâ midenizde taşıdığınız taş gibi bir ur misli hissettiğiniz görülmektedir.

SOVYET SOSYALİZMİ VE PARİS KOMÜNÜ DENEYİMİ

"devlet olmayan devlet" in, Paris Komünü'nden çok daha net ve üstelik çok daha uzun bir süre ve tüm eksikliklerine, aksaklıklarına ve kapitalist restorasyona açık kapı bırakmasına rağmen, Sovyet sosyalizmi olarak yaşadığını bir türlü hazmedemiyorsunuz!

Böyle olunca da, ister istemez, Bir devrimin karşı -devrim tarafından ezilmesinden daha iyi bir devrim ummak ortak çizginiz oluyor ve bunun karşı devrime alkış tutmak olduğundan bihaber görünmeniz ise pişkinliğinizi yansıtıyor.

Oysa ister gelişmiş ülkelerde, isterse proletaryanın devletini kurmuş olduğu yerlerde, sosyalizmi kurmak, korumak ve ileriye götürmek için verilen mücadelelere ilgisiz kalmak, bu mücadeleleri yok saymak, sosyalizme ilgisiz kalmaktır.

Paris Komünü'ne yanlışlarını ve özel koşullarını incelemeden dayanmayı fetişleştirirken ve tam da burjuvazinin devlet aygıtını parçalamadığı ve proletarya diktatörlüğünü kurmadığı için başarısız olduğu ve kanlı bir biçimde bastırıldığı için dersler çıkarmazken, Sovyet sosyalizmini yok saymanız akılsızlık ile açıklanamaz; burada ancak ve ancak sosyalist iktidara ilgisiz kalmak vardır. Bu ise ne yaparsanız yapın sizi eninde sonunda emperyalist kapitalizmin gönüllü kölesi yapacaktır. Yapıyor da!

İşte bin dereden su getirerek, ABD emperyalizminin hayallerini süsleyen ve onu daha da sinsi emellere iten "Büyük Kürdistan" politikasını neredeyse "devlet olmayan devlet" olarak yutturmak için demagojide sınır tanımaman, bu, sosyalizme ilgisizliğinizin yansımasıdır.

Diğer yandan, sosyalizmin temel ilkesi eşitliktir; eşitçilikten vazgeçme ve özel mülkiyeti meşru sayma, sosyalizme elveda demektir; artık bunu net olarak hepimiz görüyoruz. Öyleyse, sosyalizmden ayrılmanın kesin olarak ortaya çıktığı bir zamanda, bu sürece "revizyonizm" diyenlerin, bugün bunun kesin olarak sosyalizmden ayrılmak ve kapitalizme dönmek olduğunun görülmesine rağmen, aynı "revizyonistist" hayali görmeye devam etmelerini artık cehalet ile tanımlamak mümkün olmuyor; bunun ancak ve ancak bilinçli bir sosyalizm düşmanlığının örtüsü olduğunu düşünmek gerekiyor.

Peki, hiç sormak aklınıza geldi mi ki, kim sosyalizmi revize etti de, Marx'ın düşüncesinden ayrı bir başka sosyalizm tarifi verdi? Leh Walesa'mı, sosyalizmin bir döküntüsü olan Vatslav Havel'mi? Bu soruların sorulacağını hiç biriniz hesap etmiyorsunuz!

Açıkça görülüyor ki, ortada "revizyonist" bulunmuyor; ortada dejenere olmuş komünistler ve açık kapitalist yolcular var ve hepsi şimdi Amerikan emperyalistlerinin kucağında oturuyor!

Honecker ve Jivkov, hiçbir direniş göstermeden kapitalist yolcuların ilk dalgası karşısında teslim oldular. Çavuşeski, direnmeyi tercih etti. Gorbaçov yönetiminin de katlısıyla onurlu bir biçimde ölüme gitti.

Büyük mücadele tarihi olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi, her iki yolu da denemedi; şimdi daha net anlaşılıyor ki, parti içinde reel sosyalizme sahip çıkan unsurlar, bir süre kurtlarla birlikte uluduktan sonra, toplumun kaderini eline alma mücadelesini başlatıyor.

Bugün,dün olduğu gibi, kapitalist restorasyon sürecini hâlâ "revizyonizm" olarak algılayanların, hem sosyalizmi ciddiye almadıkları ve hem de bu gün yaşanan süreci anlamadıkları net olarak görülüyor.

İşte bu nedenlerle ve bunun sonucu olarak, pişkin pişkin "devlet olmayan devlet" imiş gibi, "komün" imiş gibi yutturmaya çalıştığınız ve önünde secdeye vardığınız ama gerçekte ve sizin de pekâlâ bildiğiniz gibi, tamı tamına bir devlet olan "KÜRDİSTAN" ütopyanız ile artık ABD emperyalizminin "BÜYÜK KÜRDİSTAN" rüyasının bir ve aynı olduğunu görmüyorsunuz!

Üstelik ABD emperyalizmi de, bu rüyasını, onlarca yıldır ahmak ve ahmaklaştırılmış "sol"a kakaladığı kozmopolitizmi ile ambalajlayarak pazarlamıştır.

JAKOBEN DİKTATÖRLÜĞÜ PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNE MODELDİR

Bütün bunlar doğrudur ancak, bunlardan başka sizin bilmemek için kafanıza kalın zırhlar giydirdiğiniz başka bir şey daha var ki, o da Lenin'in, proletarya diktatörlüğünü Jakoben diktatörlüğüne daha yakın görmesidir.

"Jakobenizm İşçi Sınıfını Ürkütür mü?" Başlıklı incelemesinde Lenin, “Burjuva tarihçileri, Jakobenizmi bir düşüklük( alçalma) olarak görüyorlar, Proleteryen tarihçiler ise, Jakobenizmi ezilen sınıfın kurtuluş mücadelesinin en yüksek zirvelerinden birisi olarak görürler." diye yazıyordu ve "Jakobenler'in, Fransa’ya, demokratik ihtilal ile bir cumhuriyete karşı Monarklar koalisyonuna karşı direnişin en güzel örneklerini verdiklerini ve Jakobenlerin alın yazgılarında mutlak zaferi kazanmanın olmadığını " vurguladıktan sonra bunun, "en başta 18.yy. Fransa’sı kıta Avrupa’sında çok geri ülkelerle çevrili olduğundan ve sonra Fransa’nın kendisi sosyalizm için maddi temelden yoksun olduğu, bankalar, kapitalist holdingler, sanayide makine ve demiryolları olmadığı için.” olduğunu ekliyordu.

Lenin’in söylediği çok açık; Jakobenizm, ezilen sınıflar için bir modeldir.

Peki, burjuva ihtilalinin teorik özü olan Jakoben diktatörlüğünde çok mu kan döküldü? Ne kadar? Paris Komününü bastıran burjuvazinin döktüğünden çok mudur?

Tarihçi Hobsbawn’a göre, Paris Komünü yenilgisinden sonra burjuvazi 17 bin idam gerçekleştiriyor.

Lenin, bir başka incelemesinde, “Yaklaşan Katastrof( final) ve Önleme Yolları” incelemesinde şunları yazıyor;

“Fransa örneği, bir şeyi, yalnızca bir şeyi, açıkçası Rusya’yı kendi kendini müdafaa eder duruma getirmek için, Rusya’da kitle kahramanlıklarının ‘mucizelerini’ yaratmak için, eskimiş olan her şeyin ‘Jakoben’ acımasızlığı ile temizlenmesi, Rusya’nın yenilenmesi ve ekonomik olarak yeniden yaşar hale getirilmesi gerektiğini gösterir. Ve 20.yy.da bu, yalnızca çarlığı ortadan kaldırmakla sağlanamaz( 125 yıl önce Fransa kendini bununla sınırlamadı).”

Lenin’in bu söylediği de açık; burada da ezilen sınıflar için, yalnızca "Jakoben diktatörlüğü" modeldir.

Bu kadar değil. Yine 1917 yılında Ekim devriminden kısa bir süre önce, bir başka incelemesinde Lenin, “yirminci yüzyılda Avrupa’da veya Avrupa ile Asya arasında sınır çizgisi üzerinde bir yerde devrimci sınıfın, köy yoksullarıyla desteklenen ve sosyalizme doğru ilerlemek için mevcut maddi temelden yararlanan proletaryanın kuralı ‘Jakobenizm‘ olacaktır ve ‘Jakobenizm’, 18.YY. Jakobenlerinin yaptığı büyük, silinmez ve unutulmaz işleri yapmakla kalmayacak, çalışan halklara kalıcı ve dünya ölçüsünde bir zafer getirecektir.“ diye yazıyor ve şunu da ekliyordu,” Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi doğaldır. Küçük burjuvazinin Jakobenizm karşısında korkudan titremesi doğaldır. Sınıf bilinçli işçiler ve genel olarak emekçi halksa, iktidarın devrimci, ezilen sınıfın eline geçişine güvenmektedir ki Jakobenizmin özü de budur ve bu, şimdiki krizden çıkışın biricik yolu ve ekonomik tükenişin ve savaşın biricik çaresidir.”

Demek ki, çok net olarak anlaşılıyor, Proletarya diktatörlüğüne model olan Paris Komünü değildir; aksine Jakoben diktatörlüğüdür.

Öyleyse anlamak zor mudur, ki Büyük Ekim Devrimi’nin uyguladığı ve çok büyük ölçüde ve büyük bir acımasızlıkla tarihin Stalin’in adına yazdığı terör, beklenmedik bir şey değildir, beklenmeyen bilim dışı bir gelişme değildir.

Marx Kapitalde yazıyor; “ İhtilalin ilk fırtınalı günlerinde Fransız burjuvazisi, İşçilerin henüz kazanmış oldukları birlik kurma hakkını geri alma cüreti gösterdi. 14 Haziran 1794 tarihinde çıkarılan bir kararname ile işçilerin tüm birliklerinin özgürlüğe ve insan haklarına karşı bir teşebbüs olduğunu ve 500 lira para ile bir yıl aktif yurttaşlık haklarından yoksun bırakılmayla cezalandırılacağını ilan etti.” Diyor ve şöyle devam ediyor,” Devlet zoruyla sermaye ile emek arasındaki mücadeleyi, sermaye için uygun sınırlar içinde tutan bu yasa, ihtilallere ve kral sülalelerinin değişmesine rağmen yürürlükte kaldı. Terör saltanatı bile buna dokunmadı.”

Burjuva ihtilalinin bir parçası olan Jakoben diktatoryası, her türlü özgürlüğü getirdi ve her türlü özgürlüğü geri aldı. Ama bu Jakoben diktatörlüğünün proletarya diktatörlüğüne model olmasını engellemedi.

Jirondenler, Fransız ihtilalini bir Avrupa savaşına dönüştürmek, ihtilali yaymak istiyorlardı. Robespier bu savaşa ve gerekçelerine karşı çıktı. Ocak 1792 tarihinde şöyle haykırıyordu; “Bakışlarınızı memleket içindeki durumumuza çevirmekle işe başlayınız; hürriyeti başka yere götürmeden önce, kendi memleketinize bir çeki düzen veriniz.”

Robespier, özgürlüğü başka yere götürmeden önce, tek ülkede pekiştirme politikasını savunuyordu.

Babeüf, jakobenizme karşıydı. Robespierden sonra jakobenizmi daha ileriye götürmek istedi. “eşitler cumhuriyeti “ adı altında bir ihtilalci örgüt kurdu. Fransız ihtilali,1796 yılında Babeuf’ün eşitler cumhuriyetini yasakladı, sonra da Babeuf’ü idam etti.

Jön Türkler: İttihat ve Terakki partisi üyelerine Avrupa’da verilen isim, bir Türk burjuva ve toprak sahipleri partisi olan İttihat ve Terakki 1889’da İstanbul’da kuruldu. Sultanın mutlak iktidarını sınırlamak, feodal imparatorluğu bir burjuva anayasal monarşisi haline getirmek ve böylece Türk burjuvazisinin ülkenin iktisadi ve siyasal yaşamındaki rolünü arttırmak için mücadele ettiler. 1908 Temmuz’unda ordudan destek alan burjuvazinin üst tabakası tarafından gerçekleştirilen bir devrimle iktidarı ele geçirdiler. Kurdukları idare monarşiyi korudu ve gerici bir politika izledi. Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi sonucunda (1918 sonbaharı) Jön Türkler Partisi dağıldı.

Bunlar tarihin sayfalarında taşıdığı tarihsel gerçeklerdir ve bu gerçeklere kapalı olmak, eninde sonunda sosyalist iktidara da kapalı olmak demektir.

İşte yanlışlarını ve özel koşullarını incelemeden, ille de Paris Komünü diye tutturmak ve Sovyet deneyimini yok saymaktan öte, hâlâ tü kaka göstermekte ısrar etmek, sosyalist iktidardan, yani proletarya diktatörlüğünden kaçmanın kılıfıdır.

Demek ki tuttuğunuz her yol, eninde sonunda sosyalist iktidardan kaçmanın ve kapitalizme kölece bağlı kalmanın yoludur. 

1. bölümün sonu Fikret Uzun devam edecek

Hiç yorum yok: