18 Kasım 2015 Çarşamba

EMPERYALİST KAPİTALİZMİN KUŞATMASI ALTINDAKİ DÜNYAMIZ 4



B- BUGÜN İSLAMİZASYON OSMANİZASYON VE EMPERYALİZM

Bugün Siyonist parmaklı bir Osmanizasyon denemesi gerçek olmaya pek yakındır. Türkiye’de iktidara çok yakındır demek istiyorum, hatta iktidardadır diyebiliriz. Diğer yandan Osmanlı topraklarının “kutsal toprak” olarak kabul edildiğini biliyoruz. Bunu ilk Moiz Cohen haber vermişti.
Peki, nasıl bir Osmanizasyon?
Hiçbir güçlenmenin kabul edilmediği; aynı zamanda hiçbir yayılmacı politikayı taşıyan politikacıya izin vermeyen; Kutsal Topraklar olarak tarifi yapılmış olan bu topraklarda İsrail’in dışında bütün devletlerin zayıflatılmış olması; yine İsrail dışındaki devletlerde iç karışıklıkların kalıcı olması.
İşte Siyonizmin eli mahsulü Osmanizasyon budur. Ve bunun Jön-Türk devrimi ile başladığı, Birinci Savaşın işaretleri ile ciddiye bindiği ve Birinci Savaşın yarattığı başarısızlık ile bu günlere ertelendiği artık daha net anlaşılmaktadır.
Bu politikanın, “Osmanizasyon” politikasının, Osmanlı İmparatorluğundan kalan bu toprakların (sadece Türkiye olmadığı açıktır), etnik ve dinsel cemaatlere bölünmesi olarak formüle edildiği de açıklıkla görülmektedir. Neredeyse kör gözler bile görebilecekken, cin gibi bakan gözlerin bunu görememesi düşündürücüdür, ekliyorum.
İşin içinde ve en başından beri, bir Kemalizm kurucusu olarak tarihe geçen Moiz Tekinalp varsa, Kemalizasyon’ u, Osmanizasyon politikasının başarısızlığa uğramasının sonucu olarak; ya da belki, Osmanizasyon’ u, Kemalizasyon içinde biriktirmek olarak düşünmek yerinde olabilir; kim bilir, belki de Kemalizasyon’ dan bu kadar çabuk vazgeçilmesi bundandır!
Türkiye’de belki çok kolay kazanıldığını söyleyebileceğimiz Kemalist Devrim ile Kemalizasyon çok fazla ciddiye alınmıştır; abartılmıştır demek istiyorum; bu abartmanın mantıksal uzantısı olarak, ordunun Kemalizm’e sonsuza dek bağlı olduğu abartması da, bir dogma misli orta yerde kalmıştır
Oysa Türkiye’deki dinsel deformasyon, TSK eli mahsulüdür. 12 Eylül Faşist darbesi ile birlikte İmam Hatip Okulları genişledi ve öteden beri büyütülen tarikatlar ortalığa saçılıverdiler ve devletin şemsiyesinin altına daha fazla girdiler. Bunu hepimiz biliyoruz.

Öyleyse Kenan Evren’i bir Kemalist saymanın ve böylece Kemalizm’in devam ettiğini kabul etmenin ve bunu kabul ettirmeye çalışmanın, son derece manidar ve son derece sığ bir düşünce ve dar bir politika olduğu, hatta çıkmaz sokak olduğu kendiliğinden ortaya çıkmış olmalıdır.

Üstelik bu biçimdeki bir devamlılığı bilimsel bir söyleme oturtanların, devletin devamlılığı ilkesini dolayısıyla 12 Eylül rejiminin devam ediyor olduğu gerçeğini ve en önemlisi bir devamlılık varsa “Kenanizm” in, RTE ile AKP ile devam ettiğini görmezden gelmiş olmaları, hatta akıllarına bile getirmemiş olmaları; hatta “ Kemalizm- Kenanizm “ devamlılığından veya evriminden söz edenlerin, Kenanizm ile kavga etmemiş ama Kemalizm ile kavgayı bir politika saymış olmaları, son derece manidardır; ancak nedeni bellidir, en azından artık bellidir.
“Kenanizm”, Kemalizmin “evrimleşmiş” hali ise bile, Kenanizm ile kavgayı bırakıp, aksine onun ağzı ile konuşarak, yerini Kenanizme bırakıp tarih olan Kemalizm ile kavgayı bayrak edinmeyi tek politika saymak son derece manidardır ve akıl taşıyanların aklını şaşırtamamaktadır.
Çünkü bu yaklaşım, 12 Eylül rejiminin dinci-gerici-Osmanik-İslamik faşist versiyonunun resmi ideoloji ve politikalarıyla yandaş ve kandaş olmayı örtülemiş ve düşmanın adresini soyut bir alana oturtmuştur!
Öyleyse bu ne demektir?

12 Eylül’de hem ABD ve hem de İsrail parmağı var demektir!
Daha önce Kemalizmi yüksek tutanlar ve aşırı abartanlar, artık Kemalizmi tarihe gömerek, Osmanizasyon’ u yüksek tutmakta ve oya gibi işlemek istemektedirler. Ne de olsa tarihsel ve tarihten gelen “çözüm”leri budur.
Çişini bile tutmakta zorlanacak denli bitkisel hayatta olan ve sonunda da dönülmeze göçen Kenan Evren paşanın yargılanması tiyatrosuna gerek duyulması bu nedenledir; Çünkü çıkmaz sokak, adı üstünde ve çıkamıyorlar, hep Kemalizm sayıklıyorlar ki, başka bir abartmadır. Abartmadır ve önceki abartmalara uymaktadır ve böylece de Kemalizasyon içinde “Osmanizasyon’ u” biriktirmek ve yerleştirmek hem devam etmiş ve hem de gizlenmiştir!
İslamizasyon da, Osmanizasyon da sınıfsaldır ve hatta hâlâ “Kemalizasyon” illüzyonu peşinde koşmak, İslamizasyonu ve Osmanizasyon’ u ve buradaki sınıfsallığı görmeyip “Kemalizm”den başka deccal tanımamak da sınıfsaldır. Daha doğrusu aynı sınıfsal kategorinin içindedir.
“Öğretilmiş bakış” tam da buradadır. Emperyalist politikalara ve hâlâ devam eden Eylülist politikalara tabi ve içindedir.
İslamlaştırma ve Osmanlılaştırma temel politikadır ve bu politika tümüyle sınıfsaldır ve ekmek arası soğandan, ekmek arası havaya geçiş, yani ücretli kölelikten, kırbaçlı köleliğe geçiş için olmazsa olmaz şarttır. Hem içerde hem dışarda politika budur; bu politika hem içeri, hem dışarıdır, iç içedir ve böyle bir bütünsellik taşımaktadır.
Ancak, ekmek arası soğanı kabul ettirmek için kullanılan devlet zoru ve yaydığı korku ile ekmek arası havayı ve elbette kırbaçlı köleliği kabul ettirmenin kolay ve mümkün olmadığı görülmektedir; mümkün olsa bile maliyeti çok yüksektir ve de riskleri vardır; öyleyse yeni ve oldukça ucuza sağlanan disiplin, İslamizasyon ve Osmanizasyon’ dur ki bu, “Kenanizm” gerçeğinin ta kendisi olmaktadır.
Kenanizm, aşırı din, aşırı ırkçılık ve aşırı işçi düşmanlığı demektir ki, bunu Lenin 100 yıl önce işaret etmiştir. Komünistlere armağanıdır!

Burada hâlâ Kemalizasyon veya Kemalist “güç” aramak abesle iştigaldir. Burada Kemalizm yoktur ve İslamizasyon da Osmanizasyon da, her ne kadar Kemalizasyon’ un içinde biriktirilmiş olsalar da, Kemalizmi ve Kemalizasyon’ u dışlamaktadır.
Peki, öyleyse komünistler, bu İslamizasyon ve Osmanizasyon ameliyesine karşı çıkarlarken kurtarıcı olarak Kemalistleri ve Kemalist ideolojiyi mi çağırıyorlar?
Tek kelime yeter ve milyonlarca kez yinelenmiştir; hayır?
Sosyalistler ve komünistler bilirler ki, onları Kemalizm ilerletmez, ilerletmedi ve aksine köstekledi ve başarılı olamayınca, yol uzayınca yönetimlerini de güçlerini de, egemen sınıfların emirlerine uyarak, hiç çekinmeden dinci akımlara teslim ettiler; ancak komünistler ve sosyalistler ki devlet kapısına öyle ya da böyle kapılanmamış olanlardan söz ediyorum, bir şeyi daha bilirler; o da, içinde bulunulan tarihsel koşulların karmaşıklığında Kemalizmden daha geriye gitmeyecekleridir!
Türk –İslam sentezi, İslamizasyon ve Osmanizasyon hamlesinin hem ideolojisi ve hem de hazırlanışını kolaylaştıran bir hamledir ki, bunun da Kemalizmden çoktan vazgeçmiş olan yüksek “Kemalist” kadrolarca ve TSK yüksek kadroları eliyle kotarıldığını biliyoruz.
“İşte 12 Eylül’den sonra meydana geldiğini düşündüğüm değişiklik, yönetimlerin ve bürokrasinin, klasik laik çizgiyi bırakarak, Türk-İslam sentezi adı altında, vurgu Türk’te, oluşmaya başlayan dinci bir milliyetçiliğe, vurgu milliyetçilikte, razı gelişleridir. Bu sentezde din, bir ahlak sistemi ve toplumsal kurum olmaktan çok, bürokratik-otoriter devletin elindeki toplumsal denetim araçlarından biri olarak görülmektedir. 1985 sonbaharında yayınlanan ‘laiklik’ açık oturumlarında, Osmanlı Devleti’nin teokratik olmadığı, Mustafa Kemal'in ‘ 2000 yıllık Türk-İslam sentezine’ göre düşündüğü, laikliğin din-devlet ayırımı olmayıp, tam tersine, laik öğretimin, dinin denetim ve gözetimi altında bizzat ve önemle devlet tarafından öğretilmesi olduğu, bilimsel ve mantıklı bir biçimde anlatılmıştı. Ve farklı görüşlere yer vermediği için de bu bir endoktrinasyon (beyin yıkama olarak kullandığını sanıyorum F.U.) girişimi olmuştu. 20’nci yüzyılda ‘dualı’ milliyetçilik, modernleşmeyi değil, yeniden gelenekselleşmeyi temsil etmiyor mu?” (Taha Parla-Din ve Milliyetçilik –Yeni Gündem 19 Mayıs 1986)
Osmanizasyon olmasa da, İslamizasyon, TC nin dönemsel her safhasında olmakla birlikte, 12 Eylül ile en tam ifadesiyle yerine oturtulabilmiş ve gericilere altın bir çağ yaratmıştır ve İslamizasyon temel olarak sol’un yükselişine karşı bir tertip olmaktadır. Bunun içindir ki, yani her dönem içinde büyüttüğü İslamizasyonla birlikte Kemalizm, sol’un yükselişini durdurmaya ve terbiye etmeye yetmediği için, Kemalistler Kemalizmden de cumhuriyetten de vazgeçmiş ve yönetimi dinci akımlara teslim etmişlerdir.
Dolayısıyla solu topyekün gömmek için, Kemalizm’in ve en son ve en demokratik noktasını ki sol’un en önemli sığınakları ve barınakları buradadır, 27 Mayıs ile yaşadığımız demokratik cumhuriyetin kökünü kazımak, olmazsa olmaz idi. Bir devlet politikası olduğu açıktır. Ve bunda en çok yardımı,12 Eylül öncesinden kalan solun artıklarından, döküntülerinden, vurgun yemiş politikacılarından, sendikacılarından, aydınlarından almışlardır.

Şimdi bile bu yardımın devam ettiğini görmek, daha doğrusu hâlâ bu yardımı esirgemeyenleri görmeyenleri veya görmezden gelenleri görmek, son derece üzücü ve şaşırtıcıdır. Ancak ne üzülüyoruz, ne de şaşırıyoruz, sadece deşifre ediyoruz ki tarihsel olarak sonlarına koşmaktadırlar ve yardımları ile “yeni” 12 Eylül rejimini belki biraz rahatlatabilirler ama bu, kendi sonlarını çabuklaştırmaktadır.
Aşırı dinsellik ve ırkçılık ile islamizasyon ve Osmanizasyon, orta çağa dönüşün hem habercisi ve hem de hazırlayanı olmaktadır.
Emperyalist dünyada düğmesine basılan orta çağa dönüş hamlesi, bu bölgede ve İslamizasyon-Osmanizasyon hedefi ile ve de 12 Eylül faşist darbesi ile ardından yerleştirilen ve “yeni” sureti ile hâlâ devam eden 12 Eylül Kenanist rejimi ile kotarılarak gerçekleştirilecek ve yayılacaktır. Emperyalist ABD-AB ve İsrail için bir Yeni Dünya’dır ki, bu dünyada Laisizme, rasyonalizme yer yoktur. Bunlar yoksa orta çağ kapıdadır ve kapıdadır.
12 Eylül ve baş aktörü Kenan Evren, genel Kurmay koltuğuna tesadüfen veya bir silsilenin devamında oturtulmamıştır; Kenan Evren sırtında taşıdığı, cumhuriyeti çökertme misyonu ile oturtulmuştur ki, RTE ve AKP ile devam etmektedir.
İşte bütün açılan kapılar ve kapatılan kapılar, tam bu noktadadır, bir tarafı aydınlığa kapalı kapılarla, diğer tarafı karanlığa açılan kapılar ki, orta çağ eşiğinde olduğumuzun işareti olmaktadır, İşte sosyalistler, komünistler daha geri gitmeyiz derken bu karanlığa açılan kapıdan söz etmektedirler ve kapalı olan kapıları zorlayıp dönecekleri aydınlığın ise, henüz sosyalist cumhuriyeti aydınlatacak bir aydınlık taşımadığının bilincindedirler ki bu da komünistlerin hem karanlık kapıları kapatmak ve hem de aydınlık kapıları açmak tarihsel misyonu ile karşı karşıya olduklarını açık ve net olarak göstermektedir.
“Eski solcu”ların buna, Kemalizm kuyrukçuluğu veya Kemalizm savunuculuğu diyerek gerçekleri savuşturmaları mümkün değildir.

Dinselleşme burjuvazide, egemenliği eline aldığı andan itibaren vardır, ancak şimdi dönülen dinsellik daha derin bir dinselliktir ki bunu “Kemalizm hâlâ işbaşında” olarak algılamak akıl körlüğünden başka bir şey değildir.
Yapılan veya inşaatı devam eden, Türkiye’yi, Tanzimat öncesine çekmektir. AKP ve her türlü yardımcıları, bunun için varlar ve bu bir karşı-devrim değilse nedir? Karşı-devrim ise, Kemalizm bunun neresindedir?
Şimdi biri diğerine tam olarak egemen olmayan, ancak vurgu “yeni”yedir, iki iktidar olduğunu söylemek ayrıdır, Kemalizm ideolojisi ve dolayısıyla Kemalistler hâlâ ve başka kılıkta iktidardadır demek başka şeydir ve birincisi akıl ile bağlıdır; ikincisi ise akıl dışıdır.
Bu durum ise, bir iç savaşın varlığına dalalettir. Bu iç savaşı ise, en azından bu noktada, burjuvazinin Kemalizm ile gericilik kanadının çarpışmasına indirgemek veya Bilge amcamızın çıkarımı ile Kemalizm’in kendi kendine veya yenisinin eskisi ile kavgası olarak görmek, son derece bulanık bir aklın varlığına dalalettir. Bu, sınıfsal bakıştan uzak olmak demektir ki, 12 Eylül rejiminin, dolayısıyla İslamizasyonun temel amacı bu idi ve fakat bu, o kadar kolay kotarılacak bir amaç değildir. Karşısında toplumsal ve ekonomik yasalar var.
Ancak daha önemlisi var ve öfke ile şaşkınlık katsayısını artırırken, “oh nihayet!” diye nefes alıp, yeni görevler için hazırlananları telaşa ve zorunlu göreve koşturan bir dönüş var; iç savaşın rüzgârı dönmüştür ve daha da kuvvetleneceğinin ve şiddetleneceğinin sinyallerini veriyor.

27 Mayıs burjuvadır ama devrimcidir ve demokrasinin olup olabileceği en son noktasıdır ki, hem tarihsel ve hem de bilimseldir, burjuvazi bu noktadan sonra geriye dönmektedir; kendi yarattıklarının kökünü kazımak, ömrünü kurtarması için gereklidir. Demek ki, sınıfsallık var ve sınıfsallık, belirleyici olanın Kemalizm değil, burjuvazinin gelip dayandığı ve tarihin gerisine açılan noktadaki karşılıklı sınıf ilişkileri olduğunu göstermektedir; Kemalizm, bu noktaya giden yolda bir duraktır veya bir kaldıraçtır ve durdurulmuştur, bütün kaldıran mekanizmaları kökünden kazınmaktadır.
Sınıfsallık, büyük zenginleri Kemalizm’den kurtulmaya ve İslamizasyon ile Osmanizasyon’ a sarılmaya itmiştir. Demek ki burada Kemalizm’den çok, Kemalizm’e saldırıyı görüyoruz. Kemalizme saldırı, İslamizasyon ile Osmanizasyon’ un kaldıracıdır. Son derece ideolojik ve politiktir. Sınıfsaldır diyoruz.
İslamizasyon ile Osmanizasyon’ un kaldıracı olarak ve hatta ortaçağ karanlığına giriş kapısı olarak hala Kemalizmi - her ne suret ile anılsa bile- görmek, sınıfsal olmadığı gibi akıl dışıdır da.
Devam edecek. Kasım 2015 F.U.

Hiç yorum yok: