25 Ağustos 2015 Salı

KOMÜNİZM PROLETARYANIN ÖZEL GÖREVİNİN YANİ SINIFLARIN VE SINIF DEVLETLERİN ORTADAN KALDIRILMASININ YANİ SINIFI, ÖZEL MÜLKİYETİ, DEMOKRASİYİ AŞAN İNSAN OLMUŞ İNSANIN KONUSUDUR


KOMÜNİZM PROLETARYANIN ÖZEL GÖREVİNİN YANİ SINIFLARIN VE SINIF DEVLETLERİN ORTADAN KALDIRILMASININ YANİ SINIFI, ÖZEL MÜLKİYETİ, DEMOKRASİYİ AŞAN İNSAN OLMUŞ İNSANIN KONUSUDUR

Kapitalist üretim tarzı, nüfusun büyük çoğunluğunu gittikçe daha tam proleterleştirirken, yok olma tehdidi altında bu devrimi başarmaya zorlanan gücü yaratır. Büyük ve zaten toplumsallaştırılmış üretim araçlarının devlet mülkiyetine dönüşmesini gittikçe daha çok zorlar iken, bu devrimin başarılmasının yolunu da gene kendisi gösterir.

Proletarya, politik iktidarı ele geçirir ve üretim araçlarını devlet mülkiyeti haline getirir.

Ama böyle yaparken, proletarya olarak kendisini ortadan kaldırır, bütün sınıf farklarını ve uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırır, devleti de devlet olarak ortadan kaldırır.

Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarına dayanan toplumun, buraya kadar, devlete gereksinmesi vardı. Yani her defasında sömüren sınıfın bir örgütüne; yani var olan üretim koşullarına dışardan herhangi bir karışmayı önlemek amacıyla ve bundan ötürü, özellikle, sömürülen sınıfları belirli üretim tarzına karşılık olan baskı koşullarında (kölelik, serflik, ücretli-emek) zorla tutmak amacıyla bir örgüte gereksinmesi vardı.

Devlet, genellikle, toplumun resmî temsilcisiydi; onun görülür bir kurumda, bir araya gelmesiydi. Ama o, kendisi, belirli bir zamanda, bir bütün olarak toplumu temsil eden sınıfın devleti olduğu sürece böyleydi: ilkçağda köle sahibi yurttaşların; ortaçağda feodal beylerin; çağımızda da burjuvazinin devleti.

Devlet, sonunda bütün toplumun gerçek temsilcisi olunca, kendi kendini gereksiz kılar. Baskı altında tutulacak hiçbir toplumsal sınıf kalmayınca; sınıf egemenliği ve şimdiki üretim anarşisine dayanan bireysel var olma savaşı, bunlardan doğan çatışmalar ve aşırılıklar giderilir giderilmez, baskı altında tutulacak hiçbir şey kalmaz ve özel bir baskı gücü, bir devlet, artık gerekli değildir.

Devletin yapmakla kendisini bütün toplumun temsilciliğine gerçekten atadığı ilk iş, yani toplum adına üretim araçlarının mülkiyetini ele almak, aynı zamanda, onun, devlet olarak, son bağımsız işidir.

Bu bağımsız işle birlikte devletin toplumsal ilişkilere karışması, birbiri ardına bütün alanlarda gereksizleşir ve ondan sonra devletin kendisi sona erer; kişilerin yönetilmesinin yerine, şeylerin yönetilmesi ve üretim sürecinin gözetimi geçer.

Devlet "ortadan kaldırılmaz" devlet tükenir.

Bu, hem kışkırtıcıların zaman zaman haklı olarak bu deyimi kullanması; hem bunun sonal bilimsel yetersizliği ve hem de devletin birdenbire ortadan kalkması düşüncesini benimseyen sözde anarşistlerin istekleri bakımından, "özgür bir devlet" değiminin değerinin ölçüsünü verir.

Kapitalist üretim tarzının tarihsel olarak ortaya çıkmasından beri, bütün üretim araçlarını toplumun mal edinmesini, çömez topluluklar gibi bireyler de epeyce belirsiz ve geleceğin ideali olarak hep düşünmüşlerdir.

Ama bu, ancak gerçekleştirilmesi için gerçek koşullar var olunca olabilir, tarihsel bir zorunluluk haline gelebilirdi.

Bu, bütün öbür toplumsal ilerlemeler gibi, insanların, sınıfların varlığının adaletle, eşitlikle vb. çelişkili olduğunu anlamalarıyla değil, bu sınıfları ortadan kaldırmayı yalnızca istemekle değil, ama belirli yeni ekonomik koşulların varlığı ile uygulanabilir olur.

Toplumun sömüren bir sınıf ile sömürülen bir sınıfa, egemen bir sınıf ile baskı altındaki bir sınıfa bölünmesi, üretimin eskiden az ve sınırlı gelişmiş olmasının zorunlu sonucuydu.

Toplumsal emeğin tümü, herkesin varlığı için ille de gerekli olandan ancak biraz fazla bir ürün sağladığı sürece; bundan ötürü, herkes çalışmakla yükümlü olduğu ya da çalışmak, toplum üyelerinin büyük çoğunluğunun aşağı yukarı bütün zamanını aldığı sürece, bu toplum, zorunlu olarak, sınıflara bölünür.

Özellikle angarya altında olan büyük çoğunluğun yanıbaşında, doğrudan doğruya üretken çalışmadan bağışık, toplumun genel işlerine bakan, emeğin yönetimiyle, devlet işleriyle, hukukla, bilimle, sanatla vb. ile uğraşan yeni bir sınıf doğar.

Bundan dolayı, sınıflara bölünmenin temelinde, "işbölümü" yasası bulunur.

Ama bu, bir defa üstün çıkan egemen sınıfı, kendi gücünü çalışan sınıfın zararına olarak pekiştirmekten, kendi toplumsal önderliğini, yığınların yeğinleşen bir sömürülmesi haline getirmekten alıkoymaz.

Ama buna göre, sınıflara bölünmenin belirli bir tarihsel haklılığı ve yerindeliği de olsa, bu, ancak belirli bir dönem ve ancak belirli toplumsal koşullar içindir.

Sınıflara bölünme, üretimin yetersizliğinden doğmuştur. Modern üretken güçlerin tam gelişimiyle silinip süpürülecektir.

Ve gerçekte, toplumdaki sınıfların ortadan kaldırılması, yalnız şu ya da bu egemen sınıfın varlığının ve bundan ötürü sınıf ayrımının kendisinin, kesin bir çağa uymazlık olduğu bir tarihsel evrim derecesini öngörür.

Bundan ötürü, üretim araçlarının ve ürünlerin mal edinilmesinin ve bununla birlikte politik egemenliğin, kültür tekelinin ve zihinsel önderliğin toplumun belirli bir sınıfının elinde bulunmasının yalnız gereksiz değil, ama ekonomik, politik, zihinsel bakımdan gelişmeye engel olduğu bir aşamaya kadar başarıyla gelişmesini öngörür.

Şimdi bu noktaya ulaşılmıştır. Burjuvazinin politik ve zihinsel iflası, artık burjuvazinin kendisi için bile bir sır değildir. Burjuvazinin ekonomik iflası, her on yılda bir, düzenli olarak yinelenmektedir.


Toplum her bunalımda kullanamadığı kendi öz güçlerinin ve ürünlerinin ağırlığı altında boğulmakta ve tüketiciler yoksunluk içinde oldukları için üreticilerin tüketecek hiçbir şeyleri olmaması saçma çelişkisi karşısında, çaresiz kalmaktadır.

Üretim araçlarının büyük gücü, kapitalist üretim tarzının kendisine vurduğu zincirleri parçalamaktadır. Üretim araçlarının bu zincirlerden kurtulması, üretken güçlerin aksaksız ve sürekli bir hızla gelişmesi ve aynı zamanda üretimin kendisinin gerçekten sınırsız artması için biricik önkoşuldur.

Ama hepsi bu değildir.

Üretim araçlarının toplumsallaştırılmış mal edinilmesi, yalnız bugünkü düzmece üretim engellerini yok etmekle kalmaz, bugünkü günde üretimle birlikte olmasından kaçınılmayan ve bunalımlar sırasında doruğuna ulaşan o kesin üretken güç ve ürün israfını ve yıkımını da ortadan kaldırır.

Bundan başka, bugünkü egemen sınıfların ve onların politik temsilcilerinin anlamsız israfını ortadan kaldırarak bir yığın üretim aracını ve ürünü topluluk için özgür bırakır.

Toplumsallaştırılmış üretim araçları ile toplumun her üyesine yalnız maddesel bakımdan tümüyle yeterli ve günden güne daha zenginleşen bir yaşamı güvenlik altına almanın değil, ama herkesin bedensel ve zihinsel yetilerini özgürce geliştireceği ve kullanacağı bir yaşam sağlamanın olanağı, bu olanak şimdi ilk defa vardır, ama vardır.
(Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm)

İşbölümü bize, insanlar doğal toplum içinde bulundukları sürece, yani özel çıkar ile ortak çıkar arasında bölünme mevcut olduğu sürece, yani faaliyet gönüllü olarak değil de, doğal haliyle bölünmüş olduğu sürece, insanın kendi eyleminin kendisine yabancı, karşısına dikilen bir güç haline geldiğin ve ona egemen olacağı yerde, kendisini boyunduruk altına aldığının ilk örneğini sunar.

Toplumsal faaliyetin bu şekilde sabitleşmesi, kendi ürünümüzün, bize hükmeden, denetimimizin dışında gelişen, beklentilerimize boşa çıkaran, hesaplarımızı suya düşüren nesnel bir güç haline gelmesi, tarihsel gelişmenin ana etmenlerinden biridir.

Zira işin bölüşümü yapılamaya başlanır başlanmaz, artık herkesin kendisine dayatılan ve içinden çıkamayacağı, kesin ve belirli bir faaliyet alanı vardır; o kişi avcıdır, balıkçıdır ya da çobandır ya da eleştirici eleştirmendir ve eğer geçim araçlarını yitirmek istemiyorsa, öyle kalmak zorundadır!

Oysa hiç kimsenin kesin bir faaliyet alanına sahip olmadığı, dilediği her alanda kendini yetiştirebildiği komünist toplumda, genel üretimi toplum düzenler; böylece de, bana dilediğimce bugün bu işi, yarın başka bir işi yapabilme olanağını sağlar; yani avcı, balıkçı çoban ya da eleştirmen olmamı gerektirmeden, sabah ava çıkıp, öğleden sonra balığa gitme, akşamları hayvan yetiştirme, yemekten sonra da eleştiri yapma olanağı sağlar.

İşte özel ve ortak çıkar arasındaki bu çelişkiden hareketle ortaklaşa çıkar, ”devlet” adı altında, gerçek bireysel ve ortak çıkarlardan ayrı, bağımsız bir biçim alır ve aynı zamanda yanıltıcı ortaklık görünümü altında, fakat daima kan bağı, dil, daha büyük ölçekli iş bölümü ve diğer çıkarlar gibi her aile ve kabile topluluğunda mevcut olan bağların somut zeminine dayanan, zaten işbölümü tarafından koşullanmış bulunan ve bu türden her insan yığını içinde ayrışan ve aralarından birisinin bütün diğerleri üzerinde egemenlik kurduğu sınıflara dayanan bir biçim alır.

Bundan çıkan sonuç, devlet içindeki tüm mücadelelerin, demokrasi, aristokrasi ve monarşi arasındaki mücadelenin, oy hakkına verilen mücadelenin vb. vb. farklı sınıfların birbirlerine karşı yürüttüğü gerçek mücadelelerin büründüğü yanıltıcı biçimlerinden başka bir şey olmadığıdır.

Bundan çıkan diğer bir sonuç ta şudur: Egemen olmak gayretindeki her sınıf, proletaryanın durumunda olduğu gibi, kendi egemenliği eski toplum biçiminin tamamının ve genel olarak egemenliğin ortadan kaldırılmasını gerektirse de, kendi çıkarını yeniden genelin çıkarı olarak sunmak için ki, başlangıçta bunu yapmaya mecburdur, her şeyden önce politik iktidarı ele geçirmek zorundadır. İşte tam da bireyler yalnızca, genel olarak ortaklığın yanıltıcı tümel biçimi olan ortaklaşa çıkarları ile örtüşmediğini düşündükleri özel çıkarlarının arayışında olduklarından kendilerine “yabancı” ve kendilerinden “bağımsız” olan bu ortak çıkara, yeniden kendilerine özel ve mahsus bir “genel çıkar” olarak geçerlilik kazandırır; ya da bizzat bu bireyler, demokraside olduğu gibi, söz konusu çelişmenin sınırları içinde hareket etmek zorunda kalırlar; diğer taraftan da, gerçekte, ortaklaşa olan ve ortaklaşa olduğu sanılan çıkarlarla sürekli olarak çatışan özel çıkarların pratik savaşımı da,”devlet” biçimindeki yanıltıcı genel çıkarın pratik müdahalesini ve denetimini gerektirir.

Toplumsal güç, yani iş bölümünün yol açtığı, farklı bireylerin el birliğinden doğan kat be kat çoğalmış üretim gücü, bu el birliği gönüllü değil, tersine tersine doğal olduğundan, bu bireylere, kendi birleşik gücü olarak görünmez;aksine yabancı, kendi dışında duran,nereden gelip nereye gideceğini bilmedikleri, yani artık egemen olamadıkları, tam tersine artık insanların iradesinden ve ilerleyişinden bağımsız, hatta bu irade ve ilerleyişi yöneten bir dizi evrelerden ve gelişim aşamalarından geçen özgün bir güç olarak görünür.

Bu yabancılaşma, elbette, ancak iki pratik önkoşulun yerine getirilmesi durumunda ortadan kaldırılabilir; yabancılaşmanın “katlanılamaz” bir güç, yani insanların ona karşı devrim yaptıkları bir güç olabilmesi için, insanlığın büyük çoğunluğunu tamamıyla “mülkiyetten yoksun” hale getirmiş ve aynı zamanda onu, var olan bir zenginlik ve kültür dünyası ile çelişki içine sokmuş olması gerekir.
Her ikisi de üretici güçlerin önemli bir büyümeye, yüksek bir gelişim düzeyine ulaşmasını şart koşar.

Öte yandan üretici güçlerin bu gelişiminin ( bu aynı zamanda daha şimdiden insanların yerel ölçekte değil, evrensel – tarihsel plandaki ampirik varlığını sağlar) mutlak zorunlu pratik bir önkoşul olmasının diğer nedeni de şudur: Bu koşul olmaksızın yalnızca yoksunluk genelleşir; yani yokluk ile birlikte zorunlu ihtiyaçlar uğruna çatışma yeniden başlar ve bütün o eski pislik yeniden ikame olur. Çünkü yalnızca üretici güçlerin bu evrensel gelişimi ile insanlar arasında evrensel bir temas kurulabilir. Zira bu ilişki, bütün halklarda aynı anda ,”mülkten yoksun” bir kitle olgusunu doğurur(evrensel rekabet) , bunlar her ulusu, diğer ulusların altüst oluşlarına bağımlı kılar ve nihayetinde yerel bireylerin yerine,evrensel-tarihsel ,ampirik-evrensel bireyleri ikame eder.

Bu olmadan:

1- Komünizm yalnızca yerel bir olay olarak var olabilir;
2- ekonomik ilişkinin güçleri, evrensel, dolayısıyla da katlanılamaz güçler olarak gelişip ortaya çıkamaz, hurafelerden beslenen yerel “koşullar” olarak kalır ve;
3- ekonomik ilişkideki her yaygınlaşma yerel komünizmi ortadan kaldırır.

Ampirik olarak, komünizm ancak egemen halkların “hep birden” ve eş zamanlı eylemiyle mümkündür; bu da üretici güçlerin evrensel gelişimini ve buna bağlı olan dünya çapındaki ekonomik ilişkileri gerektirir, aksi takdirde, örneğin, mülkiyetin tarihi olabilir miydi?
Mülkiyet çeşitli biçimler alabilir miydi? Örneğin, toprak mülkiyeti verili koşullara uygun olarak Fransa’da parçalı bir durumdan küçük bir azınlığın elinde toplanmaya, İngiltere’de ise küçük bir azınlığın elindeyken, parçalı bir duruma geçebilir miydi?

Ya da çeşitli bireylerin ve ülkelerin ürünlerinin mübadelesinden başka bir şey olmayan ticaretin arz-talep ilişkisi aracılığıyla (bu öyle bir ilişki ki, yeryüzünün üstünde, adeta antiklerin kaderi gibi asılı duran ve görünmez elleriyle insanlara mutluk ya da felaket getirir, imparatorluklar kurup imparatorluklar yıkar, halkları var ve yok eder) tüm dünyaya egemen olabilir miydi?

Oysa, bu temelin, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla, üretimin komünist tarzda düzenlenmesiyle ve ona içkin olan insanın kendi ürettiği ürüne duyduğu yabancılığın ortadan kaldırılmasıyla, arz-talep ilişkisinin kudretini buhara dönüştürür ve insanlar mübadeleyi, üretimi, karşılıklı davranış biçimini yeniden kendi denetimine alırlar.

Bize göre komünizm, oluşturulması gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uydurmak zorunda olduğu bir ideal değildir; günümüzde durumu ortadan kaldıran gerçek hareketi komünizm olarak adlandırıyoruz; bu hareketin koşulları, bugün mevcut olan öncüllerden doğmaktadır; bu arada yalnızca işçi olanların kitlesi, sermayeden ya da herhangi bir basit doyuma ulaşmaktan uzak bulunan yığınla işçi gücü, dünya pazarını şart koşar ve bu nedenle, rekabet dolayısıyla güvenceli bir geçim kaynağı olarak bu işin kendisinin artık geçici olmayan kaybı da dünya pazarını şart koşar.

Demek ki proletarya, tıpkı onun eyleminin, yani komünizmin, yalnızca “evrensel-tarihsel” bir varlık olarak mevcut olabileceği gibi, yani bireylerin evrensel-tarihsel varlığı, yani evrensel-tarihe dolaysız olarak bağlı olan bireylerin varlığı gibi, yalnızca evrensel-tarihsel olarak var olabilir.

Toplumun üretim araçlarına el koyması ile meta üretimi ve eşzamanlı olarak, ürünün üretici üzerindeki egemenliği ortadan kalkar.

Toplumsal üretimdeki anarşinin yerine, sistemli, belirli bir örgüt geçer. Bireysel yaşam kavgası kalmaz. Ondan sonra, insan, ilk olarak, belirli bir anlamda, hayvanlar âleminden kesinlikle ayrılır ve düpedüz hayvanca yaşama koşullarından kurtulup gerçekten insanca yaşama koşullarına girer. İnsanı kuşatan ve şimdiye kadar ona zorbalık etmiş bütün yaşam koşulları, artık, ilk defa, doğanın gerçek ve bilinçli efendisi olan insanın egemenliği ve denetimi altına girer, çünkü insan, artık, kendi toplumsal örgütünün efendisi olmuştur.

İnsan, artık, şimdiye kadar insana karşı doğa yasaları gibi yabancı kalmış ve ona egemen olmuş o kendi öz toplumsal eyleminin yasalarını tümüyle bilerek kullanır ve onlara egemen olur.

Şimdiye kadar doğanın ve tarihin insana zorla kabul ettirdiği bir kaçınılmazlık olarak insanın karşısına çıkan o kendi öz toplumsal örgütü, artık onun özgür eyleminin sonucu olur.

Şimdiye kadar tarihi yönetmiş olan yabancı nesnel güçler, insanın kendi denetimi altına girer. Ancak o andan sonra insanın kendisi, gittikçe daha bilinçli olarak, kendi öz tarihini yapacaktır; ancak o andan sonra, insanın harekete getirdiği toplumsal nedenler, çoğu zaman ve durmadan artan ölçüde, onun istediği sonuçları verecektir. Bu, insanın zorunluluk âleminden özgürlük âlemine yükselmesidir. (Marx-Engels, Alman İdeolojisi)

ÖZET VE SONUÇ

Şimdi tarihsel evrim taslağımızı kısaca özetleyelim:

1-Ortaçağ Toplumu. – Küçük ölçüde bireysel üretim. Üretim araçları bireysel kullanıma uyarlanmış (adapte olmuş); bu yüzden ilkel, kaba, cılız, az etkili. Üretim, ya üreticinin kendisinin, ya da feodal beyinin doğrudan doğruya tüketimi için. Ancak bu tüketimin üzerinde bir üretim fazlası olan yerde, bu fazlalık satışa çıkarılır, değişime katılır. Bundan dolayı, meta üretimi ancak başlangıç halinde. Ama daha şimdiden toplumsal üretimdeki anarşiyi bütün ayrıntılarıyla, embriyon halinde, kendi içinde taşımakta.

2. Kapitalist Devrim.– Önce elbirliği ve manüfaktür aracılığı ile sanayide biçim değiştirme. O zamana kadar dağınık olan üretim araçlarının büyük işliklerde toplanması; bunun sonucu olarak, bireysel üretim araçlarının toplumsal üretim araçlarına dönüşümü (genellikle, değişim biçimini etkilemeyen bir dönüşüm) ; mal edinmenin eski biçimleri yürürlükte kalır; kapitalist ortaya çıkar; üretim araçlarının sahibi olarak ürünleri mal edinmeye ve onları meta haline getirmeye de yetkilidir. Üretim, toplumsal bir eylem olur.

Değişim ve mal edinme ise bireysel eylemler, bireylerin eylemleri olarak sürer. Toplumsal ürünü bireysel kapitalist mal edinir.

Bugünkü toplumumuzun içinde hareket ettiği ve modern sanayinin günışığına çıkardığı bütün çelişkilerin doğduğu temel çelişki.

A. Üreticinin üretim araçlarından ayrılması. İşçinin ömür boyu ücretli emeğe mahkûm edilmesi. Proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlık.

B. Meta üretimini yöneten yasaların üstün gelmesi ve etkilerinin gittikçe artması. Başıboş rekabet. Bireysel fabrikadaki toplumsallaştırılmış örgüt ile genellikle üretimdeki toplumsal anarşi arasında çelişki.

C. Bir yandan, makinelerde rekabetin her fabrikatör için zorunlu kıldığı o gittikçe artan sayıda emekçinin yerinden olması ile tamamlanan yetkinleşme. Yedek sanayi ordusu. Öte yandan, üretimin sınırsız genişlemesi ve rekabet karşısında her fabrikatör için bunun zorunluluğu.

Her iki yandan da, üretken güçlerin işitilmemiş gelişmesi, arzın talepten fazlalığı, pazarların dolup taşması, her on yılda bir bunalımlar, kısır döngü: burada, üretim araçlarında ve üründe fazlalık (orada, işsiz ve geçim araçlarından yoksun emekçilerde fazlalık. Ama bu iki üretim ve toplumsal esenlik kaldıracı, birlikte işleyememektedir, çünkü kapitalist üretim tarzı, üretken güçleri çalışmaktan ve ürünleri, önce sermayeye dönüşmedikleri sürece, dolaşımdan alıkoyar); onların gerçek bolluğunu engelleyen budur.

Çelişki bir saçmalığa varmıştır. Üretim tarzı, değişim biçimine karşı ayaklanmış durumdadır. Burjuvazi, kendi öz toplumsal güçlerini yönetmede yetersizliğe mahkûmdur.

D. Kapitalistlerin kendileri de, üretim araçlarının toplumsal karakterini kısmen tanımaya zorlanır. Büyük üretim ve haberleşme kurumlarının işletilmesini, önce anonim ortaklıklar, sonra tröstler ve daha sonra da devlet ele alır. Burjuvazinin gereksiz bir sınıf olduğu kanıtlanır. Onun bütün toplumsal görevlerini artık aylıklı memurlar yapmaktadır.

3- Proleter Devrim.– Çelişkilerin çözümü: Proletarya, kamu iktidarına el koyar ve onun aracılığıyla, toplumsallaştırılmış üretim araçları, burjuvazinin elinden çıkıp, kamu mülkiyetine geçer; proletarya, bu eylemiyle üretim araçlarını şimdiye kadar taşıdıkları sermaye karakterinden kurtarır ve onlardaki toplumsal karakterin sonuna kadar kendisini göstermesine tam özgürlük tanır. Bundan böyle önceden belirlenmiş bir plana dayanan toplumsallaştırılmış üretim olanaklı hale gelir.

Üretimin gelişmesi, toplumdaki farklı sınıfların varlığını artık bir çağa uymazlık haline getirir. Toplumsal üretimdeki anarşinin kaybolduğu oranda, devletin de politik otoritesi tükenir. Sonunda kendi öz toplumsal örgüt biçiminin efendisi olan insan, aynı zamanda, doğanın egemeni ve kendisinin efendisi olur; özgür olur.

Bu evrensel özgürlüğe kavuşturma işini başarmak, çağdaş proletaryanın tarihsel özel görevidir. Bu işin tarihsel koşullarını ve böylelikle doğasını anlamak, şimdi baskı altında bulunan proletaryaya, başarmaya çağırıldığı bu önemli işin koşulları ve anlamı üzerine eksiksiz bilgi vermek, bu, proleter hareketin teorik dışavurumunun, bilimsel sosyalizmin ödevidir. (Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm)

Böylece, teorik olarak devletten kurtulmuş, komünist topluma varmış oluyoruz!

Oluyor muyuz?

Göreceğiz!

Fikret Uzun

22-Ağustos-2015

Hiç yorum yok: