2 Kasım 2015 Pazartesi

MOLLA FAŞİZMİ MOLLALARA VE MEDİNA SÖZLEŞMESİNE DAYANARAK YIKILIR MI?



MOLLA FAŞİZMİ MOLLALARA VE MEDİNA SÖZLEŞMESİNE DAYANARAK YIKILIR MI?

Spartaküs Rızo adlı forum üyesi, başka bir başlıkta, “1 KASIMDA TAYYİBİN MOLLA FAŞİZMİ YIKILACAK...1 Kasım seçimlerinde, HDP desteklenirse Türkiye’de devrimci-demokratik cumhuriyet kurulacak” demiş!

Demek ki, Rızo’ ya inanacak olursak,1 Kasım seçimlerinde, mollaları, yobazizmi referans alan HDP desteklenirse, evelallahın, sonra mollaların, yobazların desteğiyle molla faşizmi yıkılacak ve Türkiye’de devrimci-demokratik cumhuriyet kurulacak” mış.

Burada da, aynı temeldeki engin düşünceleri, bu kez de “komünist tavır” ve “arı-duru bir düşünce” adı altında önümüze fırlatanlar olmuş!

Yani hepsine birden inanacak olursak, 1 Kasım’da, Medine Sözleşmesini referans alan, Said-i Nursi’yi rehber edinen, sosyalizmden çok uzak olan, burjuva demokratik cumhuriyetten kaçan, laikliğe bile düşman olan ve ümmet toplumuna çok yakın duran HDP’ye oy verilirse, Türkiye’de Molla faşizmi yıkılacak, TKP artığı, Öcalan’ın müridi, KÖH’ ün muhibbi, HDP’nin propagandisti Veysi Sarısözen’in engin teorik bilgisi ile buyurduğu ümmet toplumu ile özdeş olan sosyalizmden de ileri ve demokratik kere demokratik ilkel aşiret komününe açılan ve anayasası Medine sözleşmesi, yönetim biçimi molla demokrasisi olan demokratik kere “demokratik Türkiye Cumhuriyetine”, buz pistinde kayar misli, hatta kandildekilere, ”yahu böyle de demokratik cumhuriyet oluyormuş, burada boşuna çile çektik, boşuna kan döktük, kanımız döküldü” dedirterek nedamet getirtecek misli varmış olacağız; ve Kürtler sağ, Türkler selamet, Türkiye’nin ezilen ve sömürülen halkları ve sınıfları, “kendi kaderlerini özgürce belirleme haklarını” ellerine almış, dünyayı da kurtaracak sosyalizmden de ileri bir ümmet toplumu olan “demokratik özerk komün”ün eşiğine gelmiş olacaklar demektir.


Bravo ”burjuva demokratik cumhuriyet”çi Kürtlere; işlerine gelmeyince, burjuva cumhuriyet tüm kötülüklerin anası, işlerine gelince burjuva cumhuriyet nasıl da melaike ve tüm iyilikler dünyasının kapılarını açan demokratik kere demokratik bir anahtar oluyor!


Eğer bugüne kadar mollalar ve Medine Sözleşmesi referans alınarak dünyaya demokrasi yağabilse idi, bugün bu yağan demokrasilerden arta kalanın kırıntılar bile bir molla faşizmine geçit vermezdi!


Medine Sözleşmesi ve mollalar karışımından, ancak ve ancak ümmet toplumunu açığa çıkaran gerici-dinci bir formüle ulaşılır; yani böyle, bir “burjuva demokratik cumhuriyet” e değil ama bir devleti ya da moderniteyi reddeden, cehalet katsayısı yüksek bir etnik ve/ya da dinci cemaat düzenine yani “ümmet düzeni” ne ulaşılır ve işte Veysi beyefendi’nin daha aylar öncesinden, Öcalan’ın ondan da önce, Medine Sözleşmesini referans göstermesi ve “demokratik özerk komün”ün “sosyalizmden de ileri olduğuna” ve “sosyalizmin ümmet toplumu ile özdeş olduğuna” vurgu yapması, bu yüzdendir ki her halde bu işler bittikten sonra Öcalan’a ve belki de o alçak gönüllülük yaparsa, Veysi pirimize ölmeden “ermiş” ünvanı verilebilecektir!


Böylece mollalı, Medine Sözleşmeli “demokratik özerk komün” ütopyası tutarlılık kazanmış olacaktır!


Popülizm belasına halkçılıktan, dolayısıyla Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını savunmaktan vazgeçmek; popülizm belasına bir gerici –dinci tarikatlar denizi olan Kürt coğrafyasında Kürtlerin kendi kaderlerini tayin haklarını, gerici-dinci- ilkel ama demokratik kere demokratik bir “demokratik özerk” aşiret komünü ütopyası üzerinden Amerikan emperyalizminin self-determinist insafına terk etmek ve buradan Kürt halkını topyekün, Amerikan emperyalizminin güvenli ellerine geçen kendi vazgeçilmez tarihsel çıkarlarının nöbetine götürecek olan; Kürt ağalarının, beylerinin, aşiret reislerinin, tarikat şeyhlerinin ve elbette Türkiye’nin ve Amerikan'ın tekelleri ile bin bir bağ içinde olan Kürt burjuvazisinin elde ettikleri zenginliklerinin bekçiliğine götürecek olan bir kurtuluşun peşine takmak işte böyle bir şeydir!


Öyleyse, gele gele bir karanlığın içine giren ve bu karanlıktan bir demokratik molla cumhuriyeti çıkaran, pek demokratik, pek çok devrimci, devletine düşman, zenginine hayran, “burjuva demokratik cumhuriyetçi” Kürtlerimizle gurur duymalıyız; hele ki bu işi de sosyalist iktidar mücadelesine, hatta Marxist-Leninist literatüre sığdıran Marxizm’i aşarak “ilk Marxist ermiş” ünvanını kazanan Kürtlerle ne kadar gurur duysak azdır!!!


Ne yazık ki, tarihin hiç de böyle gurur duymaya eğilim gösteren bir hali yoktur, tarih daha şimdiden, sonu hüsranla biteceği aşikâr olan bu karanlık yolda kendini kaybeden Kürtlerle gurur değil, utanç duyduğunu her fırsatta gösteren turnusoller yaratmakta ama hâlâ, üstelik de Marxist-Leninist, ya da Sadece Marxist takılan köy imamı türünden çokbilmiş cahil aydınlar, bu karanlık yolda Kürtleri hüsranla bitecek bir maceraya sürüklemek için teşvik etmeye ve tarihin gözümüzün içine soktuğu turnusolleri görmemeye ve göstermemeye and içmiş bir profil sergilemektedirler!


Tarih bu utanılası ve ibretlik durumu da hesap defterine utançla kaydetmektedir!


Bununla birlikte, bu bir “HDP’ye oy veren namerttir” ya da “HDP’ye değil başka bir sacayağına oy verin” söylevi değildir; “oy vermek günahtır” söylevi hiç değildir!


Öyleyse nedir?


Bu, seçimlerin sonunun geldiğinin, artık bir çare olmaktan çıktığının, iktidarı-muhalefeti bir elmanın değişik ölçüdeki bir ve aynı parçaları olduğunun bir kez daha hatırlanmasına vesile olacak bir seçimle karşı karşıya olduğumuzu, en azından milat olarak, şimdi pek çok aydın müsveddesini utangaç bir nedamet noktasına getiren 2010 “Referandumu”nu alırsak, o tarihten bu yana, öncekilerde olduğu gibi, 1 Kasım’daki seçimin de durumu değiştirmeyeceğini, yani olsa olsa bu bir elmanın değişik ölçüdeki parçalarının ölçüsünü ve çürüme kapasitesini değiştirecek olan bir durum değişikliği yaratacağını ve ne Kürt emekçi halkı için ne de Türk emekçi halkı için bir mutluluk kırıntısı getireceğini, ama egemen sınıflara da bir mutluluk getirmeyeceğini; öyleyse bu seçimin de, yaratacağı mutsuzlukların cepheleşmesinden ne tür bir şiddet çıkarsa onu doğuracağını, ezilen ve sömürülen sınıflarda ve halklarda mutluluk isteği ve mutsuzluğa isyan katsayısı ne denli yüksek olursa dengelerin o denli mutluluk peşinde, mutsuzluğa red ile kurulacağını, kurulamazsa da, illa ki kopacak olan kızılca kıyametin, hep bana rab bana demekten vaz geçmeyen egemen sınıfların hiç birinin razı gelmediği ganimetin payı ya da mutluluk miktarı için birbirlerinin üzerine mutsuzluk fırlatarak patlayacağını; ama sivri ucunun her daim olduğu gibi eninde sonunda devrimci, sol/sosyalist alanlara, ezilen ve sömürülen sınıflara açık olduğunu hep beraber göreceğimizi, Kürtlerin içine girdikleri karanlığa biraz ışık tutarak göstermekten başka bir şey değildir!

Karanlık eken karanlık biçer ve bu, karanlıktan beslenenler için kötü bir şey değildir, aksine kâr getiren, güçlendiren, hasmını alt ettiren, hatta kendisine biat ettiren bir köylü kurnazlığıdır; ancak bu karanlıktan beslenmeyi hedefleyenlerin peşine takılarak, karanlıktan medet umdukları için karanlık ekmeyi en doğru hamle sayanlar için, zehirden bir gıda, ateşten bir gömlek, cehaletten bir öğreti ve mutsuzluktan bir mutluluk olan bu tür bir köylü kurnazlığı, ölüm demektir!


Yani karanlığın tarlasında, ancak karanlık filizlenir; asla aydınlık filizlenmez; yani karanlığın tarlasına aydınlık ekilse de aydınlık filizlenmez; olsa olsa söz uygunsa GDO’ lu bir aydınlık olur ki bu da eninde sonunda ölüm demektir!


Yani eninde sonunda bu filizlenmeden olgunlaşarak boy atacak olan, Taliban misli, El Kaide misli, El Nusra misli, en sonu IŞİD misli bir zifiri karanlık olacaktır!

Yani gene karanlık kârdadır; zarar gene aydınlığın ve aydınlıkta yol alanların hanesinedir!


Gene kârın büyüğü karanlık ekip karanlık biçerek karanlığı büyütenleredir; zararın büyüğü ise, aydınlık gelecek umuduyla, karanlığa bel bağlayan ve karanlığa karanlık ekmeye devam edenlerin karanlığa aydınlık ektiğine ve buradan aydınlığın filizleneceğine inananlara düşecektir!


Yani sonu hüsran olacak bir karanlık yolu aydınlık bir yol belleyerek yürüyenler; hem kendilerini bu yoldan çekmemekte ve hem de hepimizi bu yola sürüklemekte inat edenlerin bu karanlık yoldaki serüvenlerinin kuyruğunda aydınlık arayanlar, hüsranın en büyüğü ile karşılaşacaklardır!

İşte burnumuzu gıdıklayan bir turnusol karşısında “en akıllı” görünenlerin, en akıl dışı tariflerle karanlığın şövalyeliğine soyunmaları bize bu fotoğrafı veriyor!

Herkesin aklı ve fikri var!


İster bu fotoğrafı ve bu fotoğraftaki karanlığı görüp başka bir fotoğrafın mümkünatı üzerinde akıllarını fikirlerini harekete geçirirler; isterse bu fotoğrafı beğenip, çerçeveleterek en çok görebilecekleri yerlere asarak, bakıp bakıp mutluluğa ne denli yakınlaştıklarının hayalini kurarlar ve karanlığı kandırıp, karanlığın içinde büyütecekleri aydınlık hayali ile kendileri ile gurur duyarlar, bu, kendilerinin bileceğidir; ama biz bu yolun çıkmaz bir yol olduğunu biliyor ve görüyoruz!


Evet, sözün özü ve özeti, bu inat ile gerici Türklerle, gerici Kürtlerin ittifakı hızlı adımlarla ilerliyor ve ister istemez karşısına dikilecek olan ilerici Kürtler ile ilerici
Türkleri ilerici-devrimci bir birliğe zorluyor!

Sosyalist cumhuriyete göre geri olan burjuva demokratik cumhuriyet, bir ümmet düzenine, bir cumhuriyeti, devleti ya da moderniteyi dışlayan etnik ya da dinsel cemaat türünden bir düzene göre hem ilerici, hem devrimci ve hem de ileridir!

Bugün, tekellerin egemen olduğu bir cumhuriyette ise burjuva demokratik cumhuriyet talebi, sosyalist cumhuriyet talebine göre geri ve gericidir ve tekellerin cumhuriyeti, kendisini ayakta tutmak için, yönetimi dinci-gerici akımlara teslim edip, dinci-gerici cemaat türü bir ümmet düzenine dönüşerek bu tekelci düzeni korumayı amaçlıyor ve bunun için uğraşıyorsa, burada aslolan sosyalist cumhuriyet talebi olsa da, özünde burjuva olan, halkçı temelde laik, demokratik bir cumhuriyet ilerici ve devrimcidir; yani tekelci aşamada gerici bir talep olan burjuva demokratik cumhuriyet talebi, ortada bir kapitalizm öncesinin, burjuva cumhuriyet öncesinin ifadesi olan, dinci-gerici ümmet düzeni talebi varsa, buna göre hâlâ ilerici ve devrimci bir taleptir; o halde sosyalist cumhuriyet amacı ile yola çıkanların, burjuva demokratik cumhuriyet talebiyle ayakta olanları yanına alması gerekirken, karşısına alması beklenemez!

Bunu, yeni-mürteciliğe iltica etmiş ama bu yeni durumuna sol bir ton verdiğinden hareketle Marxist-Leninist gömleğini de sırtından atmamış olanlar, bir bilmece misli görürler ve anlamazdan gelirler ve sonra da, işte tam da burada olduğu gibi, karanlığı aklamak için, son derece öğretici ve zihin açıcı bir turnusolü, HDP’nin de bir burjuva partisi olduğu konusunda fikir birliği olduğu halde, sırf “kapitalizmin -yani burjuva düzenin- bekçiliğini” yaptığı gerekçesiyle (ki bu “bekçi” nin, burjuva ulusal demokratik taleplerin selameti uğruna, gerici taleplerin peşine takılmanın yanında, dinci-gerici taleplere karşı, burjuva demokratik talepleri öne çıkarmakla misliyle ilerici bir konumda olduğu açıktır), yok saymak, gerçeklere karşı inatçı bir direnişin varlığını ortaya koyar!


Öyleyse yeni-mürtecilik, ya gerçeklerden kaçmak için bir kılıftır, ya da gerçeklerden kaçarken sığınılan karanlığın uzun süren etkisiyle, akıldan yoksunluktur.


Bir taraftan kendisini Türkiye’nin tek devrimci ve sol, hatta sosyalist otoritesi ve “Türkiye partisi” olarak lanse ederek Türkiye’nin devrimcilerini, sol/sosyalist hareketini kendisinin çatısı altında toplanmaya, hatta kendisine biat etmeye davet etmesi, öte yandan Said-i Nursi’yi ve Medine Sözleşmesi’ni referans alması, Kürt siyasal hareketinin politikalarının sadece ve sadece gerçeklere ve aydınlığa taarruz üzerinden şekillendiğini göstermeye yeter de artar!


Bu ayrı; ancak bir de şu var ve çok daha önemlidir; eğer gerçekler, bu gerçeklerin düşmanları tarafından bozularak sunulmuyorsa, gerçekler kim, kimler tarafından sunulursa sunulsun gerçekliklerinden bir şey kaybetmezler!


Eğer bu konuda tersini düşündürtmeye çalışan olursa, üstelik bu gerçeği öne çıkaran ile en az bir konuda hemfikir oluyorsa, ya yeni-mürteciliğin akıl bozucu etkisi altında yakalandığı akıl noksanlığı ile maluldür, ya da gerçeği bertaraf etmek için elinde pek fazla argüman kalmamıştır ve öyleyse son derece çaresiz durumdadır!


Burada komünistler açısından mihenk şudur:


Avrupa ve Amerikan emperyalizmine ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadele eden kurtuluş hareketlerini, hanların, toprak ağalarının, mollaların, onlarla kaderleri düğüm olmuş, bir tarafları feodal kalan burjuvaların durumlarını sağlamlaştırmak girişimleriyle birleştirmeye çalışan pan-İslamizm ve benzeri eğilimlerle mücadele etmek!


Ve bu düsturla hareket eden komünistler, Kürt sorununun emperyalist çözümü uğruna ve Türkiye’nin işçi sınıfının ve emekçi halklarının bir dinci-gerici, osmanik-İslamik faşist diktatörlüğün boyunduruğu altında köleleştirilmesi pahasına, hanların, toprak ağalarının, mollaların ve benzerlerinin durumlarının sağlamlaştırılması çabalarına, yani Kürt ağalarına, beylerine, aşiret reislerine, tarikat şeyhlerine ve elbette Türkiye’nin tekelleri ile birlikte daha çok zengin olmak isteyen burjuvalarına daha çok egemenlik ve daha çok zenginlik kapılarının açılması çabalarına, gericiliğin daha çok hükümran olması çabalarına, ABD-AB emperyalizmini “barışçı”, hatta “dost” gösterip, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin ve Türkiye’nin devrimci, sol/ sosyalist hareketinin payanda yapılmasına seyirci de kalmazlar, izin de vermezler!


O halde, bu çabaların peşine takıldığı tescillenmiş bir KÖH’ün, bir burjuva işi Kürt renkli reformist partinin peşinden, bu toprakların devrimci, sol/sosyalist potansiyelinin gitmemesi, hatta karşısına dikilmesi şaşırtıcı olmamalıdır!

Komünistler, olumlu bir yol izlediği, sömürgeciliğe, ulusal baskıya ve feodal kalıntılara karşı çıktığı zaman burjuva milliyetçiliğini desteklemenin, bir Marksistin zorunlu görevi olduğunun; fakat proletaryanın, milliyetçiliği desteklerken varabileceği son sınırın bu olduğunun; çünkü bu sınırla birlikte burjuvazinin, milliyetçiliği güçlendirmek amacıyla kesin bir faaliyete başladığının görüldüğünün, bilincindedirler!

Fakat Komünistler, “kendi kaderini tayin özgürlüğü” için mücadeleyi koşulsuz kabul etmenin, her'ulusal kendi kaderini tayin talebini' desteklemekle yükümlenemeyeceğinin de bilincindedirler; Komünistlerin, komünist partilerinin pozitif temel görevi, halkların, ulusların değil, her milliyetin proletaryasının kendi kaderini tayinini geliştirme görevidir.


Komünistler, yani köy imamı kafası taşıyanların taşıyamayacağı “komünist bakış”ı taşıyanlar, yani Marxist-Leninistler, emperyalizme karşı mücadele veren tüm ulusal kurtuluş hareketlerini, sosyalist devrim uğruna ve ancak gerçekten devrimci oldukları takdirde ve köylülerin, sömürülen kitlelerin devrimci bir ruhla eğitilip örgütlenmelerine engel olmadıkları takdirde desteklerler!


Bu şartlar yoksa, bu ülkelerdeki komünistler, ikinci enternasyonal kahramanlarının da saflarında yer aldıkları reformcu burjuvazi ile mücadele etmelidirler. HDP’de bir proje partisi olması ölçüsünde bir reformcu partidir; üstelik, tıpkı öncekiler gibi, onun da temsilcileri, kendilerine devrimci ve hatta sosyalist demektedir.


Elbette her ulusal hareket, ancak bir burjuva demokratik hareket olabilir; çünkü geri kalmış ülkelerde nüfusun muazzam çoğunluğu, burjuva -kapitalist ilişkileri temsil eden köylülerdir; köylü hareketiyle kesin ilişkiler kurmadan ve köylü hareketini faal bir biçimde desteklemeden komünist taktikleri ve bir komünist siyaseti izleyebileceklerini beklemek hayale kapılmaktır!

Bununla birlikte, emperyalist burjuvazi, reformcu hareketleri ezilen uluslara da ve çoktandır sokmuştur ve artık ezilen ulusun burjuvazisi ile ezen ulusun burjuvazisi arasında, hatta emperyalist burjuvazi arasında da bin bir çeşit bağ oluşmuştur; ezilen ulusun burjuvazisi, bir taraftan ulusal hareketi desteklerken, diğer taraftan ezen ulusun burjuvazisi ile emperyalist burjuvazi ile tam bir anlaşma içinde ve bütün devrimci hareketlere ve devrimci sınıflara karşı onunla güç birliği yapmaktadır!

Öyleyse, reformcu hareketle devrimci hareket arasındaki ayırımı göz ardı etmemek ve “burjuva demokratik” hareket yerine, “ulusal devrimci” hareket deyimini kullanmak ve ulusal hareketi desteklerken bu düstur ile hareket etmek, esas komünist tavrın, daha arı, daha duru bir komünist bakışın yansımasıdır!

Yani asıl komünist tavır ve arı-duru bakış budur!

Ayrıca, su katıksız bir sol ve sosyalizm düşmanı olan, “Doğu'da 60 bin Nursi talebem ile komünistliği ben önlüyorum” diye böbürlenen, Menderes diktatörlüğünün sadık muhiplerinden Said-Nursi’ nin hilafet talebi bir ulusal kurtuluş talebini içermiyor; ikisi yan yana olmaz zaten; vurgu hilafetedir; hilafetten mahrum kaldıkları için mağdur olmuş dinci-gerici kitlelere, hilafeti kaldıran bir burjuva cumhuriyete karşı yeniden hilafet talebini önermektir, ya da bu tür bir mücadeleye çağırmaktır söz konusu olan; yani ezilen, sömürülen emekçi halkın kurtuluşuna yönelik bir talep yoktur; öyleyse burjuva demokratik talep en başından yoktur.

Diğer yandan burjuva cumhuriyeti bir Tanzimat öncesi karanlığa oranla onaylayan komünistleri, burjuva rejimini, kapitalistleri, polisi, hapisaneleri, işsizliği, sefaleti, fuhuşu, mülkiyeti onaylamakla suçlarlarken, üzerlerine bu suçla yüklü koca koca yaftalar fırlatırken, bir Tanzimat öncesi karanlığın içinde mevzilenmiş dinci-gerici-osmanik-islamik bir hükümeti onaylayan ve onun anayasal bir hamle ile kendilerine, kendilerinin istedikleri gibi bir imtiyaz vereceğini umut ederek, aynı temelde konuşlanmaya, tabanlarını buna göre dönüştürmeye veya bu biçimdeki tabanlarına popülizm yaparak karanlığın daha derinine, yani burjuva cumhuriyetin de gerisindeki bir Tanzimat öncesi karanlığa ilerlemeye, bu karanlığa entegre olmaya çalışan Kürtlerin, burjuva demokratik hükümeti içeren bir Cumhuriyeti onaylayarak kirlenmekten korkmaları, beş yaşında çocukları bile acı acı gülümseten “demokratik” bir lafazanlığın şiddetinden başka bir şey olamaz!

Olabilirse bu, yobazizmin kayığına binerek “demokratik Cumhuriyete” yol aldığını zanneden alıkların halet-i ruhiyesi olabilir ancak ki bunun da aynı kapıya çıktığı açıktır; ama daha önemlisi, yobazizmle iş tutmanın üzerini örtmek üzere, beş yaşında çocukları bile güldüren alıkça bir bahanenin arkasına saklanmaktır!

Komünistler hep bunu söylediler ve söyledikçe Kürtler daha çok karanlık giyindiler ve işte artık, erdemlerini ballandıra ballandıra anlatarak referanslarından birinin ve belli ki en önemlisinin Medine Sözleşmesi ve diğeri önemli referanslarının Said-i Nursi olduğunu büyük bir gururla haykırıyorlar!

Ve şimdi, bazı köy imamı kafalı cahiller, ya da buna yatanlar, gelinen bu karanlık noktayı, bir ”komünist tavrın”, bir “arı-duru bakışın” içine sığdırmaya çalışarak “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasına esir alınmış gençlere alıklık rekoru kırdırmaya çalışıyorlar.

Kürtlerin de tıpkı CHP gibi, yobazizmle katolik nikâhı kıyma yarışı yapmalarını, bir burjuva demokratik hamle olarak, daha doğrusu bir politik kurnazlık olarak lanse eden bu köy imamı kafalılar ve bütün köylü kurnazları, şimdi bu kurnazlıkta keramet var diyerek kurnazlık rekoru kırmaya çalışıyorlar!

Böylece, Kürt siyasal hareketinin Said-i Nursi ve Medine Sözleşmesi renk ve tonda elbiseler içine girmesinin, özünde bir burjuva demokratik talep olan siyasal özgürlük talebini kavgasız gürültüsüz gerçekleştirmek için “ulusal-devrimci ve sınıfsal bir strateji –taktik” olduğunu, kafalarında soru işareti olanlara kanıtlamaya çalışıyorlar!


Doğrudur, bir proje partisi olması bir yana, HDP öz itibari ile BURJUVA PARTİSİDİR. Hatta burjuva-reformist bir partidir ve talepleri de burjuva demokratik taleplerdir; olabilir, bu ayrıdır ama yobazizm bu burjuva demokratik taleplere sığmaz; olsa olsa egemen sınıfların, dinci-gerici, karşı-devrimci reformlarına sığar ve bu da HDP’nin reformistliği ile uyumludur; ayrıca, hem burjuva demokratik talep peşinde koşarken, hem de burjuva cumhuriyeti, yobazizme, bir dinci-gerici ümmet düzenine oranla gerici saymak, gülmekten beş yaşında çocukların bile karnını ağrıtan bir alıklıktır!


Öyleyse akla karayı birbirine karıştırmış ama Marxizmi de aşmış ki ne aşmış yeni-mürteci karanlığın şövalyesi köylü kurnazları bilmeliler ki:

Komünistler, siyasal özgürlük için savaşımdan, bunun bir burjuva siyasal özgürlüğü olduğu bahanesi ile yan çizmezler, çizmediler; ama burjuva rejimin "onaylanması”nı, tarihsel açıdan göz önünde tutarlar; tıpkı, Feuerbach’ların, materyalizmi geleceğe oranla değil geçmişe oranla onayladıkları gibi, komünistler de burjuva rejimi, yani burjuva cumhuriyeti, işte tam da bu biçimde onaylarlar.


Komünistler, burjuva demokratik cumhuriyeti, burjuva feodal mutlakıyet rejimine oranla, yani dinci-gerici, osmanik-islamik bir ümmet rejimine oranla onayladıklarını söylemekten hiçbir zaman çekinmemişlerdir ve bu ümmet rejimine entegre olmak için bin takla atanların fırlattıkları yaftalara rağmen hiçbir zaman çekinmeyeceklerdir.


Komünistler, burjuva cumhuriyeti, yalnızca sınıf egemenliğinin son biçimi olarak, yalnızca proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımına en elverişli alan olarak "onaylarlar"; onu hapishaneleri ve polisi, mülkiyeti ve fuhuşu nedeniyle değil, ama bu “sevimli” kurumlara karşı geniş ve özgür bir savaşım ereğiyle onaylarlar.


Ey yeni-mürteciler, siz kimi kandırıyorsunuz?


Görün işte, hilafet özlemi ve amacında olanlarla, HDP aynı yerdedir; ancak fikir babası Öcalan’dır ve KÖH’ün de bundan farklı yerde olmadığı ortadadır; ne var ki HDP’nin de taşıdığı bu özlemi ve amacı hâlâ taşıyanlara karşı, laiklik ve cumhuriyet ekseninde hızla ve nicelikçe de, nitelikçe de artan ve ürküten bir yükseliş vardır ve öyleyse hepimiz, HDP’nin de, KÖH’ün de ve elbette Öcalan’ nın da ve elbette Kürt emekçilerinin de seçim yapmak zorunda kalacakları tarihsel koşullara doğru ilerliyoruz!

İlerlediğimiz yerde, Kürt gericiliği ile Türk gericiliğinin ittifakına karşı yükselen Kürt ilerici-devrimcileri ile Türk ilerici-devrimcilerinin birliğinin yükseldiğini elbet hepimiz göreceğiz ve elbette Kürt ulusal kurtuluş hareketinin, burjuva devrimci-demokratik talebinde, gericilerle, dincilerle ittifak olmadığını, hatta dans bile olmadığını, aksine sadece ulusal baskıya karşı değil, sömürgeciliğin ve gericiliğin ta kendisi olan ABD-AB emperyalizmine ve feodal kalıntılara karşı da ve haliyle gerici-dinci konuşlanmaya karşı da mücadele olduğunu idrak edeceğiz!

Bunun için ille de komünist olmaya gerek olmadığını, gerçekten Kürt emekçi halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını, başka ifadeyle kendi kaderini özgürce tayin etme hakkını savunmanın ve bu doğrultuda Kürtlere devrimci bir biçim vermenin, kısaca popülizmin değil, halkçılığın kulvarında, Kürt emekçi halkının yanında olmanın ve bu uğurda ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin karşısına dikilmeyi göze almanın yeteceğini idrak edeceğiz!

Bir de çokbilmiş köy imamı kafalı, Marxizmi de aşmış yeni-mürteci cahillere bir soru:

Madem sınır ve çerçeve, burjuva demokratik taleplerdir, HDP’nin talepleri bu sınırda ve çerçevededir ve HDP dinci-gericiliği de referans almaktadır, öyleyse onun nezdinde savunduğunuz ilericilik ve devrimcilik, neye göre ilericilik ve devrimciliktir; sosyalist cumhuriyete göre mi, laik-demokratik bir cumhuriyete göre mi, yoksa dinci-gerici bir ümmet düzenine göre mi? Yani Türkiye’nin devrimci, sol/sosyalist hareketine, peşinizden gelmeleri veya size katılmaları için nasıl bir ilericilik, devrimcilik, nasıl bir özgürlük öneriyorsunuz?

Fikret Uzun

28-Ekim-2015

Hiç yorum yok: