18 Kasım 2015 Çarşamba

EMPERYALİST KAPİTALİZMİN KUŞATMASI ALTINDAKİ DÜNYAMIZ 1



1-OSMANİZASYON İLE İSLAMİZASYON VE ELBETTE BOP-BİP-YDD SARMALINDA EMPERYALİST KAPİTALİZMİN KUŞATMASI ALTINDAKİ DÜNYAMIZ
A-EMPERYALİZM ELİ MAHSULÜ PLANLAR, PROJELER VE ABD EMPERYALİZMİNİN SUÇ ÖRGÜTLERİNİN MARİFETLERİ
Kapitalizmin ideologları ve politikacıları kapitalizmin egemen olduğu dünyayı, hala “özgür dünya” olarak tanıtırlar; buna göre, liberalizm diye de anılan Kapitalizm, modern dünya demektir. İdeal değilse bile, en azından doyurucu tek toplum modelidir bu. Bundan başkası yoktur ve olmayacaktır.
Sınaî ve mali grupların ellerinde bulunan görsel-işitsel ve yazılı belli başlı medyalara girmiş aydınlarla gazetecilerin de hep birlikte söyledikleri şarkı budur.
Özgür dünya varsa özgür olmayan dünya da vardır ve bu dünya sosyalizmin yani işçi sınıfının egemen olduğu dünyadır; bu dünya ise, henüz dünya olamadan, yine de uzun bir süre yaşadıktan sonra içinden ama içindeki “özgür dünya” kalıntılarının dahli ve dışarıdaki “özgür dünya”nın ideolojik –politik etkileri ile yıkılmıştır!
Öyleyse kapitalizmin egemen olduğu dünya neye göre özgür dünyadır, köpeksiz köyde değnek sallamanın özgürlüğü müdür bu?
Kapitalizmin erdemi, onun ekonomik verimliliğindedir; ama kimin yararına ve ne pahasına? Peki, öyleyse, kapitalizmin vitrini olan ve dünyanın geri kalanını daha çok kendilerine köleler dünyası yapmaya çalışan emperyalist ülkelerdeki gerçekleri görelim!
Sanayileşme ve işçilerin acımasız sömürülmesinden doğan 19.asırdaki büyük yayılıştan sonra, asrın son on yılları boyunca hızlanan hareket, büyük tarım işletmeleri tarafından yutulan küçük köylülüğün hemen hemen yok olmasına yol açmıştır. Bunun sonucu, kirlenme, manzara tahribi ve ürün kalitesinin bozulmasıydı. (hem de tarım her zaman desteklendiği için bu, vergi mükelleflerinin sırtına yüklenmişti). Bu hareket aynı şekilde, özellikle gıda konusunda, küçük ticaretin, büyük dağıtım şirketleri ve süpermarketler yararına hemen hemen yok olmasına, önce ulusal sonra da, kimileyin devletlerin hazinelerinden daha büyük hazinelere sahip olacak ve güçlerini pekiştirmek için, örneğin Devletlerüstü Çokuluslu Yatırım Anlaşması gibi önlemler alarak yasa yapacak (ya da yaptıracak) boyutlara kavuşan uluslar arası büyük firmalar halinde yoğunlaşmasına yol açtı; örnek olsun, United Fruit ( Şirketin şimdiki ismi Chiquita Brands International) birçok Latin Amerika devletinde patrondur.
1871 yılında ABD’li demiryolu şirketi sahibi Henry Meiggs, Kosta Rika hükümetiyle bir demiryolu inşa anlaşması imzalar. Buna göre başkent San Jose ile sahildeki Limon kenti arasında demiryolu yapılacaktır. Meiggs’e projede genç yeğeni Minor Keith yardımcı olmaktadır. Amcasının 1877 yılında ölmesiyle Keith projenin başına geçer. Keith demiryolu inşaatında çalışan işçilere düşük maliyetli bir yiyecek arayışında olduğu için inşa etmekte olduğu demiryolu hattı boyunca muz yetiştirmeye başlar. Hat tamamlanınca muz çiftliğini ülkesine taşımaya karar verir. Muz yetiştiriciliğinin kârlılığını gören Keith muz ticaretine girer.
Zamanla büyüyen Keith’in muz ticaret işletmesi ile Andrew Preston’ın Boston Fruit Şirketinin birleşmesiyle 1899 yılında United Fruit doğar. 20.yüzyılda şirket büyüyecek ve Orta Amerika ve Karayiplerde, özellikle de Kolombia, Ekvador ve Karayiplerde büyük çiftlikleri kontrol eder duruma gelmiştir. Standard Fruit Şirketiyle rekabet halinde olsa da dünya çapında bir tekel olacaktır. Şirketin Guatemala’daki etkisi o kadar büyüktür ki hükümet 1901 yılında ülkenin posta hizmetlerini idare etme yetkisini United Fruit şirketine verecektir. 1930 yılına gelindiğinde şirket 20 tane rakip şirketi yutmuş, 215 milyon dolarlık sermayesiyle Orta Amerika’daki en büyük şirket haline gelmiştir.
United Fruit sürekli olarak çıkar sağlamak amacıyla çeşitli ülke hükümet yetkililerine rüşvet vermek, işçilerini sömürmek, vergi vermeyerek faaliyet gösterdiği ülkeye yatırım yapmamakla eleştirilmektedir. Ayrıca tekelci yapı kurmakla itham edilmektedir.
Şirket, Latin Amerikalı gazeteciler tarafından “ahtapot” olarak adlandırılmakta ve bölgedeki sol partiler sürekli olarak şirket işçilerini grev yapmak için teşvik etmektedir. Şirketin bölge ülkeleri üzerindeki egemen yapısı, Latin Amerika’daki komünist partiler tarafından, Lenin tarafından formüle edilen Emperyalizmin doğrudan yansıması olarak tanımlanmaktadır. Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlığından yana tavır alan önde gelen yazarlar olan Carlos Luis Fallas (Kosta Rika) Ramon Amaya Amador (Honduras), Miguel Angel Asturias (Guatemala), Eduardo Galeano (Uruguay), Gabrial Garcia Marquez (Kolombiya) ve Pablo Neruda (Şili) eserlerinde şirketi eleştireceklerdir.
1954 yılında Guatemala’daki seçim yoluyla iktidara gelmiş olan Albay Jacobo Arbenz Guzman hükümeti, ülkeyi Honduras’dan işgal eden ABD destekli Albay Carlos Castillo Armas tarafından devrilir.
ABD Başkanı Dwight Eisenhower tarafından onaylanan harekât için Armas’ın askerleri CIA tarafından silahlandırılmış, eğitilmiş ve desteklenmiştir. Darbeden önce Guatemala’da faaliyet gösteren United Fruit Company yöneticileri ABD’deki Truman ve Eisenhower yönetimlerini uyararak başa gelen Arbenz’in Guatemala’yı Sovyetler Birliğine yaklaştıracaklarını iddia etmişlerdir. Arbenz’in solcu olmasının yanı sıra hükümetin almak üzere ilan ettiği toprak reformu kararı da United Fruit şirketini olumsuz yönde etkileyecektir.
Guatemala’daki en büyük şirket olan United Fruit toprak reformunun hayata geçirilmesi halinde topraklarının %40’ını kaybedecektir. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, anti-komünist bir kişiydi ve sahibi olduğu Sullivan & Cromwell Avukatlık Bürosu aracılığıyla United Fruit ile ilişkideydi. Kardeş Allen Dulles ise CIA şefiydi ve United Fruit yönetim kurulundaydı. Bunun gibi ABD dış siyasetinde etki sahibi çok sayıda yetkili 1950’li yıllarda United Fruit ile bir şekilde ilişki halindeydi. Ancak darbe şirkete yarar sağlamadı.
Hisselerinin değeri düşüşe geçti, Eisenhower yönetimi tarafından başlatılan anti-tröst yasaları da şirketi etkileyecektir. Şirket Guatemala’daki son işlerini de 1972 yılında tasfiye edecektir.
Şirketin Küba’daki yatırımları, özellikle Oriente bölgesindeki şeker değirmenleri 1959 yılında gerçekleşen Küba Devrimi sonrasında ulusallaştırılacak ve Fidel Castro yönetimi bu işletmelere el koyacaktır. 1960 yılı Nisan ayına gelindiğinde Castro, United Fruit şirketini Kübalı muhaliflere destek vermek ve adaya bir işgal planlamakla suçlayacaktır. Castro, ABD’yi “Küba, Guatemala olmayacaktır” diyerek uyarmasına rağmen, ABD destekli Kübalı sürgünler 1961 Nisan ayında Domuzlar Körfezi Çıkarması ile Küba’ya çıkacaklar ancak başarısız olacaklardır. Şirket ek konulan mal varlığına dair Küba hükümetinden zararlarını tazmin edemeyecektir.
Latin Amerika bölgesinde United Fruit işçilerinin en ses getiren eylemi 12 Kasım 1928 tarihinde yaşanır. Onbinlerce işçi işi bırakacaktır. 6 Aralık günü grevci işçilere saldıran General Cortes Vargas komutasındaki ordu birlikleri yüzlerce işçinin ölmesine sebep olacaktır. Ordu birlikleri alınan ateş etme kararını işçilerin arasında komünistler olduğunu iddia ederek savunacaktır. Kolombiyalı milletvekili Jorge Eliecer Gaitan, askerlerin United Fruit şirketinin talimatıyla ateş açtıklarını iddia edecektir. Olay büyüyerek bir skandal halini alacak ve 1930 yılında devlet başkanı Miguel Abadia Mendez’in Muhafazakâr Partisinin 44 yıllık hükümetinin sona ermesine yol açacaktır.
General Vargas, olaylardan sonra yaptığı açıklamada işçilere ateş etme emrini verirken, şirketin ABD’li personelini koruma bahanesiyle bir ABD askeri çıkarmasını engellemeyi düşündüğünü söyleyecek; buna karşılık Meclis’de konuşan milletvekili Gaitan ise aynı kurşunların yabancı işgalciye karşı da kullanılabileceğini söyleyecektir. Olaydan sonra ABD Bogota Elçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığına çekilen 29 Aralık 1928 tarihli telgraf olayda ABD’nin ve United Fruit şirketinin rolünü aydınlatmaktadır:
“Gururla belirtirim ki United Fruit şirketinin yetkilisinden aldığım bilgiye göre son olaylarda Kolombiya Ordusunca öldürülen grevci işçilerin sayısı beş ila altı yüz civarındayken sadece bir asker hayatını kaybetmiştir.”
Olaylar, daha sonraları La Violencia olarak adlandırılacak iç savaş döneminin ilk adımı olarak gösterilir.
2007 yılında, United Fruit’in mirasçısı Chiquita Brands muz şirketi yedi yıl boyunca Kolombiyalı paramiliterleri finanse ettiğini ve bu yüzden bir ceza ödemeyi kabul etti. 2007 yılında Chiquita’nın sağ görüşlü bir örgüt olan Kolombiya’nın Birleşik Savunma Güçleri’ne, ülkenin muz yetiştirilen istikrarsız bölgelerinde kendilerine koruma sağlamaları karşılığında 1,7 milyon dolar ödediği ortaya çıktı. Örgüt, muz yetiştirilen toprakları ele geçirdi ve çok sayıda insan hakları savunucusu ile sendika mensubunu öldürdü. Daha sonra, şirketin 1989-1997 yılları arasında iki sol görüşlü örgüte, Ulusal Özgürlük Ordusu ve Devrimci Silahlı Kuvvetler’e de benzer ödemeler yaptığı ortaya çıktı. Bahsi geçen üç örgüt de Amerika’nın Yabancı Terör Örgütleri listesinde yer alıyor.
Avrupa’da bugünün verileriyle 30 milyona yakın işsiz vardır. Bu sayı, ABD’de 20 milyona yaklaşmıştır; işte kapitalizmin bilançosu budur!
Kapitalizmin cenneti olarak anılan ABD’de, nüfusun %10’u yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır; bunların çoğunluğunu da Siyahlar oluşturmaktadır.
Dünyada ABD’nin üstünlüğü, onun yaşam biçiminin ve kültürünün emperyalist ve tekbiçimleştirici yayılması, sadece köle ruhluları hoşnut edebilir. Buna tepki göstermek için politik irade gerekmektedir!
Kapitalizm, sanayide ya da hizmetlerde üretken yatırımları kolaylaştırmak için bunları kısa vadeli mali ve spekülatif yatırımlara karşı rekabetçi kılmak ister.
Peki, nasıl olacaktır bu iş? Bu sonuncuları vergilendirerek mi? Tabii ki değil ve elbette ücretleri ve toplumsal yükümlülükleri düşürerek yapacaktır!
Artık ABD’nin efendisi değil de kölesi olan Büyük Britanya bile çocukları çoktandır çalıştırmaktadır.
Rekabetin cehennemi döngüsüne kapılan Üçüncü Dünya, yine maliyetleri düşürmek için insanlarını biraz daha sefalete gömmek zorunda kalacak, sonra sıra yeniden Batı’ya gelecektir; bütün dünya, çoğu Amerikalı birkaç uluslarüstü şirketin ellerine geçesiye ve artık bir teknisyenler eliti dışında emekçilere hemen hemen gereksinim kalmayasıya kadar… O zaman kapitalizm için sorun, bu elitin ve hissedarlarının ötesinde tüketiciler bulmak ve sefaletten doğan “suçluluğu” durdurmak olacaktır… Bu sefalete karşı yükselecek tepkilerin boyutlarının ihtimali ise ayrı ve belki daha önemli bir sorun olacaktır.
Sömürgecilik ve yeni sömürgeciliğin 150 yıllık yıkımları hesapsızdır; ona yüklenebilecek milyonlarca ölü de rakama vurulamaz. Tüm büyük Avrupa ülkeleri ve ABD suçludur. Kölelik, acımasız baskı, işkence, el koyma, Batılı, Amerikalı ya da uluslarötesi büyük şirketlerce ya da bunların yerli adamlarınca toprak ve doğal kaynak hırsızlığı, ülke kurma ya da yapay biçimde bölme, diktatörlükler dayatma, geleneksel gıda maddeleri tarımı yerine tek cins ürün tarımı, atalardan kalma yaşam biçimi ve kültürlerin tahribi, ormansızlaştırma ve çölleştirme, çevresel yıkımlar, kıtlık, insanları işsizlik ve sefaletin beklediği büyük kentlere sürgün.
İşte Üçüncü Dünyaya dayatılan ve yaşatılan kader budur!
Emperyalizm, kapitalist üretim biçiminin sömürü alanlarını genişletme ve yayılmacılığının sonucu olarak, kapitalist üretim ilişkilerinin en çok geliştiği ülke sermayelerinin, geri bıraktırılmış ülkeler üzerinden toplumları sömürmesi ile biçimlenmiş bir olgudur.
Bu sömürüyü daha da artırmak ve daha da merkezileştirmek ve de merkezileştirirken liberalize etmek üzere sanayi ve ticaretin gelişmesini yoluna koymak için uluslar arası topluluğu donatan kuruluşlar, bütünüyle emperyalist kapitalizmin ellerinde ve hizmetindedir.
Dünya Ticaret Örgütü (WTO),Uluslararası para Fonu(İMF), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması(NAFTA),Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği ( APEC), Avrupa Birliği(AB), Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması ( GATT) ve en sonu, GATT ile birlikte tohumları atılarak eklenen ulusötesi sermayenin kendi yarattığı ya da kurduğu “sanal devlete anayasa” oluşturma çabası olan Çoktaraflı Yatırım Anlaşması (MAİ-Multilateral Agreement on İnvestment), 1975’te kurulan Uluslararası hükümetler formu (G8), 1999 yılında resmen ilan edilen 20 Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı Grubu-Group of 20 (G20)
Bu kuruluşlar, sadece Üçüncü Dünya ülkelerini borçlandırmaya ve onlara liberal inancı dayatmaya hizmet etmişlerdir. Yerel ölçekte olağanüstü servetlerin toplanmasına izin vermişlerse de, halkların ancak sefaletini artırmışlardır.
Eğitim, sağlık, çevre, kültür, yardımlaşma ile ilgili temel hizmetler ise kar getirmedikleri ve özel sektörü ilgilendirmedikleri için, ancak liberalizm tarafından bütün gücünü ve tüm olanaklarını ellerinden alınmak istenen devletler ya da belediyelerce verilebildiği için sağlanmayacak ya da sağlanamayacaktır.
Ve artık buna ilaveten, bu işi dolaysız kotarmak üzere, sadece Üçüncü Dünya ülkelerini değil topyekün bütün dünya ülkelerini az sayıdaki ve devasa büyüklükteki uluslaraötesi şirketlerin bizzat, açık bir şekilde, dolaysız olarak yetkili olacakları bir dünya devleti misli şirketin ya da tersi de olabilir, dünya şirketi misli devletin iştirakleri olarak dönüştürmenin mekanizmaları olarak işlev görmektedirler!
MAİ’ nin, emperyalist kapitalizmin en yeni doktrini olan Yeni Dünya Düzeni yönelişi içindeki küresel sermayenin ulus-devletleri dönüştürme ameliyesinde son derece önemli ve belirleyici bir anlaşmanın adı olduğu anlaşılmaktadır!
Şimdiye kadar tanımlanan emperyalist ilişkide çok uluslu sermayenin, insan ve doğa sömürüsü sürecinde artık bir devlete bağlılığı ve denetimi kabul etmeyen bir noktaya geldiğini biliyoruz ve milliyet özelliğini aşarak, devlet erkini de artık açık bir biçimde, dolaysız olarak kendisinin kullanmak istediği de, özellikle mevcut ulus- devletlere Çok taraflı Yatırım Anlaşması(MAİ)’ nin dayatılması ile kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bunun anlamı, uluslarötesi sermayenin, ulus-devlet kimliği üzerinde bir yetki talep ediyor olmasıdır; ulus ötesi sermayenin amacı, ulus devletleri yalnızca sermayenin koruma örgütü olarak yapılandırmak oluyor.
Bütün bunlar ise, emperyalist kapitalizmin ve elbette uluslarötesi sermayenin, devletten vazgeçmediğini, daha doğrusu çokuluslu şirketlerin ihtiyacına cevap verecek türde bir ulus-devletten vazgeçmediğini ama buna engel olacak türde olan ulus-devlet yapısından kurtulmak istediğini ve dünyaya dayattığı Yenidünya Düzeni için ve elbette emperyalizmin ta kendisi demek olan uluslarötesi şirketler için ve de bir dünya devleti için bütün devletleri bir şirketin iştirakleri misli kendisine bağlamak için hazırlamaya çalıştığını göstermektedir!
Çoktaraflı Yatırım Anlaşması (MAİ)’nın en önemli hükümlerinden biri, ulus devletlerin, zarara uğrayan ulus ötesi şirketlerce dava edilebileceğini ve bu davaların yine “Uluslararası Tahkim Kurullarında” görüleceğini, dava sonucunda ulus ötesi şirketlerin devletlerden tazminat alabileceklerini öngörmektedir. Ancak devletlerin ya da yurttaşların ulus ötesi şirketlere karşı uluslar arası tahkimde dava açma hakkı da yoktur.
MAİ müzakere Metninde yer alan uluslar arası tahkim iki ana başlıkta toplanmıştır.
Birincisi “Devletten Devlete” İşleyen Tahkim mekanizması; ikincisi de “Yatırımcıdan Devlete” doğru işleyen tahkim mekanizmasıdır. Bu yeni uygulama temel olarak, yabancı yatırımcının ulusal hukuku kabul etmemesi olarak açıklanabilir.
Uluslararası Tahkimin kısaca işleyişi şöyledir;
MAİ anlaşma metninde, Dünya Bankasının tahkim kurumu Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözüm Merkezi (International Centre for Settlement of Investment Disputes-ICSID), uyuşmazlıkların çözüm merkezi olarak kabul edilmiştir. Yatırımcıya MAİ anlaşması hükümlerinden herhangi birinin ulus devlet tarafından ihlal edildiği iddiası ile ICSID’ da dava açabilme hakkı verilmiştir. Bu davalara temel olarak ulus devletin MAİ anlaşması hükümlerine uyup uymamasına bakılır. Evrensel ve Ulusal Hukuklarda yer alan İnsan, Emek ve Çevre hakları gibi hiçbir konu dikkate alınmaz. Uluslar arası Tahkimde mevcut ICSID hükümleri ve Dünya Bankası Ticaret ve Yatırım uzmanları listesinde Hukukçu bulunmaz ve davaları Hukukçu olmayan kişiler karar bağlar.
Merkezi Washington’da bulunan Dünya Bankası Grubu, birbiriyle yakından bağlantılı beş kuruluştan oluşmaktadır.
Bu kuruluşlar, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD), Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA), Uluslararası Finans Kurumu (IFC), Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (MIGA) ve Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Çözüm Merkezi’dir (ICSID). Dünya Bankası Grubu’nu oluşturan bu alt kuruluşların ortak amacı, üstlendikleri işlev doğrultusunda, gelişmekte olan ülkelerde yoksullukla savaşım ve yaşam standartlarının geliştirilmesine katkı yapmaktır.
Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözüm Merkezi (ICSID), bu kuruluşlar arasında ayırıcı bir özelliğe sahiptir. Bu özel konum, ICSID’ın uluslararası yatırım akışının korunabilmesi için hükümetlerle yabancı özel yatırımcılar arasındaki anlaşmazlıklarda doğrudan başvuru yapılabilecek, arabuluculuk ve tahkim imkânları sunan bir oluşum teşkil etmesinden kaynaklanmaktadır. Buradaki temel düşünce, anlaşmazlık durumunda başvurulabilecek tarafsız ve güvenilir bir kurum aracılığıyla, küresel yatırım ortamının pürüzsüz işlemesine, sorunların süratle ve suhuletle ortadan kaldırılabilmesine ve uluslararası yatırım akışında artış sağlanmasına katkıda bulunmaktır.
Esasen Dünya Bankası, geçmişte belirli dönemlerde hükümetler ve özel yatırımcılar arasındaki yatırım anlaşmazlıklarının çözümünde arabuluculuk rolü üstlenmekte ve bazılarında çözüm sağlamaya muvaffak olabilmekteydi. Ancak bu yöndeki çalışmalar, kendi görev alanı gayet kapsamlı olan Dünya Bankası’nın Başkanı ve çalışanları açısından ağır bir ek yük yaratmaktaydı. Dolayısıyla, bu konuya zaman ve enerji ayırabilecek uzman bir kuruluşun varlığına ihtiyaç duyulmaktaydı. İşte ICSID bu ihtiyaca cevap vermek üzere, 14 Ekim 1966 yılında yürürlüğe giren “Devletler ve Diğer Devletlerin Uyrukları arasındaki Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözümü için Sözleşme” (Convention on the Settlement of Investment Disputes Between States and Nationals of Other States) esasları çerçevesinde kurulmuştur. Anılan sözleşme, Washington Sözleşmesi olarak da bilinmektedir.
25 Ocak 2006 tarihi itibarıyla Sözleşme’yi imzalayan ülke sayısı 155’tir. Sözleşme, halen bu 155 ülkeden 143’ü tarafından onaylanmış durumdadır.
ICSID, 1978 yılından bu yana, Sekretarya’nın Sözleşme’nin dışında kalan ülke ve bireyler arasındaki belirli davalara da bakmasını sağlayacak ek bir kurallar bütünü kabul etmiştir (Additional Facility Rules-AFR). AFR, son olarak Yönetim Konseyi’nin aldığı kararlar doğrultusunda yenilenmiş ve gözden geçirilmiş hali 10 Nisan 2006 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.
AFR çerçevesinde, anlaşmazlığın tarafı olan hükümetin temsil ettiği veya bireyin vatandaşı olduğu ülkenin Sözleşme’ye taraf olmaması halinde dahi, ICSID’ın uzlaştırma ve tahkim konusunda rol üstlenebilmesi mümkün olabilmektedir. ICSID ayrıca, münhasıran yatırım alanına ilişkin olmayan, öte yandan sıradan bir ticari işlem teşkil etmediğine dair ayırıcı özellikleri bulunan akitlerden doğan anlaşmazlıkların çözümüne de katkıda bulunabilmektedir. ICSID, AFR çerçevesinde, Sözleşme’de öngörülmeyen ve yalnızca tespit (fact finding) görevini ifa ettiği bir uygulamaya da sahiptir. ICSID tarafından yapılan bir tespit çalışmasının sonuçları, arzu eden devlet veya yabancı ülke vatandaşı tarafından yürütülebilecek bir araştırma için başvuru kaynağı teşkil edebilmektedir.
Öte yandan ICSID Genel Sekreteri, kurumsal olmayan (ad hoc) tahkim davalarına hakem atamayı da kabul edebilmektedir. Bu durum daha ziyade, ad hoc davalar için özel olarak tasarlanmış Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu (UNCITRAL) Hakemlik Kuralları çerçevesinde gerçekleşmektedir.
Günümüzde ICSID tahkim müessesesine, üye ülkelerin hükümetleri ve diğer üye ülkelerin vatandaşı olan yatırımcıların akdettikleri yatırım sözleşmelerinde sıkça atıf yapıldığı gözlenmektedir. Hükümetlerin yatırım uyuşmazlıklarının ICSID’e götürülmesi konusunda daha ileri taahhütler altına girebildikleri de görülmektedir. Bu çerçevede, ICSID tahkim müessesesine yirmi civarında yatırım hukuku düzenlemesinde ve 900’ün üzerinde ikili yatırım anlaşmasında yer verilmiştir. ICSID, son olarak imzalanan dört çok taraflı ticaret ve yatırım antlaşmasında da, uyuşmazlıkların çözümü için ana mekanizmalardan biri olarak ön plana çıkmaktadır. Bu anlaşmalar; Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması, Enerji Şartı Antlaşması, Kartaca Serbest Ticaret Antlaşması ve Köln Mercosur Yatırım Protokolü’dür.
Türkiye, ICSID Konvansiyonunu 24 Haziran 1987 tarihinde imzalamıştır. Konvansiyon, ülkemizde 2 Nisan 1989 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bugüne kadar, ICSID’in önüne ülkemizle veya Türk şirketleriyle ilgili 8 dava gelmiş bulunmaktadır. Bu davalardan hâlihazırda yalnızca bir tanesi (Motorola Credit Corporation, Inc. v. Republic of Turkey -Case No. ARB/04/21-) sonuca bağlanmıştır. Diğer 7 dava ise devam etmektedir.
Ulus devletlerin kendi düzen ve varlığını korumaya yönelik önlemler alması, yeni yasalar çıkarması ya da mevcut yasalarda değişiklik yapmak istemesi halinde, eğer bu girişimler Ulus ötesi şirketlerin çıkarlarını olumsuz etkileyecek olursa ya da ileride etkileme ihtimali varsa “kamulaştırma ya da kamulaştırma doğurabilecek sonuçolarak kabul edilecek ve konu Uluslar arası Tahkime götürülebilecek ve “Ulus Devletler hem geri adım atmak zorunda kalacak hem de şirketlerce belirlenecek tazminatı ödemeye mahkûm edileceklerdir.”
Kapitalizmin genişleme ve gelişme yolları nelerdir?
Savaş,(ya da mafya örneği koruma),bastırma, soygun, sömürü, tefecilik, rüşvet, propaganda.
Batının çıkarlarını gözetmeyen dik başlı ülkelere karşı savaş.
Vaktiyle Afrika ve Asya’da, İngiltere ve Fransa’nın ellerindeki çiftlik (Hindistan, Madagaskar, Çinhindi ve Cezayir’de sömürgeciliğin son sıçrayışları milyonların ölümüne yol açmıştır), bugün dünyaya yön verme iddiasında olan toplumun, yani ABD’nin elindedir.
ABD bu nedenle başkalarına yasakladığı aşırı silahlanma politikasını uygulamaktan geri durmamıştır. Bu emperyalizmin, Latin Amerika’da ve özellikle Orta Amerika’da (Nikaragua, Guatemala, Salvador, Honduras, Grenada), Asya’da, Vietnam, Endonezya, Timor, Körfez Savaşı, vb.de Amerika Birleşik Devletlerin doğrudan ya da dolaylı müdahalelerini gördük.
Savaş sadece silahlarla yapılmaz, görülmemiş biçimler alabilir; örneğin ABD, komünizme karşı mücadele etmek için Kore’de Moon mezhebine, savaş sonrası İtalya’sında faşistlere yardım etmekte, Müslüman Kardeşler ya da Talibanlar gibi İslamcı köktencileri silahlandırmak ya da paraca desteklemekte duraksamamıştır. Savaş dik başlı devletlere karşı (Küba, Libya, Irak) ambargo biçimini de alabilir. Ve ne yazık ki halklar için çok kıyıcıdır bu ambargolar (Irak’ da milyonlarca insan ölmüştür).
Soygun, güç kullanmanın açık bir nedenidir. İçinde oturulmakta olan bir ev soyulmak istenirse bir silaha sahip olmak gerekir.
Kapitalizmin davranışları mafyanın kine benzer; mafyanın kapitalizmin gübreli toprağında bu kadar bol yetişmesinin nedeni kuşkusuz budur.
Kapitalizm, mafya gibi, ülkelerinin Amerikalı ve uluslarüstü büyük şirketlerce sömürülmesine utanmadan izin veren uysal yöneticileri korur. Onları yerlerinde tutamadığı zaman da girişimlerin mallarını korumakta demokratlardan daha etkili olan diktatörlükleri destekler.
Onun silahları, demokrasi ya da diktatörlük, alışveriş ya da gangsterlik, tehdit ya da cinayet ayırt etmez. Bu bakımdan CIA, dünya çapında en büyük suç örgütüdür.
Tefecilik kapitalizmin en çok kullandığı başka bir mafya yöntemidir; mafya nasıl borcunu asla ödeyemeyecek tüccarı borçlandırıp sonunda onu dükkânından (ya da hayatından) ediyorsa, ülkeler de genellikle yapay olarak yatırıma kışkırtılıyor, dik başlı devletlere karşı mücadelede yardım etsinler diye onlara silah satılıyor, bunların biriken borç faizlerini sonsuza dek ödemeleri gerektiğinden onların ekonomilerine egemen olunuyor.
Kapitalizmde baskı, sömürü ve rüşvet atbaşı gidiyor; eskiden yasal olan, şimdi inkâr edilen, ama işletmelerde sürekli uygulanan sendika karşıtı baskılar, göz açtırmayan denetim, patronların cezalandırma milisleri, patronlar tarafından kurulan sendikalar ve her türlü köklü işçi itirazına karşı baskı; sömürme olanağının bedeli budur.
Ve Marx’tan bu yana biliyoruz ki, emeğin sömürülmesi kapitalizmin motorudur. Batı ekonomileri, Üçüncü Dünyada en kötü sömürü biçiminden yararlanırlar; kölelik, kendi ülkelerinde ise kaçak göçmenlerin köle gibi kullanılması
Rüşvet kapitalizmin doğasında var; çokuluslu şirketler, ahtapot vantuzlarıyla her türlü direnişini kırdıkları tüm kamu ve özel sektör yetkilileri üzerinde böylesi nüfuz ya da böylesi mali ve siyasi baskılardan yararlanırlar.
Kapitalizm kendi ilkelerini zorla kabul ettirmek ve aşırı silahlanmayı, suçlarını ve kanlı cinayetlerini haklı göstermek için, hep şu yüce ülkülere başvurur; demokrasiyi ve özgürlüğü savunma, ”komünist” diktatörlüğe karşı mücadele; aslında hep varlıklı bir sınıfın çıkarlarını savunduğu, hammaddeleri ele geçirmek, petrol üretimini dilediği gibi yönetmek ya da stratejik bölgeleri denetlemek istediği halde Batı’nın değerlerini savunma. Bu propaganda, ekonomik ve politik yöneticiler, köle bir basın ve medya tarafından yapılır.
Liberalizm yandaşlarının, ABD pohpohçuları, Vietnam’ın yıkımına, Endonezya soykırımına, Latin Amerika’da liberalizm adına işlenen canavarlıklara karşı, tarihin en kanlı darbelerinden biri olan Pinochet’ nin darbesine yapılan Amerikan yardımına karşı seslerini yükselttiklerini henüz kimse duymamıştır, bundan sonra da duyulmayacağı muhakkaktır; Liberalizm yandaşlarının öfkeleri seçmecedir; Solidarnosc’a evet, DİSK’e hayır; Budapeşte’ye evet, Cezayir’e hayır; Prag’a evet, Santiago’ya hayır; Afganistan’a evet, Timor’a hayır; komünistler ya da sadece iktidarı halka vermek, yoksulları savunmak isteyenler öldürülürken öfkelendikleri görülmemiştir. Suç ortaklıkları ya da suskunluklarından ötürü özür diledikleri de duyulmamıştır.
Devam edecek. Kasım 2015 F.U.

Hiç yorum yok: