18 Kasım 2015 Çarşamba

EMPERYALİST KAPİTALİZMİN KUŞATMASI ALTINDAKİ DÜNYAMIZ 5



C- BOP-BİP (BÜYÜK KÜRDİSTAN) - YDD SARMALINDA YENİ OSMANLICILIK

Evet, buraya kadar açtığım ve içini azami oranda ve nitelikli gerçeklerle doldurduğum çerçevenin tam orta yerinden sarkıp, sadece gören gözlerin ve idrak eden akılların önüne dökülen ve görmemeyi, anlamamayı politika bellemiş bilumum sahte sol gömlekli devrim kaçkını aktörlerin görmezden geldiği ve üzerini örtmek için bin derden su getirdiği bir gerçeklik daha var ki, o da aslında bütün bu açtığım çerçeveyi kapsayan ama fazlasıyla aşan bir ABD-İsrail ve AB ve de elbette bilumum işbirlikçi dinamiklerin renklerini taşıyan emperyalist Yeni Dünya Düzeni ve bu düzenin motoru sayılabilecek “BOP –BİP”, yani “Büyük Kürdistan” projesi ve bunun onlarca belki de yüzlerce yıllık kutsal hikâyesidir!
Yani demek ki, Türkiye’nin ve elbette Tüm Kürt coğrafyalarının, aynı anlama gelmek üzere,Ortadoğu’nun ezilen ve sömürülen emekçilerinin, halklarının ABD-İsrail renkli bir tasarımın ifadesi olan islamlaştırılması da, Osmanlaştırılması da, ne Evren ile ne TSK ile ne de Kemalizme ihanet etmiş Kemalist kadrolar ile velhasıl ne de hala kendisini sürdüren faşist 12 Eylül rejimi ile sınırlıdır; yani sınırı çok geniştir ve bütün bir emperyalist dünyanın ve dahi, tekellerin düzeni olan 12 Eylül osmanik-islamik faşist rejiminin çaresizliğinin çaresi sınırındadır!
Yani İslamlaştırma ve Osmanlılaştırma bu bölgeye has bir temel politika olmakla birlikte, hem içeriyi, hem de dışarıyı kapsayan bir içiçelik, bir bütünsellik taşımaktadır; bu bütünsellik içinde, aşırı dincilik, aşırı ırkçılık, aşırı işçi düşmanlığı ve yanında ulusal-nihilizm ile kozmopolitizm içiçedir!
Kemalizm düşmanlığı ise bu aşırılıkları örten sinsi bir bahanedir!

Demek ki neymiş, Kemalizm ne kadar emperyalizmin içindeki bir burjuva işi ise, Kemalizm düşmanlığı da o kadar emperyalizm içi bir burjuva işidir; Osmanizasyon ve İslamizasyon politikasının içindedir!
Bu işi göremeyip, her yerde ve daha çok da bu işin bir burjuva işi olduğunu gören gözlerde, idrak eden akıllarda ısrarla burjuva işi görmek, emperyalizmin içindeki bu burjuva işlere teşne olmak, istikbali bu burjuva işlerde aramak demek olsa gerektir!
Osmanizasyonu,”osmanlıcılık” ya da “yeni Osmanlıcılık” olarak anlamak gerekiyor. Kökü, “Balfour Deklarasyonuna” kadar gider; ilk, 1917 yılında 2 Kasım tarihinde, Londra’da, Osmanlı mülkünde, bir “Yahudi Devleti” planlandığını ve ilan edildiğini biliyoruz; hazırlıkları bir yıl öncesinden başlayan ve Fransız Picot ile İngiliz Sykes’in bir araya gelip, kâğıt üzerinde, Osmanlı topraklarını bölmüş ve aralarında paylaşmış oldukları “sykes-Pikot protokolü” ne uygun olmuştur.

Naom Chomsky, aralarında Şaron’un planını, Osmanlı İmparatorluğu’ nun “millet sisteminin”, yani her bir dini-etnik grubun,Osmanlı (Türk) egemenliği altında kendi içsel yönetimlerine sahip bulundukları bir sistemin “yeniden canlandırılması” olarak tanımlayan Boaz Evron’un da bulunduğu pek çok kişi, İsrail’in bölgeyi bir tür Osmanlılaştırmak istediğine dikkat çekmektedirler.
Şaron’un bugün önerdiği şey, aynı dini-etnik kökenden gelenlerin birer ‘millet’ oluşturması, yalnız şu farkla ki, bu milletin silahlı olması ve mazlum halkına tiranlık, zorbalık, yapmasıdır. Üstelik “millet” teritoryal( toprak üzerinde hükümran) olmadığı, din ve etnik bakımdan örgütlendiği için, açık ve seçik tanımlanmış sınırlara sahip bulunması mümkün değildir.
Bu plan sömürgeci güçlerce Orta Doğu’ya dayatılmış, aslına bakılırsa, bitip tükenmek bilmeyen karışıklıklara ve acılara yol açtığı aşikâr bir yabancı aşı olan ulus-devlet sistemini yıkmayı amaçlamaktadır; ulus-devlet sisteminin Avrupa’da yerleşmeye başladığı yüzlerce yıl zarfında, hiçbir dış gücün gelişmelere müdahale etmediğini de hatırlatırım.( N. Chomsky-ABD, İsrail ve Filistinliler-Kader Üçgeni)
Chomsky’nin, İsrail’in bölgede bir “Osmanizasyon” politikasına mahkûm olduğu tespiti, yorum olmaktan çok, siyonist belgelerin okunmasından ibarettir. Bölgede, ülke sınırlarının anlamını yitirmesi, ulus-devlet sisteminin çökmesi, etnisite ve dinsel cemaatlere Osmanist ‘millet’ formunun verilmesi, Chomsky’nin analizine göre, İsrail’de bir devlet politikasıdır. Kısacası, mantıksal ucuna doğru yürütecek olursak, İsrail, yeni bir “Osmanlı İmparatorluğu” peşindedir. Önemli fark, Osmanlı İmparatorluğunun merkezinde, İsrail’in olmasıdır.
İsrail işi Osmanizasyon için, her halde, ”kutsal topraklar” ı bilmek durumundayız;ilk başvurulacak yer elbette Tevrat olmalıdır; fakat bu konuda Tevrat net sınırlar vermemektedir; iki uç olarak Fırat ve Nil’den söz ediliyor ve Yahudilik “kayıp kabileler” bir yana,”Vaad Edilmiş” toprakları burada arıyor.
Ağustos 1937’de Zürih’te yapılan 20. Siyonist Kongresinde İsrail’in ilk Başbakanı David Ben- Gurion, Siyonist yöneticilere,” İsrail Devleti’nin kuruluşunun ardından büyük bir ordu olunca, taksimi reddederek bütün Filistin’e yayılacağız.” Diyordu.

(John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt-İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası) Mossad kitabının yazarı İsrailli tarihçi M.Bar-Zohar da, Ben Gurion’un daha 1947’de,İsrail Devleti’nin ilan edildiği 1948 Mayısından hemen önce, karar tasarısındaki sınırı beğenmezsek, Yahudi Devleti’nin sınırlarını genişleteceğiz açıklamasını yaptığını haber vermektedir.
İlk gelişme, 1981 yılında, Suriye’ye ait olan Golan Tepelerinin İsrail tarafından işgal edilmesi ve burada İsrail kamu Hukukunun geçerli olduğunun ilan edilmesidir; ikincisi,1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesidir. “Kutsal Topraklar” haritası vücut bulmaya başlamıştı.

Dünya Siyonist Teşkilatının yayın organı olan “Kivunum”(yönelişler) dergisinde 1982 Şubat ayında “Dokuz yüz seksenli Yıllarda İsrail için Bir Strateji” incelemesi yayınlandı; Lübnan’ın işgali ve Irak’ın zapt’ı ile “Ottomanization” çok açık olarak buradadırlar.
Bu siyonist belgeyi ve önemini gören,”A Strategy for İsrael in the Nineteen Eihties” başlığıyla yayınlayan, Polonya asıllı İsrailli rofesör Shahak oldu. Chomsky ise bu belgeye bir doktrin açıklaması şeklinde bakıyordu; buna dayanarak, İsrail yayılmacılığını sistemleştiriyordu.
Bu yeni doktrinin iki işareti var:
Birincisi, İsrail artık bölgede bir destabilizatördür ve ikincisi bölge için tek yol “Osmanizasyondur”. Artık İsrail’i “destabilizasyon”, “ekspansiyon”, “hegemonya” ve “Osmanizasyon” sözcükleri anlatmaktadır.
Emekçi düşmanlığı ile bu düşmanlığın şiddeti yan yana gelince, İslamizasyon gerek şarttır; aynı şekilde, bölgede destabilizasyon ve hegemonya planı varsa, Osmanizasyon mecburidir.
1982 tarihli siyonist doktrinasyon belgesine göre, artık Rönesans’tan beri hâkim olan, akılcı ve insancıl düzenin yıkılışını yaşıyoruz; artık, insan davranışlarını yönetmede, ahlak etkisiz durumdadır. Öyleyse, siyonist doktrin, neo-konservatif felsefeye uymaktadır.


Chomsky, yeni siyonist doktrinde aydınlanma kapısının ki rasyonalizm ve hümanizm olarak da ifade edilebiliyor, kapanışının yeni olmadığına dikkat çekiyor; pek çok Yahudi kökenli düşünür, bunlardan biri ve baştaki Levi-Strauss’un, ilerleme ve bir türevi olan aydınlanma düşüncesine savaş açtıklarını biliyoruz; L. Strauss’un ilkel yaşamı sevdirmeye çalışması, bu savaşın bir parçası idi, eninde sonunda, “doğrusal ilerleme” teoremini yıkmak istiyordu.

Bunun çok basit bir nedeni var; Yahudilik, yahudi kimlik ve etnik yapının değişmemesine dayanıyor; ilerleme ve aydınlanma ise, kimlikte değişmeyi ve değişmenin “iyi” olduğunu gösteriyor ve de savunuyor. Demek ki aydınlanma felsefesi ile Yahudilik birbirinin karşısındadırlar; dolayısıyla, İsrail’de, aydınlanma karşıtlığının yeni bir tarafını göremiyoruz, siyonizm, aydınlanma karşıtlığıdır!
Böylece Chomsky’ nin doğru bir noktaya parmak bastığı kendiliğinden anlaşılıyor!
Öyleyse şurası açıktır, dünya Yahudiliği, İsrail’de Likud Partisi, Tahran’da Humeyni Devrimi, Vatikan’da Papa Karol ve Türkiye’de 12 Eylül darbesi ile rahatlamıştır; hepsi aydınlanma düşmanıdırlar!
Bu yeni doktrin, eninde sonunda, bazılarının “ottomizasyon” dedikleri modele indirgenebilmektedir; bu da, bölge, Osmanlı İmparatorluğu sistemine dönmek zorundadır, anlamına gelmektedir.
Doktrinde sözü edilen “yeni düzen” ,bir Osmanlı İmparatorluğu’ dur; güçlü bir merkez olmalıdır ve eskiden Türkiye idi, şimdi Amerikan desteğine sahip İsrail var; işte doktrin, böyle bir imparatorluk sistemini anlatmaktadır. Ancak bu yalnız başına “Osmanizasyon” olmaya yetmiyor ve gereken şudur; bölgenin, tercihen birbirine düşman etnik-dinsel topluluk ya da yerleşimlere bölünmüş olması elzemdir. Bunlara Filistin’e izafeten “yişuv” diyebiliriz.
Siyonist Osmanizasyon doktrininin açıklandığı 1982 yılından on yıl sonra 9 Aralık 1992 tarihinde, Ankara’da Diyanet Vakfı konferans Salonu’ndaki kürsüye, eski bakanlardan Ali Coşkun’un takdimi ile şimdi 11.Cumhurbaşkanı olarak takdim edilen “Doç. Dr. Abdullah Gül Beyefendi” çıkıyor ve konuşmasını şu şekilde bitiriyordu; “…Bu açıdan bu ikinci cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmanın ortaya gelmesini ben çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum.”
Abdullah Gül, sadece bunları söylemiyordu, laiklik üzerine de vaaz veriyordu; “Şu da bir gerçek, tarih boyunca görülmüştür ki,en kalıcı birleştirici unsur din olmuştur. Ama bu demin dediğim gibi, Türkiye’ deki resmi ideoloji tarafından tehdit altına alınmış. Moral değerleri açısından yine Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en ziyade tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden birisi de laiklik ilkesidir.”
Her şey açık; demek ki, Osmanizasyon, Orta Doğu’da aranan, bu bölgeye yüzlerce yıl istikrar getirecek olan stabilizatörün adıdır; Osmanlı İmparatorluğu, eninde sonunda cehalet ve kayıtsızlıktan başka bir şey demek değildir; ancak böyle istikrar ve huzur sağlandığını biliyoruz.
Yıkılışının, modern, demokratik bir ülke olmak istemesinden ileri geldiğine inanılarak, buradan ders çıkartılmakta ve kadim Osmanlı mülkü olan Orta Doğu’da, bir devlet ya da modernite kesinlikle reddedilmektedir; cehalet, kayıtsızlık ve etnik ya da tarikat türünden cemaat yetmektedir; yani Tanzimat öncesi bir Osmanlı imparatorluğu aranmaktadır.
Öyleyse “karşı-devrim” sözünü uluorta kullananlara duyurulur; bizde karşı-devrim tam da budur; Tanzimat öncesi bir Osmanlı İmparatorluğuna dönmek içindir!


İşte BOP’un kıymeti harbiyesi buradadır; BOP aslında Büyük Kürdistan içinde büyütülecek olan BİP (Büyük İsrail projesi)’ dir ve bu bölgenin “Yeni Düzeni”dir; ABD emperyalizminin Yeni Dünya Düzeni’nin, yani Pax-Americana’ nın en önemli ve başat basamağıdır!
SONUÇ OLARAK

Bir; TC çökmüştür.
İki; çöken cumhuriyetle birlikte Kemalizm de çökmüştür; yıkılmıştır ve yıkılışı ile dönüşü çakışmıştır!
Üç; “yeni” rejimin ideolojisi İslamdır ve politikası hem İslamizasyon ve hem de Osmanizasyon’ dur; kısaca orta çağ diyoruz.
Dört; egemen sınıf yani büyük büyük zenginler, Kemalist ideolojiyi ve politikayı değil, İslamizasyonu istiyordu, buna ihtiyaç duyuyordu ve emretti, Kemalistler de bu emre uydu ve İslamizasyona kapıları sonuna kadar açtılar.
Beş; demek ki Kemalizm, egemen sınıf için olmazsa olmaz olmamaktadır ve şimdi olmazsa olmaz, İslamizasyon ve Osmanizasyon olmaktadır.
Altı; komünistler, yıkılan Kemalistlerle ittifak peşinde değiller, Kemalistleri de yıkan, en başta sosyalist hareketi karanlığa açılan kapılara kilitlemek isteyen egemen sınıfa ve onun egemen ideolojisine karşı, bütün muhalifler yanında ve en başta kendine dönen Kemalistleri de bir ve aynı yerde tasnifleyip, hem ideolojik ve hem politik ve ama ille de iktidar perspektifli bir sosyalist mücadele için seferber etmenin politikasını hüner bilmektedirler.
Bu, geçmişte toplanıp-toplanıp bölünmeye yol açan eylem birlikleri misli bir politika değildir. Bu, tamı tamına, egemen sınıfa ve onun ideolojik hegemonyasına karşı bütün güçleri seferber etme politikasıdır. Kemalistler, bu güçlerin içinde ve başındadır. Ama sosyalistler ve komünistler Kemalistlerin kuyruğunda değil, hem yanında ve hem de önündedir. Bu bir güç birliğidir ve Kürtlerin emekçi eğilimleri de aynı yerdedir ;olmak zorundadır!
Yedi; dolayısıyla yıkılması gereken Kemalist TC ve Kemalist ideoloji değildir, o zaten yıkılmıştır, yıkılması gereken, egemen sınıfın, tekellerin, plütokrasinin egemenlik aracı ve ideolojik hegemonyasıdır , “yeni” 12 Eylül rejimidir ve tekelci düzendir; İslamizasyonu ve Osmanizasyonu çare belleyen ABD emperyalizmi ve emperyalist kapitalizmin en tepesine çöreklenmiş olan Siyonist düzeneğin dünya hükümranlığıdır.
Sekiz; Lenin, Rusya’ya dönene kadar Çarlık zaten yıkılmış ve adı “sosyalist” kendisi burjuva olan bir hükümet kurulmuştur ve Rusya’ya dönen Lenin çarlıkla bin bir bağ ile bağlı Rus zenginlerini ve onların ideolojik hegemonyası yanında, bütün küçük-burjuva yılgınlarının hayallerini de yıkmış ve bunu, hiç vazgeçmediği iktidar hırsı ile yaparken ve de iktidar hırsı son derece baskın iken, bir süre, proletaryanın iktidarı burjuvaziye kendi elleri ile teslim etmesini sükûnetle sürdürmüş ve vakti geldiğinde, “bu kadar yeter, artık iktidar Sovyetlere!” demiştir.
Bu, tarihe Lenin’in ifadesiyle “ikili iktidar” olarak kaydedilmiştir. Şimdi tarihin cilvesidir ki, bu topraklarda da bir ikili iktidar var ve birbiriyle çarpışıyor. Bu çarpışmada, sınıftan ve de devrimden kaçanların dar ufuklu bakışları sayesinde ne yazık ki komünistler, sosyalistler ve elbette işçi sınıfı ve emekçiler, son derece cılız bir konumdadırlar, hatta seyirci bile diyebiliriz!


Neden?
Çünkü epeydir zihinleri bulanık, hafızaları kayıptır. Çünkü bir taraftan egemen sınıfa karşı nesnel olarak mücadele edecek olan ve eden güçler ile komünistler, sosyalistler ayırılmış; diğer taraftan, mücadelenin asıl hedefi olan egemen gücün üzeri örtülerek, kitleler yanlış düşmanın üzerine sürülmüştür ve bu, son derece koyu bir bulanıklık yaratmıştır. Bu bulanıklığın yaratılmasında sınıftan ve devrimden kaçanların ama sosyalizm alanlarını bırakmayanların da payının büyük olduğunu tarih gösteriyor.
Dokuz; son tahlilde ve yakın görünmektedir ki belirleyici olan emek sürecidir ve bu sürecin keskinleştirdiği çelişkiler, işte bu “yeni” ideolojik egemenlik aracı ile yani İslamlaştırma ile sessizleştirilmiştir; sınıfsal yaklaşımlar ve bakışlar, yine bu ideolojinin ve diğer ideolojik araçların hegemonyasında köreltilmişlerdir.

Bu hegemonyada Kemalizm’i göremiyoruz, burada 12 Eylül faşist rejiminin dinci-gerici, Osmanik-İslamik versiyonunu görüyoruz: Ama apaçık ortada olan bu gerçekleri görmezden gelenlerin, bu görünmesine imkân ve ihtimal olmayan “egemen” Kemalizm’i görmek gibi bir üstün yetenekleri olduğunu görerek gülümsüyoruz.
Akıl dışıdır ve illüzyondur. Ancak eninde sonunda emek sürecinin yükselttiği, keskinleştirdiği ve bütün çelişkilerin üstünü örttüğü çelişki baskın çıkacaktır.
On ve son; bunun için, benzerlerini sıkça yaşadığımız “kanlı Pazar”lara ihtiyaç yoktur; yaşamın yeşil ağacında yüklü olan pratik, teorinin önüne geçmiş olan pratik, kitlelerin sınıf bakışını yerine oturtmaya yeter de artar. Yeter ki, bu bakışa ihtiyacı olan proleter unsurları, küçük-burjuva unsurlardan koparabilelim, bulaşıklıktan kurtarabilelim. Yeter ki teoriyi pratiğin gerisinden kurtarabilelim; kurtarabilelim ki, son derece hırçın bir şekilde patlamalara gebe olan pratiği, sezaryene uğramadan kendi nesnel akışında ilerletelim ve doğması gerekeni doğurtacak olan devrimin teorisini ortaya çıkarabilelim.


Fikret Uzun


10 Kasım 2015

Hiç yorum yok: