SOSYALİZMDEN KOPANLARDAN AYRIŞMAK MÜCADELENİN BÖLÜNMESİ
DEĞİL NETLEŞMESİDİR
Bence bölünerek çoğalmak, çoğalarak bölünmekten iyidir. Çünkü
bölünmüşlüğün iki temel nedeni var. Bu dünün sorunudur ve bu güne bilinçli olarak
taşınmaktadır. Birincisi, iktidar perspektifinin, aynı anlamda iktidar hırsının
olmayışıdır. İkincisi ise, ideolojik ayrışmanın tamamlanmamış olmasıdır. Sol bölündü,
birleşmeli gibi yakınmalar, bütün çareyi solun birleşmesinde bulma eğilimi dün
de vardı. Oysa bölünme dün de bu gün de solun bölünmesi değildir. Bölünme gibi
görünen, soldan kopanların hâlâ solda görünerek, farklı hareket etmesi, daha
doğrusu, sosyalist hareketin önünde engel olarak sol kılıkta dolaşmasıdır. Bu
dün de böyleydi, bu gün daha sinsi olarak ve emperyalizmin laboratuar ideolojik
çalışmalarına bağlı olarak hareket etmektedirler. Bu baskın olan bölünmedir.
Bilimsel sosyalizmden uzaklaşanların sol içinde sayılması bu bölünme psikozunu
daha da artırırken, sosyalizmden uzaklaşmış olanlarla birleşmekten medet ummayı
getirmektedir. Diğer yandan bu yöndeki bölünmeyi sol içindeki bir bölünmüşlük
olarak görmeyi artıran ideolojik yetersizlik içindeki kadroların sol harekete
derinlemesine hakim olamamasını ve kitlelere bunu içerememesidir. Dolayısıyla,
bu ideolojik yetersizlik, kadrolardaki sığlığı, yüzeyselliği artırmakta
dolayısıyla bunun yayılması da aynı düzeyde sığ ve yüzeysel olmakta dolayısıyla
hem yeni kadrolara derinlemesine nitelik verilememekte, hem de kitleler
derinlemesine örgütlenememektedir. Özcesi, daha başlarken, Marksizm’i
ezberlemeye başlayan ve bir kaç bölümünü aldıktan sonra kendi ayranını yapmaya
başlayan ve dolayısıyla da kendi çatısını kurup sol birikimi, hiç bir nitelik
içermeden o çatının altına çağıranlar sığ, yüzeysel, derinlikten yoksun, yatay
ve uçta birlikler oluşturmaktadır. Bunların hükmetmeye çalıştığı kitlelerin
gelişimi de elbette bu yönde olmaktadır. Bunun temel nedeni ideolojik
derinlikten yani donanımdan yoksun olmaktır. Dolayısıyla sosyalist harekette
karşılaşılan her yeni sorunda bu yoksunluk kendini gösterecektir ve bu
sorunları çözmek için gereken ideolojik derinlik ihtiyacı, bir taraftan
ideolojik donanıma yöneltecek, diğer taraftan bölünmeyi yani ayrışmayı
getirecektir. Bu anlamda ayrışmak demek ideolojik derinliğin artması,
sorunların çözümüne daha nitelikli bakılması ve asıl sorun ile asıl çözümün
netleştirilmesi sağlanmış olacaktır. Başka ifadeyle sosyalist hareketin yerli
yerine oturması gerçekleştirilecektir. Geçmişte ve şimdi daha fazla, en
yığınsal örgütte bile bu sorun vardı ama yığınsallıkla ve sosyalist hareketin
canlı oluşuyla kendiliğinden örtülüyordu. Şimdi ise, bu soldan çoktan
uzaklaşmış kadroların, yetersiz olmayan ama sorunları, nesnel gerçekleri
görmemeye mahkûm edilmiş ve bunu bilinçli olarak örtmek çabasında olan kadroların,
bu sorunu hem artırması ama hem de örtülemesi söz konusudur. Bu gün örgütlenme
fetişizmine yenik düşmüş kadroların, kaçı her hangi bir romanı sonuna kadar
irdeleyip, ideolojik süzgeçten geçirebilir. Hatta kaçı iki sayfadan fazla yazı
okuyunca sıkılmıyor, ya da yazının başı ile sonunu birbirine bağlayabiliyor. Hangisi,
sosyalist hareketin önündeki engellerin hangi kıyafetle önüne çıktığını ayırt
edebiliyor. Bu gün kendinse kadro diyen kaç kişi, örnek olsun Danyal Oral
Çalışlar gibi, Hasan Cemal gibilerinin tekellerin devşirmesi olduğunu, Altan
ailesinin topyekûn sistemin emrinde manipülasyonlar içinde olduğunu, hangisi
bir taraftan, Kemalizm’e bütün günahları yüklerken, diğer taraftan Kemal Tahir
gibi Kemalist ve Kemalizm’i güzellemek için yazarları medarı iftiharı yapmıyor.
Hangisi bunların dediklerini ideolojik olarak değerlendirip, eleştiri
geliştirebiliyor. Örnekler çoğaltılabilir. Buradan çıkan sonuç şudur, ideolojik
yetersizliğini gidermekten kaçınıp, bu derinliği artırma çabalarını küçümseyip,
önüne örgüt fetişizmini koymak ve oturup solun birleşmesini beklemek. Bu da
kadrolar arasında bütün sorunları örgütün varlığına ve solun birleşmesine
bağlama eğilimini dolayısıyla yatay birlikler kurarak, derinlikten yoksun
örgütler oluşturma yarışını hızlandırmakta ve teori, dolayısıyla ideolojik
netlik küçümsenmekte, hatta yer yer mahkûm edilmektedir. Ayrıca bütün bunların yanında,
bir taraftan bölünmüşlükten yakınılmakta, diğer taraftan farklı fikirler
zenginliktir sloganları ile bu bölünmüşlüğe kaynak yaratılmaktadır. İşte bu
nedenle öncelikle ideolojik ayrışmanın hızla tamamlanması, bu anlamda ideolojik
netliğin bir an önce sağlanması ve somut teoriler üretilmesi gerekmektedir. Bunun
için de, bütün bunlar iktidar perspektifi ile ele alınmalı, ideolojiye geçmişin
değil ama geleceğin masal kitabı gibi yaklaşılmaması gerekmektedir. İşte o
zaman ayrışarak, yani bölünerek netleşilecek ve çoğalınacaktır. Ancak ondan
sonra derinlik taşıya örgütlenme sağlanabilir, kitlelere derinlemesine nüfuz
edilebilir. Diğer yandan bunu hızlandıran tarihin dönemeç noktaları da vardır
ama bu noktaları ideolojik derinlikten yoksun kadrolar teğet geçeceği için
kitlelerin de teğet geçmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunu teğet geçmemenin ve daha
nitelikli dönemeçlerle bağlamanın garantisi derinlikten yoksun örgütlerden
önce, ideolojik derinliğe sahip kadrolardır ve onların ürettiği teorik-politik
hünerdir. Ama merkezinde iktidar perspektifi, hırsı olmalıdır. Yani sosyalist
hareketteki insanların, örgüt fetişizminden kurtulup, örgütü yadsımadan,
yarının sosyalist iktidarını kurma perspektifine sıkı sıkı sarılmaları ve
sosyalizm için mücadele ederken, iktidarın kurulmasını uzaklara, torunlarına
ötelememesi gerekmektedir. Bir çevrenizle bu konuyu konuşun bakalım, kaç kişi
sosyalizmi gönlünden atamasa da, iktidarı kedilerinin de göreceğini söyleyecek.
Eğer iktidar hırsı, iktidar perspektifi ve sosyalizme özlemden çok açlık
olmazsa sosyalist iktidar ötelenir, yerine yakın, ulaşılabileceği sanılan
hedefler konur, bu da kapitalizmden ümidi kesmemeyi doğurur, sonunda sosyalist
iktidarın yerine konulan her şey, yürekteki sosyalizm aşkına güvenilerek,
sosyalizm yerine konulur ki, bu gün bu bilinçli olarak yapılmakta ve yüreğinde
sosyalizm aşkı sönmemiş olanlar, bu rüyaya çabucak kanmaktadır. Özetlersek,
bölünme iyidir ama ideolojik netlikle, ayrışarak çoğalmak, kitlelere
derinlemesine nüfuz etmek için. Bunu perçinleyen ise, iktidar perspektifidir. Kavgasız
sosyalizme ulaşılmaz. İktidarsı sosyalizm ise yaşayamaz. Kavga ise şiddetsiz
olmaz. İktidar hırsı yoksa ideolojik derinlikle bütünleşmezse ne kavga olur, ne
de kavgada şiddet. Sosyalizme is ulaşılamaz. O zaman kolay sosyalizmler icat
edilir, yüreklerdeki sosyalizm aşkı bunlarla giderilir ama iktidarsız bir
sosyalizme sahip olunur ki, bu sosyalizm değildir. Saygılar diliyorum,
saygılarımı iletiyorum.
Evet, Hitler sonunda sosyalizmin kapısına dayandı ve asıl
hedefinde sosyalizmi ortadan kaldırmak olduğunu gösterdi. Sosyalizm Hitler
faşizmini yendi ve daha fazla sosyalizm oldu ama çok ağır kayıplar yanında,
kapitalizmle bir bulaşıklık da kazanmış oldu, sonunda da, gelişmiş kapitalist
ülkelerdeki tekeller, sosyalist hareketin yöneticilerinin bu bulaşıklıkta
gösterdikleri hüner ile çok kalıcı bir koltuk değneği kazandılar ve dünya
sosyalist hareketine de nur topu gibi bir Avrupa komünizmi kazığı sokulmuş
oldu. Ve faşizm kalıcı olarak emperyalizmin küresel ölçekte sarıldığı ama
elindeki bütün araçlarla üstünü örtüleyebildiği, hatta demokrasi olarak
gösterdiği bir silah haline geldi. Burjuva demokrasisi, burjuva diktatörlüğü
olarak kalıcı olarak en tam ifadesini bulmuş oldu. Ama yaratılan ideolojik
bulanıklık ve kadroların ideolojiden uzaklaşması demokrasi ile burjuva
diktatörlüğü arasındaki mesafeyi tam algılayamamasına neden olmaktadır. Sosyalistler
demokrasinin hem bir daha mahallesine uğramayacak olduğunu, hem de burjuva
diktatörlüğü en tam ifadesi olarak ve demokrasi görünümünde tepemize
yerleştiğini görmek zorundadırlar. O nedenle de, sosyalist iktidar
perspektifine sarılarak, faşizmin karşısına sosyalist iktidar mücadelesini
koyması gerekmektedir. Bunu da, diğer seçenekleri yadsımadan ama sosyalist
iktidar mücadelesi içinde ele almak gerektiği şeklinde algılaması
gerekmektedir. Ve faşizme karşı bütün güçleri ki, uçurumun kenarına sürüklemiş
oldukları ve bunun farkındalığını da artırdıkları güçlerdir, her ne isim ya da
slogan altında olursa olsun, bu güçlerin ortak paydasını ifade etmeli ama ille
de en başköşesine işçi sınıfını, onun bilinçli kesimini koymalıdır. Geçmişte
olduğu gibi, UDC nin en başköşesine, cephenin özünün burjuva demokratik olması
gerekçesiyle ve en yığınsal olması gerekçesiyle burjuvaziyi (o zaman başköşeye
CHP konuluyordu) koymamalıdır. Bunun için de, ideolojik derinliğe, teorik
bütünlüğe ve politik hünere ihtiyaç vardır. Bu da ideolojik-politik donanımlı
kadrolarla olur. Emperyalizm bunun için çok uzun zamandır uğraşıyor ve
kitleleri edilgenleştirirken, sosyalist hareketin bozuk, ideolojik derinlikten
yoksun ve iktidar hırsı, perspektifi taşımayan amorf birliklerin toplandığı bir
alandan ilerlemesini planlamıştır. Yani hep mücadele etsin ama yanlışa doğru
kesintisiz ve geniş bir açı çizerek ilerlesin. Böylece sosyalist hareketi kendine,
ideolojik hegemonyasına bağlaması mümkün olacaktı. İşte öfke, kin ve arayış
patlamaya hazır bir şekilde birikirken, aynı oranda sessizlik de sürmektedir. O
nedenle faşizmin nesnel ve öznel bütün güçleri net ve somut olarak otopsi
yapılmalı, faşizmin yenimi geliyor olduğu,bir demokrasinin mi üstüne geliyor
olduğu yoksa konuşlanışını tamamlayarak var olan faşizmin kalıcı kılınmasının
saldırısı mı geliyor olduğu ve tabanının sınıfsal güçlere mi, yoksa daha çok
dini akımlara mı dayandığı ve bunun karşısında nasıl bir cephe oluşturmak
gerektiği, bu cephede inisiyatifin hangi sınıfsal güçte olması gerektiğini,
daha doğrusu hangi sınıfsal gücün hegemonyasını yükseltmek gerektiğini, bunun
için nasıl bir politik hüner göstermek gerektiğini ve hangi somut hedefe, bu
güçlerin tek tek, nesnel ve öznel eğilimleri,beklentilerinin yok sayılmadan
değerlendirilip, bu güçler arasında birbirini tümüyle öteleyici,mahkûm edici
eleştirilerden kaçınarak ama ideolojik mücadeleyi ve bu anlamda sosyalist
iktidar perspektifi ile bağlı propagandayı sistemli olarak yürütmeyi sürdürerek
bütün güçleri giderek çemberi daraltan din tabanlı faşizme karşı savunma
modundan çıkarıp, hücum moduna sokmak gerekmektedir. Çünkü savunma modu, eninde
sonunda uçurumun kenarına sürüklenmiş bu güçleri uçuruma itecektir. Yani
savunacak bir tek uçurumun kenarı kalmıştır, buradan kurtulmak ancak ileriye hücumla
mümkündür. Bu hücum da inisiyatifi ideolojik kadrolar ve işçi sınıfının
bilinçli unsurları alırsa faşizmi yenmek hem kolay olacak hem de, kendisini bir
daha üretmesine izin verilmeyecek bir yola girilecektir. O yol sosyalist
iktidar yoludur. Ve bu tür mücadelelerde geçişler iç içedir, inisiyatifin ve
politik hegemonyanın gücüne bağlıdır. Dolayısıyla niteliğe bağlıdır, nicelik
bunu değiştiremez, değişken olan niceliktir.
Fikret Uzun
30.1.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder