15 Mart 2015 Pazar

İŞTE ŞİMDİ BİR AMERİKAN BARIŞI İLE AMERİKAN SAVAŞININ EŞİKLERİ ARASINDA SIKIŞMIŞ DURUMDAYIZ!



İŞTE ŞİMDİ BİR AMERİKAN BARIŞI İLE AMERİKAN SAVAŞININ EŞİKLERİ ARASINDA SIKIŞMIŞ DURUMDAYIZ!
Bugün ABD emperyalizmi kendi barışını ki bu otoritesine kavgasız-gürültüsüz boyun eğdirmesi demektir ve Pax-Amerikana diyoruz; çok daha ucuzdur; başka türlüsü ki bu mutlaka savaş ve/veya savaş oyunları demektir, oldukça pahalıdır, önemli oranda kabul ettirmiştir!
İşte şimdi bir Amerikan barışı ile Amerikan savaşının eşikleri arasında sıkışmış durumdayız!
Daha doğrusu, ABD emperyalizmi bir taraftan kendi barışını kabul ettirerek otoritesine boyun eğdirmiş, diğer taraftan bu barışa boyun eğenlerden oluşan bir askersel güç ile yine kendi savaşını, Amerikan savaşı’ nı, kendi topraklarından çok çok uzakta ve kendi askerlerinin dışında sürdürmek istemektedir!
Bunun adı Amerikanca “eğit-donat” olarak tarihe geçmiştir ki, daha önceki “yeşil kuşak” projesinin bir versiyonu olduğunu söyleyenler de vardır!
Kürtler bu “eğit-donat” projesinin tam ortasındadırlar; Kürtlerin ABD emperyalizminden, ABD emperyalizminin Kürtlerden medet umması gereğidir!
Amma ve lakin bu proje sadece Kürtleri değil, Suriye’nin ÖSO, vb. gibi muhaliflerini ve elbette tüm “bitiriyoruz” culuk oyunlarına karşın, IŞİD ve benzeri “radikal İslamcı örgütlerini” de kapsamaktadır!
Şimdi bütün “yetmez ama evet” çi tayfa ve elbette dün Kürtlerin, özellikle de Kürt ulusal hareketinin yakınından bile geçmeyip, bugün tüm Kürtsever hümanistlikleri ile Kürtler için paralananlar ki, o Kürtlerin emekçi Kürt halkı ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı açıktır, şimdi bu “eğit-donat” projesine, tıpkı ABD emperyalizmine atfettikleri “ılımlı emperyalizm” nitelemesi misli, en “dost”ane proje olarak bakmakta ve pek yüksek tutmaktadırlar!
Ve bunun resmi politikanın içinde olduğu, beş yaşındaki çocukların zekâsı ile bile anlaşılabilirken, bizim pek Kürtsever “komünist”lerimiz, hem anlamazdan geliyorlar ve hem de anlaşılmasına yönelik eleştiri yöneltenleri “Kürt düşmanı” ilan etmektedirler ki, kastettikleri Kürt halkıdır!
Oysa çok net ve ikircimsiz, “ sırf Kürt oldukları için Türkiye’nin tekelleri ile ve emperyalist tekellerle bin bir bağ içinde olan Kürt zenginlerini sevmek zorunda olmadığımızı ve Türkiye’nin tekellerine ve emperyalist tekellere nasıl bakıyorsak, onlara da öyle baktığımızı (yani Kürt halkını bunlardan ayırdığımızı),“ defalarca hatırlatıyoruz!
Ve “ezilen halk”tan,”sömürülen sınıf” tan ve “sınıf mücadelesi” nden ve özel olarak “Kürt halkı”ndan söz edenler ve kendilerine “komünist” diyen ve bir “komünist” partinin muhipleri misli hareket edenler dahi, bu dediklerime bigâne kalmakta ve ille de “Kürt düşmanı” yaftaları ile dediklerimdeki gerçekleri savuşturmaya çalışarak, gelip gelip bir karanlığın içine giren ve orada kalmak için direnen bir Kürt siyasal hareketini her şeyin üstünde göstermek istemektedirler!
Oysa biz, Türkiye devrimini Kürt pınarı ile buluşturmanın önündeki en büyük engellerin, sol/sosyalist alanlarda azap zebaniliği yaparak hayatlarını kazanan “sol/sosyalist” gömlekli sahtekârlar olduğunu, hemen hepsinin devletin devşirmesi olmayı gönüllü kabul ettiklerini, nerede bir resmi devlet politikası varsa içine girip, sol/sosyalist alanlarda bu politikaları “sol” renkle pazarladıklarını, dün de biliyorduk, ama artık çok daha fazla görüyor ve biliyoruz!
İşte bu gün, bu sahte sol/sosyalist gömlekli devrim kaçkınlarının, Kürt siyasal hareketinin en sadık destekçileri oldukları, kraldan çok kralcı yaklaşımı ile kol kanat gerdikleri, Kürtlerin ayağı taşa çarpsa “Kürtlere bir şey olursa biz ne yaparız “ ağıtları yaktıkları pek açık olarak görülmektedir!
Resmi politikanın içindedir ve her zaman, Kürtlere rağmen, resmi poltika gereği Kürtlerden yana olmuşlar, resmi politika Kürtleri görmüyorsa, onlar da görmemişlerdir ki, Türkiye’nin devriminin Kürt ulusal hareketinin devrimci yükselişi ile buluşma ihtimali karşısında ürken ve korkularından kurtulmak için daha çok korkutmanın yöntemlerine başvuran 12 Eylül faşist rejimi için, ”devletimize zeval gelirse biz ne yaparız” ağıtları yakmışlar, ona kol kanat germişlerdir!
Şimdi hepsi Kürt siyasal hareketinin destekçiliğinden de öteye, en sadık adamı olmayı en geçer politika bilmektedir!
Öcalan, dün bu resmi politikanın gönüllü tetikçilerini teşhir ederek, Kürtleri ve Türkiye’nin devrimci sosyalistlerini uyarırken, şimdi bu aktörlerden bir “sol/sosyalist” renk elde etmeye ve bazılarını bu rengi artırmak için milletvekili olarak tayin etmektedir!
Bu aynı aktörler, “dün Aziz Nesin sen nesin “ kampanyasının baş müdavimleri ve Aziz Nesin düşmanlığının ölçüsüz şövalyeleri idiler; Aziz Nesin ölünce onu göklere çıkarmak, melekler gibi göğe yükseltmek için tersine “Aziz Nesin biz sana vurgunuz” kampanyaları düzenlediler ki tam bir iki yüzlülüktür ve gene resmi politikanın içindedir!
Bu ünlü "Aziz Nesin Sen Nesin" kampanyasının en sadık amigosu Aydın Engin’di; Aydın Engin şimdi Cumhuriyet’in fıkra yazarıdır ve köşesinden “HDP barajı aştı” yollu yazmaktadır!
Sanırım tam da bugünkü gibi bir seçim atmosferi idi; TKP ve DİSK-Maden iş Ecevit’in CHPsini destekliyordu ve Disk-Maden iş birden grev patlattı. Bugün artık mürteciliği tescillenmiş olan “YETMEZ AMA EVET” çi Nabi Yağcı, DİSK –Maden iş’in en popüler ve otoritesi yüksek “sendika uzmanı” idi!

DİSK-Maden-İş Büyük Grev’i patlatmış Aziz Nesin de "Büyük Grev" öyküsünü patlatmış, şiirsel bir anlatımla nerede ise “ihanet” telakki ediyordu!
Çarçabuk “Aziz Nesin sen nesin” linç kampanyası başlatılmıştı; bir süre devam etti ve her halde amacına ulaştığı için sonra kesildi; ben sonuna yetiştim, “sol” renkli geceler sık sık tertiplenirdi ve bu gecelerde en az bir doz “Aziz nesin sen nesin” sloganları atılırdı!
Hepimiz katılmışızdır ve o sıralar DGM direnişleri önemli boyutlarda idi ve hep anarım ki, “DGM’yi ezdik sıra Mess’de“ ana başlıklı yürüyüş ve mitingler yapılırdı ve bu yürüyüşlerde işçilere önden megafonla aktarılan bu slogan, arkada yürüyenlere “DGM’yi EZDİK SIRA BİZDE “ olarak yansır ve işçiler böyle haykırırlardı!
Bugün MESS grevcilerinin direnişlerini izlerken hep o günleri hatırlarım!
O tarihlerde, biz İsmail Bilen biliyorduk ama kuvvetle muhtemel TKP’yi Nabi Yağcı kliği yönetiyordu; en azından sendikal alanda bu kliğin borusu ötüyordu! Disk’i daha o zamandan sermayeye teslim etme operasyonlarına başlamış olduklarını biliyoruz ve sonunda DİSK, CHP üzerinden sermayenin olmuştu!

Henüz kimse hesabını sormamıştır; hâlâ DİSK bizimdir şarkısı çalınmaktadır ki kuruntudan öte değildir!
Kızıl Bayrak, 0cak 2015 sayısında Büyük Grev’i şöyle hatırlatmaktadır;
“Bundan nerede ise 40 yıl önce; 1977, 1978 ve 1980 yıllarında MESS’in kölelik dayatmalarına karşı grev silahını kuşanmışlardı metal işçileri. Bu üç önemli grevden 1977 grevi ise 'Büyük Grev' olarak anılmaktadır.
30 Mayıs 1977 günü DİSK’e bağlı Maden-İş’in MESS’e karşı 23 fabrikada birden başlattığı, sözleşmenin imzalandığı 3 Şubat 1978’e kadar 44 fabrikaya yayılan BÜYÜK GREV’de metal işçileri, MESS’in ve metal patronlarının tüm ayak oyunlarını boşa düşürmüş, taleplerinin önemli bir bölümünü elde etmeyi başarmıştı.
DGM direnişi nedeniyle işten çıkarılan işçiler işlerine iade edilmediler ama kara listeler yırtıldı. Kıdem tazminatları arttırılamadı ama çalışma süreleri kısaltıldı. Ve işçilerin parasal haklarında önemli sayılabilecek artışlar getirildi… “
“Büyük Grev” başlıklı kitabın tanıtım sayfasında ise Aziz Nesin’in ifadesiyle şu yazmaktadır:
“Bütün yaşamımda kalem kavgasına ilk atılan, kavgayı çıkaran ben olmadım. Hiçbir kalem kavgasına da isteyerek girmedim, hep itilmişimdir. Bu kez de öyle oldu. Ama saldırılmışsam, ama üstüme üstüme gelinmişse, kavgadan kaçamam. Kalem kavgasında ille de yengin gelmeyi düşünmem. Yanılgım gösterilmişse, teşekkür ederek özür dilemenin kavga etmekten daha büyük yiğitlik olduğunu bilirim. ‘Büyük Grev’ adlı masal-öyküm dolayısıyla yapılan saldırılara yanıtlarım, takım tutan saldırganlar için değildir. Çünkü onlar, kendilerine her ne anlatılırsa anlatılsın, önceden neyi ve nasıl anlamak istiyorlarsa ancak onu anlayacaklardır. Önyargılıdırlar. Bu yanıtlarımı, bu sevimsiz kalem kavgasında önyargılı olmayanları uyarmak için yazdım. Gerçekte olay, işçi sınıfımız ve geleceğimiz açısından çok önemlidir. Bu konuda başka yazarların susmalarını doğru bulmuyorum. Onların susmaları da anlam taşır, (hangi yan haksızsa, onlar ya da ben) susmaları, haksızdan yana olmaları demektir. Konu önemlidir, çünkü amacımız, geleceğimiz için kamuoyunu yaratmaktır.”
Ve şimdi, bütün yüzüne çarptığım gerçeklerden utanıp sıkılmıyorsun ve bu gerçekleri savuşturmak için “Sen nesin …. Hatırladın mı?” Yollu soruyorsun.
Elbette hatırladım ki ben unutsam tarih unutmaz ve dediklerim bu sayfalardadır; yani daha önce ben sormuştum ve bu soruya verdiğin ilk cevabın, “Sayın Fikret Uzun... Ya çok komplo teorisi ile ilgili kitap okuyorsun, ya da hayal gücün çok gelişmiş... Yakında bizi BOP projesinde çalışan CİA ajanları olarak yaftalarsın sen...” olmuştu ve tartışmanın ilerleyen safhasında kim olduğunu,” Ben HDP içerisinde savaşım veren, TKP sempatizanı bir işçiyim... Enternasyonalistim… Devrimciyim....Sadece bu kadar...” diyerek açıklamıştın!
Devamında aynı soruyu bana sorarak,“Peki sen kimsin Ulak veya Fikret Uzun…Niçin tüm eski TKP liler adını duyunca müstehzi bir şekilde gülümsüyor..??? Niçin Deniz Yoldaşın ele geçirilmesi sürecindeki belirsizliği buraya yazarak o dönemde içinde bulunduğun partiye çamur atıyorsun..? Bildiğin bir şey varsa açıkla...” demiştin ve hemen arkasından da, “Onun derdi bizimledir..” yollu kuruntularını dile getirmiştin!
Ve işte tekrar aynı soruya döndük; demek ki içine oturmuş ve aklınca rövanş alıyorsun ki çocukçadır!
Yani, hâlâ aynı yerde durduğunu görebiliyorum; tam beklediğim gibisin yani; suçüstü yakalananların halet-i ruhiyesi ile abuk sabuk konuşmuşsun; oysa her şey ortada değil mi? Ben kim olacağım; ben Fikret Uzun’um, her hangi bir maskenin arkasından, resmi politikanın borazancılığını yapmıyorum ve dediklerimin hep arkasındayım ki henüz kimse çürütememiştir!
Görüldüğü gibi, asıl senin kim olduğun belli olmuyor ve dolayısıyla bu soru tam yerinde oluyor; ben yüzüne taktığın maskeyi kazıyarak altında kim olduğunu teşhir ediyorum; sen nesin, kimsin, hangi saiklerle göz göre göre o insanları kandırmaya, aklını karıştırmaya çalışıyorsun? Sorusuna gerçeklik katsayısı yüksek cevaplar yükseltiyorum!
“AKSEYMEN “ suretinin arkasına sakladığın neyin nesidir? Kimin hizmetindedir? Buna dikkat çekiyorum!
“Ben teşhir etmekten yoruldum, sen yalan ve demogoji üretme konusundaki başarısız hamlelerinden bıkmıyorsun!” demiştim; al işte hâlâ aynı hamlelerle “köylü kurnazlığı”na devam ediyorsun!
Ve bozacının şahidi şıracı misli, CHE efendi, kendisinin yekten “öküz” yollu aşağılamaya çalıştığını unutup, “köylü kurnazlığı” nitelemesinden hakaret çıkararak, ”köylü kurnazlığı”na devam işareti çakmaktadır!
Aklı sıra, "Kürt halkını aşağıladığım" sonucu çıkaracaktır; oysa bu kavgada Kürt halkı yok; henüz Kürt halkı kavgaya girmedi; henüz hangi kavganın tarafı olacağına karar vermedi ve benim bu nitelememde bir hakaret görmediği kesindir!
Çünkü hakaret yoktur ve sırf CHE böyle bir kuruntuya kapıldı diye Kürt halkı bundan hakaret çıkarmaz!

Aslında Kürt egemenleri ve bilumum işbirlikçileri ve onların izinden gidenler için de bir küfür ve hakaret değildir ama öyle algılarlarsa da Ulak'ın umurunda olmaz!
Ve CHE efendinin, "Bravo,”köylü kurnazlığı” ndaki şampiyonluğu Kürtlerden alırsın bu gidişle!" sözünden geri dönüşü olmayan bir hakaret, demogojiyle üstü örtülemeyecek kadar açık bir düşmanlık” çıkarması nafile çabadır ve şu hatırlatmam ki tekrar olacak, bu çabasının nafile olduğunu gösteren en net ifadedir:
“ Sırf Kürt oldukları için Türkiye’nin tekelleri ile ve emperyalist tekellerle bin bir bağ içinde olan Kürt zenginlerini sevmek zorunda değiliz ve Türkiye’nin tekellerine ve emperyalist tekellere nasıl bakıyorsak, onlara da öyle bakıyoruz (yani Kürt halkını bunlardan ayırıyoruz .) “
Yani demem o ki, diyeceklerime diyecek tek bir sözünüz yoktur; dediklerimin hepsi doğrudur ve bu yüzden işi pişkinliğe vurup, “TÜRK” ü, alt edememişsin, “sen nesin…” nameleriyle, “sen anladın…” “hatırladın mı?” soruları ile bir gizem yaratmaya çalışarak, insanları kandırmak için bilinçli olarak yalan ve demagoji faaliyeti içindeyken suçüstü yakalandığını gargaraya getirmeye çalışıyorsun!
O okumadan, bilmeden etmeden, sırf insanların aklını karıştırmak için bütününden kopararak bayrak yaptığın ifadenin bulunduğu yerde Stalin’in dediği gibi, bu devrim karşıtı faaliyetini, “AKSEYMEN” maskesi takarak gizlemene engel olduğum için, işi hakarete ve yeniden cambazlığa vuruyorsun!
CHE efendi ise, sanki daha önce yüzüne tuttuğum gerçeklere karşı makul ve mantıklı bir tek cevap verip de, yüzüne tuttuklarımın gerçek olmadığını kanıtlamış gibi, şimdi “köylü kurnazlığı” nitelemesini limon misli sıkıp, haysiyetimin de, ahlakımın da, şerefimin de üzerine damlatarak, zihinlere,“hakaret” katsayısı yüksek bir niteleme imiş gibi yansıtmaya ve böylece “hakaret” olarak mahkûm ettiği, “köylü kurnazlığı” na devam etmen için destek çıkmaktadır!
Yukarda da hatırlattığım gibi, daha önce ve gene bu forumda, senin bu tür cambazlıklarından birisini teşhir etmek üzere, “Aziz Nesin sen nesin?” kampanyasını hatırlatarak,”AKSEYMEN sen kimsin? Diye sorduğum ve “Biliyorum, şimdi bunu AKSEYMEN, SF’ deki kariyerinden aldığı güçle çok sert, belki de son derece temelsiz yaftalamalarla püskürtmeye çalışacaktır; ama gerçekler artık çuvala sokulamıyor!” diye eklediğim mektubumda şunu da ifade etmiştim;
“Şimdi bu iki forum üyesi; (diğeri “Deniz Yoldaş” maskesi takıyordu şimdi yoktur) cehaletleri en sıradan kişilerce bile fark edilir olan bu baylar, sırtlarına geçirdikleri TKP gömleği ve yakalarına taktıkları TKP rozetini de yeterli bulmuyorlar ki, bir de bu iki ismi kendilerine vitrin yaparak, TKP sempatizanı ya da üyesi olmaktan çok “KÖH” ve/veya HDP muhibbi olarak gençlerin akıllarını karıştırıyorlar ki bu tutumları ile bir taraftan Gezi ruhu deyip, öbür taraftan TKP çizgisine yüzünü dönmüş olan gençlerin zekâlarına hakaret niteliğindedir!

Bunun için nasıl bir yol izledikleri ise ortadadır ve bir eski TKP üyesi olarak, istisnalarını hep ayırdığım ve içlerinde çok değer verdiğim arkadaşlarımın da olduğunu vurguladığım TKP öbeklerini ve şimdi parti sıfatı yüklenenleri,“birbirini bilen kırk kişi” misli tanımlayarak uyardığım gençleri, bir kez daha uyararak tarihsel sorumluluğumu yerine getirmiş oluyorum.”

Ve dediklerimin hep arkasında oldum; zaten arkasında olduğum için bu yeni cambazlığına göz yummadım ve teşhir etmeyi borç bildim! Böylece, yüzeyde görünenlerin asıl gerçek olmadığını gösterdim; asıl gerçeğin derinde olduğunu hatırlattım ki Marx’ın görünen ile öz aynı olsaydı bilim olmazdı önermesine uygundur ve bu derinlikten söz ettiğimde, bir forum üyesi burada kafamızın içindekileri mi okuyorsun mealinden alay etmişti; anladığı budur!
Seninki ise derindekileri gizlemek için yüzeydekileri bilinçli olarak abartmaktır ve Marx’ın önermesinin yadsınması ama resmi politikanın sevindirilmesidir!
Resmi politika, TC ve bu arada AKP sağlamlaşsın ama cumhuriyet yıkılsın ve elbette Kürt siyasal hareketi özgürleşsin ama devrimcisizleştirilsin ve de ümmi işçiler baş tacımızdır, hatta işçi-patron el ele cennete ama ah şu isyankâr işçiler olmasa demektedir!
O halde cımbızlayıp kalanını derine gömdüğün Stalin ifadesi, bu resmi politikayı sevindirmek içindir ve öyleyse bunun Marxist-Leninist bakış ile ilgisi yoktur; terstir demek istiyorum!
Ve Bu çok net gerçeklik karşısında dilin tutulmadığına göre ki sözlerinden tutulmadığını görebiliyoruz, eleştirileri cevaplamak ve çürütmek yerine hâlâ gerçeklere kurşun sıkar misli, küfüre benzettiğin ipe sapa gelmez sözler fırlatıyorsun ki, kurusıkıdır ve gerçekler karşısında çok acizdir!
Demek ki gerçekler karşısındaki derinden bulup, çıkarıp, önüne koyduğum gerçekliktir, dilin tutulmamış ama diyecek sözün kalmamıştır!
Fikret Uzun
14- Mart-2015

Hiç yorum yok: