6 Kasım 2015 Cuma

BU TOPRAKLARIN KÜFÜR KADAR YAKICI DOĞRULARA İHTİYACI VARDIR



BU TOPRAKLARIN KÜFÜR KADAR YAKICI DOĞRULARA İHTİYACI VARDIR

Ey HDP muhipleri,

Bu mektubu, buzdolabında bekletiyordum, tıpkı,”çözüm sürecinin” buzdolabında bekletildiği gibi, işte seçim bitti ve herhalde bir, seçimlerin çare olmaktan çoktan çıktığı sonucunun ve iki, Medine Sözleşmesine, Said-i Nursi’ ye selam göndererek yapılan köylü kurnazlığının işe yarayıp yaramadığının muhasebesini yapmışsınızdır, diyerek buzdolabından çıkartıyorum!

Öncelikle, bu köy imamı kafası ile üzerimize fırlattığınız lakırdılarla ancak “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasına esir aldığınız ve kandırılmaya hazır gençleri kandırıp, kafalarını karıştırabileceğinizi vurgulamak istiyorum!

Diğer yandan, ne ben yazılanları iyi okumuyorum, ne de siz yanlış ya da eksik yazıyorsunuz; tam tersine, bilerek, ölçerek, biçerek ama gerçeğin-doğrunun üzerini örtmek için yazıyorsunuz ve ben de dediklerinizi iyi okuduğum ve anladığım için bunu görüyor ve gösteriyorum!

Ortalık epeydir, tıpkı siz  HDP muhiplerinin yaptığı gibi, “ülkeyi ya da Kürtleri kurtarmak için zemin yoklayan” ve bunu yaparken, kimin hangi yeme nasıl atladığını ölçerek, bir “eğilim haritası” çıkartanlarla dolu.

Ülkedeki çözülme sürecini “çözüm süreci” zemini üzerinden inşa eden küresel güçler, bu çözülme sürecinin maşası olan iç odaklara yönelik karşı dinamikleri oluşturmaya çalışanları kontrol etmek ve bazılarını ekarte etmek için altyapılar kurmayı çoktandır gerçekleştiriyor ve bu altyapıları son derece sinsi bir hareketlilik içinde işletiyorlar; tıpkı, 12 Mart öncesi ve sonrasında ordu bünyesindeki darbe heveslilerini ortaya çıkarmak için oynanan “darbecilik oyunları” misali, bu oyun artık toplumun ve devletin bütün kurumlarında sistematik olarak oynanmaya çalışılıyor.

Amaç; küresel oyuna her boyutta direnmeye kararlı, küçük de olsa etkili ve oyun bozma gücüne sahip alt birimleri baştan enterne etmektir.

Bu oyuna gelmemenin tek bir yolu vardı: Akıllı Olmak; bu yol da aydınlığa hücum edilerek, karanlıkla katolik nikâhı kıyılarak kapatılmaya çalışılmaktadır!

Akıllı olmak ise aydınlıkta yol almaktır; aydınlıkta yol almak, aklın bütün kanallarını açık tutmaktır!

İşte siz HDP muhiplerinin misyonu ve işlevi bu yöndedir; bu yolu kapatmak, yani akıllı olmanın, aklını kullanmanın imkânlarını ortadan kaldırmak ve haliyle aydınlığı karanlıkla boğmak için seferber olmuş gibisiniz!

Ve işte apaçık ortadadır ki, burada akıl yolu, son derece sinsi, grift ve kolektif bir hareketlenme içersinde kapatılmakta ve aynı zamanda bu akıl yolunu açık tutmak üzere zorlayanların haritası oluşturulmakta, dolayısıyla en başından akıl yolunun önüne kalın duvarlar örülmektedir!

Hepsi doğrunun gücüne, bu gücün büyümesine engel koymak içindir; doğruların üzerini örtmek yetmiyor, doğruları çeşitlendirmek ve hangisinin doğru olduğunun bilinmesini, görülmesini, idrak edilmesini önlemek daha kullanışlı, daha fazla sonuç alıcı ve daha sinsi bir yöntem olmaktadır; yarım-doğruların pompalanması bu nedenle gerek şart olmaktadır!

Akıllı olmanın, aklı kullanmanın yolları kapatılırsa doğruya, aynı anlama gelmek üzere gerçeğe ulaşmanın, onu idrak etmenin, gücünden güç almanın imkânları da ortadan kaldırılmış oluyor; bu ise insanların, ezilen halkların, emekçilerin, işçi sınıfının, toplumun doğruya, gerçeğe karşı kayıtsız kalmasını, doğrudan, gerçekten uzaklaşmasını sağlayan mekanizma oluyor; bu da haliyle, insanoğlunun, halkların, emekçilerin, işçi sınıfının, toplumun gücünü elinden almak demek oluyor; elinden almak demek, onları yok hükmüne sokmak demektir!

Onlar olmazsa, doğrunun gücü işlevsiz kalıyor; doğru güçsüzse, halkların da, emekçilerin de, işçi sınıfının da, toplumun da ve elbette insanların da gücü işlevsiz kalıyor!

Gücü, doğruya ve güzele yatkın olmaktan gelen toplumun, insanoğlunun, ezilen halkların, emekçilerin ve işçi sınıfının, doğruya ulaşma imkânları ortadan kaldırılıp, başka “doğrular”ın hükmüne sokulması, hem onların gücünü ve hem de doğrunun gücünü ortadan kaldırıyor!

Doğrunun, gerçeğin gücü, pratiğin doğrulayıcılığı ile kendini gösterip, insanların, halkların emekçilerin burnunu gıdıklayan bir yakınlıkta pratik bir gerçeklik olunca, işte ancak o zaman, başka bir “doğru” gerçek doğru olarak dayatılamadığı zaman, karanlığın yoluna teslim olmuş, akıl yolu büsbütün kapanmış ve canlı bedenleri paramparça eden bir canlı bombanın marifetiyle doğrular ve gerçekler patlatılıp, etrafa saçılan parçalarıyla büyütülen korku akıl yolunu kapatıyor ve kitlesel olarak doğrulardan, gerçeklerden kaçışın yolunu açıyor ve böylece gerçeklere, doğrulara düşman “ gerçekler" ve  ”doğrular,”akıl yolundan uzaklaştırılanların, korkuya teslim alınanların korkularından kurtulmak için tutundukları “gerçekler” ve ”doğrular” oluyor!

İşte şimdi olan budur ve tam buradayız ve artık işler kolaylaşmış, istenilen her “gerçeğin”, her “doğrunun”, gerçekler karşısındaki hükümranlığı kitlelere kolaylıkla kabul ettirilebilir olmuştur!

Gerçeklere, doğrulara büyük bir kinle düşmanlık yürüten sahte “kurtuluşçular”, kendileriyle ne kadar övünseler azdır!

Ancak, doğrunun, gerçeğin gücü, bunun susuzluğunu duyanlar oldukça, korkunun derinliklerinde kaybolanların bile aklının bir köşesinde kendi kendini büyütmeye devam edecektir; burada ilaç, en güçsüz anında bile, doğruya, gerçeğe sahip çıkmak ve “gerçek” görünümünde sunulan tüm gerçekdışı “hakikatlere” karşı gerçeğin aynasını tutarak etrafı aydınlatmaktır!

Çünkü doğru ve gerçekler, ancak aydınlıkta doğru ve gerçek olduğunu gösterebilir; tersi de doğrudur, ”doğru”nun,” hakikat”in doğru olmadığını, gerçek olmadığını da aydınlıkta görebiliriz. Ama karanlıkta tam tersi olur, ne doğrusu ne eğrisi görülebilir!

İşte karanlıkta durmak, karanlığa sokmak için inat etmenin, bunu akıl yolu olarak dayatmanın kıymeti harbiyesi buradadır!

İşte karanlığın hücumu bundandır; karanlıklara hapsetmek bunun içindir; karanlık güçlerin ve onlarla dans edenlerin telaşlı hareketliliği bu nedenledir!

HDP mi? HDP, bu işin tam merkezindedir; HDP, doğrulara, gerçeklere cenk halindeki gerçek dışı “hakikatlerin” , yalana dolanmış” doğruların” bir yanıyla görüş birliğini imal etme projesidir; bir emperyalist projedir; bütün doğruların ve bu arada “doğru” ve “yeni” sıfatıyla dayatılan bütün yanılgı ve yanlışlara yönelik eleştirilerin ve/veya itirazların küfür kabul edilmesine, ettirilmesine yönelik bir projedir!

Öyleyse bu toprakların küfür kadar yakıcı doğrulara ihtiyacı vardır; küfür gibi yakıcı doğrular, doğrulara inatla bağlı olmanın ifadesi olmaktadır; doğrulara inatla bağlı olanlar, doğrunun devrimci gücünü ona sahip çıkarak artıranlar, doğrudan korkanlara küfür gelecek şekilde doğruları ortaya koymalıdırlar!

Buna, HDP’nin doğrulara ve gerçeklere düşman olmanın görüş birliğini biriktiren bir projenin adı olduğunu ortaya koymakla başlamak, doğrulara, gerçeklere sahip çıkmanın en doğru adımıdır!

Ve evet, siz HDP muhipleri, çok doğru söylüyorsunuz ki, “Doğru” diye dayattığınız yanlışlarla ve yanılgılarla kafa karışıklığına ve kafaları karıştırmaya gerek yoktur; hatta kafa karıştırmak günahtır ve günahınız az değildir; yani ben de onu diyorum ve nasıl kafa karıştırdığınızı, gençleri nasıl zehirlediğinizi anlatıyorum; üstelik bir de bunu “Komünist tavır”, ”arı-duru düşünce” olarak lanse etmenizdeki pişkinliği gösteriyorum!

Ve ne derseniz deyin, bu görüp de gösterdiklerimi ve bunun için ortaya koyduğum ifadeleri teyit etmekten başka bir işe yaramıyor!

Üstelik hem “dünyanın neresinde olursa olsun burjuvazi bir avuç bile olmayan bir gruptur” diyerek okuyucuları yanıltıyorsunuz; hem de, bu “bir avuç burjuvanın, burjuva demokratik talepleri etrafında kitleleri toplayarak, onlara bir takım vaatlerde bulunarak amaçlarına varmaya çalıştıklarını” vaaz ederek çelişkiye düşüyorsunuz!

Yani, ”bir avuç burjuvazi” derken, asıl bir avuç olan büyük burjuvaziyi kastetmediğiniz, yani bundan ayırdığınız, küçük-burjuvaziyi ya da giderek büyük burjuvazi ile arasında epey büyük bir mesafe oluşan ama çıkarlarının hala büyük burjuvazi ile birlikte olmakta olduğuna inanan küçük ve /ya da küçülmekte olan ve giderek proleterleşme ile karşı karşıya kalan ama kafası hala burjuva olan burjuvaziyi kastettiğiniz anlaşılıyor ve öyleyse “bir avuç burjuvazi derken” hem pek fena yanılıyorsunuz ama daha önemlisi hem de, burjuva demokratik talepleri etrafında kitleleri toplayıp, onlara bir takım vaatlerde bulunarak amaçlarına varmaya çalışan bir avuç burjuvaziden başka burjuvazi yoksa bu bir avuç burjuvazinin, taleplerinin etrafında toplanacak kitleyi nereden bulacağı konusunda çuvallayarak komik bir duruma düşüyorsunuz!

Burjuvazi, Lenin’in de dediği gibi, hem sadece büyük zenginlerden ibaret değildir, hem de gücünü sadece uluslararası sermayenin gücünden, burjuvazinin uluslararası bağlarının kuvvet ve sağlamlığından almaz; burjuvazi gücünü, aynı zamanda alışkanlıklardan, küçük üretimden alır. Dünyamızda hâlâ pek çok büyük miktarda küçük üretim vardır; küçük üretim ise, durmadan, her gün, her saat, kendiliğinden gelme bir tarzda ve geniş ölçülerde kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurur.

Ve bu küçük üreticiler, proletaryayı her yandan bir küçük-burjuva havası içine hapsederler, onu etkilerler, onun bilinçlenmesine engel olurlar; bunlar, proletaryanın saflarında durmadan, karakter yoksunluğu gibi, dağınıklık gibi, bireycilik gibi, büyük heyecandan umutsuzluğa geçiş gibi küçük-burjuvaziye özgü niteliklerin yer edinmesini sağlarlar.

Ve zaten, proletarya, proleterden işgücünü satarak geçimini ancak kısmen sağlayan yarı-proletere, yarı-proleterden küçük köylüye, yani şehir ve köydeki küçük zanaatçıya, küçük esnafa, genel olarak küçük işletmeciye, küçük köylüden orta köylüye vb. geçişi yansıtan son derece çeşitli sosyal tiplerle çevrili olmasaydı; proletaryanın kendisi de, mesleki gruplar gibi, bazen dini vb. gruplar gibi kategorilere bölünmeseydi, kapitalizm, kapitalizm olmazdı.

Ve zaten, proletaryanın öncüsü için, onun bilinçli bölümü için, Komünist Partisi için, gerektiğinde zikzaklı, dolambaçlı yoldan yürümenin, ayrı ayrı proleter grupları ile ayrı ayrı işçi partileri ve küçük burjuva partileriyle anlaşmalar yapmanın, uzlaşmalara varmanın gereği bundan doğmaktadır.

Ancak sorun, bu taktiği, proletaryanın genel olarak bilincini, devrimci ruhunu, mücadele etme ve yenme yeteneğini düşürecek değil, yükseltecek biçimde uygulamayı bilmektir.

Küçük-burjuva demokratlar ise, zorunlu olarak, burjuvazi ile proletarya arasında, burjuva demokrasisi ile sosyalist rejim arasında, reformculuk ile devrimci zihniyet arasında, dar anlamda işçi davasına sahip çıkma zorunluluğu ile proletaryanın iktidarından duyulan korku vb. arasında sallanır dururlar.

Komünistlerin doğru taktiği, bu gibi duraksamalardan yararlanmayı gerektirir, yoksa onları umursamamayı değil; ancak bunlardan yararlanmak demek, bu küçük-burjuva demokratların peşine takılmak demek değildir; proletaryaya yakınlaşan unsurlara ancak yaklaştıkları ölçüde ve yaklaştıkları anda tavizlerde bulunmak ve bir yandan da egemen burjuvaziye yaklaşanlara karşı mücadeleyi sürdürmek demektir.

Bu doğru taktiğin uygulanması ile en iyi işçileri, küçük-burjuva demokrasisinin en iyi unsurlarını komünistlerin kampına çekerek ve oportünizmde direnen liderler, tecrit edilerek gün geçtikçe etkisini kaybeder ve dağılırlar!

İşte bu doğru taktiği düstur belleyen komünistler, sosyalistler, “komünistler” dâhil bütün “solu” küresel güçlerin Türkiye’deki çözülme sürecini “çözüm süreci” zemini üzerinden inşa etmelerini kolaylaştırmak üzere, “bir burjuva partisi” olarak tanıttığınız HDP’nin peşine takmaya çalıştığınızı, onların da kimisinin açıkça, kimisinin utangaçça, kimisinin de gizliden buna çoktan razı olduklarını göstermeye çalıştıklarını göstermektedirler!

Bu “solun” çok büyük bir bölümü, bu gerçekliği ortaya koyan sosyalistlerin eleştirilerine karşı, “Kemalist” yaftası fırlatmaktan, lanetledikleri Kemalizmle kıyaslayarak, kendilerini doğru yerde göstermeye çalışmaktan başka bir şey yapamamaktadırlar!

Kemalizme ve Mustafa Kemal'e gelince, onun olduğu yerde ister istemez bir Kurtuluş savaşının varlığı da kabul edilmelidir ki, hep tekrarlarım, bu kurtuluş eksiklidir, yani hem ağa-bey-şeyh dinamiğine dayanılmış ve hem de emperyalizme karşı olarak gerçekleşen kurtuluştan sonraki kuruluşta ise emperyalizmden medet umulmuştur.

Her kurtuluş iyidir ve doğrudur; ancak Kemalist Kurtuluş, aslında bir Osmanlı yenilenmesi olarak başlıyor ve çok sınırlı bir Osmanlı coğrafyasına razı olarak hareket ediyor; Elen ve Ermeni düşmanlığına karşı, Kürt yönetenleriyle ve çok zikzaklı bir biçimde Çerkez güçleriyle bir ittifak zincirini gerçekleştirmenin rolü büyük görünüyor. Hayal kırıklığına uğrayan Kürt yönetenleri, tekkelerde örgütlenerek Kürt isyanlarını başlattıkları zaman, Kemal Paşa ve arkadaşları laik yollara açılıyorlar. Bu, Kemalizmin de doğuşuna işaret ediyor.

Bunun yanında, bir de bunu önceleyenleri, yani Jön-Türkleri hatırlamak gerekiyor ki, ortaya çıktığında Jakoben nitelemesi son derece yaygın idi; onlar da genç burjuva-demokratlar idiler ve tamı tamına burjuvanın devrimci olanının ifadesidirler.

Şimdi yatıp kalkıp ”demokrat” çığıranlar, sosyalistlerin bile “en iyi demokrat” olmaları gerektiğini vaaz edenler, üstüne üstlük bir de “ulusal burjuvazi”nin iktidarını isteyenler, bu tarihte kalmış burjuva-demokrat Jön-Türkleri, Kemal’i de aynı yere koyarak “faşist” olarak nitelemektedirler.

Ve siz HDP muhipleri,”HDP burjuva bir partidir. Önüne koyduğu hedef Demokratik Cumhuriyettir. Kürdistan'ın özgül koşullarında hedeflerine varmak için hangi kuvvetler varsa kendi dairesinin içerisine almak zorundadır.” derken ve “Bu konuda M. Kemal’in taktiklerini veya dünyadaki hedeflerine ulaşmış burjuvaziyi hatırlamayı” önerirken, hem dediklerimin farkında ve bilincinde olduğunuzu ve hem de teyit ettiğinizi göstermiş oluyorsunuz!

Daha önce yapılan, Kemalistler ve Jön-Türkler tarafından yapılınca lanetlenirken, aynısını,” bir burjuva partisi olan” ve “bir burjuva demokratik cumhuriyeti hedefleyen” ve de bunun için “hangi kuvvetler varsa”, örnek olsun, “Said-i Nursi” varsa onu, ya da belki ” Fethullah tarikatını”  referans alan dinci-gerici kuvvetleri, “kendi dairesi içine almayı” politika sayan, fakat aynı zamanda da kendisine “sol” renk vermeyi ihmal etmeyen HDP’ nin peşine takılmayan solcuların lanetlenip, HDP’nin yüceltilmesi, ne yaparsa, nasıl yaparsa yapsın doğru sayılması yaman bir çelişkidir!

Çelişkidir amma HDP, ülkedeki çözülme sürecini “çözüm süreci” zemini üzerinden inşa eden küresel güçlerin oyununa her boyutta direnmeye kararlı, küçük de olsa etkili ve oyun bozma gücüne sahip alt birimleri baştan enterne etmeye mahkûm olduğu için, bu çelişkiye rağmen bu yönde ilerlemeye de mahkûmdur!

Bir çatının altında her boydan ve soydan düzene entegre olmuş “sol” görünümlü devrim kaçkını kişi, grup ve partileri toplamaya çalışması, bu mahkûmiyeti sürdürürken, çelişkinin üzerini örtebilmek içindir; “ Said-i Nursi de var”,  “Mahirler de var”, “sosyalizm de var”, “Ümmet toplumu da var” yollu şaşırtmaca yapabilmek içindir; yüzlerini Said-i Nursi’ ye döndüklerini ve bu renkle büyümek istediklerini örtmek içindir!

Demokratların ulusalcı olduklarını ve demokrat hareketlerin tarihsel olarak burjuva kökenli olduklarını; hep ulusal devlet peşinde koşmuş olduklarını daha önce de hatırlatmıştım!

Jön-Türk hareketi de, adı üstünde, ulusalcı bir harekettir. Keza Kemalist hareket de Türkçü ve ulusalcı bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Burjuva demokrat ve Türk milliyetçisidir. Jön Türkler ve Kemalistler, uniform Türk devleti kurmaya çalışmıştır.

Bilimsel olarak bakarsak, uyguladıkları şiddet her zaman tartışılır, bu ayrıdır ama bunları bu hevesleri nedeniyle kınamak mümkün değildir. Bilim dışıdır.

Biz Kürtlerin ulusal demokratik hareketini de kınamıyoruz, yadırgamıyoruz ve bilim dışı da saymıyoruz, sadece ve sadece ne olup ne olmadığını, kısaca gelip gelip hangi karanlığa girdiğini ortaya koyuyoruz; ülkedeki çözülme sürecini ,”çözüm süreci” üzerinden yürüten küresel güçlerin oyununda baş aktör olan Kürt siyasetinin bugün, yüz yıl önceki burjuva-demokratlardan daha geri ve üstelik gerici bir siyaset izlediklerini ortaya koyuyoruz ve tüm olan bitenlerden sonra, bu karanlıktan çıkmak isteyeceklerine pek ihtimal vermesek de, bu siyaseti bırakıp, devrimci bir siyaset kuşanmalarını ve de girdikleri karanlıktan çıkmalarını öneriyoruz!


Bunu önermek de, bu öneriyi yerine getirmek de, ne Kemalizme dönmektir, ne de Kemalistliktir; daha önemlisi ne de teslim olmaktır; bu, Türkiye’nin ezilen ve sömürülen sınıflarına, halklarına, tümüyle gericilik kuşanmış olan emperyalist kapitalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından dayatılan ortaçağ karanlığına karşı mücadele eden ulusal -demokrat hareketin izlemesi gereken politikadır!

Sosyalistler kimseyi ne Kemalizme, ne de Kemalist olmaya ikna etmeye çalışmaktadırlar; teslim olmayı ise asla önermedikleri açıktır; sosyalistlerin yaptıkları, önerilerine ve eleştirilerine bigâne kalınıp, emperyalist kapitalizmin ve işbirlikçilerinin dayattığı karanlığa biat etmeye devam edilirse, kurtuluş burada aranırsa, Kürtlerin eninde sonunda gerici Kürt-Türk ittifakının en başat gücü olacaklarını ve karşılarında, eşyanın tabiatı gereği, bir yerde gerici Kürtlerle, gerici Türklerin ittifakı örgütleniyorsa, illa ki ilerici-devrimci bir Kürt-Türk birliği yükselecektir diyoruz ve öyleyse, bu ilerici-devrimci Kürt-Türk birliği ile gerici Kürt-Türk ittifakının başpehlivanlığına terfi etmiş KÖH’ün karşı karşıya geleceğini, bunun da hem Kürtlerin ulusal kurtuluşunu ve hem de Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin sınıfsal kurtuluşunu gerileteceğini hatırlatmaktır!

Diğer yandan sosyalistler, bugün olduğu gibi, o zaman da, Jön- Türklerin dışında, sömürü ve zulüm düzenini kökten değiştirip, ortakçı ve eşitlikçi bir düzen kurmak amacıyla örgütlenen gençlerin de varlığından haberdardırlar ve Jön-Türklerin, Osmanlı İmparatorluğu’nda çöküşü durdurabilmek amacıyla ve daha ileri bir düzenleme peşinde koştuklarından ve bunu yakalamış olduklarından da haberdardırlar!

Sosyalistler, bugün geldikleri yerde Kürt siyasetinin, en başta ABD emperyalizmi, Küresel güçlerin isteği doğrultusunda, cumhuriyetin çöküşünü çabuklaştırıp, yerine islamik-osmanik yapıda bir ümmet düzeni koyarak egemen sınıfların sömürü ve zulüm çarkını devam ettirmeye hizmet ettiğinin de farkındadırlar ve işte Kürt ulusal kurtuluşçularına, bunun devrimci değil, gerici - dinci bir çizgiye savrulmak olduğunu hatırlatmakta; bundan vazgeçmeyi, devrimci temelde ulusal demokratik mücadeleye dönmelerini önermektedirler!

Evet Jön-Türkler (Yeni Osmanlılar-Genç Türkler) de demokrat idi ve ulusalcı idi, bunda bir yanlışlık yok; ancak çıkışları farklıdır;" anayasal halk egemenliği" sözünü ediyorlardı; bu, bugün önderiniz Öcalan'ın dedikleriyle hemen hemen aynıdır; Öcalan ”demokratik ulus” diyor ya, bunun için “anayasanın değişmesini” öneriyor ya, işte bunu Jön-Türkler “anayasal halk egemenliği” diyerek yüz yıl önce söylemiş; fakat bu artık tarihte kaldı ve kimse, anayasacı ya da değil, bir meşrutiyet istemiyor, yaklaşan karanlığa karşı, cumhuriyet'e "yetmez ama evet" diyor.

Bu, "evet", "yetmez ama evet" çiler “cumhuriyete karşı yetmez ama karanlığa evet” deyince doğru oluyor da, “karanlığa karşı yetmez ama cumhuriyet'e evet” deyince mi yanlış oluyor?

Jön-Türkler özerk eyaletlere de vurgu yapıyorlardı ve elbette okullarda temel öğretimin çocukların ana dilinde yapılmasını da öneriyorlardı.

Namık Kemal'in dedikleri var, aynen şöyle, "Bu vatanın sınırları içinde ne kadar ırk, mezhep ve dil olursa olsun, bu farklılık o vatanın dağılmasını gerektirmez. Her sınıftan insan genel hak ve özgürlüklerden yararlanabilir. Eğitim kurumları herkese vatanın değerini anlatırsa bütün ayrılıklara karşın, hepsi vatanı sevecektir. Vatan sınırları içinde birbirinden farklı ırkların, dinlerin bulunuşu hatta iyidir. Eğer doğru hareket edilirse bu ayrılıkların yarattığı güçle ilerde belki en büyük mevkii 'biz' alabiliriz."

Evet, N.Kemal böyle diyordu ve Jön-Türkler de bu temelde çıkış yapıyordu; ama özünde bu, Osmanlı İmparatorluğunu dağılmaktan kurtarmak için öne sürülen politika idi.

Ne halk, ne de milliyetçi burjuvazi buna olumlu yanıt vermedi ve sonuçta bu eğilim, eşyanın tabiatı ile birleşince, yani gelişmenin seyri ile birleşince, yani tarihin diyalektiği işleyince, ara gelişmeler, Osmanlı İmparatorluğunu dağılmaktan kurtaramadı ve ulusal kurucu öğeler öne çıkarak, eksikli de olsa, Türkiye Cumhuriyet gerçekleşti.

Bu tarihsel gerçekliğe bigâne kalıp, bunları ortaya koyduğumuz için, hatta gerçekler karşısında her sıkıştığınızda, küfür niyetine “Kemalist” yollu yafta fırlatırken, dediğinizin ve/veya yaptığınızın bundan farklı olmamasından hicap duymaz mısınız, kafa karıştırmayı misyon edinmiş olduğunuz halde,”kafa karışıklığına ve kafa karıştırmaya gerek yok” derken yüzünüz kızarmaz mı?

“Komünist tavır”dan söz ederken sol memenin altındaki cevahir sızlamaz mı, isyan etmez mi? Bu ne pişkinlik? Bu ne ölçüsüzlük?

Birincisi, Komünistlerin tek işi, öncelikli olarak HDP'yi analiz edebilme gücünü göstermek değildir; ikinci olarak, HDP’nin nemenem bir şey olduğunu, yani BDP’den klonlanıp, Batı’ya ışınlanan bir emperyalist proje olduğunu; Bütün doğruların ve bu arada “doğru” sıfatıyla dayatılan bütün yanılgı ve yanlışlara yönelik eleştirilerin ve/veya itirazların küfür kabul edilmesine yönelik bir proje olduğunu çoktan ortaya koymuşlardır; “Arı Duru bir bakış” ile HDP'nin sınıfsal yönünü/eğilimini çoktan çözmüş ve dosta düşmana göstermişlerdir!

HDP’nin, tam bir alternatifsizlik atmosferinde, “alternatif” niyetine pazarlanan bir şurubun içine katılmış “alternatifsizlik zehiri” olduğunu ifade ettiğimi de hatırlıyorum!

HDP’nin, CHP yerine ikame edilmek için dizayn edilmiş ve dizaynının tamamlanması için bütün emperyalist dünya yanında, bütün yerli tekeller ve işbirlikçilerinin ve elbette zamanında PKK ve Öcalan ile kanlı bıçaklı olduklarını unutmadığımız bilumum Kürt zenginlerinin ve elbette Nabi’sinden, Marqueles’ ine kadar bütün “yetmez ama evet”çi tayfanın velhasıl, gizli açık bütün HDP muhiplerinin seferber olmuş olduklarını ve HDP baraja takılmasın diye bu eşiği eşeleyip durmakta olduklarını da söylemiştim!

Ayrıca, ABD-AB emperyalizminden, TÜSİAD’ına kadar, CHP’sinden, MHP’sine kadar, bilumum devrim kaçkını sahte sol gömlekliyi barındıran meclis dışı partilere ve devletin “yönetişim” organları olan STK’lara kadar, o sizin deccal tarif ettiğiniz devletin bekası için paralanan medya dâhil, hepsi bir olmuş, “yazık ya bu baraj çok kötü fena bişey, hadi bir el verelim, son derece demokratik, barışçıl, yani akıllı-uslu davranan HDP barajı aşsın, ama sakın ha başka kimse aşamasın, yoksa ‘süreç-müreç’ kalmaz, ABD-AB emperyalizmi de üzülür, TÜSİAD patronları da üzülür, bu yüzden baraj kesinkes kalsın ama HDP ‘ye barajı aştırarak demokrasi getirelim” der misli, tellallığın kitabını yazdılar, da demiştim!

Siz HDP muhipleri dâhil, hiç kimse, “sizin Müslümanlığınız sadece HDP için mi?” diye sormuyor; “demokrasi-demokratiklik sadece HDP için mi?” diye sormak kimsenin aklına gelmiyor, getirilmiyor demiştim; barajı aşmak için miting yapmak mı (ki en sonu onu da yapamadılar) yoksa barajı kaldırmak için kavga etmek mi demokrasinin içindedir? Sorusunu da hiç kimse sormuyor!

Sorulamaz, çünkü sorulsa, Amerikan patentli oyunu çözmeye pek fazla mesafe kalmayacaktır ve işte bütün yafta bombardımanı, bu abuk-sabuk suçlamalar, kel alaka ifadeler, hepsi ama hepsi, oyunu kralın çıplaklığında bırakacak soruların önünü kesmek içindir; Bütün doğruların ve “doğru” sıfatıyla dayatılan bütün yanılgı ve yanlışlara yönelik eleştirilerin ve/veya itirazların küfür kabul edilmense yönelik bir görüş birliğini sağlamak içindir; bu yetmezse, ne denirse densin, ne sorulursa sorulsun, bigâne kalınıyor, sessizlikle boğuluyor, demiştim!

Ayrıca, "Hiçbir gerçek, o gerçeği yansıtan değil ulusalcı, kılıcıdaroğlu bile olsa, hatta HDP bile olsa gerçekliğinden bir şey kaybetmez!" demiştim ve “HDP' nizde gözümüz yok; HDP, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin gelip gelip içine girdiği yerin ifadesidir; ama o yer, o yeriniz, o yeni yerinizdeki zifiri karanlık,HDP ile aydınlık gösterilemez”,bunu da eklemiştim!

Çünkü eninde sonunda işin içine nesnel etmenlerin karışacağını; HDP’nin deccal dediği TC ile defacto ittifak içinde olduğunu, bunu dejure ittifak kurarak göstereceğini” de eklemiştim!

“Yalan ise yalan deyin ama bulunduğunuz yeri de delikanlıca tarif edin!” diyerek “hiçbir şey diyemeyeceğinizi, sadece dediklerimizi “küfür” belletip, “ulusalcı” yollu küfür edebileceğinizi” vurgulamıştım!

Bu dediklerimi, kimisi “çarpıtma” olarak, kimisi de “HDP'ye kara çalmak için Kemalist ulusalcılardan yazılar asmak” olarak ya da “faşistlik” olarak nitelendirerek çürütmeye çalıştı!

Ve şimdi bir taraftan ulusalcı demokratları lanetlerken, diğer taraftan o lanetlediğinizi HDP’ye ve pek bir yücelterek giyindirirken pek yaman bir çelişkiyi ortaya dökmüyor musunuz?

Dediklerimi çürütmek için elinizde sağlam, gerçeklere dayanan argümanlarınız olsa idi, bu yaftalara, bu içi boş bahanelere gerek olur muydu? Bu temelde, yani bütün doğruları ve “doğru” sıfatıyla dayatılan bütün yanılgı ve yanlışlara yönelik eleştirileri ve/veya itirazları küfür kabul ettirmek üzere dizayn olmanıza gerek olur muydu?

Yani ben çok netim; HDP’nin kendi bağımsız taktiklerinin olmadığını, hatta Selocan’ın konuşma metinlerini bile başkalarının yazdığını ve haliyle bağımsız bir politika izlemesinin mümkün olmadığını, ancak ve ancak ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin politikaları ile senkronize politikalar izlemeye mahkûm bir proje partisi olduğunu ikircimsiz ve uzun uzun mektuplar döşenerek, tüm dayanaklarını göstererek ortaya koyuyorum!

Ve evet,bu anlamda HDP tutarlıdır ve köylü kurnazlığı da buradan geliyor ama bu beni ilgilendirmiyor, belki şimdi HDP’nin çatısı altına girme yarışı yapan bilumum devrim kaçkınlarını ilgilendirebilir, onlara model olabilir, övünç kaynağı da olabilir ama bu toprakların gerçek devrimcilerini ve sosyalistlerini de ve hatta Kürt halkını da, TDH’yi de ilgilendirmiyor; sosyalistleri, TDH’yi ilgilendiren, Türkiye’nin Kürt,Türk bütün ezilen ve sömürülen sınıflarının sınıfsal kurtuluşu ve elbette Kürt emekçi halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarları doğrultusundaki ulusal kurtuluşudur!

Buna karşılık komünistler, sosyalistler, ezilen ve sömürülen sınıfların, halkların ulusal ve sınıfsal kurtuluşlarının ezeli düşmanları olan ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin ve onların çıkarları doğrultusundaki politikalarla senkronize hareket eden, bu politikalara biat eden, Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını, ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin çıkarlarına tabi hale getirmenin politikasını izleyen reformist hareketlerin, hele ki gerici-dinci akımların palazlanmasına hizmet eden “özgürlük” hareketlerinin ikircimsiz karşısındadırlar!

Bunun neresini anlamadığınızı anlamak zordur ama anlamamaya mahkûm olduğunuzu görmek pek zor olmamaktadır!

Diğer yandan, daha önce de arz etmiştim, burada bilgi yarıştırmıyoruz; burada, buraya da yansıyan dışarıdaki, canlı hayattaki sınıf mücadelesinin rengi ve şiddeti çerçevesinde ideolojik tartışma yapıyoruz; pek çok zaman, hatta hemen hemen her zaman, yaptığımız ideolojik mücadele oluyor; dolayısıyla bunun için, ne kadar gerekiyorsa, o kadar cümle sarf ediyor ve gerektiği kadar tekrar yapıyoruz!

Bu yüzden çok yazmak ve çok konuşmak çok şey bilmenin ifadesi değildir elbet ama kafa karışıklığının ifadesi de değildir; olsa olsa gerçeklere karşı ısrarla sürdürülen sinsi ve şiddetli saldırı karşısında biriken şiddetin açık, net ve kararlı yansıması olabilir ancak!

Ve zaten mesele bilgi yarıştırmak olmadığına göre, çok yazmayı ve konuşmayı, son derece yoğun bir ideolojik bombardıman altında yaratılan sis bulutunun içinde kalan gerçeklere sahip çıkmanın ölçütü olarak da kabul edebiliriz!

Demek ki, gerçeklere karşı bu denli kayıtsız, bu denli saldırgan ve bu denli sinsi bir hareket içinde olmasanız, bu kadar fazla cümle kurmaya, bu kadar uzun konuşmaya gerek olmayacaktır!

Saltıkov Sçedrin’i bilir misiniz?

Saltıkov, 135 yıl önce, Rusya'da gericiliğin alabildiğine azgınlaştığı koşullarda Çar sansürünü aşmak için ve ilerici sanatsal aktivitenin bir aracı olarak kullandığı “Büyüklere Masal”ında, bu gün hepimizin bildiği ama çoğumuzun işine gelmediği bir sır misli olan gerçeklerin üzerinde tartışıp çözüm aradığımızı ama gerçeği kimsenin sahiplenmediğini, dolayısıyla herkesin kendi gerçeğine sığınarak, gerçekleri görmezden geldiğini kuşları konuşturarak anlatmıştı.

Bu masalda, kargalar toplumsal düzeni simgeleyen kuşlar dünyasının emekçileridir; en ağır vergiler onlara yüklenmiştir; kuşlar dünyasında Kartalın günlük yemeği karga yavrularıdır!

İhtiyar karga, yılların deneyimi ile bu gerçeğe karşı çıkmaya çalışır. Çevresindeki kargaları bir çözüm bulmaları için sürekli uyarır ama kimse dinlemez. Bütün gücünü toplayıp, kargaların uğradığı haksızlıkları, kuşlar dünyasının yöneticilerinden Kartala anlatmaya karar verir ve karga gerçeğini anlatır.

Kartala göre karganın anlattıklarında bilinmeyen bir şey yoktur ve şöyle cevap verir;

"Bu gerçeği, kartalından, akdoğanına, atmacasından çaylağına kadar herkes, hem de nicedir biliyor. Ama şu anda bu gerçek bizim işimize gelmiyor. O yüzden sen bu gerçeği istersen dört yol ağızlarında olanca sesinle haykır, herkese açıkla, bundan bir şey çıkmaz."

Ve sahipsiz gerçek, sahibiyle buluşunca neler yaşanacağını ise, ihtiyar kargaya, ihtiyar çaylak haber verir:

"Çevrene bir bak, her yerde düşmanlık, kavga var; hiç kimse nereye ve ne için gittiğini doğru dürüst bilmiyor... Bu nedenle de herkes kendi gerçeğini öne sürüyor. Ama bir zaman gelecek, herkes açık, belirgin bir takım sınırlar içinde rahat soluk alabilecek, bu sınırlar içinde yaşamını sürdürecek. O zaman ayrılıklar kendiliğinden kalkacak; bunun yanı sıra, şu küçük 'bireysel gerçekler' de yok olup gidecek. Herkes için bir olan, uyulması zorunlu olan 'gerçek', gerçekten ortaya çıkacak ve tüm dünya aydınlanacak. Hep birlikte, birbirimizi severek yaşayacağız. İşte böyle ihtiyar, şimdi sağlıcakla uç git ve karga soyuna; benim buna şu yalçın dağa inandığım gibi inandığımı söyle."

Bundan 135 yıl önce, İhtiyar çaylağı böyle konuşturarak Saltıkov Sçedrin, büyük insanlığı, kendi gerçeğine sahip çıkmaya ve cennet dünyasını kurmaya çağırıyordu.

Peki ya Kürt siyasetinin önde gelenleri ve pek sadık muhipleri, siz ne yapıyorsunuz?

Siz ise, bugün, 21.Yüzyılda, pek bir utanma emaresi bile göstermeden, büyük bir pişkinlikle ve göz göre göre tam tersini yapıyor ve bugünkü emperyalist kapitalizmin, zulüm ve sömürü çarkının yabancılaştırıcı etkisini dahi az bulup, laboratuar yöntemleri ile ürettiği ideolojik-psikolojik saldırı dinamiğine sahip çıkarak, insanları sürüleştirme, hatta hamamböceğine dönüştürme çabalarına yardım ediyorsunuz; insanları, burunlarını bile gıdıklayan gerçeklerden uzaklaştıracak yöntemlerle gerçeklere karşı cenk halinde, ipe sapa gelmez ama emperyalist kapitalist efendileri sevindirecek masallarla akılları bozuyor, gençleri olmayacak dualara âmin dedirtmek ama gerçeklerden kesinkes uzaklaştırmak için doğmalara hapsediyorsunuz!

Büyük insanlığı, cennet dünyasını kurmaktan, bunun imkânlarını yakalamaktan büsbütün uzaklaştırıyorsunuz; hem de bunu, son derece utanmazca ve ikiyüzlüce, merkeze “insanı” koyarak yapıyorsunuz!

Ortaçağ karanlığına karşı insanlığa "cumhuriyet"i önermek gericilik değildir amma ve lakin yapılan da bu değildir; yani işaret edilen tekellerin cumhuriyeti değildir; tam tersine, ortaya konulan, tekellerin cumhuriyetinin de, ortaçağ karanlığının da çok ilerisinde olan ve tam zıddı olan sosyalist cumhuriyettir ve bu, aynı zamanda "komün"ün ta kendisidir; ancak yıkılmaya çalışılan ve ortaçağ karanlığına oranla ileri olan, ve sosyalist cumhuriyete oranla gerici olan cumhuriyet de bu güzergâhta yer almaktadır ve bu cumhuriyetin altında kalanların, yıkım ekibine biat edenlerin, bu ekibin karşısında durmayanların, sosyalist cumhuriyeti kurma çabaları da, sosyalizm sayıklamaları da, hatta sosyalizm çağrıştıran “komün” sayıklamaları da beyhudedir!

Ayrıca, daha önce de hatırlatmıştım ki, Türkiye cumhuriyetinin yıkılması kapitalizmin yıkılması değildir; emperyalizmin yıkılması hiç değildir, mali oligarşinin yıkılması da değildir!

Ve bu olmadan, yani kapitalizm yıkılmadan, "komün" sayıklamak, ahmaklık bir yana, gericiliğin dik âlâsıdır!

Ve zaten, önerilen “komün”, bir ilkel aşiret düzenindir ki, bu gerçekliği önüne “demokratik” eki koyarak örtmek mümkün değildir!

Sorun, tamı tamına özel olarak ABD emperyalizminin, genel olarak emperyalizmin varlığındadır; emperyalizmi, yeryüzünden silmeden ne insanlık yeşerir, ne devlet olmayan devletler özgürce gelişebilir, ne de ulusal baskı ortadan kalkabilir; bu nedenle ABD emperyalizmine rağmen, sizlerin uyduruk ve ilkel bir aşiret düzeninin ifadesi olan "komün" ütopyanız, hem akıl taşıyanlar için ve hem de Kürt halkı için hiçbir anlam ifade etmez ama ABD emperyalizmi için biçilmiş kaftandır ve kozmopolitizm ideolojisi ve politikası ile pek uyumludur!

Fikret Uzun

05-Kasım-2015





Hiç yorum yok: