25 Ağustos 2015 Salı

İNSAN AKLINI GERİLETECEK İDEOLOJİK ŞAŞIRTMA FORMÜLLERİNE KARŞI SAVAŞIM 2



İNSAN AKLINI GERİLETECEK İDEOLOJİK ŞAŞIRTMA FORMÜLLERİNE KARŞI SAVAŞIM 2
BORGA birader,

Dönüp dolaşıp, makarayı başa sarıyorsun ve içine hep Marxizm düşmanlığını koyarak, senin deyimindir hatırlarsın,”cirlavuk” misli sarıp duruyorsun; sonra da aynaya bakıp gördüğün bu cirlavukluğu üzerime fırlatarak cirlavukluktan kurtulacağını sanıyorsun!

Bu kadar olsa iyi, kendini “filozof taşı” zanneden bir halin var; birkaç kuyruklu yalanı, ya da hokkabaz türü ürettiğin demogojileri gerçeklerin üzerine fırlatınca, o dakka, bütün gerçeklerin yalan, bütün yalanların gerçek olacağını sanıyorsun; öyle sanmasaydın, bu halet-i ruhiyeni sürdürmekte bu kadar ısrarcı olmazdın; nihayetinde gerçek gerçektir; ona sahip çıkmanın hiçbir zararı olmazdı!

Üstelik Marx’ı okumadan Marx yazan Althuser gibilerden farkın yoktur!

İnsanın, tıpkı bazılarınızın “la bu Kürtler size ne yaptı?” diye sorduğu gibi; size de “la bu Marxizmin kurucuları size ne yaptı?” diye sorası geliyor!

Ve gerçekler, gerçekliğini, maddi yaşam sürecinden alıyor, o nedenle gerçeklik, bizim düşünsel kurgularımızla az ya da çok değişse de, gerçekliğinden bir şey kaybetmeden ve bizim o gerçeğin yaklaşık bir halini yansıtan düşüncelerimizden bağımsız olan bir nesnelliktir!

Marx ve Engels’in, elbette Lenin’in yaptıkları da, bu nesnelliğin üzerinden ve tarihi de işin içine katarak, hatta biraz fazla işe katarak kurguladıkları bir gerçeklik yansısıdır; burada yanlışlık ya da doğru olmama durumu, tümüyle felsefeye ve ideolojiye bağlıdır; ancak burada da, bu yanlış olmama ya da doğru olma durumunu, başka ifadeyle gerçekliğin ayakları üstünde durma durumunu garantileyen, tarihtir; kısaca bir, maddeci bakış; iki, tarih aracılığıyla bakış; yani tarihsel maddeci bakıştır; öyleyse demek ki, idealist bakış değildir!

İşte seninle ve türlerinle (ki türlerinin bu konuda, senin eline su dökebileceğini sanmıyorum) aramızdaki fark buradadır; her türlü çatışmamızın temelinde bu var; yani, nesnel ya da öznel hiç fark etmez, idealizm ve tarihsel materyalizm çatışması var; kurnazlıklarını ise, idealizm ile materyalizm arasına sıkıştırmışsın; iki cami arasında binamaz misli gezer durursun; materyalizmle idealizmin söküklerini dikerken, idealizmle tarihsel materyalizmin önüne sis bombaları atarsın!

“İde” veya ”idea” sözcüklerine takılman ve koca koca Berkeleyleri kum torbası yapıp üzerimize fırlatarak idealizmin önünde siper olman bundandır!

İdealizm nedir?

Varlığın birinci ögesinin idea (düşünce) olduğunu savunan öğretiye idealizm denir. İdealizm var olan her şeyi düşünceye bağlayan, insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının var olmadığını savunan felsefi öğretidir. İdealizme göre madde gerçek değil hayaldir ve evrendeki her şey zihinseldir.

İster metafizik olsun, isterse epistemolojik olsun, idealizm yine idealizmdir; ister Berkeley de cisimleşsin, isterse Durkhaim de o, idealizminden bir şey kaybetmez!

İlk biçimi ile “metafizik” idealizm, dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bilineceğini ileri süren maddeciliğin; ikinci biçimi ile “epistemolojik” idealizm, insan biliminin, zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır.

Hepsi bu! Senin verdiğin renk de bu!

Ve “komünal akıl”, hatta “komünizm” sana göre doğuştandır, insanoğlunun fıtratında mevcuttur; yani kesinlikle bir “tarihsel-nesnel “ kategori değildir; öyleyse idealizm yanı başınızdadır!

Bu gün, bilmem kaçıncı yıldızın varlığının ve dünyaya uzaklığının keşfedildiği günümüzde hâlâ idealizmi savunan filozoflar, materyalistlere karşı, Piskopos Berkeley’i aşan kanıtlar üretmeye yeltenmişler midir bilmiyoruz, doğrusu incelemek eğlenceli olacaktır; ancak, burjuva ideologların, laboratuarlarda harıl harıl çalışarak “din’i kalkındırmak” için, insanları koşulsuz tanrının kollarına atmak için teoriler ürettiklerini ama bunu akıl taşıyanlara inandırmakta başarılı olamadıklarını, bu nedenle de, insan aklını geriletecek ideolojik şaşırtma formülleri üzerinde daha çok çalıştıklarını biliyor ve görüyoruz.

İşte bu nedenle insanları tarih bilincinden yoksunlaştırmak ve belleksizleştirmek, akıl sistemlerini bozmak, ya da aklı geriletmek, içinde bulunduğunuz burjuva işin bir parçasıdır ve “ideolojik” olmak zorundadır ve öyleyse egemen sınıflara yakışır bir idealizm ile hareket etmeniz kaçınılmazdır!

Sovyet sosyalizminin yıkılışı bu işi kolaylaştırmıştır; yani rasyonalizmden kaçmayı politika sayanlar Sovyet sosyalizminin yıkılışını sosyalizmin yıkılışı saymışlar ve göstermişlerdir; ideolojiktir ve idealizm ile bezelidir!

Bu ise, aklı savunmak isteyenlerin işini zorlaştırdı; bugün bu olgu çok açık biçimde kendini göstermektedir!

Bu nedenle, şiddet katsayısı yüksek bir ideolojik mücadele zorunludur; bunun için de, bir tarih bilinci ve bir de duru bir bellek gerekmektedir; ancak böyle aklın freni kırılabilir; ya da geri vitesten kurtarılabilir; ya da tersi, aklın freni kırılarak, geri vitesten kurtarılıp, beşinci vitese geçirilerek, bellek de ve haliyle tarih bilinci de, yerine konulabilir; bunun mekanizması ise “ideolojik mücadeledir!

Bugün insanlar, karar verme, sorgulama ve muhakeme yeteneğinden yoksun haldedirler; öyleyse eleştiri serbesttir, çünkü kimsenin eleştiri yeteneği kalmamıştır; bu nedenle şöyle eli ayağı düzgün, derli toplu eleştirilerden fena halde ürküyorsunuz ve Marxizm düşmanlığınız on kat hızlı depreşiyor!

Bunun kaçınılmaz sonucu ise, hep dile getirdiğim gibi,”İnanıyorum öyleyse doğru söylüyor” dogmasına teslim olan insanlardır ve bu da, kararı başkalarının vermesi ve hep doğru kabul edilmesi sonucunu doğurmaktadır!

Bununla birlikte bugün, görüş ayrılıkları ve eleştirel fikir ortaya koymanın bir anomali veya hastalık olarak kabul edildiği de bir gerçekliktir; HDP’ye ya da KÖH’e vesaire’ ye yöneltilen her eleştiriyi “Kürt düşmanlığı” olarak görmeniz ve dahi eleştirilerin ardı arkası kesilmezse, “köh”’te ya da HDP’de bir problem olduğunu düşüneceğinize, eleştirenlerde bir problem, görmeniz bunun kanıtıdır!

Eleştiri yapanlara neredeyse deli muamelesi yapılmaktadır! Hele bir de ısrarcı bir eleştiri varsa, bu mutlaka bir zır delinin halet-i ruhiyesine yorulmaktadır!

Ayrıca, bugün bilginin kendisinde de bir işbölümü söz konusudur ve görünen o ki her şeyden biraz bilen insanların yaşadığı bir zamandayız; bu alanda bile bu türlerin çok olduğunu görebiliyoruz!

Böyle bir atmosferde işiniz aslında kolaydır ama gel gör ki, gerçeklerin ne denli inatçı olduğu burada da kendisini gösteriyor; gerçekleri aşamıyorsunuz; nesnelliği aşamıyorsunuz; insanları idealizm çukuruna sokamıyorsunuz; çünkü idealizminiz dahi sentetiktir, nesnellikle örtüştüremiyorsunuz; ya da nesnel dünyayı kovup, dinsel dünyayı koymanıza yeterli gelemiyor!

Bugün Türkiye'de gelecek yoktur ve geçmiş de silinmektedir; böylece belleksizler diyarında, öncesiz, yarınsız insanlar, rüyalarla yaşamaktadır; Tv' lerde gösterilenler, vampirler, kurt adamlar, yürüyen ölüler, şefkatli ağalar, aşık krallar, ejderha emziren kraliçeler, filozof taşı çalan hırsızlar, yılan saçlı kadınlar, hepsi ama hepsi dizi dizi rüyalardır ve sadece anı yaşayan insanları korsakof yapmak, olmazsa alzheimere dönüştürmek, belleklerini silip rüyalara veya illuzyonlara hapsetmek içindir; bellek yoksa sürü vardır ve sürülerin geçmişi de geleceği de yoktur; demek ki sürü varsa insan yoktur!

Sürü varsa bilinç yoktur; sürü varsa, bilinç, sürü bilincidir demek istiyorum; hayvanla arasındaki mesafe çok kısadır; bu noktada insanı hayvandan ayıran tek şey, içgüdüsünün yerini bilincin alması, daha doğrusu bilinçli bir içgüdüye sahip olmasıdır; bu, sadece çevresindeki diğer bireylerle ilişki kurması gerektiğinin bilinci; yani toplum içinde yaşadığına dair bilincin başlangıcıdır.

Hepsi budur ve buradayız!

Ve açıkça görülmüştür ki bilinci gerçek tarihsel gelişmenin akışı içinde gelişen insanoğlunun belleğinin, yani belleğinde az ya da çok yer etmiş tarih bilincinin silinmesi ile sürü veya kabile bilincine geri dönmesi mümkün olabilmektedir!

Peşinde olduğunuz budur!

Daha baştan toplumsal bir ürün olan ve insanlar mevcut oldukları sürece böyle kalacak olan bilinç, elbette ki her şeyden önce, yalnızca en yakın duyumsal çevrenin bilincidir ve bilinçlenmekte olan bireyin, kendisi dışında yer alan öteki şeylerle ve öteki kişiler ile olan sınırlı bağlantısının bilincidir;

Marx ve Engelsin ifadesiyle bilinç, aynı zamanda, insanların karşısına önceleri baştan aşağı yabancı, mutlak güçlü ve karşı çıkılamaz bir güç olarak dikilen, insanların kendisine karşı düpedüz hayvanca bir davranış içinde bulundukları ve insanları da hayvanları ürküttüğü kadar ürküten bir doğa bilincidir; o halde salt hayvansal bir doğa bilincidir.

İşte bugün kapitalizmin, bütün yasallıklarını düzleyerek, dönmek istediği kendi tarihinin gerisindeki çevrede bu bilince ve bu bilince sahip insanlara gereksinimi vardır!

İnsanların bilinci, gerçek tarihsel gelişmenin akışı içinde gelişir.

Demek ki, kapitalizm için, kendi tarihinin öncesine dönerken, insanların tarih bilincini sıfırlaması kendisi için bir zorunluluktur; ancak böyle düşük bir kültür, yüksek kültürü istila edip, kendine benzetebilir; ancak böyle insanoğlu tarihinin gerisine sürüklenmeye razı olabilir!

Bu çevrede, dış gerçek yoktur; her şey, son tahlilde bizim tasarımlarımız olan akli tasarımlara varır. Ve eğer bilinç ya da denildiği gibi,”ben” ortadan kaldırılırsa, bütün gerçek kaybolur. Böylece varlık, doğa, madde, bilincin dışında ve ondan bağımsız olarak var olamazlar.

İşte bu, idealizmdir ve buna kapitalistlerin fena halde ihtiyacı vardır!

Artık, burjuva düzenin ekonomik alt yapısı yanında, ideolojisinin de iflas ettiği apaçık ortadadır.

Bu nedenle kapitalizm, daha açık ifadeyle tekelci kapitalizm, kendisinin bile vazgeçtiği ideolojisini kanıtlayıcı dayanaklar üretmekle vakit harcayacağına, insan aklını geriletmenin formülleri üzerinde çalışmaktadır.

Bunun için de, insan toplumunun maddi yaşamının yansıttığı gerçekliklerle örtüşmeyen, aksine bu gerçeklikleri örtmeye yarayan karanlık düşünceler, emperyalizmin “yeni” dünya’ sına hizmet için, artık ideolojik laboratuarlarda üretilmektedir.

İşte bunun için, ısrarla “komünizm ideolojidir” yollu kapak yapıyorsun! Çünkü laboratuarda üretilmiş bir “ideoloji” olarak “komünizm” en çok istediğinizdir!

İşte bunun için idealizme ihtiyaç vardır!

İnsanoğlunu bu idealizme mahkûm etmek için ise onu, tarih bilincinden yoksun bırakmak, belleğini silmek gerekmektedir!

Kapitalizmin gitmek istediği yerde, yani kendi tarihinin öncesinde, buna fena halde ihtiyacı vardır.

Sizin, bu düzenden kopabileceğinizi hiç sanmıyorum; daha doğrusu, kendi düzenine sığamayıp, çareyi kendi tarihinin gerisine çekilmekte gören tekellerin düzeninden kopabilmeniz mümkün görünmüyor ve zaten konum almanızın bu yönde olduğu, talep ettiğiniz, statükoda ve “toplumsal sözleşmeniz” de kendini göstermektedir; devletten de, devlet dininden de vazgeçebileceğinizi sanmıyorum; dolayısıyla sosyalizme de, komünizme de en ufak bir yakınlığınız olduğunu düşünmüyorum; “sosyalizm” ve “komünizm” konuşman ise tekellerin yenidünya düzeninden ve devletten vazgeçmek istemediğinizi, hatta tam da bu düzenin sahiplerinin ve devletlerinin hizmetkârı olduğunuzu gizlemek içindir; yanlış anlama devlete, moderniteye her halukarda karşısınız, onu anladık; bunun yerine, cehalet katsayısı yüksek, etnik ya da tarikat türünden bir cemaat, bir ümmet devletidir, yani bir Tanzimat öncesi devletidir vazgeçmeyeceğiniz; öyleyse sizin sistemin dışına çıkarmak istediğiniz bir devlet yoktur; öyleyse devletten kurtulma düşünceniz de yoktur; devleti “demokratize” ederek, ya da “yönetimine katılarak” ehlileştirmeyi düşündüğünüz kendi beyanatlarınız ve “Du Contrat Social” iniz ile apaçık anlaşılmaktadır.

Benim baktığım yerden bakınca ki burada bilimin üzerinde duruyorum, dolayısıyla bilimsel bir projektör hep yanımda ve sizin o demagojilerinizin, hatta kuyruklu yalanlarınızın ve elbette daha çok da üfürüp üfürüp bir muska misli ipe astığınız ve genellikle de o düşmanı olduğunu gizlemediğin Marxizme dayandırdığın ucube kavramlarının üzerine tutmaktan büyük bir onur duyuyorum!

Oysa devleti ve dolayısıyla dini sistem dışına çıkarmadan, sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, devletsiz, demokrasisiz ve kavgasız-gürültüsüz bir dünya kurulamaz; kurulamazsa, Kerbelaların, Sivasların, Maraşların, Suruçların önü alınamaz; sömürü ve ezginin bitirilemeyeceğinden söz etmeye bile gerek yoktur!

Yanlış anlama, daha doğrusu bunu net anla ki, aslında senin bu hallerini idealizmine bağlamıyorum, hallerin idealist ama bu senin idealist olmandan değil, hizmetinde olduğun sınıfa hizmetkârlığını ancak bu şekilde örtebilirsin ve ancak bu şekilde anlamlandırabilirsin; tam ifade etmez ama biraz anarşist de takılmana benziyor; öyle değilse zaten ortada bir vahim sağlık sorunu var demektir!

Buradan hareketle, senin ne HDP’li ne PKK’ li, ne de Öcalanist olduğunu düşünmek gerekiyor; olsa olsa, HDP’ye de Öcalan’a da, ya da PKK’ye de, PKK içinde etkili birinin politik çizgisini takip ettiğin için prim veriyor gibisin!

Elbette, bunu daha farklı ve oldukça iddialı biçimde tarif edenler de oldu ama ben, en azından henüz, bu iddiadan uzağım; örnek olsun, “vurgun” ismini kullanan bir forum üyesinin, sanırım artık burada yok ve bir tarihte burdan kopanlar, başka bir platforma geçiyorlardı, artık paralel mi idi yoksa paralel mi yapılmaya çalışılıyordu bilmiyorum, orada, herhalde senin Marxizm hakkında ileri geri konuşmaların nedeniyle,”…Marks hakli miydi değil miydi diye son zamanlarda üniversitelerde incelemeye alınırken ve dünya kaynarken ‘Marksizm hurafeymiş’ demek iki seçenek verir:

a- polis işbirliği; b-akil hastalıgı “ diyordu!

Ve çok ilginçtir ki, senin gibi yarım doğrulardan ve kuyruklu yalanlardan oluşan kurguları el çabukluğu ile gerçeklerin üstüne boca edebilen ve bunu sanki bir gerçeklik demeti sunuyormuş gibi, kendisi de inanarak yapabilen birisi, şu artık çok basit ve anlaşılır halde olan “devleti” ve teorisini ısrarla anlamayıp, tıpkı mızıkçı çocuklar gibi, “banane banane ‘devletçisin’ işte” yollu konuşması, “polis” olduğunu değil ama bir “burjuva işi” ve haliyle bir “devlet işi” içinde olduğunu göstermiyorsa, bir “ahmaklık” durumunu düşünmemizi gerektirebilir ama bu “ahmaklık” da, tıpkı “anarşist” de takılman gibidir ancak; yani gerçeklere karşı duyduğun kin nedeniyle bir “anarşist” takılma haline nasıl ki mahkûmsan, ”ahmaklık” durumun da böyle bir mahkûmiyeti düşündürtmektedir!

Örneğin, yine bir forum üyesi,”Yürekatışı” şöyle yazmış, belli ki, gene senin, marxizme “hurafe” olarak baktığın için:

“Marksizm hurafe değil yüzlerce yıllık insanlık tarihinin en devrimci keşfidir… (Marxizm’den) Marksizm bir hurafedir sözlerini çıkartabilmek için yanılsamalarının zirvesinde olmak gereklidir. Marksizm Devrimin Rehberi Ve Bilimidir... Borga son yazında nereye ve neye dayanarak marksizmi mahkûm ediyorsun üstelik Lenin'in "ufkundan"? Elle tutulur bir şey görünmediğine ve söyleyemediğine göre vahiylerle... Marxisme "hurafe" demek icin akil sagligindan yoksun olmak gerekiyor…”

Aklın yolu bir ve ister Marxist olunsun, isterse “marxist” takılınsın, eninde sonunda, Marxizmin temellerini savunmak gerekecektir; savunmayı bırakalım, hem Marxizm’ de “hurafe” görmek, hem bunu açıkça deklare etmek, Marxizme saldırmak için bir burjuva işin içinde olunduğunu göstermeye yeter; değilse ve başka bir işin içinde olma durumu yoksa burada ya ahmaklık, ya da akıl sağlığındaki bir bozukluk söz konusudur ve varacağı yer, senden öncekilerin vardığı yerdir; yeni mürtecilik!

Çünkü ne marxist, ne Blankist, ne anarşist, ne Leninist olup, hepsine gerektiğinde takılınacak bir durak olarak bakmak ve takılmak, çift dinlilikten öte çok dinlilik mislidir; çift ya da çok dinlilik ise dinsizliktir ve yeni mürtecilik tam da budur; hepsi dinsiz dincidirler!
Yanlış anlaşılmasın, bunlara “din” demiyorum, demek de istemiyorum, hiçbiri din değildir; din olduysalar, din olmaları, kendileri ile bağlı değildir; onlara fetiş yaklaşımın ifadesidir ve kendilerinden bağımsızdır; ama ne yaparsın, hem teşbihte hata olmaz ve hem de isim-tarif sorunudur ve anlama konusunda özürlü insanlarla, anlamaya karşı kayıtsız insanlarla karşı karşıya olunduğunda, anlatabilmek için sık sık “tarif” deniyoruz; hiçbiri ile anlatamıyorsak, iki durumdan biri kuvvetle muhtemel doğrudur; ya bir burjuva işin içinde olmanın getirdiği mahkûmiyet; ya da “ahmaklık” a yatmak ki o da bir burjuva iştir; öyleyse geriye kalan akıl sağlığında bir problem olmasıdır!

Bazılarının sindiremediği, daha önceki mektubumu bitirirken, “Komünizme teorik olarak varmış oluyor muyuz?” diye sorup “göreceğiz” eklemiştim, ama senin zehir zemberek, bütün Marxizm düşmanlığını yüklediğin öfke yansıtan üfürüklerin dışında, kimseden ses çıkmamıştı; oysa hem güncel konudur ve hem de tartışmaya, üstelik Ulak’a dalaşmaya pek meraklı kişilerin mutlaka söyleyeceği sözleri olan bir konudur ve biraz gezinince görülecektir ki, bu tür konulara bigâne kalmaya pek sık rastlanmamaktadır; işte bu nedenle, hiç kimseden tek bir ses-söz çıkmaması beni ,“olduk mu” da ben göremedim, yoksa “olmadık” ve “olmaya” da niyetimiz mi yoktur, bunu henüz bilemiyoruz; ama çok yoğun bir sis tabakasının üretimi peşinde telaşla koşmayı gerektiren bir sessiz konsensüsün kurulduğunu görebiliyoruz! Demek zorunda bırakmıştır!

Bir de cabası var ki, şu “dünyaya gururla baktığınızı” ilan ettiğiniz tartışma sayfasındaki son mektubumda sorduğum sorular ağır gelmiş olacak ki tası tarağı toplayarak, başka tartışmalara yelken açmıştın; oysa yenilir yutulur sorular değildi; bari sevgili gezici vaizinize yönlendirseydin soruları, allah rızası için cevaplardı herhalde!

Ama çok pişkinsin, bir tartışma platformundan kaçıp, başka bir platformda öfkeni kusmak nereye sığıyor tarifini sana bırakıyorum; hazır şu Lenin-ile ABD arasında geçtiğini iddia ettiğin “üs talebi” konusundaki kuyruklu yalanını unutturmuşken, en delikanlı hareketin kaçıp kurtulmak olduğunu mu düşünmüştün yoksa?

Şimdi de, gene bir zülfiyarene dokunan mektup olacak ki, işte ipe dize dize bitirememişsin Marxizm düşmanlığını; ama işin ilginci, o ipte sallanan üfürüklerinin çıkardığı seslere aldanacak olurlarsa, seni bir de “Blankist” takılman yanında, ”Leninist” de takıldığını görüp,”Leninist” zannedebilirlerdi ve hatta Lenin ile Blanki arasında bir korelâsyon mutlaka kurarlardı; fakat seni üzecek ama neyse ki, o ipe dizdiğin üfürüklerinin sallanması kendi kendine olmuyor maalesef; gerçeklerden esen rüzgârlar çarptığı için sallanıyor ve böyle olunca da çıkardığı sesler, pek Leninist sesi vermiyor; hatta Blankist bile değildir!

Ulak burada vesiledir; dediğim gibi, “Marxistsin” ya da “Leninistsin” veyahut da öyle takılıyor olsan bile, illa ki bir marxizm ve Leninizm savunun olacaktır; hem düşman olup bunu da saklamayıp, hem de marxist de olunmaz marxist de takılınmaz!

Keza sizin “Blankist” liğiniz de, “anarşist”liğiniz de bu şekildedir!
Blankizmi Leninizmle özdeşleştirmeniz ise kurnazlığınızı pekiştirmek içindir!

O halde, ortaya şu çıkmaktadır; egemen sınıflara, düzenin kendi doğal işleyişinin yarattığı yabancılaştırma yetmiyor; bunun dertlerine çare olmadığı çok açık; yeni yabancılaştırma araçları ise, “yeni” olduğu için, henüz kifayetsiz kalıyor; öyleyse BORGA gillerin harekete geçmelerinde, inandırıcı olsun olmasın, her türlü araçla gerçeklere hücum etmelerinde, olmadı, üstüne bir sis tabakası örtmelerinde, o da olmadı ise, sessizliğe gömülüp, kuytu köşelerden, mahallesine gelen yabancıdan dayak yemiş mahalleli delikanlının zevahiri kurtarmak için, “sen görürsün” ya da “ abim gelsin gününü gösterecek” yollu kükremesinde, bu da olmazsa “Küçükömer”in ruhunu değil ama doktrinini hortlatmalarında, bilimi hurafe, hurafeleri bilim diye yutturmaya çalışmalarında beis yoktur! Hatta kaçınılmazdır!

Hiçbiri olmazsa, “antisovyetizm” den medet ummaları ise, sadece ve sadece gerçeklere karşı kesinkes galip gelmeye mahkûm olduklarını ama gerçeklerin inadı karşısında ezildiklerinin göstergesidir!

Söz konusu olan sınıftan kaçmaksa, “baak insansız üretim araçları üretmişler” yollu haykırırlar ve söz konusu üretici güçlerin gelişmesi ise “bak daha hâlâ sabanla idare eden yerler var” yollu bilgiç bilgiç konuşurlar ve kesinkes “sınıf” dememeye, hatta “...savaşı” nı hatırlatmamaya özen gösterirler!

Oysa gerçek, onların bu hüsnü kuruntularından bağımsızdır ve zaten bunun için inatçıdır; maazallah onların kuruntularının esiri olsaydılar, gerçekler de, o saat sapıtıp, kendi gerçekliklerinden bile vazgeçerlerdi; ama öyle değil işte; öyle olsaydı, tam da BORGA gillerin pek bir yüksek tuttukları “ATÜT” ten geçilmeyecekti, şu insansız üretim araçlarının üretilmiş olduğu ve gene de sınıfın değil insanın pabucunun dama atıldığı dünyamızda!

Aslında ATÜT’ ü yabana atmayalım, onların inşa ettiği su kanalları bir efsanedir ve kimsenin derdi “ATÜT” ile MATÜT ile değildir; bunun üzerinden tarih bilincine vurulmak istenen prangalardır sorun!

O yaşarken “kötü sosyalizm” dedikleri ve bundan bekledikleri “iyi sosyalizm”in bir kapitalizm olduğunu görmek istemedikleri ve şimdi iş gerçekleştikten sonra, yani o “kötü sosyalizm” den “iyi” bir kapitalizm türedikten sonra, bu “iyi kapitalizm”i üzmemek için, “o kötü sosyalizm”i kapitalizm olarak göstermeleri, akıl taşıyanlar açısından akla zarardır ama akıllarını karanlığın hükmüne verenler açısından en elverişli kurnazlık olmaktadır!

Felsefe, mevcut gerçekliği olduğu gibi, ya da göründüğü gibi kabul eder; bu ise onun kendi başına bir etkinlik olamayacağının kanıtıdır; bu yüzden tıpkı ideolojiler gibi bir felsefe çözümlemesi de tarih bilimini varsayar; yoksa kendi sınırları içinde bir tarih yaratılır; bu yüzden, ideolojiye ve onun bir parçası olan felsefeye, aynı temel eksiklik damgasını vurmuştur.

”Demek ki, ideoloji, tarih hakkındaki yanlış bir tasarıma dayanmakta ya da bu tarihi bir yana koyan bir soyutlamaya indirgenmektedir. Her ideoloji, bozduğu ve aktardığı gerçeklikten, yani tarihten hareket edilerek açıklanabilen bir kuruntular ve aldatmacalar topluluğudur. Demek ki, ideolojilerin incelenmesi, köklü bir eleştiriye ve kapsayıcı bir tarihsel açıklamaya yol açar”

“Tarih felsefesi” işte bu olanaksızlığın üzerinde gelişir!

Marx’ın entelektüel gelişimini izlediğimizde, bu olanaksızlığın izlerini görürüz; “…dinin eleştirisinden felsefenin eleştirisine; felsefenin eleştirisinden devletin eleştirisine; devletin eleştirisinden toplumun eleştirisine; toplumun yani politikanın eleştirisinden ekonomi politiğin eleştirisine ve giderek özel mülkiyetin eleştirisine.”

Bu yol, tarih bilimine çıkar!

Artık ideoloji ve onun içinde yer alan felsefe, bağımsız,”görece özerk” bir yapı olmaktan çıkmıştır; ikisi de tarihseldir; ikisi de belli bir tarihe aittir; böylece, filozofların hayal güçlerinin belli bir sınıfın deneyimlerini aşamadığı hayretle fark edilir; ideolojik argümanların bayağı maddi ihtiyaçlardan kaynaklandığı görülür; tarihsiz bir bakış, bunları mutlaklaştırır ve geçen zaman, neden ile sonuçları birbirinden uzaklaştırdıkça aralarındaki bağ zayıflar, soyutlaşır!

Tarih biliminin ortaya çıkması ile birlikte, ideoloji ve felsefe tanımlanmış, hatta sınırlandırılmıştır; güçleri ve yetenekleri eskisi gibi sınırsız değildir; üretimleri, maddi üretimden daha karmaşık ve daha basit değildir. İnsanlar uzun dönemde nasıl yaşıyorlarsa öyle düşünürler; üretim ilişkilerindeki her ters konumlanış, mutlaka ideolojik ve kültürel karşılığını bulur; söz gelimi mülkiyet, mülksüzleri yarattığı gibi, az –çok mülkiyetin tutarlı bir açıklamasını da yaratır; öyle yaratır ki, mülksüzlere eksikliğin nedeninin kendi yeteneklerinde ya da yeteneksizliklerinde olduğu duygusu yaşatır. Mülk sahipleri ile mülksüzleri aynı kategoride değerlendirmek ise ideolojilerin işidir!

Örnek olsun, felsefenin “insan”dan yola çıkması tesadüf değildir; “insan” sınıfı gizlemektedir!

Burada yardıma tarih koşar ve onu, yani sınıfı, yeniden keşfetmek zorunda kalır!

İşçi sınıfının durumunu teorik açıdan aydınlatan ve teori seviyesine ulaşmış bir sınıf bilinci sağlayan Marxizm, bir felsefe değildir; ama derinlemesine tarihseldir ve bilginin tarihselliğini gözler önüne serer; insanoğlunun tarihselliğini, ekonomik toplumsal formasyonu ortaya koyar.

Bu yüzden tarih bilimi tek bilim olarak tanınır!

İdeoloji toplumsal bir üründür ve bu yönüyle ürünü olduğu toplumsalın izlerini taşır; Öyleyse, ideolojilerden yola çıkarak toplumun belli bir resmini az çok elde etmek mümkündür; ancak, bu resmin elde edilmesi için ideolojinin toplumsalla örtülmesi ya da üretimin belli bir düzene sahip olması gerekir. Yani, ideoloji “toplum”a kapsamlı bir açıklama getirmeli, yön vermeli ve çeşitli düzeyleri kapsamalıdır; ideolojinin gerekleri bizi toplumsala ait olan her şeyin biricik kaynağına “ekonomik” alana götürür!

Böylece, bu zorunluluklar âleminde ideolojilerin de bütün bağımsız görünümleri sona erer; bir ideoloji uzun dönemde, varlığını ancak ekonominin takıntısız düzgün ve etkin çalışmasını kolaylaştırırsa sürdürebilir; ekonominin gerekleri ile ideolojinin gereklerinin örtüşmesinin nedeni budur!

"İdeoloji, düşünür denen kişinin gerçekten bilinçli olarak bütünlediği bir süreçtir; ama bu yanlış bilinçliliktir. Düşünürü iten gerçek devindirici güçler, düşünür için bilinmez kalır; yoksa bu, ideolojik bir süreç olmazdı. Düşünür, o yüzden düzmece ve yanılsatan devindirici güçler imgeler. Çünkü bu biçimini de içeriğini de salt usavurmadan, ya kendisinin ya da öncellerinin usavurmasından türettiği ussal bir süreçtir. Düşünür, yalnız düşünce gereciyle çalışır, o gereci de usavurmayla üretilmiş bir şey olarak anlar ve ayrıca, akıldan bağımsız ve daha uzak bir kaynak araştırmaz, gerçekte doğal olarak yapması gereken de budur; çünkü bütün eylemine düşünce aracılık ettiği için, bütün eylem ona sonunda düşünceye dayandırılmış görünür.

Tarihsel ideologun elinde, böylece, her bilim alanında önceki kuşakların düşüncesinden bağımsız olarak ortaya çıkmış ve sonraki kuşakların beyinlerinde kendi bağımsız gelişme yolundan geçmiş bir materyal vardır. Gerçekten şu ya da bu alanla ilgili dış olgular, bu gelişmeye hep birlikte belirleyici bir etki yapmış olabilir ama üstü örtülü biçimde geçiştirilmiş ön varsayım şudur; bu olguların kendileri de yalnızca bir düşünce sürecinin meyveleridir; biz de böylece, gene, en çetin olguları bile görünüşte başarıyla sindirmiş katışıksız düşünce alanında kalırız.”( Engels’ten Franz Mehring’e-Londra-14 Temmuz 1893)

Genel olarak insan tanımı ve bu tanımdan kaynaklanan hümanizm belli bir sınıfın bakışını ve yanılsamasını ifade eder; hümanizmin kaynağı, burjuva toplumla birlikte ortaya atılan “doğuştan gelen haklar” düşüncesidir; buna göre, toplumsal konumdan soyutlanmış olarak ele alınan insana “doğuştan elde ettiği” birtakım haklar ithaf edilir; sadece doğarak elde edilen bu haklar, burjuva özgürlük anlayışının temellerini oluşturur. Burjuva özgürlüğünün ayırıcı özelliği, sınıfa değil, genel olarak insana dayanıyor görünmesidir.

İşte Marx’ın “bir yanlış bilinçlilik olarak ideoloji” tanımı, burjuva bakış açısının bu konumlanışından kaynaklanmıştır!


Burjuva toplumun ideolojik özeti “insan” ve onun en somut haliyle sahip olduğu “akıl”dır; özgürlük, eşitlik ve kardeşliği mümkün kılan temel ise, “insanı” ve aklı mümkün kılan temel ile ortaktır; bu dolaşım alanıdır, yani piyasadır.

İşte piyasa ve dolaşım alanı aracılığıyla varsayılan “özgürlük ve eşitliği” mümkün kılan burjuva düşüncesi, genel olarak insana varır; nasıl ki, insan tanımı ona ideolojik bir olanak sağlıyorsa, “eşitlik ve özgürlük” de ona ekonomik bir olanak sağlar; bu, eşitlik ve özgürlük, piyasayı varsayar; dolaşım alanının “sonsuz” olanakları olmadan eşitlik ve özgürlük olmaz; işte sermayeyi efendi-uşak ilişkisinden ayıran temel ayırım, işçinin sermaye karşısına bir tüketici ve ödeyici olarak, bir para sahibi biçiminde çıkmasıdır. İşçi burada sonsuz sayıdaki dolaşım odağından biri olarak, işçi belirlemesini yitirir.
Başka ifadeyle, üretim alanındaki proleter, dolaşım alanında, bir alıcı ve satıcı kimliğiyle, sonsuz sayıdaki dolaşım odaklarından biri olarak, proleter görünümü yitirir ve herkesi ortak bir payda halinde toplayan sihirli sözcüklerin içinde eritilir; o da bir “kişi”, bir “insan” haline gelir.

Bu hikâyede eksik olan fabrikadır; fabrika sürecin dışında bırakılmıştır; çünkü üretim alanına geçer geçmez özgürlük görüntüsü biter ve zorunlulukların egemen olduğu bir sınıflı dünya başlar.
Demek ki, mevcut bireyleri “insan” olarak tasarlamak, egemen sınıfa sınırsız ideolojik olanaklar tanıyor; örnek olsun,”insan” ve “hakları” bir kez ortaya çıktıkları tarihsel dönemden ve tarihsel şartlardan soyutlandılar mı, onları tarihin üstünde asılı duran gerçekler olarak zeki bir takım dahi bireylerin keşfettiğine inanmak zor olmuyor!

İşte bu yüzden Marx ve Marxistler, “özgür insanın” burjuva toplumun temeli olduğunu ve öyleyse ”insan haklarının insanı dinden kurtaramaz olduğunu ama ona din özgürlüğü sağladığını; mülkiyetten kurtaramaz olduğunu ama ona mülkiyet hakkı vereceğini vb.vb. …” hatırlatır dururlar!

İnsanların bir kısmının doğa karşısındaki özgürlüğü, diğer kısmının köleliğinin artması pahasına elde edilmiştir; bu özgürlük doğaya karşı bir zaferin sonucu değil, tam tersine insanların büyük bir bölümünün ona kurban edilmesinin sonucudur; egemen sınıfların bu özgürlüğü, doğanın değil, insanın kontrolü üzerine edinildiği için, tek taraflı sahte bir özgürlüktür ve öyleyse insanların değil, belli bir sınıfın, egemen sınıfın özgürlüğüdür; bu nedenle özgürlüğün bu tek yanlılığı nedeniyle, sınıflı toplumlarda “insan” doğayı ve toplumu, merkezine insanı koyarak değil, sınıfı koyarak kavrar ya da kavrayabilir; ideolojilerin ve ideolojik tarihlerin kökeni, bu tek yanlı özgürlüğe ve bu özgürlüğün insanın insanı kontrolüne dayanmasıdır.

Bu yüzden doğanın ve toplumun farklı kavranışları, aynı “temel”in etkisi altında ortaya çıkar; işçi sınıfının kendiliğinden ideolojisi ya da burjuva ideolojisi, aynı maddi temelden beslenir; ancak bu temel, doğası gereği farklı ideolojilerin büyümesine aynı oranda izin vermez; “özgür” sınıf, bu yarışta köle sınıftan hep bir adım öndedir; bu yüzden köle sınıfının ideolojisi kendisine, büyüyecek kanallar bulamaz; o,“özgür” sınıfın ideolojik bombardımanı altında ona teslim olur; teslim olmadığı zamanlarda ise, karşısındaki hazır olandan beslenir; bu egemenlik ilişkisi ancak büyük devrimci krizlerde gerçekten sorgulanabilir ve ancak alternatif bir yaşamın gelişmesi oranında bütün bağlarıyla kaldırılıp atılabilir.

İnsanla doğa arasındaki etkileşimin gelip dayandığı bugünkü aşamada, insanı, doğa gibi bir bütünlük olarak almak ve bu tarihi insanın doğayı fiili ve entelektüel ele geçirişi olarak açıklamak bir yanılsamadır ve bu yanılsama hem siyasal iktisadın hem de felsefenin ortak temelidir; İnsan doğa karşısında eşitsiz olarak durur; kölelerin, köylülerin ve emekçilerin doğayla ilişkisi, bütün bu aşamalar boyunca ezen sınıfla kesinkes ayrılır; onların toplumsal üretimdeki konumlarına göre, iki farklı ilişki belirir.

Neticede ezilenler insanlığın serüvenine insan olarak dâhil değillerdir; insanlığın tarihi, ezenlerin tarihidir ve bu tarihte düşünce ezenlerin ayrıcalığıdır; eylemden ayrılmış düşünce olarak sakattır ve toplumun karşısına dikilmiştir.

Bu ilişkide insan, kapitalizm tarafından büsbütün insanlığından soyutlanırken, iktisat, onun bu soyutlamasını emek, toprak, sermaye kılığında, ekonomik bir şey olarak kutsar; sonra, bu soyutlanmış insan, felsefe tarafından tekrar kurgulanarak, doğal halinde, bir insan doğası görünümünde tekrar soyutlanır ve salt düşünce biçimini alır.

Oysa denildiği gibi, işe, yaşayan gerçek insanlardan başlamak gerekir!

Fikret Uzun

24-Ağustos-2015


Hiç yorum yok: