23 Haziran 2010 Çarşamba

ORTADOĞUDA -ULUS DEVLETLERİN KİMİSİNİ YIKIP KİMİSİNİ KURMA- EMPERYALİST PLANLAR

Değerli arkadaşlar, emperyalist burjuvazinin ideolojik saldırı ve şaşırtma koşullarında sapla samanın birbirine karışması ve laflar üzerinde tartışarak öze dair gerçeklerden uzaklaşılması gayet normaldir. Bu emperyalizmin özellikle istediği bir durumdur. Ancak, ULUS DEVLETLER EMPERYALİZM İN HALA AŞAMADIĞI KALELERDİR! Ama biz bu laf üzerinde tartışıp, özden uzaklaşırsak, bu, doğruya işaret eden laf, Arapsaçının ifadesi olacaktır.
Ulus devletler burjuvazinin feodaliteye karşı savaşımının ürünüdür. Tekeller dönemimde, emperyalist çağda ulus devlet olgusu da, dinamiği de emperyalizmin kaçması gereken noktadadır. Ama aynı zamanda, sıkı sıkıya sarılması gereken bir noktadadır. Burası önemli. Emperyalist burjuvazi, bu bölgede, ulus devlet mekanizmasını dağıtmak ve küçük site devletlerine kapı açmak için kozmopolitizmi öne çıkartırken, öte yandan, örnek olsun, İsrail’e büyük bir Kürt devletini hediye etmeye çalışmaktadır. Bu devlet ulus devletin dik alası olacaktır. Üstelik emperyal karakterde olacaktır. Bu emperyalist çağda burjuvazinin yerelde, emperyalist burjuvazinin küresel olarak yönetim zorluğu çekmesinin yansımasıdır.
Emperyalist çağda, en demokratik görünen devletlerde bile, aslında, parlamentarizm iflas etmiştir. Ve küresel ölçekte faşizme yönelinmiştir. O nedenle, 1000 site devlet ve bir kaç emperyal devlet ile bunların hepsinin tepesindeki Siyonist düzenek ile dünya emperyalist-Siyonist devleti tamamlanmış olacaktır. Bu nedenle, öyle klişe laflarla tartışmak bizi bir yere ilerletmez. Bakın, TVler çarşaf çarşaf İsrail Siyonist yönetiminden söz eder oldu. Dinci akımlar, anti Semitizm’i, İsrail Siyonizm’i ile özdeşleştirerek şaha kaldırdı. Bu bir mezenformasyondur. Bu, Siyonist dünya örgütünün açılan örtüsünü kapatmak içindir. Bunu da başarıyorlar.
Sonuç olarak, Türkiye Kürtlerinin kurtuluşu, Türkiye’nin bölünmesinde değil, Türkiye’nin büyük bir ulus devlet olmasındadır. Sosyalizmin yakınlaşmasının gereği de buradadır. Emperyalizm nasıl ki, sosyalizmin ön evresidir, büyük Türkiye cumhuriyeti de, herkes farklı emellerle yaklaşsa da, sosyalist iktidara giden yolu kısaltacak bir gerçekliktir. Bu sınıfsal olarak bakınca da böyledir, mantıksal olarak bakınca da böyledir. Bütün yer altı ve üstü kaynakları emperyalist tekellere ve işbirlikçilerine peşkeş çekilirken, her türlü zenginlik talan edilirken, ulus devlet bağlamındaki lafları tartışmaya hapsolmak, her zaman olduğu gibi, sömürücülerin ve halkları ezenlerin yararına olacaktır.
Kozmopolitizm, emperyalizmin milliyetçiliğinin başka yüzüdür ve burada çok basit bir turnusol vardır, o da, örneğin Türkiye’de kozmopolitizmi pompalayan emperyalizm, bölgede tümüyle gerici, tümüyle milliyetçi ve hatta tümüyle ırkçı bir milletin, yönetiminde çok büyük bir ulus devlet tezgâhlamasıdır. Bu gerçeklikleri görmeden laflarla boğuşmak, ne olursa olsun, burjuvazinin işine yarar.
Türkiye parça pinçik, site devletlerine bölünmeyecek, buna işçi sınıfı ve emekçi halklar izin vermeyecektir. Aksine, daha büyük Türkiye ve belki de, ORTADOĞU BİRLEŞİK HALK CUMHURİYETİ kapıdadır. Bu da çok daha büyük ulus devlet demektir ama ulusları birbirine yakınlaştıran, kardeşleştiren, özgürleştiren ve sosyalist cumhuriyet için mücadelenin nesnel özneleri haline getiren bir cumhuriyet olacaktır.
***

Toprak ve üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin var olduğu, sermayenin egemen olduğu her devletin, ne kadar demokratik olursa olsun, kapitalist bir devlet ve kapitalistlerin elinde işçi sınıfı ve emekçi halkları boyunduruk altında tutmaya yarayan bir makine olduğunu burada TC den, kapitalizmden söz eden hepimizin bildiğine inanıyorum. Ve genel oy hakkı ve parlamento bu makinenin özünü hiçbir şekilde değiştirmez. Yani sermaye bir kez var olunca, tüm toplum üzerinde egemen olur ve hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy hakkı sorunun özünü değiştirmez.
Ancak demokratik cumhuriyet ve genel oy hakkı, feodalizme kıyasla muazzam bir ilerleme idi. Bunlar, proletaryanın birlik ve beraberliğe erişmesine, sermayeye karşı sistematik mücadele veren iyi örgütlenmiş disiplinli saflar oluşturmasına olanak verdi. Köylü serfler arasında bile, buna yaklaşık da olsa benzer bir şey yoktu.
Burjuva cumhuriyeti, parlamento, genel oy hakkı, dünyada toplumun gelişmesi açısından muazzam bir ilerlemeyi temsil eder. Ve bu ilerleme milyonlarca işçiye, sosyalist partileri yaratma imkânı verdi. Parlamentarizm olmasaydı, oy hakkı olmasaydı, işçi sınıfının bu gelişmesi olanaksız olurdu.
Burjuva cumhuriyet, bir burjuva devlet makinesidir ve verili tarih itibarıyla bir ilerlemenin ifadesidir. Yine verili bir tarih itibarıyla burjuvaziye ait olan bu cumhuriyet, bu burjuvazinin egemenlik aracı, bu ulus-devlet, neden yine bizzat burjuvazi tarafından yıkılmak/parçalanmak ve yerine başka bir egemenlik aracı ve bu araca bağımlı küçük devletler/devletçikler kurulmak istenir? Soru budur. Ve devamı var. Söz gelimi, sözünü ettiğimiz cumhuriyet, TC ise, bunu yıkmak/parçalamak kapitalizmi yıkmak/parçalamak demek midir? TC nin çözülmesi ve parçalanması ile tarihin ilerleme çizgisini devam ettirecek olan sosyalist bir cumhuriyet mi konulacaktır?
Eğer burjuvazinin egemenlik aracı olan, tc ulus devleti çözülüp/parçalanıp, yerine sosyalist bir cumhuriyet konulmayacaksa ki, çözülen kapitalizm olmayacaksa, burjuvaziden böyle bir icraat beklemek saflıktır, yerine ne konulacak sorusu üzerinde durmak gerekmektedir.
TC’nin çözülmesi demek, ulus –devlet yapısının çözülmesi, ama kapitalizmin yeni koşullarda ve kapitalistlerin yeni egemenlik araçları ile devam etmesi demektir. Ancak bu noktada bir geriye dönüş söz konusudur. Yani tarihin ilerleme çizgisinin sonucu olarak ortaya çıkan ve kendisini (kapitalizmi) ortadan kaldırarak, kendi varlığına da son verecek olan proletaryanın ortaya çıkmasına ve örgütlenme imkânı bulmasına neden olan kapitalizm, varlığını başka bir biçimde koruyarak, parçaladığı ulus-devlet dinamiğinden arta kalanları, aynı coğrafyada feodal bir yapıda yani tarihin ilerleme çizgisinin gerisindeki bir sosyo ekonomik yapıda, site devletlerinden oluşan bir feodal yapıda, yeniden dizayn edecek ve işçi sınıfını, emekçileri kölelere, serflere döndürerek, her zaman hatta en devrimci oldukları zamanlarda bile, egemen sınıfın elinde oyuncak haline getirecektir. Bu gün emperyalist burjuvazinin YDD yönelimi tam olarak bunun ifadesidir. İfade eksik olabilir ama özünü göstermeye yeteceğini sanıyorum.
Gelelim bölgemize ve TC’nin çözülmesi, ulus-devlet yapısının parçalanması emellerinin gerçekliğine.
Hepimizin gözlemlediği gibi, ABD-AB –İsrail şeytan üçgeni çerçevesinde devam eden BOP- BİP projesi bir emperyalist YDD projesidir ve dünyanın belki de en verimli topraklarını, emperyalizmin kendi topraklarında ve emperyalist ulus devletleri birbirleriyle çarpıştırmadan, emperyalizme bağlama/katma/ilhak etmenin ifadesidir. Ayrıntıları, tarihsel beklentileri içerdiği ayrıdır ama konumuz ulus devlet dinamiğinin parçalanması üzerine ise, ayrıntıları bir kenara koyabiliriz.
Bu projede Kürt sorunu merkeze yerleştirilmiş ve buna bağlı olarak tüm etnik sorunlar uykudan uyandırılarak, hareket haline geçirilmiştir.
Bu ne demektir, kapitalizmin emperyalist aşamadaki gelişimine ve karakterine dokunmadan gerçekleştirilecek büyük bir ulus-devlet ( Büyük İsrail –Kürt devleti) ve bu çerçevede, bu büyük devlete bağımlı feodal yapıda site devletleri… İşte TC’nin çözülmesi ve ulus devlet yapısının parçalanmasının anlamı budur. Bütün bunlar sır değildir ve en açık ifadelerle CIA’nın laboratuarlarında bütün dünyayı ikna etmek ama özellikle de kapitalistleri ve daha çok da Türkiye cumhuriyetini yönetenleri bilinçlendirmek üzere piyasaya sürülmektedir. Örneğin CIA’nın, eski Türkiye masası şeflerinden Graham Fuller’in imzasını taşıyan YENİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ isimli kitap bu anlamda çok zihin açıcıdır. Ve artık basında da dillerde dolaşan, YENİ OSMANLICILIK, yeni Türkiye cumhuriyetinin merkezine oturtulmaktadır. Ve bu merkeze oturtulanın salimen ve muhalefetsiz olarak gerçekleştirilmesi ise, Türk-İslam tabanlı bir faşizmi emperyalizmin topyekûn faşizme yönelimiyle uyumlu olarak ve de bu, bir burjuva hükümetinin, diğerine karşı basit bir yer değiştirmesinin ifadesi olarak gösterilerek, faşizmin sınıfsal özü tümüyle örtülerek, işçi sınıfına ve emekçi kitlelere karşı, aydınların devrimci kesimlerine karşı terörist hesaplaşması temelindeki örgütlenmesini, çeşitli görüntüler yaratarak ve daha çok devrimci bir tonda göstererek, dahası demokrasi mücadelesi imiş gibi göstererek konuşlandırılmasını da gerekli kılmaktadır.
Faşizm, tarihte nasıl ki, emperyalistlerin, burjuvazinin en gerici kesimlerinin çıkarları doğrultusunda, hayal kırıklığına uğramış, eski burjuva partilerine sırtını çevirmiş kitleleri tuzağa düşürdüyse; halkı en rüşvetçi, en satılık unsurların eline teslim ederek, onların karşısına “dürüst, rüşvet yemeyen bir hükümet” talebiyle çıktıysa; bu temeldeki yalancılığını ve demagojisini, her ülkenin ulusal özelliklerine ve hatta sosyal katmanların özelliklerine bile uydurdu ise; sefaletten, işsizlikten ve yaşam güvencelerinin olmayışından ümitsizliğe kapılan küçük-burjuva kitleleri ve hatta işçilerin bir kesimini bile, sosyal ve şovenist demagojisine kurban edebildiyse ve kendisini devrimci tonda gösterebildiyse; gemi azıya almış bir şovenizmi ve talanı körüklediyse, bu gün de, tüm dünyada ve Türkiye’de faşizmin oynadığı oyun budur ve emperyalist burjuvazinin küresel ölçekte yöneldiği faşizm ile uyumludur.
Yani emperyalizm nasıl ki, ömrünü uzatmak için, YDD’yi, daha güçlü ve küresel ölçekte bir kapitalizmi, tarihin gerisine sürüklediği kitleleri küçük feodal karakterli site devletlerine hapsederek, küresel bir egemenlik aracı, bir Siyonist-emperyalist dünya devleti olarak konuşlandırırken, bunu dinsel gericiliğin ve ırkçılığın üzerine temellendirmesi söz konusu ise, Türkiye‘deki yönelim de bundan ayrı değildir ve öyleyse, tümüyle emperyalist karakterde bir enternasyonalizm söz konusudur ve hem bu yönelime TC bağlamında karşı çıkmak, hem de emperyalizme ve onun YDD düzenine karşı yine TC bağlamında karşı çıkmak enternasyonalist bir tutum olmaktadır. Bu anlamda ve bu noktadaki karşı duruş, antiemperyalizmi, antikapitalizmden ve sosyalist iktidar mücadelesinden ayırmadan gösterilen enternasyonalist bir duruştur.
İşte TC’nin çözülmesinde, ulus-devlet yapısının parçalanmasında taraf olmak, bir burjuva devlet mekanizmasına sıkı sıkıya sarılmak anlamında değildir, TC’yi, tarihin gerisine götürme çabalarına karşı durma anlamındadır. Bu, faşizmin konuşlandırılmasının hızlandırılması çabalarına karşı mücadele etmeyi de içerir. Bu, sosyalistliğe de, devrimciliğe de, ilericiliğe de halel getirmez, aksine sosyalist iktidar mücadelesi için güç biriktiren politik bir tutumun ifadesidir. Yoksa hiçbir komünist, bir burjuva devlet aygıtına dört elle sarılıp, tarihsel görevlerini unutmaz. Komünistlerin tarihsel görevi de, bu günkü verili koşullarda, komünist olduğunu unutmadan, TC’den geriye düşmemek için mücadele etmektir. Ve bu noktada olan bütün dinamiklerin gücünü sosyalist iktidar eksenine yaklaştırmaktır. İşte asıl hüner budur.
Klişe laflarla ortalığı bulandırıp bütün güçleri Graham Fullerin de işaret ettiği, YENİ TÜRKİYE ( OSMANLI) CUMHURİYETİNE yedeklemek değildir.
Saygılarımla.
Fikret Uzun

Hiç yorum yok: