12 Mart 2015 Perşembe

KÜRTLER AFFETSE, TARİH AFFETMEZ!



KÜRTLER AFFETSE, TARİH AFFETMEZ!
BORGA kardeşim,

Boşuna çırpınma, KÖH muhibbi kalacaksın diye, Marxizm-Leninizm düşmanlığında sınır tanımaz tutumunla ne Marxizm-Leninizm kurucularının olmayan oportünistliklerini tartabilirsin, ne benim Marxistliğimi tartabilirsin ve ne de Öcalan-HDP ve kısmen KÖH cephesinin bir alamate binmiş, kıyamete giden hallerinden fışkıran çelişkilerin, turnusollerin üzerini örtebilirsin!

Baldırı çıplak halinden kurtulmak ya da baldırı çıplak olmadığını kanıtlamak istiyorsan ki, meselemizin bu olmadığı açıktır, şimdiye kadar dediklerime, hatırlattıklarıma bak ve bir kez daha irdele; o zaman göreceksin, sen zaten gerçeklerin aynasından döktüğüm koskoca gerçek kayalarının altında çoktan kaldın; ama bu altında kaldığın kayalara içerilmiş gerçeklere sahip çıkarak ve onları bir mahkumiyetin nesnelliğine boyun eğmeden irdeleyerek hareket edersen hem baldırı çıplaklıktan kurtulursun, hem de baldırı çıplak olmadığını kanıtlamaya gerek olmadığını anlarsın!

“Demokratik cumhuriyette devletin monarşide olduğundan daha az olmamak üzere, bir sınıfın başka bir sınıfı ezme mekanizması olarak kaldığı söylendiğinde, bu kesinlikle bazı anarşistlerin öğrettiği gibi, ezilme biçiminin proletarya için fark etmediği anlamına gelmez.

Sınıf mücadelesinin ve sınıf baskısının daha geniş, daha özgür, daha açık biçimi, proletarya için sınıfların ortadan kaldırılması mücadelesinde genel olarak büyük bir kolaylık anlamına gelir.”

Engels böyle diyor ve Demokratik cumhuriyete “ezilme biçimi” bakımından vurgu yapıyor ve bunun proletarya için sınıfların ortadan kaldırılması mücadelesinde genel olarak büyük bir kolaylık anlamına geldiğini anlatıyor!

Sen, mektubumun diğer bütün ifadelerini görmezden gelmen bir yana, bildik nakaratlarına dönerek, bundan oportünizm çıkarmışsın!

Sanırım, bu da başka bir saplantı; diğer bütün saplantıların gibi bu saplantının nedeni de, anarşist takılmanız bir yana, her şeye Öcalan’ın estirdiği rüzgâra ya da açtığı yollara göre bakıyor olmanız olsa gerek!

Hatta belki Öcalan, oportünizm’e de başka türlü bir ayar çekse, bu kez de onun üzerinden rüzgâr ya da yol alacaksınızdır!

Demek istediğim şu 2000 yılının başlarında Öcalan’ın ve PKK’nin parolası “demokratik cumhuriyet” idi; muhtemelen o tarihlerde Öcalan henüz “Kemalist” kabuğunu kıramamıştır ve her halde fazla da ziyaretçisi yoktur ve zaten bir müzakere masasında oturduğu da görülmüyordu!

Sonra ne oldu, trafik yoğunlaştı, ağır misafirler ağırlamaya başladı ve önce kendi rolüne yoğunlaştı ve yoğunlaşmasını tamamlamış ki daha sonra etrafa rol dağıttığını hepimiz biliyoruz ve artık çizdiği yol haritaları ve politik-felsefi portreler ile bir “demokratik özerk komün”e vardı; devletin defterini dürdü; kapitalizmin beslediği, devleti iyi tahlil edemeyen Marx, Engels ve Lenin’i aştı, Kropotkin’ lere ulaştı ve ayrıca daha önce “bu bizi tasfiye etmek demektir” dediği, “silahları bırakma ve Marxizm-Leninizmden vazgeçme” ilanı karşılığında, bir masa etrafında “demokratik siyaset-müzakere yapma” ayrıcalığını kabul ederek, bilgelikte o kadar göğe erdi ki, artık onsuz ve ona sormadan, ya da onun buyrukları olmadan TC ile yapılan müzakerelerin bir ayağı kısa kalıyor; nerede bir tıkanıklık olsa “önder Apo” ya başvuruluyor ve en “saf demokrasi” için TC ile müzakere turları hızlanıyor; bu arada yer yer çatlak sesler çıksa da, o çatlak sesler bile, seslerini “Önder” Apo diyerek tamamlıyorlar!

Şimdi sen bütün bunlarda oportünizm görmüyorsun, Engels’in proletaryanın nihai zaferine giden yoldaki “fırsat”lara açık alanlara, sığınak ve barınaklara ve görece ehven şartlarına yaptığı vurgudan ve daha çok bilimsel tahlillerinden “oportünizm” çıkarıyorsun!
Bunun adı mızıkçılıktır BORGA; yerin darlanması için omuz verip, sonra da “yerim darcı” lık oynama oyunudur!

Sen de bilirsin ki, istemediği damat’a verilen gelin, hep “yerim dar” der ve “ben bu oyunda yokum” demektedir!

Oysa oyuna girince ister istemez kol sallanır! Sallanmıyorsa, başka bir oyuna dâhil olmak isteği baskındır!

Yani sizinki de öyle, demokratik cumhuriyeti beğenmiyor ve dünyanın bütün melanetlerini ki sanki dünya kurulduğundan beri vardır, üzerinde taşıdığı için üzerine ateş topları ile saldırıyor ve daha çok da zihinlerden kazımaya çalışıyorsunuz; ama bir TC ile ve dinci-gerici osmanik-islamik bir çizgideki faşist diktatörlük rejiminin devleti ile şiir gibi bir “müzakere” tiyatrosu oynayarak, hem Türkiye’nin işçi ve emekçilerini ve hem de Kürt emekçi halkını bu diktatörlük rejimine kul köle yaparak en “saf” demokrasinin, bir tarih öncesi kölelik demokrasisinin evrensel kıvrımlarında, Kürt egemenleri ile Türkiye’nin tekellerini ve uluslar üstü emperyalist tekelleri ihya ve mutlu edecek, Kürt halkını vazgeçilmez tarihsel çıkarlarından daha da koparacak ve tarihinin en mutsuz günlerini yaşatacak bir kurtuluşun ikbalini arıyorsunuz!

Ama “yeriniz dar” dır ve bu darlığı, bir zahmet, etrafınızdaki duvarları yıkarak aşmayı değil, başka ve kolay açılan kapılardan geçerek ihsan eylenecek bir geniş alanı “masada kazanma” yı hedefliyorsunuz; bu da tarihe en kullanışlı köylü kurnazlığı olarak geçiyor ama önemli olan sonuçtur ve kolay gelen kolay gider ve önceki zorlukları da heba eder ki ettiği apaçık görülmektedir!

Ve siz oportünizmin sınırlarını aşmış olmuyorsunuz, hatta o kadar öyle aşmıyorsunuz ki, ne ABD sizden medet ummaktan geçiyor, ne de siz ABD’den medet ummaktan vazgeçiyorsunuz; böylece de fabrika ayarlarınıza dönüyorsunuz; TC ise, yer yer frekanslarda cızırtı çıksa da, son tahlilde en büyük deccal ne derse o frekansta rolüne hazırlanıyor!

Öcalan’ın feodal “kutsal aile” çözülmeden Kürdistan’ın özgür olamayacağı inancını da aşıp, bir “ demokratik özerk” peçe ile örtülerek kapatılan bir feodal “kutsal aile”nin reisi olmaya sıçraması tesadüf değildir!

Öcalan, bir halkı “silahsızlandırma” olarak tarif ettiği “Kemalizm” den, Kürt halkını emperyalizm karşısında “silahsızlandır” maya geçmiş ve şimdi Kemalistlerden kalan TC ile birlikte bir masanın etrafında Kürt ve Türk emekçilerinin nasıl devrimcisizleştirileceğinin, yani nasıl silahsızlandırılacağının müzakeresine sıçramış bulunmaktadır!

Deccal devlet ve elbette despotik devlet de, halkını en çok silahsızlandıran devlet biçimi oluyor ki, “demokratik cumhuriyet” bunların yanında melaike kalmaktadır!

Şimdi Öcalan, bizzat devlet tarafından finanse edildiklerine, onbinlerce çocuğu aklını, yeniçeri ocaklarındaki gibi bozarak, kendilerine ve haliyle devlete kadro yaptıklarına ki şimdi bu kadroların devletin hangi taşlarının altından, hangi paralel dehlizlerinden çıktığını hep beraber görüyoruz, yani tarikatlara, devletin en eski ideolojik silahına, yani bin yıllık din silahına sarıldığına, bununla Kürtlerin geri özelliklerini, mezhepler ve tarikatlar eliyle daha çok parçalanmasına çalıştıklarına vurgudan, “Demokratik islam “ vurgulu açılımına sıçrayarak, Kürt halkını en “devrimci “ silahla donatma aşamasına geçmiştir!

Ve hâlâ kötülüklerin anası “demokratik cumhuriyettir” ki bari ortada olsa!

Ortada, Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin, Kürt halkının bir zifiri karanlık içindeki faşist diktatörlüğüne köle yapılmaları pahasına ve ABD emperyalizminin bu bölgedeki “büyük Kürdistan “ projesini gerçekleştirmesinin payandası olma pahasına bir müzakere yapılan ve vurgusunu Kürtlere borçlu olduğumuz TC var, ama “ demokratik cumhuriyet” yok ve TC de ABD emperyalizmi de melaikedir ve var olmayan “ demokratik cumhuriyet” bütün melanetlerin taşıyıcısıdır!

Doğru, Kürtler için ve daha fazla, devlet aynı anlama gelmek üzere TC, korku demektir, zindan demektir, ölüm demektir ve aynı zamanda otorite ve otoriteye boyun eğmek demektir ve Kürt halkı bunu bilir, bunu duyumsar ve iliklerine kadar yaşar; ama örnek olsun, Maraş Katliamı’nın, Sivas Katliamı’nın, vb. bununla bağını kavrayamaz; Kürtleri zorunlu göçe sevk eden Maraş Katliam’ının, bir nevi Ermeni tehciri olduğunu ne Kürt halkı ne de Kürt aydını kavrar!

İşte Öcalan dün bunu kavradı, Maraş Katliamı’nın Kürt halkına gözdağı olduğunu vurguladı ve buna cevap olarak partiyi dayattıklarını ve PKK’nin kuruluşuna karar verdiklerini ifade etmiştir; şimdi ise, “cumhuriyet” yıkılırken, altında Maraş Katliam’cılarının değil, Maraş katliamına ve katliamcılarına karşı duranların kaldığını, TC nin değil, işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarının, savunma araçlarının, sığınma araçlarının kaldığını, TC’nin hiç elden bırakmadığı din silahının değil, zaten topal olan laikliğin kaldığını, TC’nin masasında müzakere ile meşgul olurken, yani Kürt halkını TC’nin ipine bağlayıp karanlık kuyulara göndermenin felsefi görüşmelerini yaparken Öcalan kör olmuştur; hatta Kürt ulusal hareketinin, tam da Maraş Katliamı’na bir cevap olarak çıkışında, aşiret düzenini hedef aldığını ama artık bundan vazgeçtiğini de göremiyor; daha önemlisi bunları göstermemek için, hep” demokratik özerk komün” peçesine sarılıyor!

Öcalan, dün KDP nin bir parti olmaktan çıkmış, TC’nin resmi paramiliter gücü haline geldiğine, İdris-i Bitlisi türü Mustafa Kemalin işbirlikçilerine ve en sonu bu türle aynı olan Barzani-Talabani işbirlikçiliğine ve bunların bu işbirlikçilik lerinin içinde, “PKK’nin tasfiye” edilmesinin işbirlikçiliğinin de olduğuna, emperyalsit ABD ve Kemalist TC ile PKK arasında bu yönde ve Marxizm-Leninizmi bıraktıklarını ilan etmeleri yönünde arabuluculuğa soyunduklarına ve bunların her türlü kötülükle anlaşma yapabileceklerine vurgu yaparken, şimdi onlarla bir ve aynı olmaya, aynı statüye kavuşmaya vurgu yapmakta ve bu yönde selamlar göndermektedir.

Dün “Kürdistan Devriminin bir Ekim Devrimi olduğuna” ve bunun “emperyalizm için ve kapitalizm için büyük tehlike olduğuna” vurgu yapan Öcalan; “Barzani ve Talabani kuvvetlerinin maaşlarını”, “PKK karşıtlığı” ve bu “tehlikeli devrimi” önlemek temelinde ve önce Amerika’dan ve daha sonra Türkiye’den aldıklarına ve bu en lanetli, en uğursuz işe soyunan işbirlikçiliğe çok dikkat edilmesi gerektiğine vurgu yapan ve bunu açıkça lanetleyen Öcalan, şimdi tam da “bu uğursuz, bu lanetli iş” olarak nitelediği işin kotarıldığı bir masada, bu işe uygun statü için felsefi talimatlar ve resmi açılıma “demokratik” bir ruh katmaya çalışmaktadır!

Ve dün Öcalan “bu kadar haine bu kadar para verilmez” bu hainlere verileceğine bu paralar “Türk halkına vergi iadesi olarak verilsin” derken, ABD emperyalizminden ve Kemalistlerden kalan TC’den verilenlere eyvallah demektedir ki yeri geldiği için hatırlamalısın, Ulak ne demişti?

“ Emperyalistler ve elbette kapitalistler ve tabii devletleri, gütmeyeceği eşeğin önüne ot koymazlar!”

Öyleyse, şimdi kendi halkına vergi iadesi olarak verip onları sevindireceklerine, devletine ve politikalarına kenetleyeceklerine neden laisizm düşmanı IŞİD ile savaşsın diye Kürtleri donanımlandırmak ve savaşırken karnını doyurup, giydirip-kuşandırmak için çil çil dolarları Barzani ve Talabani güçleri yanında PKK güçlerine de harcamak için çırpınıyorlar?

Artık Kürtler İdris’i Bitlisi’nin, Hamidiye Alayları’nın, Barzani’nin yoluna, yani fabrika ayarlarına, yani bir lanetli, uğursuz yola döndükleri için olmasın; ABD emperyalizmi için savaşmaları istendiği için olmasın?

Öcalan, kendisinin Kürtlüğünün Bedirhan’ lara, Barzani’lere benzemediğini; kendisinin Kürtlüğünün, aşiret ve serflik ilişkilerinden kopmuş Kürtlerin Kürtlüğü olduğunu; ağadan, şeyhten, devletten çözülmüş Kürtlerin Kürtlüğü olduğunu söylüyordu, şimdi ise, bundan çok uzaklaşmış ve fabrika ayarlarında keramet bulmuş olduğuna şahit oluyoruz!

Şu son birkaç yıl içinde yürütülen devrimcisizleştirme operasyonları, bu tanıklığın önemli verileridir!

Hatta bir şey daha eklemeliyim ki, dün emperyalizmin tahakkümü altındaki bir dünyayı kurtarmaktan söz eden Öcalan, bu gün dünyanın başındaki en büyük felaket olan “endüstriyalizm”in , ”modernite” nin ve “ulus-devlet”in tahakkümünden ki hepsi bir ve aynıdır ve emperyalizmden ayrı değildir, evelallah sonra da ABD emperyalizmin desteği ile kurtulmaktan söz etmektedir ki bu bence vardığı aşamaların en üst aşaması olsa gerektir!

Bence önce sen ve elbette hepiniz, sözde anarşist reflekslerle Engels’e kinizminizi parlatmak ve yaymak için vakit harcayacağınıza, Kürtlerin tarihine dönün ve fabrika ayarları ile bugünkü durumu arasındaki korelâsyonu irdeleyin; nasıl şiir gibi bir çakışma olduğunu ve Öcalan’ın aşırtmaları sayesinde işinizin ne denli zor olduğunu ve eninde sonunda yerinizin, Kropotkinlerin Ekim Devrimi sırasında savrulduğu yerden bile çıkmaz sokak olduğunu, hele ki Kürt halkının tarihsel vazgeçilmez çıkarları ile taban tabana zıt bir mevzi olduğunu, yani başa güreşen bir emperyalist devletin askersel gücünün konuşlandırıldığı bir emperyalist mevzi olduğunu görecek ve anlayacaksınız!

Oportünizm mi demiştin, işte oportünizmin hası budur!

Ama siz de haklısınız, bu eninde sonunda bir resmi politikadır ve artık oportünizm değildir; artık oportünizm, bu resmi politikalara karşı bilimi, bilimsel teori ve politikaları savunmak olmuştur!
Yani, İlerleme motorlu tarihsel –toplumsal gelişmeyi hızlandıracak teori ve politikalar oportünist; bunu tersine bükecek, dünyanın topyekün fabrika ayarlarında kalmasını sağlayacak teori ve politikalar, insanoğlunu gelişmişlikte ve mutlulukta zirveye taşıyacak en “bilimsel teori ve politikalar” olmuştur!

Marx karşı-devrim de bir devrimdir diyordu ya, demek ki, eklemek lazım, karşı -oportünizm de bir oportünizm olsa gerek; yani oportünizme karşı çıkanları oportünistlikle suçlamak, karşı-oportünizm olsa gerek!

BORGA birader, buna, belki çoktandır edilgenleştirilmeye, devrimcisizleştirmeye ve hatta gericileştirilmeye, ümmileştirilmeye çalışılan Kürt halkının bir bölümü sırf Öcalan’ın “önder” liğine “kurban olurum” misli biat eder ama ilerici-devrimci Kürtler ve Türkler, kısaca Kürt ve Türk emekçiler kolay kolay biat etmeyeceklerdir!

Marx’ı da bu nedenle andım ve senin dediğinin aksine, mevzu ile çok alakalı idi ki, en büyük doğrulayıcı pratiktir ve devrim de en pratik bir tarihsel-nesnel zamanın ifadesidir; işte bu zamanda Kürt ve Türk emekçileri, kimin dost, kimin düşman olduğunu, kimin, kimin trenine bindiğini, kimin, kimin treninden indiğini, yani kimin “garip parti”siz yaratıklar olduğunu, kimin “partisiz” akıllılar olduğunu ve Öcalan’ın bir garip “demokratik özerk komün”ünün mü yoksa Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte kuracakları, laik,demokratik,halkçı ve ucu sosyalizme kapalı olmayan bir cumhuriyet in mi, tarihin ve bilimin mantığı ile çakıştığını çok net olarak göreceklerdir!

Yani BORGA kardeşim, hani Karataş arkadaşa hatırlatıyorsun ya, “Siyasetten kaçmak ile siyasetten kurtulmak aynı şey değildir” diyorsun ya; Devleti ve karşı-devrimi yok sayınca yok olacağını vaaz eden berbat bir mantığın sahibisin” diyorsun ya; “Devletin dışına hayali olarak ya da söze dayanarak çıkamazsın. Bunu, bir örgüt kurup, mesela cazibe üzerinden halka dayatabilirsin. Mümkündür ama komünistçe değildir. Mental olarak devletçe bir iş olmuş olur. Projeyi ortaya koyup, gönüllülük üzerinden yola çıkabilirsin.

Devletçe olmamış olur ama yine komünistçe olmaz.” Diyorsun ya, mesele budur ve sen bu meseleyi Karataş’ı söz düellosunda yenmek için hatırlatırken, burada söz düellon farklı gelişmek zorunda olduğu için hatırlamaktan uzak duruyorsun!

Neden?

Çünkü asıl güdün, bir Amerikan projesi olan “Büyük Kürdistan” projesi ile senkronize olan KÖH’e ve daha çok da bu işin başını çeken Öcalan’a kalkan olmaktır ve bu yönde açığa çıkan ve kralın çıplaklığına sürükleyen çelişkilerin, başka ifadeyle turnusollerin üzerini örtmeyi misyon edinmiş olduğundan, başka bir yerde doğru kurduğun ifadeyi, bir başka yerde bozuyorsun; çünkü çelişkileri açığa çıkaran, turnusolleri ortaya döken saldırılar var ve bunlar gerçeklerin aynasından dökülse de, en kötü ve iflah olmaz düşmandırlar; o halde BORGA, mutlaka iş başında oluyor!

Ve zaten, Karataş’a da ayar vermeye çalışırken asıl yaptığın, meseleyi, Öcalan-HDP ve kısmen KÖH cephesinden fışkıran çelişkileri ve turnusolleri, sevgili izleyicilerinizin akıllarını karıştırarak, örnek olsun,“siyaset akademisi” nde ders alırken, çaktırmadan ders veren, harbiden ders alıyormuş gibi görünüp, kimbilir neler yapan ve bu ders alma –verme seanslarında Marxizm-Leninizm’i aşmanın dayanılmaz ağırlığını yaşayarak, sonunda Marxizm - Leninizm’in temellerinin sağlam olmadığına hükmeden Muhsin öğrenciye döndüren bir yol izlemek olduğu da, biraz dikkat eden herkesin görebileceği açıklıktadır!

Ve her halde şimdi de, Kürt cephesindeki bu oportünizmin dayanılmaz ağırlığı mı desem, dayanılmaz hafifliği mi desem, paçalardan akar durumu ters yüz edip, en devrimci, ya da en doğru gösterip, buradaki oportünizmin boyutunu gözlerden uzak tutmak için, üstünü örtmek için, Kürt cephesindeki oportünizmin boyutuna ve rengine işaret edenlerin topunu birden Engels’in “oportünistliği” üzerinden oportünist yapma kurnazlığına başvuruyorsun ki hani bir deyim vardır, “hayvan terli, yemez” denir, işte bu misli, tarihsel-nesnel zamanın pratiği, o denli öğretici ki, Muhsin öğrencilerin asıl neyi aşıp, asıl nereye koşturulduğunu, sol memesinin altındaki cevahiri sönmemiş herkese gösteren bir açıklık sağlamaktadır!

BORGA kardeşim, dışarda bir muhalefet filizleniyor ve gecikmişliği göz önünde tutarsak, bu muhalefetin tarihsel-nesnel seyrinin, ilerici-devrimci - halkçı temelde, laik, eşitlikçi, ortakçı ve Kürt-Türk emekçilerinin birlikte, kardeşlik içinde, özgür iradeleriyle katıldıkları bir emekçi cumhuriyetinin kurucu iradesi olarak güçlenme ve sıçrama yönünde olduğunu görmek zor değildir!

Ve bu olgu ile birlikte Kürtlerin tarihine bir göz atarsan, bugün, kendisi çoktan dönen Kürt siyasal hareketinin Kürt halkını da fabrika ayarlarına döndürmeye çalıştığını ve Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarının, tam da bu Kürt-Türk emekçilerinin birlikte kuracakları emekçi cumhuriyetinde olduğunu, yani ne ABD emperyalizminin ipinin ucunda, ne bu ipin ucuna bağlanmış “demokratik özerk komün”de ne de Ortadoğu da Kürtleri ABD emperyalizminin taşeronu yapmada olduğunu; sadece ve sadece ABD emperyalizmine de karşı olan bir Kürt-Türk emekçi cumhuriyetinde olduğunu ve tarihin akışının eninde sonunda Kürt emekçilerini bu emekçi cumhuriyet kuruculuğuna iteceğini ve demek ki, bu coğrafyayı uzun ve çetin bir savaşın beklediğini görebilirsin!

Ve sen ne dersen de, biz, ABD emperyalizminin “our boys” u olan Evrenler’in “devrimci” çocuklarına karşı, “oportünist” Engels’in “oportünist” çocukları olarak, Kürt ve Türk emekçileriyle birlikte ve illa ki ABD emperyalizminin karşısında, bu emekçi cumhuriyetin kurucu iradesinin yanında olacağız!

BORGA kardeş, istediğin zaman, eli ayağı düzgün ifadelerle, gerçeğin aynasından dökülen kimi gerçeklere sahip çıkabiliyorsun; bunu yapabiliyorsan gerçekleri görme ve sahip çıkma potansiyeline de sahipsin demektir; öyleyse görmediğin zamanlarda ki bu pek sık oluyor, körlüğünün bir öznelliğin ürünü olan nesnelliğin dayattığı öznelliğin ifadesi olduğunu düşünmek zorundayız!

Gel şu gerçeklere sen de sahip çık ve içindeki potansiyeli özgür bırak; bırak ki, yol yakınken gerçeklerin aynasından yansıyan, hatta etrafa saçılan gerçeklere sahip çıkmamanın sorumluluğundan, öznel olarak oluşmuş bir nesnelliğe boyun eğerek kaçmış olma!

Benim adım ulak, ben tarihin habercisiyim ve işte kaydediyorum ki, bunu Kürtler affetse, tarih affetmez!

Fikret Uzun

09-Mart-2015

Hiç yorum yok: