UFUK URAS SOL İÇİNDEKİ HİÇBİR ZAMAN
SOL OLMAMIŞ BİR TRUVA ATIDIR
Daha önce AKSEYMEN’e de yazmıştım, bu
gün ve hatta çok uzun zamandır, Türkiye'de en büyük sektör solu bırakan ama sol
alanları bırakmayanlardan oluşmaktadır.
Bu, solun içinde cirit atan gizli sağ demektir; onları solda görmek demek, sol
alanları bataklığa teslim etmek ya da bataklık haline getirmek demektir!
Dün ÖDP bu sektöre, öncesi de var ama Ufuk Uras’ın başkanlığında çok güzel
yataklık yapıyordu ve şimdi sırada HDP var, hepsi budur ve bunu anlamak o kadar
zor değildir!
Bunlar manyak mı ki, sol olmadıkları halde sol alanlarda dolaşsınlar diye
soranlar olmuştur, siz de sorabilirsiniz ama cevabı basittir; manyak değiller
ama sol hâlâ en büyük onur olduğu için, solu bırakanların çoğu sol alanlardan
ayrılmıyorlar; üstelik solda görünmek solcu olmanın risklerini taşımıyor ve en
önemlisi birçok çıkarı beraberinde getiriyor.
Ve 12 Eylül rejiminin kendisini toparlar toparlamaz yaptığı en başarılı
işlerden biri budur; yani solu bırakanlara, solda görünmeyi özendirip
durmuştur!
Havuç-sopa taktiğini artık herkes biliyor ve artık bu da aşılmıştır, sola bütün
kapılar, bütün sığınaklar kapatılıp, tek bir kapı, devlet kapısı açık
bırakılınca, kimseyi teşvik etmeye gerek kalmıyor, devlet kapısında ikbal gören
sol kaçkınları, bu kapıdan girip kendini kanıtlayarak, solda görünmeye ve
çıkarlarından yararlanmaya hak kazanıyor!
Ertuğrul Kürkçü ÖDP'de iken ÖDP, pek mi devrimci olmuştur? Ya da Ufuk Uras,
DTP’ den saylav olunca, DTP sosyalist mi olmuştur?
Hayır, ne Kürkçü ÖDP’yi çok devrimci yapmıştır, ne de Ufuk ÖDP'yi ve DTP’ yi
sosyalist yapmıştır; fakat daha önce edindikleri etiketler ile iki partinin de
solda görünmesini kolaylaştırılmışlardır; daha doğrusu, bu iki figür ile her
iki “parti”nin de Türkiye solunun ve sosyalist hareketinin bütün mevzi ve
kalelerini devlet’e ve Devlet Partisi’ne teslim etmek ve Kürt yükselişinin
önünü kesmek için kotarılan bir devlet projesi olduğunun üzeri “sol” bir renkle
örtülmeye çalışılmıştır; sonuçta Kürt yükselişinin nerelere kadar düştüğü bugün
ortadadır; hepsi bu!
ÖDP’nin ve Ufuk Uras’ın ne olduğunu ise, şimdi değil, en tam zamanında ortaya
koyanlar gene bu toprakların gerçek devrimcileri olmuştur ve bu gün HDP ye
katılmadığı için, ÖDP’ye tımar vermek için tehdit edenler, o gün ne biçim
konuşuyoruz diye bizi tehdit ediyorlardı! Oysa birbirlerinden habersiz,
bazıları ki en çok Öcalan’dır, bütün suçları ÖDP’nin bileşeni olan Dev yol’un
üzerine bırakarak kendilerini zemzem suyu ile yıkamış oluyorlardı!
Üstüne de belki hasan cemalden bile daha fazla devlet durumu içinde olan Ufuk
Uras’ı Kürtlerin milletvekili yaparak kurnazlık yaptıklarını sanıyorlardı.
Bunları niye hatırlattığıma gelince: Bazıları, “Nerede yazdığı değil, ne
yazdığı önemli… Ufuk Uras ve benzerlerinin (liberal sol) sol tandanslı bir
gazete yerine AKP yandaşı bir gazetede yazması bize yarar sağlar…” buyurmuşlar!
Ben de, Ufuk Uras’ın artık sol içinde Truva Atı olma imkânını kaybetmiş olduğu
için sol alanları bırakıp sağ alanda yerini almış olduğunu ve daha önemlisi,
sol alanlarda sağın bir Truva Atı olan Uras’ın, sağ alanlarda solun Truva Atı
olamayacak denli sağda olduğunu ve artık ait olduğu yere döndüğünü hatırlatmak
istedim!
BORGA’nın inceden ve Ufuk Uras’ın yazdığı yer üzerinden Marx ve Engels’e
nefretini kusmasına ise girmiyorum, başka türlü bir akıl bozma işidir ve
herhalde en çok BORGA’nın üzerine yüklenmiş bir iştir; cehalet değil, en ince
burjuva işidir!
Doğru, Marx, Feuerbach’ın Hıristiyanlığın Özü’ nün büyük bir entelektüel rüzgâr
estirdiği bir zamanda, Köln’de yayınlanan Rheinische Zeitung Gazetesinin yazı
işleri müdürüdür; bu gazete radikal burjuva dünya görüşüne sahiptir. Bu
zamanda, komünizm, bazen sosyalizm, bazen de komünizm etiketiyle bilinmekte ve
Fransa’da sosyalist ve komünist hareketler, Almanca yayınlanmaya başlamış olsa
da Marx burada sadece bir demokrattır. Sözü edilen tarih,1842-43 yıllarıdır.
Ancak buradan hareketle, bir bilim adamı olan ve egemen sınıfların hâlâ korkulu
rüyası olan bir teorinin kurucusu olan Marx ile en başından devletin sadık bir
aktörü olan Ufuk Uras arasında korelâsyon kurmak, cehaletten öte, kötü niyetin
ve bir burjuva işin yansımasından başka şey değildir!
Marx, o sırada komünizm üzerinde söz söylemeyi bir tür heveskârlık ya da acemi
işi, ”dilettantism” sayıyor ve öte yandan da, önceki çalışmalarının “Fransız
teorilerinin içeriği üzerinde bir görüş açıklamaya “ imkân vermediğini ileri
sürüyor.
İlk olgun çalışması saydığı A contribution to the Critique of Political
Economy( Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı)nın önsözünde, şöyle
yazıyor:“Benim uzmanlaşmış çalışmalarımın konusu, felsefe ile tarih yanında
ikincil bir bilgi kolu saymış olmama karşın, hukuktu. 1842-43'te Rheinische
Zeitung'un başyazarı olarak, ilk defa, maddi çıkarlar denen şey üzerine
yazı yazmak gibi zor bir yükümlülükle karşılaştım…
Öte yandan, "öne geçme" yolunda iyi niyetin sık sık bilginin yerini
aldığı o dönemde, Rheinische Zeitung'da, Fransız felsefesine, sosyalizmine ve
komünizmine hafif çalan bir yankı duyulmaktaydı. Ben, bu acemi işine karşı çıktım,
ama aynı zamanda, Allgemeine Augsburger Zeitung ile
giriştiğim bir tartışmada, o zamana kadar yapmış olduğum incelemelerin, Fransız
eğilimlerininin asıl niteliği üzerinde herhangi bir hükme varma cesaretini
göstermeme olanak vermediğini açıkça itiraf ettim. Bunun yerine gazeteleri için
verilmiş ölüm fermanını, gazeteye daha ılımlı bir tutum vererek
affettirebileceklerini sanan Rheinische Zeitung yöneticilerinin
bu hayalinden özenle yararlanmayı, politika sahnesini terk etmek ve çalışma odama
kapanmak için yeğliyordum.“
Hepimizin bildiği, üretici güçler gelişirse ve gelişme belli noktalara ulaşırsa
ve de üretim ilişkileri buna engel ise, bir toplumsal devrimler çağı başlar
önermesi, Marx’ın sınıf mücadelesi dinamiğindeki en önemli önermesidir.
Marx ayrıca bunun için bilince işaret etmiştir.
Rusya’da işçi sınıfına ve onun sınıf bilinci kazanacağına inanmayanlar,
reformlar yoluyla dönüşümleri savunuyordu. Lenin ise, işçi sınıfının yalnızca
üretici güçlerin gelişmesinden kaynaklana bir devrimci bakış açısının
olamayacağını söylüyordu. Yani bu şu demekti; işçi sınıfının kendiliğinden
bilinci olamaz.
Marx,“Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” nın önsözünde, insanların varlığını
belirleyen şeyin bilinçleri olmadığını; tam tersine, onların bilincini
belirleyen şeyin toplumsal varlıkları olduğunu ortaya koyar.
Demek ki, üretici güçlerin belli bir gelişmişlik düzeyine erişmesi yetmiyor.
Dahası, bu gelişmişlik düzeyinin ileriye doğru devam edebilmesinin önündeki
engel olan üretim ilişkilerinin biçimi de, kendi kendine değişmiyor. Bir altüst
oluş yaşanması gerekiyor. Ve buna ilaveten, tümüyle bu bütünün maddi varlığının
yansıması olan bilinç gerekiyor. Ve bu bilinçle, bu altüst oluşun maddi hayata
yansıttığı, hukuki, siyasal, dinsel, sanatsal ya da felsefi ve elbette ekonomik
alandaki çatışmanın vardığı ideolojik şekilleri ayırt etmek gerekiyor.
Ve bunun da, bu altüst oluşun yansıttığı çelişkilerin, yani üretici güçler ile
üretim ilişkileri arasındaki çatışmadan doğan çelişkilerin bu bilinçle
görülmesi gerekiyor.
Bu bilinçle görme mekanizması, bu çatışmalı süreçten bağımsız olmadığı gibi, bu
altüst oluşu hazırlayan üretici güçlerin gelişmişliği ile bağlıdır. Dolayısıyla
bu gelişmişlik, bu gelişmişliğin önündeki üretim ilişkilerinin çatışmalı
karakterinin ortaya koyduğu çelişki, kendini göstermezse, bilincin
gelişmişliğinden de söz edemeyiz.
Yani yeni ve daha yüksek üretim ilişkilerinin biçimi, bu ilişkilerin maddi
varlık koşulları, eski toplumun bağrında filizlenmeden görülemezler.
Ve o nedenle, yine Marks demiştir ki, “insanlık önüne, ancak çözüme
bağlayabileceği sorunları koyar”; ve “sorunun kendisinin, ancak onu çözüme
bağlayacak maddi koşullar mevcut olduğu ya da gelişmekte olduğu yerde ortaya
çıktığını” söyler.
Bilinç bu dinamikten bağımsız olarak gelişemez.
O nedenle, nesnelliğin önemine ve anlamına hep vurgu yapmaya, hiçbir teorinin
nesnel olandan daha zengin olmadığına ve elbette nesnel gerçeklikle bağlı
olarak geliştirilmesi gerektiğine ve ancak öyle pratikle buluşup bir güç oluşturacağına
vurgu yapıyoruz.
Marks bu nesnelliğe, bilincin, bilinçli devrimcinin ve devrimlerin üretici
güçlerdeki gelişmeye bağlı olarak dizilişine damgasını vuran nesnellik olarak
bakıyor.
Öyleyse bu nesnellik yoksa bu diziliş de öznel olarak yaratılamaz. Yani
nesnellik yoksa örgütlü çabalarla bu dizilişe müdahale etmek de fayda vermez.
Hatta bu gün olduğu gibi, bu çabaları maddileştirecek bir örgüt bile
yaratılamayabilir.
Öyleyse işçi sınıfına bilinç taşıyan bir mekanizma gerekiyor!
Peki, ama nasıl?
Reçete değil ama Lenin'in Ne Yapmalı kitabı bu soruya en önemli cevapları ve hâlâ
veriyor. Propaganda ve ajitasyonun önemi yanında, ulusal düzeyde bir günlük
gazeteden söz ediyor. Ve devrimci işçilerin, öncü kadroların önemine dikkat
çekiyor. Ve elbette örgütün temellerini atıyor. “En”lerle başlayan, savaşkan,
bilinçli, özverili kadroların öncülüğünden söz ediyor. Şüphesiz buradaki
ağırlığı ideolojik öncülük almaktadır. Böylece sınıf bilinci almış işçilere,
politik bilinç taşımak gerektiğine işaret ediyor.
Lenin'in devrimci anlamda ve Marks'ta kalarak yaptığı en önemli revizyonun
adıdır Ne Yapmalı. Ne Yapmalı ile Lenin, işçi sınıfının bilinci kendiliğinden
ve kendi iç dinamiğinden alamayacağını, aksine ona bilincin dışarıdan verilmesi
gerektiğini, bu nedenle de o bilinci taşıyacak devrimci kadroların
gerekliliğini işaret etmiştir. Öyleyse sosyalistlere bu bilinci taşımada nesnel
olarak görev düşüyor.
Bunları söyledikten sonra gelelim, bu güne ve bu bilinci taşımanın mekanizmasına
doğru ilerleyelim.
Bu gün işçi sınıfına ki sınıf bilincinden yoksunlaştırılmış olduğunu
görebiliyoruz, eskisinden çok daha fazla bilinç taşıyan bir mekanizma gerektiği
açıktır.
Bugün ülkenin toplumsal yapısı tekelci düzen olarak kendini gösteriyor ve
tekelci düzen az sayıda egemenin parasal egemenliği yanında, siyasal ve
ideolojik egemenliğidir de. Dolayısıyla, az sayıda olması nedeniyle, bir tabana
dayanmıyor. Dayandığı tek güç paranın gücü! Ancak buna ilaveten bu yetmiyor
kendine taban yaratmak için ideolojik olarak mücadele araçları geliştiriyor. En
önemlisi, aydınları soldan devşirerek ideolojik hegemonyasını güçlendiriyor.
Bunu paranın gücü ile sağlıyor.
Başka etmenler elbette var ama bugünden söz ettiğimize göre, belirleyici olan,
ideolojik şaşırtma araçları ile kitleleri kendine taban yaratmasıdır. Bunun
pratikteki yansıması şudur:
Kitleler apolitikleşiyor ve anlamaya ve anlatmaya karşı isteksizliğe itiliyor.
Bu kitleler, tekellerin ideolojik hegemonyasına bağlanarak, bir anlamda yok
hale getiriliyor. Yani emekçi halk ve sosyalist kadrolar dahi tekellerin
ideolojik kuşatması altına giriyor. Bu da, en belirgin çelişkilerin bile
anlatılarak gösterilmesine, gösterilse bile bunun karşılığında yapılması
gerekenlerin bilince çıkartılmasına engel oluyor. Ve haliyle, kitleler önüne
konulanları bir yanıyla güvenli yol olarak görüyor, diğer yanıyla da olması
gereken en makul seçenek olarak görüyor.
Öyleyse, tekrarlamak gerekirse, hem bu güvenli görünen ve umut olarak
gösterilen yolun gerçekte, asıl olması gereken mücadeleden uzaklaştırmak demek
olduğunu göremiyor; hep tartışırız, “birbirimizi anlamıyoruz, empati
kuramıyoruz” diyerek eleştiririz, işte bu mekanizma içerisinde kalarak,
öncelikle hep ideolojik hegemonyadan yansıyan anlatılanlara, sempati duymasak
da, empati ile yaklaşıyoruz, ne kadar farklı düşünülse de, farklı düşünceler, o
empati mekanizması içinde, tekelci düzenin ideolojik hegemonyasına bağlanıveriyor.
Dışında kalanlar empatik olmadığı için dışlanmış oluyor. Bu, hegemonyanın
yansıttıklarıyla taban tabana zıt olduğu için de zenginlik sayılmıyor; bölücü,
itici, kin ve nefret yayan görüşler oluyor. Böylece, tekellerin ideolojik
hegemonyasının dışındaki görüşler bozguncu görüş olarak kabul edilerek, sınıf
çatışmasından ideolojik planda uzaklaşılmış olunuyor.
Ve haliyle, ne anlamaya, ne de anlatmaya yönelik, kitleleri, hatta solcu olmuş,
sosyalist olmaya aday olanları, ne yapmalı sorusu ile dolaşan gençleri
hareketlendirmek ve heyecanlandırmak için, ne yapmalı sorusunu bulmak için,
bulduktan sonra sabırla anlatmak için, tek başına kalmayı da göze alabilecek
bir mekanizmaya bağlamak mümkün olmuyor.
Olmayacak mı?
Elbette olacak ama yine, elbette öncelikle bu mekanizmayı iyi anlamak ve
anladıktan sonra da, anlatabilmek için sabretmek gerekiyor. İşte bütün bunlar
için ideolojik yetkinlik gerekiyor. İdeolojik yetkinlik olmazsa, ne teori
üretilebiliyor, ne de ideolojik mücadele yapılabiliyor. Dolayısıyla tekelci
düzenin ideolojik kuşatması yarılamaz. İdeolojik hegemonyasından kitleler
çıkartılamıyor.
Geçmişte bu yöndeki mekanizma hem kolay gelişiyor ve sıçramalı ilerliyordu ve
bu, daha çok öğrenci gençlikten yayılıyordu.
Ama diğer taraftan sakıncaları da vardı; çünkü dünyadaki devrimci yükseliş
rüzgârlarına paralel olarak gelişen devrimci rüzgâr, burjuvazinin ideolojik
kuşatması olmasa da, devrimci hareketin ideolojik yetkinliğinin önemli oranda
eksiklerinin olduğu bir dönemde gelmişti.
Buna rağmen Türkiye'de, burjuvazinin ideolojik saldırı alanını önemli oranda
daralttığını, egemen sınıfı politik alanda da yenişememe durumu ile karşı
karşıya bıraktığını biliyoruz.
Ancak bunun, kısa zamanda, burjuvazinin karşı devrimini hareketlendirdiğini de
biliyoruz ve bildiğimiz sonucu içersinde şimdi burada olduğumuzun da
farkındayız; elbette ısrarla bunun farkında olmamayı politika sayanları
ayırıyorum.
Sakıncaların sürüklediği nokta burasıdır. Kadrolardaki bilincin ve işçi
sınıfının örgütlülük, ya da daha doğru deyişle örgütsüzlük düzeyi bir yana,
bilinç düzeyinin zayıf olması, bilinç taşıyan ve elbette bunun pratik sonucu
olarak sosyalist hareketin yönetici konumuna geçen kadroların eksikli
görüşleri, hem o günkü yenişememe durumunun burjuvazi lehine dengeye getirilmesine
ve hem de, o eksikli bakışların hâlâ eksikli olduğunun anlaşılamamasına neden
olmuş ve hâlâ olmaktadır.
İşte bugüne sürüklenen sakınca budur ve bu sakıncanın bugüne sürüklenmesiyle
kitleleri burjuvazinin düzen içi çözümlerinin peşine takanların bunu bir
eksikli bakışla mı yoksa öğretilen bir bakışla mı yaptığının anlaşılması
engellenmiştir.
Ve haliyle buraya gelene kadar, sosyalist hareketten ve elbette, üretici
güçlerin gelişmişliği ile üretim ilişkilerinin çatışması söz konusu olduğu
halde, kitlelerden herhangi bir sonuç alıcı dinamikler ya da tekellerin,
oligarşinin ideolojik kuşatmasını yarabilecek dinamikler açığa çıkartılamadı.
Sonuç olarak, bugün tekelci düzen, işçi sınıfının sendikal bilincine bile izin
vermemektedir ve sendikaları hemen hemen tümüyle kendine bağlamıştır.
Öyleyse ne yapacağız?
Birbirimiz arasında ideolojik, teorik, hatta politik tartışmalarda en acımasız
eleştirileri de alsak, bunların düşmanca olmadığının, tekellerin ağır ideolojik
saldırısı ve kuşatması altında olan gerçekleri açığa çıkarmak, özgür kılmak ve
sahip çıkılmasına ön ayak olmak için gerekli olan ideolojik mücadelenin
şiddetinin yansıması olduğunun peşinen bilincinde olarak başlayacağız. Ve
eleştirmezsek canlı kalamayacağımızı, ideolojik kuşatmayı yaramayacağımızı
bilince çıkartacağız. Ve böylece eninde sonunda anlayacak ve anlatabilmiş
olacağız.
İşte şimdi bu noktadayız, buradan devam ediyoruz fakat önümüze çıkan hep aynı
sakıncanın taşıdığı engellerdir!
Öyleyse sosyalistlere düşen nedir?
Anlamaya devam etmek, anlatmak için kendini yetiştirmek ve bunun nasıl
yapılacağını yani anlamaya ve anlatmaya karşı yerleşen kayıtsızlığı nasıl
ortadan kaldıracağımızı ve biraz eleştiri alınca gösterilen isyanın, gerçekte
sınıf düşmanları için biriktirilmesi gerektiğini bilince çıkarmaktır.
Böylece kendi aramızda şiddetle tartışsak da, dostlar arasında olduğumuzu
unutmamak, ama sınıf düşmanlarına karşı ve onlarla dirsek temasına dizilmiş
yaranmacı aydınlara, yazarlara,
sahtekâr solculara karşı, kelimenin tam anlamıyla sınıf kinini ve tiksintisini
yükselten bir ideolojik mücadeleye dört elle sarılmamız gerekmektedir.
Bu ideolojik kuşatmayı yaracak, yoldaşlık yapacağımız, sırtımızı güvenle
dönerek örgütsel anlamda dizilebileceğimiz, ittifak kuracağımız alanı
genişletecek olan ideolojik mücadele, aynı zamanda aklı geriletilmiş, tutsak
edilmiş emekçi kitlelerin aklını özgürleştirecek, onların akıllarını da,
adımlarını da bu genişleyen alana çekecektir.
Bu ne DİSK'in sahte nutuklarla işçileri oyalaması ile, ne STK'larla hükümete,
tekelci düzene talepnameler hazırlanması ile, ne imza kampanyalarında
kitlelerin gazının alınması ile,ne de emekçi kitleleri sandığa mahkûm ve teslim
edip, sandıktan bir iyilik beklemekle mümkündür.
Artık, düzenin kendi araçları yanında, düzene karşı olan muhalif araçların da
düzenin tekelinde dizildiği ortadadır. Ve tekelci düzen, bu dizilişi rahatlıkla
demokrasi diye yutturabilmekte, düzene karşı gelişen bütün muhalefeti de,
demokrasi karşıtı gibi
gösterebilmektedir.
Belirleyici olan emek süreci, emek-sermaye çelişkisi, rahatlıkla demokrasiye
karşı tehlike var şaşırtmacalarının gölgesine hapsedilebilmekte, buradaki
sıkışmanın gazı demokrasi mücadelesi adı altında dışarı verilerek tekellerin,
düzenlerini dinci-gerici-faşist bir düzleme oturtmada emekçi kitleleri kendine
taban yapmasına olanak sağlamaktadır.
Öyleyse, hemen hemen tümü geçmişten gelen ve sakıncaların kuşatması altında
olan dinamiklerin hepsini tekelci düzenin ideolojik hegemonyası içinde sayıp,
bütün bu dinamikleri en şiddetli ideolojik mücadele ile sarsmak ve tekellerin
ideolojik kuşatmasından çıkarmak, emekçi kitlelerin kininin emek-sermaye
çelişkisi düzleminde yükseltilmesi için, hem onlara ve hem de onların içindeki
devrimci, öncü kadroların kendini göstermesine, devrimci faaliyetine alan açmak
gerekmektedir.
Emek sermaye çelişkisinin emekçi kitlelerin sınıf dinamiğini görmesine olanak
verecek olan böyle bir alan açmak ve genişletmek, tekelci düzene yaranmak için,
tekellerin, oligarkların düzenini şirin gösteren, değiştirilemez, alternatifsiz
gösteren ve toplumdaki, emekçi sınıflardaki öfkeyi düzenden uzaklaştırıp, kendi
içine yönelten, sosyalist kadroların, aydınların aklını şaşırtan, sol gömlekli
devşirme aydınların alanı ve elbette tekelci düzenin illuzyon alanı, ideolojik
kuşatma alanı, ideolojik hegemonyası geriletilebilecektir.
İşte bunun için çeliğe su verir gibi, ideolojik olarak yetkinleşmek için,
düzenin ideolojik argümanlarının dışında düşünebilmek, özgür bir akılla teorik
olarak konum alabilmek için, Marksist-Leninist teorinin yol göstericiliğine
daha sıkı sarılmak gerekir.
Bunu yaparken, yaşamdan kopmayacağız, anlamayanların ve anlatamayanların
çokluğu sabrımızı azaltmayacak, umudumuzu kırmayacak ve bu dinamiğin büyük
kısmının tekelci düzeni benimsetmeye çalışanlarla bulaşık olmaktan kaynaklandığını
bilince çıkartacağız.
İçlerindeki tekellere kement atmış olanları deşifre etmek ve bunun yanında,
onlardan ayrılmak, onlarla bulaşıklıktan kurtulmak dinamiği yaratarak,
anlayanları ve anlatanları çoğaltacağız.
Ancak bu şekilde sosyalist mücadele alanı genişletilebilir, tekelci düzene,
onun dinci-gerici faşist diktatörlüğüne karşı mücadele dinamikleri uykudan
uyandırılabilinir.
Ondan sonrası sınıf mücadelesinin kendi iç dinamiği içersinde nesnel
gerçekliğin işaret ettiği, yönlendirdiği düzleme doğru ilerler ve böylece
bağımsız akılla hareket eden devrimcilerin, sosyalist kadroların, sınıf
bilinçli işçilerin bu dinamik içersinde emekçi kitleleri, tekelci düzene karşı
genişletilen alana çekmesi ve bütün çelişkilerin emek-sermaye çelişkisine bağlanabilmesi,
emekçi kitlelerin sınıfsal müdahalesinin bir potada toplanması, sosyalist
iktidar yürüyüşü için biriktirilmesi sıçramalı ve kalıcı olarak gelişebilir.
Bu yol izlenmeden, bu yol eksik bırakılarak, kitleler, tekellerin ideolojik
hegemonyasından kurtarılamaz; kurtarılamazsa da, emek sürecinden yükselen
çelişkilerin baskı altında tutulması, düzen içi kanallara akıtılması ve böylece
işlevsiz ve hareketsiz bırakılması, güç haline gelmesinin engellenmesi
engellenemez!
Böyle olunca da kitleler sınıf mücadelesinin gerçek düzleminden her zaman
uzaklaştırılıp, bu temeldeki hareketlilikleri, düzen içi kanallara kolaylıkla
akıtılabilir ve böylece hoşnutsuzluklarının öfke dozu yüksek olan kitleler,
nesnel olarak tabansız olan, gerçekte dayanacağı bir tabanı olmayan tekellerin
işçi ve emekçi düşmanı manevralarında onlara taban yapılması kolaylaşır.
Tekellere bu taban sağlanınca da, ne DİSK’in ve diğer sendikaların ve elbette
Parti ve/veya STK’ların 1 MAYIS ta birkaç bin kişiyi TAKSİM e sokma inadı
kırılıp, her neresi olursa olsun, kitlelerin topyekün o alanda bir kitlesel güç
olarak biriktirilmesi ve bu gücün şiddeti oranında Taksim’e girilmesinin
koşullarının yaratılması ve beraberinde emekçilerin üretimden gelen gücünü
kullanma istek ve kararlılığı açığa çıkartılabilir; ne demokrasi için, hayat
pahalılığı için, işsizlik için ve bir dizi kapitalizme özgü sorunun yarattığı
bunalım nedeniyle emekçi kitlelerin talepnamelerle oyalanması, beklenti içine
sokulması önlenebilir; ne de en önemlisi, kitleleri düzene bağlayan umutlara
hapseden, daha açıkçası, onları bu umutlarla gazlarını almak üzere tertiplenen
yürüyüş ya da mitinglerle oyalamak önlenebilir;ve ne de STK'ların tekelci
düzenin söküklerinin dikilmesine yönelik öneriler için imza toplayarak
kitleleri hem oyalaması, hem de bilincini şaşırtması engellenebilir ve ne de,
emekçi kitlelerin, kapitalizmin bitmiş ömrüne ömür katmak, tekelci düzenin
keskinleşen çelişkilerinin ve emperyalist kapitalizmin müzmin bunalımından
kaynaklanan çaresizliğinin ve hatta güçsüzlüğünün üstünü örtmek demek olan,
fakat tek çare gibi gösterilen, burjuva demokrasisinin peşine takılarak yoldan
çıkartılması, tekellere taban yapılması engellenebilir!
Aksine, bu engelleri engelleyecek olan, bütün bu dinamiklerden ayrı, bu
dinamiklere karşı yepyeni bir dinamiğin filizlenerek, sıçramalı bir şekilde
gelişmesi için, düzenin en zayıf karnında hareket halinde olan, nesnellik
içeren çelişkileri ve onun yarattığı dinamikleri, bu dinamiklerde biriken gücü,
emek-sermaye çelişkisine, bu çelişki ile şekillenen sınıf hattına yönlendirmek
ve sınıf mücadelesi ile birleştirmek için sabırla, inatla ve akılla bağlı ama
ille de ideolojik mücadele ve ideolojik yetkinlik dinamiği içersinde, uzun
erimli ve kararlı ve şiddet katsayısı yüksek bir ideolojik-politik mücadeledir.
Bunun için de, sistemli, disiplinli ve geliştirici bir okuma çalışması,
okuduklarını anlamak ve anladığını test etmek için etrafında olup bitenleri
izlemek, o yerlerde anlatacaklarını ve anlatabilmenin olanaklarını geliştirmek,
bunları yaparken sadece kendine, yüreğine, aklına ve bilime, bilimsel teorinin
yol göstericiliğine güvenmek gerekmektedir.
Ve bunu yapabilmek için teknoloji de, yaşamın önümüze koydukları da, nesnel
olarak kaderimizin solcu olmakta düğümlendiğini anlamamız da, bize engin
olanaklar sunuyor.
Yeter ki bu olanaklarla hem yüreğimizi, hem aklımızı ve hem de, ideolojik
yetkinliğimizi geliştirelim, onları bağımlılıktan, bulaşıklıktan ve karanlığın
baskısından kurtaralım!
Bütün cevapların, soruları soranlara ait olması gerektiğini, sorularla adeta
oynayacak, onların üstüne üstüne giden cevapları seferber etmek gerektiğini ve
böylece “Ne Yapmalı”nın sırrının kendiliğinden ortaya çıkacağını bilinçlere
kazımalıyız.
İşte o zaman görülecek ki, tarihte olduğundan çok daha fazla birikmiş olarak
önümüzde duran yegâne açılım; Ne Yapmalının sırrını bularak ortaya koyduktan
sonra, yaşamın önüne getirdiği zorunlulukların, yani nesnelliklerin işaret
ettiği ve hâlâ Ne Yapmalı sorusunun kilidini açamayanların anlamadığı, bu
toprakların Nisan mevsimine sürüklenirken, Ekim mevsimine giden yol üzerinde
ilerliyor olduğudur.
Bu görülünce, Ne Yapmalı sorusunun kilidi açılınca, artık sadece bir kişi
değil, nisan mevsiminin geldiğini gören herkes bunu görecek ve yaşayacak,
gittiği yere kadar takipçisi ve yol açıcısı olacaktır.
İşte düğüm buradadır ve bu düğümü çözecek olanın bilinç ya da farkındalık
katsayısı yüksek olan sınıfsal bir kızgınlık olduğu apaçık ortadadır;
tekellerin, emperyalizmin ideolojik saldırısıyla, kuşatmasıyla büyüttüğü
hegemonyası içindeki bütün illuzyonu yerle bir edecek olan da, Kürt halkının,
Türk halkı ile kardeşlik içinde yaratmaya çalıştığı, eşitlik, özgürlük ve
ortaklık mücadelesini her alanda pekiştirecek olan da bu özgür kalmış
kızgınlıktır.
Bu kızgınlık, tüm dinamiklerde, empatiye de, bulaşıklığa da, yılgınlığa da,
sabırsızlığa da, umutsuzluğa da,bilgisizliğe de, akılsızlığa da, ahmaklığa da,
sahtekârlığa da yer bırakmayacak yegâne ilaçtır!
Fiziksel hastalıkların da, ideolojik hastalıkların da kaynağı burasıdır. Ve biz
tek başımıza da kalsak, bunlardan uzak olduğumuz müddetçe ayakta kalır,
aklımızı da, yüreğimizi de koruyabilir, geriletilmiş, tutsak edilmiş akıllara
çare olabiliriz.
İşte Ufuk Urasların, dün sosyalizm alanlarında, bugün sosyalizme düşman
alanlarda “sosyalist” kimlikle karanlığın tellallığını yapması, tekellerin
çaresizliğine çare üretmek için ideolojik tetikçilik yapmaya devam etmesi,
yukarda resmini çizdiğim çareyi önlemek, daha doğru ifadeyle bu çarenin
saldırısından tekellerin ideolojik hegemonyasının mevzilerini korumak içindir!
Bu ise, açıkça, Ufuk Uras’ların maskesiz kalmasının, sahte “sol” gömleklerinin
işe yaramamasının ve tekellerin sömürü düzenine kalkan olmada kralın
çıplaklığında kalmasının ifadesidir; devşirmeliklerinin, sahteliklerinin,
düzenle uyumlu hale gelişlerinin hızla ve pratik olarak sırıtıyor olmasının, alanlarının
daralmış olmasının ifadesidir!
Ve işte bu yüzden öteden beri vurguluyorum ki marifet, bu çıplaklığı, tam da bu
çıplaklık içine girildiğinde görmek değil, sahte “sol” örtülerle örtünülmüş
iken görüp göstermektir!
Akıl taşıyanlar, sol memelerinin altındaki cevahiri canlı tutanlar, dürüst,
namuslu ve yürekleri, gerçekten ezilen ve sömürülen halkların, emekçilerin
vazgeçilmez tarihsel çıkarları için atanlar, gerçeklerin ve doğruların yılmaz
savaşçısı olanlar; yalnızca onlar, bu toprakların gerçek sosyalistlerinin bu
gerçekliği uzun zamandır gösterdiklerini, bu sahtekârların giyindikleri sahte
gömlekleri uzun zamandır parçaladıklarını ve uzun zamandır bu yüzden türlü
çeşit yaftalar ile püskürtülmeye çalışıldıklarını görmüşler ve görmeye devam
etmekte ve göstermek için üzerlerine düşeni yapmaktadırlar!
Hâlâ görmeyen ve görülmemesi için bin dereden su getirenler, işte bunlar,
sosyalizm alanlarından kovulması, kovulamıyorsa, kesinkes kopulması,
bulaşıklıklarından sıyrılınması ve tekellerin Ufuk Uras misli tetikçilerinin,
resimde görüldüğü gibi varacakları yere yani ait oldukları yere gitmelerine
yardım edilmesi gerekenlerdir!
Ve şimdi bu forumda bile görülen o ki, bu gerçeklik burnumuzu gıdıklarken bile
onu görmemekte ve haliyle göstermemekte inatçı bir direnç sergilenmektedir!
Öyleyse ya son derece vahim bir akıl tutulması içindeki ahmaklıkta rekor
kılınmaktadır; ya da bu değilse, son derece inatçı ve tükürsen yağmur sanan bir
suratla gerçeklere karşı egemen sınıfın egemen düşüncelerinin hegemonyasını
savunmanın ifadesi olan bir burjuva işi ile karşı karşıya olmamız devam ediyor
demektir!
Ufuk Uraslar, daha önce de işaret ettiğim gibi, küresel çapta oynanan
emperyalist oyunun aktörleri olarak, bu oyuna her boyutta direnmeye kararlı,
küçük de olsa etkili ve oyun bozma gücüne sahip alt birimleri baştan enterne
etmek için görevlidirler; bunlar, akıl yolunu kapatmak, yani akıllı olmanın,
aklını kullanmanın imkânlarını ortadan kaldırmak ve haliyle aydınlığı
karanlıkla boğmak için seferber olmuş sahte “sol” gömlekli devrim
kaçkınlarıdır.
Tüm marifetleri, doğrunun gücüne, bu gücün büyümesine engel koymak içindir;
doğruların üzerini örtmek yeterli gelmediği için,“doğruları” çeşitlendirmek ve
hangisinin doğru olduğunun bilinmesini, görülmesini, idrak edilmesini önlemek
için iş başındadırlar!
Akıllı olmanın, aklı kullanmanın yolları kapatılırsa, doğruya aynı anlama
gelmek üzere gerçeğe ulaşmanın, onu idrak etmenin, gücünden güç almanın
imkânları da ortadan kaldırılmış oluyor; bu ise insanların, ezilen halkların,
emekçilerin, işçi sınıfının, toplumun doğruya, gerçeğe karşı kayıtsız
kalmasını, doğrudan, gerçekten uzaklaşmasını sağlayan bir mekanizmadır!
İşte Ufuk Uraslar ve tüm açıklıklara rağmen, peşlerinden gitmeye can atan ve
bunu model yapmak için çırpınanlar bu mekanizmanın sadık muhipleridir!
Öte yandan, bu tartışmada asıl sorun yaldızları çoktan dökülmüş Ufuk Uras’ın en
sonu vardığı yer değildir; buraya kadar ifade ettiklerimle bundan farklısının
beklenmesinin zaten mümkün olmayacağını gösterdiğime inanıyorum; öyleyse
mesele, Ufuk Uras’a eleştiri ile Ufuk Uras’a hâlâ kalkan olmak üzerinden akıl
bozmak ve bozarken de Marxizmin kurucularına karşı kin kusmayı ihmal
etmemektir!
Fakat bunlar boş işler, nafile çabalardır, hatta daha çok turnusol
yaratmaktadır; bu sahtekârlık dinamiklerinin içinde olanlardan ve onları dün
göklere çıkartırken, şimdi yerden yere vurarak kendilerinin de onlarla aynı
kalibrede ya da kalibresizlikte olduklarını gizlemeye çalışanlardan kesinkes
ayrılmak gerektiğinin bilincine varmayı kolaylaştırmaktadır; artık gençlerin
büyük çoğunluğu bu tür oyunlara kanmıyorlar; internette, buradaki bayların akıl
bozucu lakırdılarından daha fazla Marxizm-Leninizmin kurucularının özgün
ifadelerini bulmak mümkündür ve elbette Ufuk Uras’ın kendi icraatlarıyla
dökülen yaldızlarının yol haritasını bulmak da mümkündür!
Dediğim gibi bu çabalar artık akıl bozamıyor; aksine, hâlâ bu tipolojileri sol
ve solda saymanın bir burjuva işin muhipliğini yapmakla eşdeğer olduğunu
gençlerin idrak etmesini daha da kolaylaştırıyor!
Fikret Uzun
13-Kasım-2015