25 Haziran 2010 Cuma

HEDEF VE KÖPRÜ

Sn. Altan ve soru sorma dinamiğinin önemine inanan arkadaşlar, öncelikle ilginiz için teşekkür ederim. İlgi bir adım ise, sorular üretmek, dolayısıyla var olan cevapları ortaya çıkarmak en önemli adımdır. Şimdi adımlar bu yöndedir ve bu sevindiricidir. Bu güne kadar hepimizi soru sormaktan uzaklaştırdılar. Hazır, paket cevaplarla, sorularımızın önünü kestiler. Soru olmayınca, cevapları da yok saydırdılar. Oysa sorulardan uzaklaştırmak demek, var olan cevapların görülmesini engellemek demek idi. Cevap yoksa iş de yapılmıyor, en azından doğru iş yapmak mümkün olmuyor. Eylem demek istiyorum. Eylemin nasıl, kimlerle birlikte, kimleri karşıya alarak yapılacağı cevaplarda gizlidir. Bu da doğru soruları sormakla açığa çıkarılabilir. Dolayısıyla asıl teşekkür sorularınızadır ve teşekkür borcumu da bu kısa giriş ile ödemeye başlıyorum.
Tespitinize gelince, yanlış olduğunu belirtmek zorundayım. Neredeyse 12 Eylülden itibaren, ülkemizin gidişatına soldan müdahalede bulunmaya çalışan sınıf partisi, sosyalist, komünist, devrimci bir parti ya da, örgütten söz edemiyoruz. Elbette devrimci işler yapılmıştır ama bu sol bir müdahale olmaktan uzaktır ki, şöyle de ifade edebiliriz, özellikle 12 Eylül öncesi,70 li yıllar, sosyalist iktidara en yakın olunduğu bir zaman kesitini ihtiva ederken, soldan müdahale ettiğini zannedenlerin ve bizim zannettiklerimizin, müdahaleden öteye, sosyalist iktidar hedefini uzaklaştırmakla meşgul olduğunu görüyoruz. Yani hemen hepsi, düzene tampon görevi( bilerek ya da bilmeden) ile malul olarak, hep demokrasi aşaması ile oyalanmışlardır. Kitleleri ama daha çok bizleri oyalamışlardır demek istiyorum. Dün olanlarla olan bu idi ve bu gün, bağımsız siyasal sınıf partisinin olmaması, bu müdahalenin basamaklarında veya düzleminde böyle bir hareketin konuşlanmadığı, konuşlanmayacağı anlamını taşımaz. Bu hareketin sol müdahale ekseninde yürüyor olması ille de, bağımsız siyasi sınıf partisinin, ya da devrimci bir örgütün var olması ile bağlı değildir. Yani o yoksa bu hareket de yok demek değildir, var olamaz demek de yanlıştır. Türkiye’de, sosyalist bir iktidarı kuracak ve koruyacak güçte ve kapasitede siyasal bir örgütlenmenin olmadığı da açıktır. Tabelalı da, tabelasız da yoktur. Varsa da, yok örgütlerdir. Dünkü sosyalistlerin büyük çoğunluğu(dünden başlayarak), demokrasiyi, dün 163 ün kalkmasına indirgerken, bu gün, türban özgürlüğüne indirgemektedir. Böylece, irticaya köprü kurdular ve irticaya iltica ettiler. Dolayısıyla demokrasiyi, irticaa özgürlüğe indirgemeyi en büyük solculuk saydılar. Bu nedenle o eskiden aklımızda kalan antifaşist mücadelenin, faşizme karşı demokrasi mücadelesi anlamını taşıma özelliğini ortadan kaldırdılar. Şimdi faşizme karşı, komünizmle mücadele derneklerinin, ilim yayma cemiyetlerinin, ardılları ve devamı olan dinamiklerle hareket edilir oldu.
Faşizm düzenin kuyruğunu bırakmamaktır, faşizm düzeni geriye çekmektir. Faşizm ilerlemenin önünde duvardır, işkencedir, zulümdür, kandır, ölümdür. Faşizm gericiliktir. Faşizm artık irticadır. Ve dünden kalan, irticaa iltica eden sosyalistlere göre (sahte sosyalistler demek yerindedir), faşizm irticaa da karşı olan ilericiliktir. İlericilik ise, onlara göre, laisizmdir, laisizme indirgemişlerdir demek istiyorum. Laisizmi ise Kemalizm’le özdeşleştirdiler. Dahası, ilericilik- laisizm-kemalizm-statükoculuk-sosyalistlik-komünistlik-ulusalcılık-yurtseverlik –milliyetçilik bütün olarak faşizm çuvalına dolduruldu. Çuvalın içinden hangisini seçersen o ve hepsi birden faşizm oldu. Demokrasi mücadelesini bu çerçeveye yerleştirince de, kitleleri faşizmi yerleştirmek için mücadeleye çağırmak demek olan demokrasi mücadelesine çağırmak en ateşli devrimcilik oldu. Sovyet sosyalizmi yıkılırken de aynı şeytani oyun bu yıkımın en önemli parçası oldu. Bu şeytan işidir ve şeytana şapka çıkarttırır. Diğer yandan, bu çerçeve, Türkiye’de demokrasinin, yani bu hedefin, çoktan nesnel olarak aşıldığının, sosyalist iktidarın uzak görünürlüğüne rağmen, nesnel olarak yakın bir hedef olduğunun ve asıl sorunun öznel olanın bu nesnelikten uzak olduğunun görülmesini engelliyor. Demokrasinin, bundan çoktan vazgeçmiş burjuvazinin sorunlarını da, işçi sınıfı ve emekçi halkın sorunlarını da çözemeyeceğini bildiği ve demokrasiye gönülle ve iştiraken izin vermeyeceği gerçeğinin üzerini örtüyor. Burjuvazi çözümü geriye dönmekte ararken, devşirdikleriyle bu yönelişini ilericilik olarak, ilericiliği ise faşizm olarak göstermeye çalışıyor. Daha doğrusu, bütün günahları ilericilik ekseninde toplanacak olanlara yükleyerek, bu ekseni atıl hale, geriye götüren burjuvazinin eksenini hücum haline getiriyor.
İlericilik ekseni, katı, mutlak, kesin hatları olan bir eksen değildir. Bu eksen geriye sürükleyen burjuvazinin en çaresiz ve o kadar da saldırgan ve bir o kadar da, gericiliğe meyletmiş, kendisinin ürettiği bütün kuralları rafa kaldırmaya çalışan ve bu dinamiğe bütün burjuvaziyi (küçük burjuvalar dahil) bağlamış olan kesimine karşı mücadeleyi bilinçle ve sosyalist iktidar hedefi ile yapanlar yanında, salt, kapitalizmin özüne dokunmadan, burjuva demokratik ve çağdaş bir cumhuriyet için mücadele edenler ve dahi, Türkiye’yi AB-D emperyalizmine bağımlılığından çekip alıp, kendi ayakları üzerinde ve eşit bağlaşıklıklar temelinde bölgede bağımsız bir emperyal devlet olması emelleri taşıyarak mücadele edenler de vardır. Bu paradoks gibi görünen eksen dizilişinin örgütsel ve öznel bir yanı yoktur, en azından nesnelliği ve tarihselliği yanında, esamesi okunmaz. Bu eksende, bu ayrı kuvvetler, birbirinden bağımsız olarak yer almışlar, başka ifadesiyle bu eksene kadar tarihin gerisine döndürmeye çalışan burjuvazinin sürüklemesine ayak diremektedirler. Bu ayak direme şimdiye kadar türlü oyunlarla hep ya savunma dinamiğine ya da tarafsızlık dinamiğine hapsedilmiştir. Tarafsızlığa hapsedilenler, sosyalistler ve komünistler olup, Kemalistlerin ihaneti ile yüz yüze olduklarının farkına varan sol Kemalistler olmuştur. İhanet içindekiler zaten geriye dönüş dinamiğinde yer almakta ve baştan beri bu temelde hareket etmektedirler. Diğerleri ise, daha geriye doğru püskürtülmemek için savunmada olanlardır. Her iki durumda da hücum yoktur ve tek başlarına hücum ise, başarı şansını taşımamaktadır. İşte burada sosyalistlerin, komünistlerin hüneri, bu eksendekilerin tabanının bilinçlerini, bir bütün olarak yakınlaştırmak, ortaklaştırmak ve nesnel olarak çaresizliği ifade eden, burjuvazinin yöneldiği çaresine yani geri gidişine dur demek, bunun için savunmadan ve tarafsızlıktan çıkıp, hücum dinamiğine geçmek, durdurduktan sonra ise, ekseni, yine yeniden burjuvaziye (demokrasi adı altında) teslim etmeden ki, tarihte örneği vardır, işçi sınıfının ve emekçi halkların hegemonyasında ilerletmenin dinamiğini örme noktasında kendini göstermelidir. Bunun için de, bu eksende birbirinden bağımsız olarak en ileriye gitmek, mevcut düzeni korumak, başkaldırı dinamiğiyle içindeki ihanetle mücadele etmek, en azından daha fazla geriye püskürtülmemek üzere yer alan güçlere, ikiyüzlülüğe girmeden, net, somut hedefler, nesnel ve öznel olarak çıkarlarına uygun hedefler yani tarihsel, zamanlı ve nesnel hedefler göstermek, bu hünerin temelini teşkil etmektedir. Sosyalistlerin, komünistlerin hedefi sosyalist iktidardır ve sosyalistler, komünistler enternasyonalisttir. Bu gün gericilik de, faşizm de, tekeller de, düzeni de enternasyonalisttir, öyleyse gericilikle ve faşizmle, tekellerle ve düzeni ile dolayısıyla emperyalizmle, somutlarsak, ABD ve AB emperyalizmi ile mücadele etmek enternasyonalist mücadeledir. Öyleyse, faşizme, gericiliğe ABD ve AB emperyalizmine, onunla bütünleşmiş düzeyde işbirliği içinde olan tekellere, bu tekellerin düzenine karşı mücadele dinamiği içinde olanlarla sosyalistlerin, komünistlerin, en azından bu temelde, öznel birlikteliği de nesnellik taşımaktadır. Bu eksende tarihsel, nesnel ve zamanlı olarak ve birbirinden bağımsız olarak bir arada bulunan güçlerin, bu nesnellikten de, öznel bir dinamiğe yönelmenin gerekliliğinden de, bihaber olmaları bu nesnelliği bozmuyor ama öznel dinamiklerin önünü kesiyor. Tekellerin ve onların ideolojik silahları olan devşirme solcuların, aydınların ideolojik saldırısı tam da bu noktadadır. Yukarda değindiğim gibi, bu eksendeki güçlerin, tarafsızlık ve savunma dinamiği ile püskürtüldükleri yere kendi kendilerini hapsetmeleri için akıl bozucu, ideolojik, psikolojik saldırı mekanizması geliştirmektedirler. Bu eksende yer alan güçlerin politik yaklaşımları ve yönelimleri farklı farklıdır ve sosyalist iktidar ile ilgilenmedikleri yanında, sosyalizme karşı bir tutum da geliştirmemektedirler. En azından, püskürtüldükleri noktada. Daha sonraki tutumları farklı olabilir, hatta kesin farklı olur diyerek, bu nesnelliği öznel olarak daha ileriye ve hücum dinamiğine götürmekten ama bunu yaparken, işçi sınıfının ve emekçi halkların hegemonyasını güçlendirmekten kaçınmak, tarihsel olarak da, politik yaklaşım olarak da yanlıştır. İdeolojinin önemi farklıdır ama politika bambaşkadır. Ve bu hegemonya temelinde, püskürtülen bu noktadaki güçleri ileriye doğru hücuma geçirmenin öznel dinamiğini yaratmak, sadece sosyalistlerin, komünistlerin değil, bu eksendeki tüm güçlerin ayrı ayrı ideolojik yapılanmasına ters değildir. Bir “mubahlık” anlayışı da taşımaz. Bu, bir politik hünerin ifadesidir ve bu hüner sosyalist iktidara yürüyen yolda sürekli olarak uygulanmalıdır. Bu aynı zamanda, demokrasi mücadelesinin sosyalist iktidar yürüyüşü içersinde kotarılmasını ama kazanımlarını önce de, sonrada burjuvaziye teslim etmeden korumayı ve ilerletmeyi, sosyalist iktidar ile bağlamayı ifade eder. Burada dikkat edilmesi gereken, sosyalist iktidar mücadelesinin demokrasi mücadelesini de içerdiği gerçeğini atlamamaktır. Ama bu gerçeklikte, bu mücadeledeki hegemon güç, burjuvazi değil, ya da hegemonya burjuvaziye değil, işçi sınıfı ve emekçi halklara ait olmalıdır. Ve bu yürüyüş hattı, düz bir hat olamaz, içinde kırılmalar, savrulmalar, ayrılmalar ve hatta ihanetler de olacaktır. Bunlarla baş etmek için politik hüner gerekiyor ve bu hünerin vazgeçilmez, ufuk açıcı, yetenek geliştirici sınıfsal politik bilincin harcı olan ideolojik donanımdır. Ancak böyle bu eksenin yüzeyinde olan bitene bakarak, derinindekiler ve derinindeki nesnellik görülerek, bu temelde geliştirilecek soldan öznel müdahalenin kapsamı, hüner gerektiren dinamiği geliştirilebilir. Bunun farkında olmayan öznellik neyleyebilir ki, nasıl müdahale edebilir ki, hangi güçlerle birlikte müdahale edebilir ki?
Buradan bir tez de çıkartmak mümkündür, o da şu; bu eksende, birbirinden bağımsız olarak, daha fazla geriye püskürtülmemek için ayak direyen güçler, ileriye doğru bir öznel müdahaleye karşı aynı şekilde ayak diremeyeceklerdir. Öyleyse, sosyalist iktidar hedefini şimdiden ortaya koymak, bu hedefe sonuna kadar yürüyecek olan tarihsel ve nesnel güçleri, hem hafızasına kavuşturacak, hem hegemonyasını artıracak, hem de, sosyalizmin cazibesine kavuşmasının önünü açacaktır. Bu şu demektir, geriye doğru püskürtülmeye kesinkes ayak direyenler, ileriye doğru aynı şekilde ayak diremeyecekleri için, sosyalist iktidar hedefine yaklaşacaklar ve sosyalist iktidar yürüyüşünün tabanı nitel ve nicel olarak genişleyecektir. Bütün bunlar için ise, “önce politik özne” şeklindeki mekanik yaklaşımla, bir kurtarıcı bekleme moduna girmek, yukarda sözünü ettiğim hünerin içinde değildir. Hüner, hem bu yürüyüştekileri en az kayıpla hedefe götürmenin dinamiğini örerken, bu dinamiği örgütsel bir mekanizmanın mihmandarlığına bağlamak için, bu mekanizmanın dişlilerini birbirine bağlayarak çalışmasını sağlayan, hem de bu mekanizma eliyle işçi sınıfının politik hegemonyasını diğer tüm güçlere kabul ettiren ideolojik netlikle donanmış canlı öznelerdedir. Bağımsız politik mekanizma da bu canlı öznelerden oluşmakta değil midir?
Cephe önerilerine gelince, geçmişte bu cephelerden, bu topraklar ve bu toprakların devrimci-demokratları, sosyalistleri, komünistleri ve elbette halkları az çekmedi, sonunda az hayal kırıklığı yaşamadı ve az bulaşıklığa bulanmadı. Bu ifadem mecazidir ama o kadar da gerçeklik taşır. THKP-Ordusu veya Cephesi, UDC, MDD, Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Halk Cephesi vesaire, hepsi ama daha çok Milliyetçi Cephe… Her iki eksendeki cephe de, eninde sonunda, bir madalyonun iki yüzü idi ve öyle olduğu şimdi daha net görünmektedir. Yanlış anlaşılmalara karşı açıklaması anlamında çözümlemesi bendedir ama bu gerçeklik taşıyan mecazi ifademin tartışılması gerekmektedir. MC, ilerlemekle kurtulamayacağını düşünen düzenin geriye yönelmesini, ilerlemenin önüne set çekmesini ifade etmekte iken, diğerleri düzeni demokratikleştirerek sosyalizme varılacağından hareketle öncelikle düzen sınırlarında bir mücadeleyi ifade ediyordu. Son tahlilde ikisinin de sosyalist iktidar köprüsüne dinamit olduğunu söylemek, en azından tarihe bu günden baktığımızda bunu cesurca söylemek yerinde görünmektedir. Ancak, yukarda çizdiğim çerçeveye bir resim gibi yerleştirdiğim eksen ve üzerindekileri bir cephe olarak kabul edeceksek, buna itirazım yoktur ama bu cephenin hedefi demokrasi olup, onu tamamladıktan sonra burjuvazinin eline verip, ondan sonra başka bir köprü, sosyalist iktidar köprüsü örülecekse, bunun eskisinden farkı olmayacaktır. Öyleyse Cephe var, Cephe var. Ve cepheyi, geriye yönelen burjuvaziye karşı demokrasi hedefi ile sınırlandırmak ayrı bir cephedir, bu hedefi, sosyalist iktidar hedefi içinde ele alıp, sınırı netleştirmek başka bir cephenin ifadesidir. Bu cephe, sosyalist iktidara giden yoldaki bütün ara istasyonları, o ara istasyonlara sapmadan, sosyalist iktidar yürüyüşüne bağlayacak olan cephedir. Bu cephe, son tahlilde, aynı madalyonun her iki yüzünü de işçi sınıfının politik hegemonyası yönünde ve sosyalist iktidarla güvence altına alınmış bir demokrasiyle disipline etmeyi ifade eder. Sonrasını, önceki ifadelerimde dile getirmiş durumdayım. Ve bu cephe, nesnel ile öznel olanı bütünleştiren, nesnel çıkarlar ile öznel çıkarları yakınlaştıran ve sosyalist iktidar mücadelesinin hem tabanını, hem de gücünü geliştiren bir dinamik olacaktır.
Bu cephe, sınıfsal bir politik hünerle donanımlı olacaktır. Olmalıdır demek istiyorum. Başka ifadeyle ve belki eski dille ama yeniyi anlatan bir ifadeyle; “eski köye yeni adet ” yaklaşımına yakınlaşıp, ” aynı tas aynı hamam” aşkımızdan uzaklaşarak ve geriye düşmemek için ayak diremenin yetmediğinden hareketle ilerlemenin ve bunun için hücum halinde bir dinamik edinmenin ifadesi olmalıdır. Bu şekilde örülecek köprü, ilerlenecek hedef, bu dinamik üzerinden şekillenecektir. İzin verirseniz bir başka ifadeyle cephe üzerine görüşlerimi bitirmek istiyorum, o da şu; bu cephede sosyalist iktidarın nesnel nitel ve nicel güçleri, daha geriye püskürtülmemek için, diğer güçlerin peşine takılmadan: ama bu güçlerin güç olma niteliğini yadsımadan, daha fazla geriye püskürtülmelerini önlemede güçlerine güç katmanın ve bu gücün adı olmanın ifadesi olmalıdır.
Ancak bu cephe dinamiğinde, henüz kitleleri göremiyoruz. Onlar adına iş takibi yapar misli ortada görünen aktörlerin telaşla koşuşturması var sadece. Kimi, hedeften haberdar ama köprü kuramıyor, kimi, hedefi bilmeden ve önemsemeden, köprü kuralım diye tutturmuş. Dolayısıyla kurmaya çalıştıkları köprüde kitlelerin varlığı ve yokluğu ile ilgilenmiyorlar. Diğer yandan kitleler bu eksende var. Nesnel olarak var. Ve telaşla hedeften uzak koşturanların, bu telaşı bırakıp, artık nereye koşacaklarına karar vermeleri ve kitlelerin farkında olmadığı bu nesnelliği yüzeye çıkararak, kurulacak köprüye asıl onları dahil etmelidirler. Yani hedefi bilenler, köprü kurmasını öğrenmeli, hedefi bilmeyenler, köprü kurmadan önce hedefi bilince çıkartmalıdır. Bilince çıkartılmayan hedef, kitlelere somut hedef olarak gösterilemez. Öyleyse göstermek için, önce görmek gerekiyor; görmek içinse, görmeyi öğrenmek gerekiyor. Çünkü görülecek olanlar, gözümüzün önünde ama derindedir. Yüzeye çıkartılmayı bekliyor.
Öyleyse ben kimseyi bir örgüte ya da partiye veyahutta bir cepheye davet etmiyorum, ya da böyle bir olgu var da, kendimi davet ettirmeye çalışmıyorum, ben bu yok olguya işaret ederken, yok olgunun aslında nesnel olarak var olduğunu, tek yapılması gerekenin parçaların bir araya getirilerek işler bir mekanizma yaratmak olduğunu, bunun da “armut piş ağzıma düş” yaklaşımıyla ya da bütün sorunların çözümünü böyle bir mekanizmanın varlığına bağlayıp, bu mekanizmayı bekleme modunda hareket etmenin yanlışlığına, beklemeden ama bu gerekliliği yadsımadan, bu gerekliliği hem göstermek ve hem de hâkim kılmak için hüner geliştirmek gerektiğine işaret ediyorum. Gerisi hüner sahibi olanlara ve hüner edinmek isteyenlerin görev ve sorumluluğundadır. İşaretim bu sorumluluk bilinci içindedir.
Bir parantez açıp, bir sınıfın gücünün bireylerin nitel ve nicel gücünden meydana geldiğinden hareketle, bunun matematiksel bir toplamı ifade etmediğini belirtmek istiyorum. Bu güç bireylerin gücünden bağımsız değildir ve nitelikli birey, başka ifadeyle donanımlı birey, sınıfının nitel gücünü de ifade etmektedir ki, niteliksiz nicelikler her an dağılmaya hazır nicelikler olduğu kadar, niceliğin niteliğinin gelişmesinin, bütün kitleyi nitel hale getirmek ve bu hale gelene kadar beklemek demek olmadığını da ifade etmeyi önemli buluyorum. İşçi sınıfının kendi iktidarını kurarken eksik bir nicelik taşıması elbette sorun teşkil edecektir ama nitel olarak eksikli olması, sorunun en büyüğü ve işçi sınıfının iktidarı alma mücadelesinde sorunların çözümüne baştan köstek olacak bir etmendir. Ve bu matematiksel eksiklik anlamındaki nicel yetersizliği, nitelik sıçramasıyla dengeleyecek olan ama yine de ucu matematiksel niceliği artırma yönünde olmayan, işçi sınıfının ideolojik, politik örgütsel bütünlüğündeki niteliktir. Bu sorunun çözümü de, hem nesnel olarak ve hem de hâlâ tarihsel olarak, nitelikli proletaryanın, nitelikli hegemonyasıdır. Bu hegemonyadan, hegemonyayı hedeflerken de, hegemonyayı elde ettikten sonra da, bir milim sapmak ya da uzaklaşmak, en matematiksel niceliklerin gücünü sıfıra indirir, başka sınıfın gücüne eklemlendirir. Bu gün Avrupa Komünistlerinin durumu budur. Avrupa komünizmi, tekellere ve tekelci düzenlere stepnedir ve hangi nesnel gerçeklik ve zorunluluktan kaçtığını hepimiz biliyoruz.
Sanırım arkadaşların sorduğu sorulara cevap, tespitlerine eleştirel yaklaşım geliştirmiş ve tartışmayı en bağımsız ve demokratik kanalına yerleştirmiş durumdayım. Tartışmaya bu temelde devam edebilirsek, düşünsel zenginliğin, bu anlamda düşüncelerimizin nesnellikle uyumunun sağlanması daha kolaylaşacaktır ve öncelikler zinciri içersinde, yönelimlerimizi ve beklentilerimizi somut bir içerikle donatmamız ve sıralamamız mümkün olabilecektir.
Bitirirken, işaretim, köprünün ve hedefin etrafında telaşla koşuşturanlaradır, köprüyü de, hedefi de örtülemek isteyenlerle ilgilenmiyorum, aslında ilgileniyorum ama burada değil. İlgim ise, onların iç yüzünü deşifre etmek içindir. Burada, nereye koştuklarını bilmeden “hadi gelin koşalım” diyenlere, kendi düşüncelerimi aktarıyor ve tartışmaya açıyorum. Bu anlamda tekrar etmeme izin verin, kimseyi bir örgüte ya da örgüt kurmaya davet etmiyorum, kendimi de davet ettirme çabasında değilim ve dile getirdiğim ifadelerimde, ne bir propaganda, ne de ajitasyon izi vardır, aksine en cesur ifadelerle tartışmaya açık ve risk taşıyan düşüncelerimi tartışmaya açıyorum. Ve biliyorum ki, eksiğim vardır, fazlam yoktur, doğrularım yanında varsa yanlışlık ve eksiklikler de bana ait olup, bir bütün olarak düzeltilmeyi ve geliştirilmeyi bekliyor. Asıl ilerletici olan zenginlik budur, bunun dışındaki “farklılıkları zenginlik” saymayı kabul etmiyorum ve bunun da tartışılmasında yarar görüyorum.
Böylece cümlelerimi epey uzatarak ve sorulan sorularla var olan cevapları açığa çıkarmama vesile olan arkadaşlarıma teşekkür borcumu da ödeyerek söyleyeceklerimi bitirmiş oluyorum. Amacım öznellik yüklü teoriler üreterek “teorisyen” sıfatı yüklenmek değildir, filozofluk hiç değildir, politik bir öncülük misyonu yüklenmek de değildir, sadece nesnel olanda, Sn. Evin Hocanın deyimiyle hayatın yeşil ağacında gördüklerimi derli toplu ifadelerle göstermeye çalışmaktır. Yanlış görmüş olabilirim, yanlış ifade kullanarak doğru gördüğüm halde yanlış aktarmış da olabilirim ama tümüyle doğru da olabilirim. Tartışamazsak, hangisi gerçeklik taşıyor bilemeyiz. O nedenle, hepimiz maddi yaşamdan elde ettiğimiz düşüncelerimizi cesurca ortaya koymalıyız ve eleştirilirse, gücenmemek yanında, hemen geri adım atmamalıyız ve geri adım atmanın doğrudan vazgeçmek olduğunu da düşünmemeliyiz, geri adımı her zaman doğru yönünde atmalıyız. Ancak o zaman geri adım ilerleten bir işlev taşır. Tartışmaları zenginleştirir. Tartışmada kazanan tarafın olmaması burjuva nesnelliğidir. Çünkü her iki tarafın da, tartışmayı kazanması veya kaybetmesinde menfaat kaybı söz konusudur. Dolayısıyla dostlar arasında ideolojik, politik tartışmalarda, geri adım atmak bir kayıp değildir. Sınıfsal karşıtlığın önünde geri adım atmak ise ayrıdır ve konumuz o değildir. Ama şu kadarını ifade etmek isterim ki, bu temelde geri adım atmak, ideolojik netliğin orantısına göre, güç toplamak üzere ya da pratiğin dayatmasını aşmak üzere bir manevrayı da, bir sapmayı, o anlamda oportünizmi de ifade edebilir. Bunun çerçevesini belirleyecek olan, politik hünerdir. Ve dile getirdiklerimin anlaşılması, üzerinde detayla tartışılması ve geri adım attıracak denli inatçı olunması tümüyle sınıfsal bakış çerçevesinde mümkündür.
En son cümle olarak, nesnelliğin sosyalist iktidarın sinyalini verdiğini ve dün olduğu denli, bu gün de faşizme karşı burjuva demokrasisini değil, sosyalist iktidar mücadelesini işaret ettiğini, eksikliğin bu nesnelliğe karşın, bunu görmek ve göstermek için öznel bir hünere sahip olunmaması ve bu hünerin eksikliğindeki bir telaşlı çabanın ilerletmekten ve güç toplamaktan uzak olunması ve bunun farkında olunmamasıdır.
Saygılarımla 9.4.2010
Fikret Uzun

Hiç yorum yok: