25 Haziran 2010 Cuma

TKP TİP ve TBKP LİKİDASYONUN ÇİRKİN ÇARKINDAKİ ÇÜRÜK DİŞLİLER

TKP TİP ve TBKP LİKİDASYONUN ÇİRKİN ÇARKINDAKİ ÇÜRÜK DİŞLİLER

Sayın Halil Naci,
Dile getirdiklerinizi, burada ayrılan alan itibarıyla biraz zor olsa da, tek tek ve ayrıntılı olarak yanıtlamaya çalışırken, bununla birlikte, söylediklerinizi, bu konudaki yaklaşımımı bir bütünsellikle anlatan ve sık sık tekrarladığım söylemlerimin özeti olan ifadelerimin bir tekrarı ile de yanıtlamak istiyorum. Çünkü net olmak dolayısıyla net olunduğunu göstererek, netlik yaratmak, her zaman sonuç alıcıdır ve ilerleticidir diye düşünüyorum.
Öncelikle, düşünsel ayrılıklarla ve daha da önemlisi, bu düşünsel ayrılık taşıyan zihinsel yapılara uygun beklentilerle bir komünist partisine girmenin, o partiyi en baştan dumura uğratmanın mekanizmasını oluşturmak demek olduğuna inandığımı belirterek başlıyorum.
İkincisi, o altını çizdiğiniz "çirkin çark" (her ne kadar benim söylemim değilse de, aynı anlama gelen bir söylemim olduğu için fark etmiyor) dün benim de farkında olmadan içinde olduğum bir çarktır ama ne dün bu çarkın çirkinliği su yüzüne çıktığında, yani TBKP sürecinde, ne de bu gün, aynı çarkın döndürülmesi çabalarında, farkında olmamak gibi (her ne kadar o gün, bu günkü kadar netlikle göremesem de) bir lüks içine girmedim ve bu lükse sıkı sıkı sarılanları da hoş görmedim. Ve bu farkında olmama durumunu da, dün mahkûm etmedim, eleştirdim ama bu gün, bu farkında olmama durumunu, hâlâ bu farkında olmama durumunda direnenleri gördükçe, mahkûm ediyorum.
Bu nokta çok önemlidir ve bu noktaya ben "bulaşıklık" adını verdim. Bu kavramı icat ettim. Ve bu kavram pek çok hoşuma gitmektedir, çünkü bir taraftan, likidasyonu lanetlerken, bunun müsebbiplerini deşifre ederken, diğer taraftan, bu likidatörleri ayırıp, onların izinden gidenlerle kafa kol ilişkisine girmek ve bu ilişkilerle bir parti bile kurma sevdası peşinde koşmak, tam da bu kavramın anlattıklarına denk düşmektedir. Dahası da var, bu kavramda burjuvazi ile işçi sınıfını kardeşleştirme çabalarının izleri de var.
İşte gördüğümüz gibi, tek bir sözcükle bütün bunları anlatmak mümkün olabiliyor. Ve hemen eklemeliyim ki, Kuyerelle ilgili söylediklerime itiraz etmemekle birlikte, hem onun dün ile bağını yok saymanız ve hem de onun açtığı perspektiflerin peşinden yol almanız, bu "bulaşıklık" olarak kavramlaştırdığım soruna uzak olduğunuzu göstermektedir. En azından bu sorunu ciddiye almadığınızı göstermektedir. Yani değerli dostum, bir taraftan Kuyerele dair söylediklerime itiraz etmezken, diğer taraftan onun açmaya çalıştığı, başka bir ifadeyle bulaştırmaya çalıştığı yoldan ilerlemeyi olumlu bir adım olarak görmek; işte bu, "bulaşıklık" dinamiğinin sinsice, eskinin eksikli bakışını yeniye sirayet ettirmeye çalışmanın ifadesi olduğunu görmemek demektir.
Üstelik bu, hem Hüseyin Çakırın boyunu aşar ve hem de Kuyerel’in. Öte yandan, bu dinamiği ve Kuyerel grubunu ve de H. Çakır’ı, TKP’nin başına gelebilecek en kötü şey olan partizan grubundan ve elbette Nabi Yağcı'dan ayırmak da mümkün değildir.
Öyleyse, özetlersek,"bulaşıklık" dinamiğinin, bu gün, bu toprakların ve emekçi halklarının ihtiyacı olan, bağımsız politik sınıf partisine duyulan özlemi fiiliyata dökme çabalarının önündeki en önemli tuzak olduğunu ama engel olmadığını, bilhassa bu özlemin fiiliyata dökülmesini teşvik eden ve içine sirayet etmeye çalışan bir dinamik olduğunu ama bu durumun da, son tahlilde, gerçek anlamda bağımsız bir sınıf partisinin, komünist partinin kurulmasının veya ayağa kaldırılmasının önündeki en büyük ve tehlikeli bir engel olduğunu söyleyebiliriz. Ama söylemek yetmiyor, akıl gözüyle görmek gerekiyor ve ne yazık ki, bundan şiddetle uzak durulduğunu ve her ne olursa olsun, her ne niyetle girilmek istenirse istensin, bu partinin kurulması ve ondan sonra düşünsel ayrılıklar üzerine tartışılması yönünde bir perspektifle çaba gösterildiğini görüyoruz.
Bir diğer vurgunuz, (üzerime alınmıyorum çünkü bir yanlışa katılmamak, kenardan seyretmek olarak nitelenemez) pek net olmasa da, herhalde şöyle anlamalıyım, bir taraftan Nabi Yağcılarla kıyasıya tartışmalar yaşanmış ve bunun ekseni de demokrasi kültürünü yerleştirmek olmuş ve TBKP’lilerin bu kısmı, kendi içinde ve arasında da hesaplaşmasını bilmiş ve en önemlisi de (vurgunuzdan o anlaşılıyor) dışarıdan seyredenlerin, şimdi olduğu gibi zikrettiği hakaretleri göğüslenmek zorunda kalınmış olunduğunu anlatmaktadır. Bu vurguya neden gerek duydunuz bilmiyorum ama birincisi, dışarıdan seyredenler diye tabir ettikleriniz, TBKP sürecine katılmayanlardır ve onların çeşitli yaklaşımları olabilir ama öz olarak dışarıdan söyledikleri, sadece ve sadece, TBKP olayının, TKP’nin ve TİP’in bir likidasyonu projesi olduğundan ibarettir ve mihmandarının da, örgütleyicisinin de, en sinsi olanının da( ama bu bir kollektif çabadır) Nabi Yağcı olduğunun deklare edilmesidir. Onun dışında, sizin deyiminizle kenardan seyredenlerin, gerçekte bu projenin lanetine katılmayanların, TBKP’nin demokrasi anlayışı, vesairesi üzerine herhangi bir söz söylediklerini sanmıyorum. Bu sözler söylenmişse, bu projeye katıldığı halde, kenardan seyredenlerden gelmiştir.
Ve hiç sanmıyorum ki, Nabiler 'in sinsi bir çabayla TKP’yi likide etmelerini ve TBKP üzerinden, tıpkı geçmişte, DİSK'i CHP üzerinden burjuvaziye peşkeş çektikleri gibi, artık tekellerin ve 12 Eylül rejiminin demokrasi görüntüsü açısından ihtiyacı olan uygun bir komünist görünümlü parti haline getirmeye çalışmalarını görmeden, bir TKP üyesi olmanın getirdiği özveriyle TBKP çalışmalarındaki heyecana kapılanları, kimse ne Nabilerle özdeşleştirmiştir, ne de hak etmedikleri hakaretlere maruz bırakmıştır. Ve benim "bulaşıklık" kavramı ile anlatmak istediğim de, o güne dair değil, bu güne dairdir ve bu gün hâlâ ve üstelik Nabilerin bu sinsiliğinin açıkça tescillendiği koşullarda ve TBKP projesinin gerçekte ne olduğu, Nabi tayfasının kendi ağızlarından itiraf edilmesine rağmen ve hatta TBKP artık olmayan bir parti olmasına rağmen, bu bulaşıklıkta direnenleredir ve daha çok da, bu "bulaşıklık" dinamiğinin apaçık bir tuzak olduğunun görülmesine rağmen, bu dinamiğin içinde olanlarla, kafa kol ilişkisinin yanlışlığı bir yana, komünist parti kurmak çabalarındaki saflığadır. Üstelik bu bulaşıklık dinamiğini yerleştirmeye çalışanlar, aynı anda, böyle bir partinin yaratıcısı olan Lenin’den milyonlarca kilometre uzaktadır ve onun eli sopalı bir diktatör olduğunu, Stalin üzerinden sol/ sosyalist-komünist kitleye ikna etmeye, bu savlarını çürütenleri ise, ulusalcı, milliyetçi, anti demokratik vesaire göstermeye çalışmaktadırlar. Bu ikiyüzlülüğü dahi göremeyip, bu bulaşıklık dinamiğine teslim olmak, eleştiriden fazlasını hak etmektedir ve hiç kimse, hiç kimseye, bunun için kızma hakkını kendinde görmemelidir, küsmek, darılmak ise, hiç gereksizdir.
Bir başka vurgunuz ise,"farklı yerlerde duran arkadaşlarımıza saygı duymayı öğrenmek"tir. Buna da itiraz edeceğim ve gerekçesini de sunacağım ama önemli olan benim itiraz etmem değildir, sizin bu itirazımı doğru değerlendirmeniz, kişisel algılamamanızdır. Evet, bu vurgunuz, sık sık ama "farklılıklarımız zenginliğimizdir" şeklinde tekrarlanmaktadır ve daha çok eleştirilerin önünü tıkamak ve sözünü ettiğim, bulaşıklık dinamiğini hâkim kılmak için uydurulmuş bir söylemdir. Bu ifade, neresinden bakarsanız bakın, sınıf barışına götüren kapılarla yüklüdür. Ve bu dinamiğin Piri olan Nabi Yağcı’nın vaazlarını okursanız göreceksiniz ki, tam da bu ifadenin gerçek anlamını anlatır cinstendir. O da şudur, "çoğulcu sosyalizm anlamında, çoğulcu demokrasi" ve burada da sakın ola ki, derdimin, kişisel olarak Nabi Yağcı ile dalaşmak olduğunu sanmayın, sadece ve her fırsatta, Nabi Yağcıyı Likidatör olarak ayırmanın ve ondan sonra da, onunla bağlı dinamiklerin peşine takılmanın garabetini göstermeye çalışıyorum. Evet, ifadenize dönersek; bu ifade, işçi sınıfı hareketinin, komünist hareketin önündeki ve bulaşıklık dinamiği ile bağlı, en önemli tuzaklardan birisidir. Komünist harekette sınıf barışına götürecek farklılıklardan zenginlik doğmaz, aksine komünist hareketin cılızlığı doğar ve onun sınıfsal ve bağımsız karakterinden uzaklaşmayı getirir. Emperyalist Tekellerin, bu azgın saldırı koşullarında, dünya ölçüsünde faşizm kurgulaması peşinde koştuğu koşullarda, farklılıklardan zenginlik beklemek değil, ortak noktaların ayrılıp, netleştirilip en tepedeki ile en uzak noktadakinin arasında fiziksel bir bağ olmadan, ayrılık noktalarının minimuma indirilmesidir. Komünist harekete böyle bir ortaklık içersinde tam bağımsız bir dinamik yakışır. ve son olarak ifade ettiğiniz vurguya gelirsek, evet çok haklısınız, geçmişi irdelerken ortaya koyduklarımıza, muhatapları “haklısınız “ demeyecek, ama bu günkü ve bundan sonraki kuşaklar, bu ortaya koyduklarımızı, bu gün yaşadıklarıyla ve gördükleriyle değerlendirecekler ve ders çıkartacaklardır. Yanlış veya doğru ders çıkarmaları onların sorunudur ama onları baştan yanlış sonuçlar çıkarmaya yönlendirecek yaklaşımlarla dünün eksikli yanını bu güne taşıma çabalarını ortaya koymak bizim sorunumuzdur. O nedenle, geçmişe dair çözümlemeler, geçmişi ve geçmişte yaşananları yargılama ile sınırlandırılamaz ve bu anlamda ortaya konulanlar suçlama olarak da değerlendirilemez. Varsa yanlış ve haksız söylem üzerinde tartışılır ama gerisi geçmişi olduğu gibi, bütün eksik yanlarıyla bu güne taşıma çabalarına göz yummak demektir. Ve evet, Kuyerel bu günün argümanıdır ama dün ile direkt bağlıdır ve dünün yanlışının, bilinçli bir çabanın ürünü olduğunun üstünü örtmeye çalışırken, bu gün de aynı çabalara yol açmanın bir ifadesidir. O nedenle o da eleştirmekten fazlasını hak etmektedir. Ben de bunu yapmaktayım ve bu gün, Türkiye’de bir komünist partinin ağırlığına yakışır kadro olduklarını iddia edenlerin de bunu yapmalarının boyunlarının borcu olduğunu, komünist olmalarının sorumluğu gereği olduğunu ısrarla vurgulamaya devam edeceğim. ve bunu yaparken de, o koca bir süreç olarak nitelediğiniz süreçte yer alanları, topyekun mahkum etmediğim de açıktır, ama o koca sürece hala kutsal ton vermeye devam etmekte diretmek ve hâlâ o süreçten geriye bir şey kalmadığı halde, o süreci hortlatmaya çalışan dinamiklerle bulaşmanın, artık eleştiriden fazlasının hak ettiğini de görmek gerekmektedir.
Ve yine evet ki, devrim kapısından bir kez dönenler, (ki bunu yapanlar, zaten o kapıya gitmekten yana olmayanlardır, ama son anda cayanları da koyarak çapı genişletirsek,) bir daha o kapıya dönmezler, dönüyorlarsa, tekrar o kapıdan döndürmek için daha önceden edindikleri görevleri gereği dönerler. Sol memesinin altında bir cevahir büyütmüş olanlar, yaşadıkları hayal kırıklıkları ve hainlikler karşısında, bunu söndürseler de, hiçbir zaman söndürmeyenlerin karşısına dikilmezler, yani sınıf atlamak için, sınıfına ihanet etmezler. Dikilenler, her zaman ve hiç bir zaman bu cevahirini büyütmeyenlerdir.
Ve ben bitirirken tekrar ediyorum ki, Nabi ve onun gibilerin bastığı yer, dün de bu gün de aynıdır. Yani dün de komünist olmamışlardır, bu gün de komünist olmadıkları gibi, vazgeçmişlikleri bu güne dayanmamaktadır. Onlar hep, burjuvazinin gül bahçesinde olmanın hayaliyle, yüklendikleri görevlerini icra etmişlerdir. Dün yükselen sosyalist hareketin kanatlarına tırmanmışlar ve bu hareketi devrim kapısından döndürmeye çalışmışlardır. Bu gün de, aynını yaparak görevlerini sürdürmektedirler.
Yani bence ortada yanılgı da yok, yanılgı sahipleri de yok. Sadece yanılgılarını değiştirmeyi bir görev olarak sürdüren Nabi gibi azaplar ve bunu anlamamak, görmemek için direnenler vardır. O kadar öyle ki, dünkü yanılgı hastalıkları sosyalist hareketi CHP üzerinden burjuvazinin peşine takmaktı, bu gün yine sosyalist hareketi topyekün bitirmek için, bu kez gerici/dinci akımların peşine takmaktır. Böyle bir yanılgı fırıldaklığının tesadüfen olması mümkün müdür? Bunu salt ahmaklığa bağlamak mümkün müdür? Bu yanılgı hastalığı, bir görevin icra edilmesinin, sınıfsal dinamiklerin yapısına göre ve egemen sınıfın ihtiyacına göre şekil değiştirmesinin ifadesidir.
işte bu olgular ışığında ve bulaşıklık dinamiğini anlamamakta direnerek ille de komünist parti diye tutturmak ve bunu yaparken de, TBKP’nin model yapılmaya çalışıldığını görmemek için özel çaba sarf etmek, benim dikkat çekmeye çalıştığım bir garabet, bir çelişkidir.
Sol memenin altındaki cevahire gelince, o öyle kolay kolay sönmez. Sönünce de, dediğiniz gibi, yeniden alevlenmez.
Buraya kadar, sizin beklediğiniz her noktaya yanıt verdiğimi sanıyorum, bundan sonrası, benim bu konudaki, bu güne dair yaklaşımımı bütünsel olarak ortaya koyan ifadelerim olacaktır.
Diğer taraftan, elbette biz komünistlerin birliğe ihtiyacı var. Birlik partidir. Birleşeceğimiz yer orasıdır. Birleştireceğimiz yer de orasıdır. Ama bu, bir araya yani partiye toplanmak değildir.
Toplanmak ayrıdır, toplanırsın ama birleşmiş olamazsın.
Birleşmede önce netleşme, sonra ayrışma vardır. Bu, ortak noktaların ayrılıp, netleştirilerek, bir araya getirilmesidir.
Gerisi, reddetmenin, kopmanın içindedir. Bu, Marks’ta da vardır, Lenin’de de vardır.
Reddetmek yalnızlığı getirir, yalnızlaşarak bir araya gelmeyi getirir. Zordur ama güç taşıyan, inadı biriktiren ve ileriye götüren bu dinamiktir. Bu dinamik, ideolojik mücadelenin şiddetiyle, bu şiddeti yöneten ideolojik donanımla inadı ileriye, zafere taşıyabilir.
Bu inat, elbette Marksizm-Leninizm inadıdır. Bütün bunların elde edilmesiyle yeni olanı, temizlediğimiz alanın üzerine inşa etmek mümkün olabilir.
Bunun bir yanında, insanı yükselten iyinin, güzelin en sınırsızını, cennetten uzak bir hayale yerleştirebilme tutkusu vardır; Diğer yanında ise, teorik bakışın derinliğini, görünmeyeni görebilme dinamiğine yerleştirebilmek var. Başka bir yanında da, yalnız kalmayı göze alacak denli, toplanmalardan kurtulup, ayrışarak bir araya gelmenin dinamiğine yönelebilmek becerisi var.
Hepsi bir bütün olarak, düzene karşı mücadele ederken, onunla bulaşık yaşamaktan ve eninde sonunda onda kalmaktan kurtulmanın mekanizmasını vermektedir.

Reddetmenin Lenin’de de olduğunu söyledim, Lenin’in Asıl reddi Nisan Tezleri’nde ve günlerindedir.
Böylece, görülmeyeni, imkânsız gibi görüleni, Ekim Devriminin çiçeklerini taşıyan kelebekleri görmüş, onlara Rusya topraklarında alan açarak, Ekim Devriminin gerçekleşmesine ön ayak olmuştur.
Bu mücadeleler sırasında, Rusya topraklarında bambaşka bir değiştirici, dönüştürücü mekanizma yaratmış, kendi adıyla da anılan bu mekanizmayı, yani Bolşevik Partiyi yani Komünist Partiyi geliştirmek üzere, bizlere miras bırakmıştır. Bu miras ortak noktadır, birleştirici noktadır ama netliği içersinde, oturtacağımız alanın temizliği içersinde birleşeceğimiz bir ortak noktadır.
Bu ortak noktadan çoktan uzaklaşmış mekanizmaların bugüne taşınmak istenen yanları, geliştirilmekten uzak yanlarıdır.
Lenin’in geliştirmek üzere miras bıraktığı mekanizmayı, netleşerek, netleştirerek, ortak noktaları bir araya getirerek geliştirmek, yaklaşacağımız noktadır.
Bizler bir tabelayı aramıyoruz, aradığımız bir TKP tabelası değildir, aradığımız, Lenin’in geliştirmeye açtığı ve çok önemli oranda geliştirip, miras bıraktığı bir savaşım örgütünü yerleştireceğimiz temiz bir alandır.
Bu alanı temizleyecek, temiz tutmayı başarabilecek yiğitlerin yükselmesini selamlıyoruz.
Hepimizin yüreklerindeki, bu toprakların, TÜRKİYE’nin KOMÜNİST PARTİSİ inadının, bizi ve emekçi halklarımızı sosyalizme taşıyacak sevdamızın, bu temelde büyüdüğüne inanıyorum ve şu ana kadar dile getirdiklerim bir yanıyla bunun sevincini haykırmaktır.
Ve yine inanıyorum ki, bu temelde büyüttüğümüz inadımızın eseri olacak olan TKP, Lenin’in bıraktığı ama onu da aşan yepyeni bir savaşım örgütü olacaktır. Biraz fazla uzun oldu ama beklediğiniz yanıtlar ve ifadelerimi, anlaşılır şekilde derleyip toparlamam için ancak bu kadar cümle yetti. Saygılarımla.

Fikret Uzun 8.6.2010

Hiç yorum yok: