25 Ağustos 2015 Salı

İNSAN AKLINI GERİLETECEK İDEOLOJİK ŞAŞIRTMA FORMÜLLERİNE KARŞI SAVAŞIM 1



İNSAN AKLINI GERİLETECEK İDEOLOJİK ŞAŞIRTMA FORMÜLLERİNE KARŞI SAVAŞIM 1
Braye mın BORGA,

Dibindeki kurbağanın gökyüzü üzerine bilebildiği, kuyunun çapı kadardır, seninki de bu misal!

Ekonominin ve toplumun gerekleri hâlâ iki dünyayı, iki sınıfı, iki teoriyi ve iki insanı birbirinden ayırır.

Fakat bu gün, devrimden vazgeçenlerin, bundan seni de ayırmıyorum, yüksek sesle söylemeyenleri vardır ama hepsinin ortak görüşü, kapitalizmin değiştiği noktasındadır. Bu, işçi sınıfının devrimci rolünü yitirdiğini ve teknolojinin öne geçtiğini de içeriyor. Böylece de, sosyalizmin artık bütün sınıfların sorunu haline geldiğini söylemek kolaylaşıyor.

Ve hepsi sosyalizmin eninde sonunda ama mutlaka geleceğini söylemekten geri durmuyorlar. İşçi sınıfı devrimci rolünü yitirdiyse ve sosyalizm buna rağmen eninde sonunda ve mutlaka gelecekse, o kadar da acele etmeye ve yeni devrimci rol üstlenecek aktörler aramaya gerek kalmıyor.

Ancak, Marxistler böyle düşünmüyor ve işçi sınıfının devrimci rolüne güvenleri tamdır; güvenleri Marxizmden geliyor ve Marx’ın düşüncesinin temellerinin hâlâ sağlam olduğuna inanıyorlar; bunun için senden izin almamaları gayet normaldir.

Buradan hareketle, Sovyet sosyalizminin yıkılışındaki derslerle birlikte, sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğu konusunda nettirler; Marx’ın düşünce sisteminde, sosyalizm ile işçi sınıfının özdeşliği pratik değil, teoriktir; bu teoriyi ileri sürdüğünde, bunun ikna edici kanıtları ve pratiği yeterince mevcut değildi; Sovyet sosyalizmi bunu, çürütülemez biçimde doğrulamıştır.

İkincisi, emek süreçleri hâlâ belirleyicidir; Türkiye’de ve dünyada egemen sınıflar açısından bütün kaygılar hâlâ kaynaklarını emek süreçlerinde buluyor; böyle olmasa, yüz binlerce Amerikan askerinin Arap çöllerine yığılması, gerekmezdi!

Ve tarihin lokomotifi, hâlâ sınıf mücadelesi olmaya devam ediyor; devam etmese, sınıf mücadelesini ve bilincini köreltme çabalarının bütün gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerin politikalarının odağını oluşturması mümkün olmazdı!

Sen ve türlerin hangi kuruntuların girdabında çırpınırsanız çırpının, yaşadığımız dünyanın gerçekliği, size inat, karanlığa inat budur ve buna Marxistler, bilimsel ve sınıfsal bakışları gereği, bu bakıştan aldıkları güçle bilimsel bir iyimserlikle ve yine size inat inanıyorlar!

İktisatçılar nasıl burjuva sınıfının bilimsel temsilcileriyseler, sosyalistler ve komünistler de proleter sınıfın teorisyenleridirler.

Yani anlattıklarımız sana ve türlerine, yani Marx düşmanlarına değildir; işçi sınıfının devrimci rolüne güvenini yitirmiş olanlara da değildir; dahası, sabah akşam “proleterya” derken, gelip gelip bir karanlığın içine girdiği apaçık ortada olan reformist Kürt hareketinin kuyruğunda ikbal arayan kişi ve gruplara da değildir!

Dediklerimiz gelinim sana söylüyorum, oğlum sen anla mislidir; en sonu tarihe nottur!

Marxizmin kurucuları, ütopyacı sosyalistlerle mücadelelerinde sosyalizmin bilimsel yanına ısrarla değindiler; sosyalizmin, toplumun bilimsel yasalarına dayanarak kurulan ve gelişecek olan bir düzen olduğunu ön plana çıkardılar; böylece bilimsel sosyalizm deyimi yaygınlık kazandı, ancak Marx’ın, Felsefenin Sefaleti’nde yazdıklarından, burjuvazinin iktidara yürüyüşünün bilimi olan siyasal iktisadın karşıtı bir bilim olarak düşündüğünü çıkartmak zor olmaz.

Marx, bu yeni bilimin, sosyalizmin temellerini atarken, şüphesiz bu temellerin bir bölümünü ütopyacı sosyalistlerden alıyor. Bir bölümünü ise doğrudan doğruya burjuvazinin iktidara yürüyüşünün bilimi olan siyasal iktisattan devşiriyor.

Marx, Amerikan iktisatçısı Carey ile Fransız iktisatçısı Bastiat’a atıfta bulunarak, Grundrisse’de şöyle yazar; “her ikisi de siyasal iktisadın anti-tezinin, yani sosyalizm ve komünizm, teorik ön kabullerini, başta siyasal iktisadın tam ve nihai açıklaması olan Ricardo olmak üzere, siyasal iktisadın klasik eserlerinde bulduğunu kavradılar.” Marx’ın burada sosyalizmi, aynı anlama gelmek üzere komünizmi, bir bilim olan siyasal iktisadın anti-tezi olarak ve bir bilim olarak ortaya koyduğu açıkça anlaşılıyor.

Pratik olmadan bilim ve teori olmaz; ancak yeterince olmasa da, Marx ve Engels, sosyalizmi geliştirirlerken, siyasal iktisattan ve ütopyacı Owen ve Fourier’in pratiklerinden yararlandılar; Babeuf’un pratiği de, kısa süreli Komün pratiği de bilimsel açıdan yeterince olmasa da sosyalizmin bir bilim olarak kuruluşunda değerlidir; en sonu Sovyetler birliğinde sosyalizmin kuruluş çalışmaları, zengin pratiğiyle, daha çok da olumsuz pratiği ile sosyalizm biliminin geliştirilmesi için son derece önemlidir!

Ütopyacıların düşünme tarzı, 19. yüzyılın sosyalist idealarını uzun süre etkilemiştir; ütopyacıların hepsine göre, sosyalizm, salt gerçeğin, sağduyunun ve adaletin dışavurumudur. Ve kendi gücüyle dünyayı fethetmesi için yalnızca bulunmuş olması gerekir. Ve salt gerçek, uzaydan ve zamandan bağımsız olduğu için nerede ve ne zaman bulunacağı, yalnızca bir rastlantıdır.

Sosyalizmi bir bilim yapmak için, onun önce gerçek bir tabana oturtulması gerekiyordu; oturtulmuştur!

Proletarya bir sınıf olarak kendisini oluşturacak ölçüde henüz yeterince gelişmediği sürece ve bunun sonucu proletaryanın burjuvaziyle olan savaşımı henüz politik bir nitelik almadığı sürece ve üretici güçler, proletaryanın kurtuluşu ve yeni bir toplumun kurulması için gerekli maddi koşulları bir an için görmemizi sağlayacak ölçüde burjuvazinin bağrında henüz yeterince gelişmediği sürece, bu teorisyenler, ezilen sınıfların isteklerini karşılamak üzere sistemler uyduran ve canlandırıcı bir bilim bulmaya çalışan ütopyacılardır ancak.

Ama tarih ilerledikçe ve onunla birlikte proletarya savaşımının çizgileri daha da belirginleştikçe, bunların kafalarının içinde bilim aramalarına artık gerek kalmaz; gözlerinin önünde olup biteni saptamaları ve bunun sözcüsü durumuna gelmeleri yeterlidir.

Bilim aradıkları ve sistemler kurmakla kaldıkları sürece, savaşımın başlangıcında kaldıkları sürece sefaletin içinde sefaletten başka bir şey bulamazlar, sefaletin içinde eski toplumu alaşağı edecek devrimci, yıkıcı yönü göremezler. Tarihsel hareketin bir ürünü olan bilim, bir andan sonra kendisini bilinçli olarak tarihsel hareketle birleştirmiş, doktriner olmaktan çıkmış ve artık devrimci olmuştur.

Marx’ın sınıfsız topluma kadar uzanan “üretici güçler” tanımlaması, eleştirmek için işe koyulduğu ve içinde bir başka toplumun ipuçlarını yakaladığını düşündüğü klasik iktisadı daha çok öne çıkarmasının bir tezahürüdür; gerçekte Marx, bütün sınıfsız toplum tartışmasını ”üretici güçlerin” değil, ”güçlerin” kendisinin gelişmesi, bir üretici güç olarak değil, insan olarak gelişmesi üzerine yapar; burada üretici güçlerdeki gelişme, dolaylı bir sonuç olarak ortaya çıkar!

Marx Grundrisse’de şöyle yazar:

“Zorunlu emek süresinin artık-emek yaratmak için azaltılması yerine genelde toplumun zorunlu emeğinin minimuma indirgenerek, herkes için serbest bırakılmış olan zamanın ve yaratılmış olan araçların, bireylerin sanatsal, bilimsel, vb. eğitim ve gelişimine tekabül etmesi…”

Ne yaparsan yap, ipine hangi hurafeleri dizersen diz, istersen “Marx’ı aşıyorum” culuk oyununuzda rekorlar kır, istersen kuyruklu yalanlardan bir demet buket yapıp Marx’ın üzerine fırlat, gene de bu topraklardaki Marxizm-Leninizm inadından bir kıl bile koparamazsın!

Bu inat tesadüf değil, Marxizm-Leninizm’in bilimselliği ile bağlıdır; Marxizm-Leninizm bir bilimdir; bilimsellik, kendisinin veya bir başkasının bilgisine güvenmeyi, yaşamı bilimsel temellere göre kurup, geliştirmeyi anlatıyor; bilimsel gelişme kolektiftir; toplumsal bir nitelik taşıyor; bilimsel doğru, daha büyük ve açık doğruları üretme imkânını yarattığı ölçüde doğrudur ve bilimseldir; bilim dünyasında çıkmaz sokak yoktur!

Bilimden kaçanların mekânları hep çıkmaz sokaklardadır!

Felsefe ve iktisat alanında ortaya çıkan “Marxist felsefe ve ekonomi teorisi”, Marx’ın kendi kültürel köklerine, yani İngiliz pratiğine, Fransız politiğine ve Alman felsefesine bağlılığının bir ifadesidir; Marx’ın bu bağları attığı, bir devrimci, bir bilim kurucusu olarak ortaya çıktığı yer ise, tarih alanıdır. Bu alanda, Marx’ın felsefesinin ve ekonomi teorisinin kendi başlarına bir anlamı kalmaz. Onlara anlamlarını veren şey, “tarihsel materyalizm”dir. Demek ki, Marx’ta felsefe ve ekonomi teorisi,”saf” olarak beliremezler; ancak tarihin özel biçimleri olarak belirebilirler.

Buna karşın, Marx sık sık, olumlamak ya da eleştirmek için, bir iktisatçı olarak ele alınmakta, ona bir ekonomik determinizm anlayışı atfedilmektedir. Oysa Marx’ın düşüncesi hakkında ileri sürülen bu yorum, Kapital’in alt başlığını, yani “ekonomi politiğin eleştirilmesi” sözünü unutmaktadır; “ekonomik gerçekliği, meta ve parayı, artı-değeri ve kârı; kendi temeli haline getiren kapitalizm değil mi?”

BORGA’ gillere inanacak olursak, bu,“kapitalizm değil, Marx’tır”; demek ki BORGA‘giller, “kapitalizmi Marx’ın yarattığına” ya da “tasarladığına” inanmaktadırlar; en azından Kapital’de bir iktisat teorisi bulduğunu sanmaktadırlar; bize, “dünyanın ekonomi politiği olan emperyalizmi bırak, kapitalizme bak!” derken, bunu anlatmaya çalışıyorlar olsa gerek!

Ancak Kapital’de bir iktisat teorisi yoktur; Kapital, kapitalizmin tarihidir; demek ki Marx, kendisinden önce oluşan bir sistemin tarihini yazmıştır; bu toplumun tarihi, ancak iktisadi terimlerle ve iktisadi bir dille yazılabilir; üretim, dolaşım, fabrika, mübadele, emek, sermaye, rant, kâr, vb terimlerini kullanmadan bu tarihi oluşturmak mümkün değildir.

“Kapital, bir toplumu, burjuva toplumunu ve bir üretim biçimini, yani kapitalizmi inceler; bir bütün olarak ele alınan aynı gerçekliğin bu iki yönünü kavrar. Rekabetçi kapitalizmin, hem saptayan ve hem de ona itirazda bulunan bir düşünceyle kavranması söz konusudur burada. Bilim olarak ekonomi politiğe gelince; belli bir praksis hakkındaki bilgidir o; bolluğun hüküm sürmediği toplumda, eşit olmayan gruplar arasındaki mal-mülk bölüşümü hakkındaki bilgidir. Ekonomi politik sona ermek zorundadır ve kendini aşabilir. Kapital’de bir ekonomi teorisi vardır ama bu bir ekonomi politik kitabı değildir; bu çalışma başka bir şeyi ve daha fazla bir şeyi kapsar. Yani, köklü bir eleştiriden geçirerek, ekonomi politiğin aşılmasının yolunu gösterir. Demek ki, ekonomi politik kıtlığın bilimidir. Her toplumun bir ekonomik temelinin mevcut bulunduğu ve bunun bugün de böyle olduğu doğrudur.” (Henry Lefebvre, Marx’ın Sosyolojisi)

Demek ki, varlığını ekonomik yaklaşıma borçlu olan ekonomik determinizm kavramını, Marx’ı anlamanın ölçüsü olarak kullanamayız.

Sana kalsa, “üstyapı” bağımsızdır, senin dilinle söylersek, kendi bildiğini okur; gerçekliğe karşı bu direniş, bütün sınıflı toplumların değişmez karakteridir; senin de bu karakterden uzak olmadığın açık; oysa Marx’la birlikte böyle bir bağımsızlığın asla mümkün olmadığı anlaşılmıştır; öyleyse ideolojinin durumu da aynıdır ve öyleyse felsefe de aynı demektir; felsefenin bağımsızlaşması, ancak onun gerçekliği ve gerçeklik içindeki bağımlılığını görebilmesiyle mümkündür; Ona bu yolu gösteren de gene Marx olmuştur; “gerçekliğin kendini göstermesiyle, bağımsız felsefe varlık ortamını yitirir.” (Grundrisse)

“İnsanlarla birlikte felsefenin kurtuluşu da tarihsel bir olgudur, zihinsel bir iş değildir ve bunu tarihsel koşullar, sanayiin, ticaretin, tarımın durumu meydana getirir.”

Gördüğün gibi size kalsa, felsefeyi zihinsel bir iş olarak alıp, tarih değişmeden değiştirmeye, tarih değiştikten sonra ise gözümüz gibi korumaya çalışacağız!

Değişen dünyanın sınıfa eşitlik ve özgürlük vermeyeceği çok açıktır; bu yüzden değişen dünyada sınıftan kaçmak daha da yoğunlaşmıştır; bunun yerine, en yabancılaşmış halinde bile, bu yabancılaşma göz ardı edilerek insanın konulması, dünyaya hükmedenlerin ellerindeki zihinsel araçların pek fazla olmadığını göstermektedir!

Siz ise, bu işi, daha doğrusu sınıfın özgürlük ve eşitlik kavgasına omuz verme işinden kaytarmayı, onları bir insan hakkına indirgemek ve bu çerçevede kurtuluşu sınıf üzerinden değil, ezenle barışık bir ezilen sınıf üzerinden tasarlamak, böylece, hem bir sınıfsal kurtuluşu varsayan “özgürlük ve eşitlik” mücadelesinden ve hem de bu mücadelede asıl özne olan sınıftan kurtulmakla mümkün kılmaya çalışıyorsunuz!

Bunu örtmek için de her lafınızın önüne ya da arkasına “inşallah ya da maşallah” anlamında “demokratik” ekini koyuyor ve böylece “özgürlük ve eşitliği”, ezen ile ezilenin kardeş olduğu ama ezenin en azından büyük ağabey olduğu bir ilkel aşiret komününe havale ediyorsunuz, “önderlik” ise ayrı bir hikâye!

Hakkını vermek gerek; büyük kurnazlıktır ve bir burjuva işidir; büyüklüğü değil ama kurnazlığı buradan geliyor; burjuvazi, sınıfı, soyut insan içinde görünmez yapıyordu; siz ise sınıfı, insan haklarına muhtaç bıraktığınız ezilen içinde görünmez yapıyorsunuz; ancak bu kurnazlıkla yalnızca kendinizi kandırabilirsiniz; ne tarihin mantığını ne akıl taşıyanların aklını ne de Kürt halkını kandırabilirsiniz!

Biz mi? Bizim kanmaya niyetimizin olmadığı, sizi deşifre eden bu çuval dolusu ifadelerden anlaşılmış olmalıdır!

Evet, siz sınıfı çoktan bitirerek, “ücretli emek sisteminin kaldırılması” sorunundan kurtuldunuz sanıyorsunuz; ama bitmediğinin farkında olan sınıfın “değişen dünyaya” verebileceği tek cevap,”ücretli emek sisteminin kaldırılması”dır!

Bu noktaya daha yeni geldiğiniz ve zikrinizde “biraz da biz…” fikri olduğu için, “ücretli emek, ya da ücretli kölelik” rejiminden çıkmayı düşünmüyorsunuz; bu belli; bu nedenle öyle bir “demokratik komün” icat etmişsiniz ki, senin deyiminle düşmanın ağzının suyunu akıtmaktadır!

Sizin şu epey bir ünlenmiş olan, “Metalaşma ve kâra dayalı ekonomiden, kullanım değerine ve paylaşıma dayalı komünal ekonomiye geçişi sağlamayı” güden “Demokratik komün”ünüz, “Hiç kimsenin, kişilik haklarını zedeleyecek şekilde ve emeğinin karşılığı verilmeden çalıştırılamaz” hükmünü getirirken, aynı zamanda, “herkesin haksız yollardan olmamak, sömürüye, statü eşitsizliğine ve dengesizliğe yol açmamak kaydıyla, ekonomik yaşamını örgütleme ve mülkiyet edinme hakkı” olduğunu da hükme bağlıyor ve bunu, “Herkes, kâr ve metalaşmaya dayalı olmayan, kullanım değeri ve demokratik paylaşıma dayalı üretim ve mülkiyet hakkına sahiptir.” diyerek perçinliyor; oysa bu, üretim özgürlüğü ve mülkiyet özgürlüğü değildir; burada bir eşitlik de yoktur!

Bunu da, günde bin kez “sömürüsüz-sınıfsız- devletsiz komünist toplum”a vurgu yaparak, ”demokratik komün”ü de bu kalıpta sunarak ve haliyle “demokratik komün”e laf söyleyeni “allahın” çarpacağını da ekleyerek yapıyorsunuz!

Mülkiyet edinme hakkı, mülkiyetten kurtarmaz ama mülkiyetsiz bırakma hakkını tanır!

Materyalist tarih anlayışını ve artı-değer yoluyla kapitalist üretimin sırrının çözümünü, Marx'a borçluyuz. Sosyalizm, bu buluşlarla bir bilim oldu. Bundan sonraki iş, onun bütün ayrıntılarını ve ilişkilerini işlemekti.

Materyalist tarih anlayışı, insanın yaşamını sürdürmeye yarayan araçların üretiminin ve bunun yanı sıra, üretilen şeylerin değişiminin bütün toplumsal yapının temeli olduğu; tarihte ortaya çıkmış her toplumda, zenginliğin dağıtıldığı ve toplumun sınıflara ya da takımlara bölündüğü tarzın, ne üretildiğine, nasıl üretildiğine ve ürünlerin nasıl değişildiğine bağımlı olduğu önermesinden hareket eder.

Bu görüş açısından, bütün toplumsal değişmelerin ve politik devrimlerin ereksel nedenleri, insanların kafalarında, insanların sonrasız gerçeği ve adaleti daha iyi kavramalarında değil, ama üretim ve değişim tarzlarındaki değişmelerde aranmalıdır. Bunlar felsefede değil, her söz konusu çağın ekonomisinde aranmalıdır. Var olan toplumsal kurumların akla-aykırı ve adaletsiz olduğunun, sağduyunun saçmalaştığının, doğrunun yanlış hale geldiğinin giderek kavranması, yalnızca, üretim ve değişim tarzlarında sessizce değişmeler olduğunun ve eski ekonomik koşullara uyarlanmış toplumsal düzenin artık onlara uymaz hale geldiğinin kanıtıdır.

Marx'tan beri, kapitalist üretim tarzı diye anılan burjuvaziye özgü üretim tarzı, feodal sistemde, onun bireylere bağışladığı ayrıcalıklarla, bütün toplumsal aşamalarla ve yöresel tüzel kişiliklerle ve onun toplumsal örgütünün çatısını belirleyen kalıtsal astlık bağlarıyla uyuşmuyordu.

Burjuvazi, feodal sistemi yıktı ve onun yıkıntıları üzerine kapitalist toplum düzenini, bütün mal sahiplerinin artakalan bütün kapitalist nimetler için özgür rekabetinin, kişisel özgürlüğünün, yasa karşısında eşitliğinin egemenliğini kurdu. Kapitalist üretim tarzı, o zamandan beri, özgürlük içinde gelişebildi. Buhar, makineler ve makinelerin makinelerle yapımı, eski manüfaktürü modern sanayiye dönüştürdüğünden beri, burjuvazinin kılavuzluğunda serpilen üretken güçler, daha önce işitilmemiş bir hızla ve işitilmemiş bir ölçüde gelişti. Ama tıpkı kendi çağında eski manüfaktürün ve onun etkisinde daha da gelişen zanaatçılığın, loncaların, feodal kösteklerle çatışmaya düştüğü gibi, şimdi de modern sanayi, kapitalist üretim tarzının kendisini içine kapattığı sınırlarla çatışmaya düşüyor.
En sonu Engels, “Yeni üretken güçlerin kapitalist kullanım tarzı, o büyüyen güçlere şimdiden dar geliyor.” Derken, meğer ne denli “yanlış şeyler” söylüyormuş da haberimiz yokmuş; BORGA diye biri dünyaya gelmeseydi, hâlâ haberimiz olmayacaktı!

“Bu üretken güçlerle üretim tarzları arasındaki çatışmanın, ilk günah ile tanrısal adalet arasındaki çatışma gibi, insanoğlunun kafasından çıkmadığını” vurgularken de BORGA diye birinin dünyaya gelip, bu “yalanını” yüzüne vuracağını Engels bilmiyordu!

Bu yüzden, bu çatışmanın, gerçekte, nesnel olarak, bizim dışımızda ve kendisini yaratan insanların bile istenç ve davranışlarından bağımsız olarak var olduğu da mutlaka yalandır; BORGA’dan iyi mi bileceğiz?
Öyleyse Engels, “Modern sosyalizm, gerçekte, bu çatışmanın, düşünce halinde yansımasından; bu çatışmanın, önce ondan en çok zarar gören sınıftan, işçi sınıfından olanların zihinlerindeki düşünsel (ideal) yansısından başka bir şey değildir”, derken de, BORGA beyefendiyi ne denli üzeceğini düşünemiyordu!

Tasası, şimdi sırf Engels’in bu “hurafelerini” düzeltmek için dünyaya gelmiş bir dahi birey misli, üzerinde tepinerek, üzüntüsünü hafifleteceğini sanan BORGA beyefendinin önümüze fırlattığı tasası içimize dert oldu ve bu dertten onu da kendimizi de kurtarmak için yapabileceğimiz pek fazla bir şey yoktu; çünkü gerçekler, BORGA beyefendi için ne denli “hurafe” görünüp onu üzse de, onlar Borga’nın bu üzüntüsüyle etrafa kustuğu simya kalıntılarından daha inatçıydı ve bu inadını bize çoktan aşılamıştı!

BORGA ise gene de “ideoloji” mideoloji dedi, bir iki simya kırıntısı fırlattı ama bilimden hiç söz etmedi; artık bilim onun dağarcığında yer almıyor mu ne, bundan hiç söz etmemektedir; hoş, söz etse de, “yaprak anahtar” ile “yıldız anahtarın” evrimsel gelişmesinden ve artık her derde deva anahtarların icad edildiğinden ama gene de yaprak anahtarı buna değişmeyeceğinden filan söz ederdi!

İşte bu nedenle hatırlattık, sosyalizm, aynı anlama gelen komünizm, bir bilimdir!

Öyleyse dünyaya bin yılda bir gelen dahi düşünürün, gelir gelmez kafasından, ya da başka bir yerinden uydurduğu, ya da hatta bilinçli olarak kendisinin ya da öncellerinin usavurmasından türettiği bir ideoloji değildir komünizm!

Tabii bizim “Marxizm-Leninizm’i aşıyorum” cuların, aştıktan sonra vardıkları yerde ne gördüklerini ya da ne keşfettiklerini bilmiyoruz ama BORGA’ya göre, “üretince” oluyor ve BORGA bey, hepimize belli ki, ”üretin sizin de olsun” yollu açılım getiriyor!

“Modern sanayinin pek büyük genişleme gücünün, tüm direnmeyle alay eden bir nitel ve nicel genişleme zorunluluğu olarak karşımıza çıkması” yetmiyormuş gibi, bir de BORGA beyefendinin alaylı kükremeleri etrafımızdan eksik olmuyor! Azıcık bile kuşkumuz olsa gerçeklere karşı, o dakka BORGA beyefendinin o alaylı “Ne? Modern sanayi mi? Hepsi hurafe, hepsi uydurma! ” türü kükremelerinden incinip, yaradana sığınırdık!

Ancak, pazarların yaygın ve yoğun genişleme yeteneğini yöneten yasalar tümüyle farklı olsa da ve daha düşük güçle işlese de, bu direnmenin tüketimden, sürümden, modern sanayi ürünlerinin pazarlarından geldiği çok açıktı. Pazarların genişlemesinin, üretimin genişlemesine ayak uyduramayacağı da çok belli ve artık pratiğin doğrulamasından da geçmiştir!

BORGA bey gene kükreyebilir, “hurafe” diye ortalığı ayağa kaldırabilir, bu ayrı, ancak çatışmanın kaçınılmaz olduğu ve kapitalist üretim tarzı ortadan kaldırılmadığı sürece, herhangi bir gerçek çözümle sonuçlanamayacağı için, çatışmaların dönemli olduğu pratikle doğrulanmıştı… Kapitalist üretim, başka bir "kısır döngü" doğuruyordu; sonuç bunalımdır; o kadar öyle ki, artık şarkıdaki gibi topyekün “oynatmaya az kaldı.”

Alışveriş durmakta; pazarlar malla dolup taşmakta; satılamayacak kadar çok olan ürünler birikmekte; kredi kesilmekte; fabrikalar kapanmakta; işçi yığınları, gereğinden çok geçim aracı ürettikleri için, geçim araçlarından yoksun olmaktadır; iflaslar iflasları, hacizler hacizleri kovalamaktadır. Durgunluk yıllarca sürmekte; üretken güçler ve ürünler, birikmiş meta yığını epeyce değerden düşerek sonunda elden çıkarılıncaya, üretim ve değişim giderek yeniden canlanmaya başlayıncaya kadar, büyük ölçüde boşa harcanmakta ve ortadan kaldırılmaktadır. Gidiş, yavaş yavaş hızlanmakta, tırısa dönüşmektedir. Tırıstaki sanayi, eşkin gitmeye başlamakta, eşkin gidiş, tam bir sınaî ve ticari kredi ve spekülasyon engelli yansının doludizgin dörtnalına gelişmekte ve bu da, sonunda, boyun kıran atlayışların ardından, başladığı yerde, bir bunalım çukurunda bitmektedir. Ve bu, durmadan yinelenmektedir.

Ama size göre, bu son; evvela allah, sonra ABD emperyalizminin gücü ve tabii Kürtlerin yol haritaları sayesinde, bütün emperyalistler ve tabii ki, işbirlikçileri de, pardon müttefikleri de, bir araya gelecek ve ultra bir barışla dünyayı kurtaracaklar; ne açlık, ne kavga, ne ezen, ne ezilen, hakk yolunda, hakk ile birlikte bin yıllık bir mutluluk kapısı açılacak; ama Kürtlere laf söyleyenler, bu kapıdan sokulmayacak; öyleyse cennet ABD emperyalizminin ayakları altında olacak ve oraya yan gözle bakanın yeri cehennem olacak!

Ütopyacı deyip geçmeyelim, Fourier, onların ilkine “bolluktan doğan bunalım”, dediği zaman, hepsine uygun düşen tanımı yapmıştı; ütopya biraz da akıl ile bağlı ve akıl taşıyanlara çok yakışmaktadır; yoksa belki Fourier’de “hurafe” yollu nutuk çekecekti!

Bu bunalımlarda, toplumsallaştırılmış üretim ile kapitalist mal edinme arasındaki çelişki, korkunç bir patlamaya varır. Meta dolaşımı, o an için, durmuştur. Dolaşım aracı olan para, dolaşım için bir engel olur. Bütün meta üretim ve dolaşım yasaları altüst olmuştur, çatışma doruğuna ulaşmıştır. Üretim tarzı, değişim tarzına karşı ayaklanmıştır.

Kapitalist üretim tarzının bütün mekanizması, kendi öz yaratıları olan üretken güçlerin baskısı altında işlemez olur. Bütün bu üretim araçları kitlesini sermayeye dönüştürmeye artık güç yetiremez. Üretken güçler boş durur ve aynı nedenle, yedek sanayi ordusu da boş durmak zorundadır. Üretim araçları, geçim araçları, çalıştırılmaya hazır emekçiler, üretimin ve genel servetin bütün bu öğeleri, bol bol vardır. Ama "bolluk, sıkıntının ve yoksunluğun kaynağı olur" , çünkü üretim ve geçim araçlarının sermayeye dönüşmesine asıl engel olan şey odur.

Çünkü kapitalist toplumda, üretim araçları, ancak önce sermayeye, insan emek-gücünü sömürme araçlarına dönüştükleri zaman işleyebilirler. Üretim ve geçim araçlarının bu sermayeye dönüşme zorunluluğu, onlarla işçiler arasında bir hayalet gibi durur. Üretimin maddesel ve kişisel kaldıraçlarının bir araya gelmesini önleyen yalnız odur; üretim araçlarının işlemesini, işçilerin çalışmasını ve yaşamasını yasaklayan yalnız odur.

Neyse ki, biz bilime de kendimize de güveniyoruz ve bu yüzden Engels’e de güveniyoruz ki, yaptığı, bilimden geri değildir! Gerçi, modern simyacılara inanacak olursak, bilimden geri olanı yoktur!

Ama olsun, biz yine de bilime güveniyoruz ve Marxizm’in kurucularının bilim aradıklarını ve onu kurduklarını biliyoruz ve buradan ilerliyoruz BORGA’ gillerin tasasına da, kuruntularına da gülüp geçiyoruz!

Fikret Uzun

23-Ağustos-2015

Hiç yorum yok: