11 Mart 2015 Çarşamba

TC NE YANA DÜŞER CUMHURİYET NE YANA DÜŞER

TC NE YANA DÜŞER CUMHURİYET NE YANA DÜŞER

“Demokratik cumhuriyette devletin monarşide olduğundan daha az olmamak üzere, bir sınıfın başka bir sınıfı ezme mekanizması olarak kaldığı söylendiğinde, bu kesinlikle bazı anarşistlerin öğrettiği gibi, ezilme biçiminin proletarya için fark etmediği anlamına gelmez.
Sınıf mücadelesinin ve sınıf baskısının daha geniş, daha özgür, daha açık biçimi, proletarya için sınıfların ortadan kaldırılması mücadelesinde genel olarak büyük bir kolaylık anlamına gelir.”(F.Engels)

Haziran direnişi, Türkiye’nin bir devrimci durum içinde olduğunu, ancak bilinç ve örgütlülük durumunun eksik olduğunu ve bunun da ağırlıklı olarak egemen sınıfın ideolojik-politik hegemonyasının güçlü olmasına bağlı olduğunu göstermiştir!

Haziran direnişi, bu kendiliğinden rengi yüksek olan devrimci halk hareketi, bugün ve bir süredir burjuva cumhuriyete, içinde laisizmden ve demokratik yapı ve kurumlardan ne kaldı ise hepsine birden, tekellerle, büyük zenginlerle birlikte ve elbette bu sömürgenlerin düzeni olan bu cumhuriyetin üzerinde konuşlanarak dinci-gerici Osmanik-İslamik bir ortaçağ cumhuriyeti kurmak isteyen 12 Eylül faşist diktatörlüğü ile birlikte saldıran ve bunu en devrimci iş olarak gösteren; karşısına dikilen herkesi halk düşmanı ve diktatörlük yanlısı ve hatta ırkçı bile gösteren ve bu cumhuriyete yönelik saldırıdan son derece ileri bir demokrasi çıkacağını savunan, küçük-burjuva sosyalistlerinin ve elbette üzerinde “sol/ sosyalist” ve “ulusal kurtuluş savaşçısı” yazan gömleklerle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların içinde dolaşan bilumum sahtekârların; yani sözde “sosyalist”, sözde “ulusal kurtuluş savaşçısı”, gerçekte ise sosyalizm dönekleri, sosyalizm düşmanları, "sosyal-hain"ler ve dejenere olmuş kapitalist yolculardan oluşan devrim kaçkını cephenin, gerçekte dün de bugün de, dün Kemalist TC olarak ve onun damgasını taşıyan bir 12 Eylül faşist rejimi olarak örgütlenmiş olan ve bugün dinci-gerici, Osmanik-İslamik bir 12 Eylül faşist diktatörlük rejimi olarak örgütlenmeye çalışan aynı zenginlerin sömürü düzenine sahip çıktıklarını, kalkan olduklarını, yıkılmasın, ayakta dursun diye kol kanat gerdiklerini, işçi ve emekçilere, ezilen halklara önemli oranda göstermiş ve gösterir göstermez de, Türkiye’nin siyasal ve sınıfsal-toplumsal dengelerini önemli oranda sarsmış, değiştirmiş ve kralın çıplaklığını artırmış, bu sahtekâr devrim kaçkınlarının foyasını çok daha netlikle ortaya çıkarmıştır!

Bu küçük-burjuva sosyalistleri ve elbette üzerinde “sol/sosyalist” ve “ulusal kurtuluş savaşçısı” yazan gömlekleriyle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların içinde dolaşan bilumum sahtekârlar, yani sözde “sosyalist”, sözde“ulusal kurtuluş savaşçısı”, gerçekte ise sosyalizm dönekleri, sosyalizm düşmanları, "sosyal-hain"ler, dejenere olmuş kapitalist yolcular dün, bu işçi ve emekçi düşmanı, ezilen Kürt halkına karşı ırkçı bir kinle saldıran, hiçbir hakkına geçit vermeyen, sosyalist hareketi de, ulusal hareketi de kuyruğuna takarak terbiye etmeye çalışan ve Kemalist TC olarak anılan cumhuriyetin yıkılmasının tarihsel-nesnel koşulları kendini göstermeye başladığı bir zamanda, bugün gösterdikleri aynı tür sahtekârlıklarla, “sosyalizm” adına ona kol kanat germişler ve Türkiye’nin işçi ve emekçilerini, ezilen Kürt halkını, bir emperyalist parmağı ile bağlı emir komuta zinciri altında, emperyalizmin our boys’ ları ve bilumum işbirlikçileri ile kotarılan ve tarihe 12 Eylül faşist darbesi olarak yazılan bir askeri devirme ile yerleşen ve sayelerinde uzun süren bir diktatörlük rejimine teslim etmişlerdir!

Ancak bu rejim de dikiş tutmamış ve gene bu devrim kaçkını azap zebanilerinin son derece sadık hizmetkârlıkları sayesinde ”demokratik” gösterilen bir işçi düşmanı, halk düşmanı, aydınlık düşmanı dinci-gerici “reformlar” ve“restorasyonlar” zinciri ile uzun süre ayakta durmuş, fakat hiçbir zaman yönetici sınıflar yönetme konusunda istikrar sağlayamamışlardır!

Üstüne üstlük, bu faşist 12 Eylül diktatörlüğü, tam Türkiye devrimci hareketini ezdiği ve yolunun üzerindeki engebeleri ortadan kaldırdığı sevinci ile yenilmezliğini ilan etmeye hazırlanırken, beklenmedik bir zamanda, beklenmeyen bir coğrafyadan, öncekilerinden farklı bir halk hareketinin, bir ulusal hareketin devrimci yükselişi ile sarsıldığı ve yönetme konusundaki istikrarsızlığının ve güçsüzlüğünün ürkütücü düzeyde arttığı koşullarda, aynı devrim kaçkını azap zebanileri bu kez, dinci-gerici-faşist bir çizgide ve hatta yer yer ırkçı bir çizgide konuşlanmaya çalışan bu Eylülist rejime karşı yükselen ulusal devrimci hareket ile Türkiye’nin işçi ve emekçilerini, sol/sosyalist, devrimci hareketini buluşturacakları yerde, güçlerini bu hareket ile birleştirecekleri yerde, bu hareket ile aralarına duvar örüp, 12 Eylül faşist rejimine, yani Kemalist TC ’ ye kol kanat germişler ve Türkiye’nin işçi ve emekçilerini ve ezilen Kürt halkını, bu rejimin demokrasi yolunda ilerlediğine inandırmaya çalışmışlardır!

Sonra bunlar da çare olmayınca, dinci-gerici çizgide konuşlanmak için Kemalist TC’nin çerçevesi dar gelince, yani onca zahmete rağmen, “sosyalist iktidar” ihtimalinin ortadan kalkmadığı görülünce, yani bu darlığın, bir sosyalist cumhuriyet ile aşılması tehlikesi boylu boyunca ortada dururken ve Kürt coğrafyasından yükselen Kürt halkının devrimci hareketinin bu tehlikeyi güçlendirici etkisi de göz ardı edilmeyecek boyutlara varmışken, Kemalist TC’nin yöneticileri çareyi, yönetimi dinci akımlara teslim etmekte gördüler ve kendi damgalarını taşıyan cumhuriyete ve yapı ve kurumlarına, örgütlenmelerine ve elbette yönetici ideoloji ve politikalarına saldırıya hem çanak tuttular ve hem de saldırının içinde ve yönetiminde bulundular!

Böylece, bir saray darbesi misli, mevcut koalisyon hükümetini münfesih duruma getirip, Erbakan’ın partisinden koparılan kadrolarla yeni bir muhafazakâr parti, AKP’yi icad ederek hükümete getirdiler ve o gün bugündür, TC’yi dinci-gerici, Osmanik-İslamik bir çizgide tahkim ederlerken, burjuva cumhuriyeti ve içinde ne kaldıysa, tüm demokratik yapı ve kurumlara balyoz darbeleri indirerek enkaz haline getirdiler!

İşte bu yıkımda gönüllü olarak görev alan en sadık ve üstelik en “devrimci” en “solcu”, hatta en “sosyalist” ve en “komünist” görünen savaşçılar, sık sık hatırlattığım şu küçük-burjuva sosyalistleri ve elbette üzerinde sol/sosyalist ve ulusal kurtuluş savaşçısı yazan gömlekleriyle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların içinde dolaşan bilumum sahtekârlar, yani sözde “sosyalist”, sözde“ulusal kurtuluş savaşçısı”, gerçekte ise sosyalizm dönekleri, sosyalizm düşmanları, "sosyal-hain"ler, dejenere olmuş kapitalist yolcular oldular!

Ve işte, tarihe “Taksim ya da Haziran direnişi” olarak geçen bir halk direnişi ile hepsinin foyası ortaya döküldü, bu devrim kaçkını cephenin de, Türkiye’yi bir ortaçağ karanlığına sürükleyen dinci-gerici 12 Eylül rejiminin güçlerinin de kendi içlerinde dengeleri altüst oldu; evdeki hesaplar, çarşıya uymaz, giyilen sahte gömlekler, ortaya saçılan yalanlar dikiş tutmaz oldu!

Artık buradayız ve bütün cumhuriyet düşmanları, şu her zaman göreve hazır olan devrim kaçkını cephe, sıkıntıya düşen TC’nin, dinci-gerici, Osmanik-İslamik 12 Eylül faşist diktatörlüğünün ayakta durması, AKP iktidarının yıkılmaması için, laik-demokratik cumhuriyet düşmanlığından vazgeçmeden, sanki ortada bir burjuva cumhuriyeti kalmış gibi, işe yarar bir demokrasi kırıntısı mevcutmuş gibi, parlamentonun, genel oyun, seçimlerin, vb. demokrasi için gerekliliğine, vazgeçilmezliğine dair nutuklar atmaya ve dinci-gerici Osmanik-İslamik faşist 12 Eylül diktatörlüğüne, laisizm düşmanlığını ve şeriat özlemini saklamayan AKP iktidarının işçi ve emekçi düşmanı, ilerici-devrimci düşmanı baskı politikalarına ve açıkça bir iç savaş hazırlığı izlenimi veren yasal düzenlemelerine ve Türkiye’yi bir Tanzimat öncesi karanlığına sürükleme çabalarına karşı, bütünüyle olmasa da, en azından bu yönde tabandan gelen eğilime gözlerini kapamadan, parlamento dışında, seçimlerin sonuç getirmeyecek bir eşikte olunduğunun farkındalığını yansıtarak, tarihsel-nesnel olarak yükselme eğilimi gösteren devrimci halk muhalefetine öncülük yapma ihtimali yüksek olan bir harekete karalar çalmaya, tutmazsa sahtekârlıkları ile kuşatmaya, kendileri ile bulaştırmaya ve bu güne kadar yaptıkları gibi, bu hareketi de iktidara sacayağı yapmaya çalışmaktadırlar!

Marksist-Leninistler, komünistler ise, hiçbir zaman, ikiyüzlü burjuva sosyalistleri gibi gerçekte, burjuvazinin diktatörlüğü olan, sömürücülerin emekçi kitleler üzerindeki diktatörlüğü olan burjuva demokratik cumhuriyete, "tüm halkın iktidarı" ya da genel olarak “demokrasi”, ya da “saf demokrasi” adını vermediler; ama buna, küçük-burjuva sosyalistlerinin fena halde ihtiyacı vardır; çünkü küçük –burjuva hayallerinin tuzla buz olmasından korkarlar, bu anlamda burjuva cumhuriyetin her biçimine sıkı sıkıya sarılırlar ve onu "tüm halkın iktidarı" ya da genel olarak “demokrasi”, ya da hatta “ileri demokrasi” veya “saf demokrasi” olarak görmeye ve göstermeye çalışarak, işçi ve emekçi sınıflarına yalan söylerler, akıllarını bulandırmaya, böylece pasifize etmeye, edilgenleştirmeye çalışırlar!

Marxist-Leninistler, sosyalistler ve komünistler ise, onları her zaman teşhir ederler ve işçiler ile emekçi yığınlara, gerçekte demokratik cumhuriyetin, kurucu meclisin, genel oyun, vb. burjuvazinin diktatörlüğü olduğunu, işçi sınıfını ve emekçi halkı kapitalist boyunduruktan kurtarmak için, bu diktatörlüğün yerine proletarya diktatörlüğünü geçirmekten başka hiçbir yol olmadığını anlatırlar.
Yani, işçi ve emekçileri, ezilen halkları ve elbette insanlığı, kapitalist boyunduruktan, burjuva demokrasisinin, zenginler için demokrasinin yalan, dolan ve ikiyüzlülüğünden kurtarmaya ve yoksullar için demokrasiyi kurmaya, yani en demokratik burjuva cumhuriyette bile, demokrasinin iyilikleri emekçilerin engin çoğunluğu için pratik olarak erişilmesi olanaksız şeyler olarak kaldıkları halde, bu iyilikleri pratik olarak işçi ve yoksul köylülerin yararına sunmaya yalnızca proletarya diktatörlüğünün yetenekli olduğunu anlatırlar.

Burjuva demokratik cumhuriyette "toplantı yapma, yürüyüş ve miting yapma ve basın özgürlüğü", bir yalan ve bir ikiyüzlülüktür, çünkü gerçekte zenginler için basını satın alma ve bozma özgürlüğü, zenginler için halkı burjuva gazetelerin yalanları ile zehirleme özgürlüğü, zenginler için köşklere, en iyi yapılara vb. "özel olarak" sahip olma özgürlüğüdür bu.

Proletarya diktatörlüğü, özel köşkleri, en iyi yapıları, basımevlerini, kâğıt stoklarını, kapitalistlerin elinden, emekçiler yararına alacaktır.
Küçük-burjuva sosyalistleri, kapitalizmden ümidini kesmemiş bu baylar, proletarya diktatörlüğünün, bu "saf ”, "evrensel" demokrasinin yerine, "bir tek sınıfın diktatörlüğü "nü geçirmek olacaktır diye yüce “demokrasi” adına haykırır dururlar!

Marxist-Leninistler, komünistler ise, bunun yalan olduğunu ve bunun, burjuva demokratik cumhuriyet biçimleri altında ikiyüzlüce maskelenmiş olan fiilî burjuva diktatörlüğünün yerine proleter sınıfın diktatörlüğünü geçirmek olduğunu anlatırlar.

Yani, zenginler için demokrasi yerine, yoksullar için demokrasiyi geçirmek olacağını; Azınlık için, sömürücüler için toplanma ve basın özgürlüğü yerine, nüfusun çoğunluğu için, emekçiler için toplanma ve basın özgürlüğünü geçirmek alacağını; yalan olmaktan çıkıp, bir gerçek durumuna gelecek olan demokrasiyi, tarihsel bir ölçek üzerinde, olağanüstü bir biçimde genişletmek olacağını; insanlığı, en "demokratik" ve en cumhuriyetçi, her burjuva demokrasisini bozan ve güdükleştiren sermaye zincirlerinden kurtarmak olacağını; burjuva devlet yerine, genel olarak devletin gitgide yok olmasına götüren tek yol olan proleter devletin geçmesi olacağını bıkmadan usanmadan anlatırlar Marxist-Leninistler, komünistler!

Ancak, küçük-burjuva sosyalistleri ve elbette üzerlerinde “sol/sosyalist” ve “ulusal kurtuluş savaşçısı” yazan gömleklerle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların içinde dolaşan bilumum sahtekârlar, Lenin’in deyişiyle, burjuvazinin ikiyüzlü dostları ya da burjuvazi tarafından aldatılmış saf küçük-burjuvalar ve ham kafalar, “neden bu ereğe, yani devletin yok olması ereğine bir tek sınıfın diktatörlüğü olmadan erişilmesin?”, “neden "saf" demokrasiye doğrudan doğruya geçilmesin? Diye sorarak, işçi ve emekçi sınıfların, yoksul emekçi halkların aklını bozmaya çalışmaktan hiç vazgeçmezler!

Çok açıktır ki, her kapitalist toplumda, kesin rol ya burjuvaziye, ya da proletaryaya düşer!

Bir sınıfın bir başka sınıfı ezdiği bir toplumdan kurtulmayı, yalnızca ezilen sınıfın diktatörlüğü sağlar; kapitalizm tarafından bir araya getirilmiş ve "eğitilmiş" ve de küçük-burjuvalar olarak yaşayan kararsız emekçiler yığınını ardından sürüklemeye, ya da hiç olmazsa "etkisizleştirme" ye yetenekli olan tek sınıf olduğuna göre, yalnızca proletarya burjuvaziyi yenmeye, devirmeye yeteneklidir.

Buna, sömürücülerin direncini bastırmak için uzun ve güç bir çaba göstermeksizin, bunun için çoğunluğun iradesine dayanan bir demokratik zoru işletmeksizin, tedrici yöntemlerle, sermaye sınıfını ve bu sınıftan ya da düzeninden medet uman, sınıf bilincinden yoksun kitleleri ikna ederek sermaye boyunduruğunu alaşağı etme düşünü gören, işçileri ve kendi kendilerini aldatarak, yalnızca iyilik taslayan küçük-burjuva ve ham kafalar yetenekli ve istekli değildir!

Marxist-Leninistler, komünistler, mülk sahiplerinin, sömürücü sınıfların, mülksüzleştirdikleri sınıf tarafından mülksüzleştirilmelerine sessiz sedasız ve hiçbir direnç göstermeden boyun eğmeyeceklerini bilirler ve buradan hareketle, bu direnci bastırmak için uzun ve çoğunluğa dayanan bir demokratik sınıf diktatörlüğüne başvurulması gerektiğine inanırlar ve bunu işçi ve emekçilere açık olarak anlatırlar!

Ancak, küçük-burjuva sosyalistleri ve elbette üzerinde sol/sosyalist ve ulusal kurtuluş savaşçısı yazan gömleklerle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların içinde dolaşan bilumum sahtekârlar, bunu işçilerden ve kendilerinden saklamakla, işçi ve emekçilerin, ezilen yoksul halkların çıkarlarına ihanet ederler; işçi sınıfını burjuvazi ile uzlaşma konumuna getirmek için, bir "toplumsal barış" için, sömürülenlerin sömürücüler ile uzlaşması için, en kararlaştırıcı anda, sınıf savaşı konumlarını ve burjuva boyunduruğunu yıkma konumlarını yüzüstü bırakıp, o hiçbir zaman ümitlerini kesmedikleri kapitalist düzene kalkan olurlar!

Marx “Fransa'da Sınıf Savaşımları, 1848-1850” çalışmasında, devrimlerin, tarihin lokomotifi olduğunu ve çabuk öğrettiğini yazıyor ve Almanya - Avusturya'daki kent işçilerinin, tarımsal kır ücretlilerinin, sosyalizme karşı Scheidemann'lar ve Kautsky'ler, Austerlitz'ler ve Renner'ler tarafından yapılan ihaneti anlamakta gecikmeyeceklerini vurguluyordu!

Ve haksız çıkmadı, Rusya’da proletarya, aynı küçük-burjuva ve ham kafaları, menşevikleri ve sosyalist-devrimcileri, bu sözde sosyalist, gerçekte ise sosyalizm dönekleri olan "sosyal-hain"leri içinden çıkarıp, kendinden çok uzağa fırlatmıştır.

Türkiye’nin işçi sınıfının, emekçilerinin ve yoksul Kürt halkının da bu aynı küçük-burjuva ve ham kafaların, menşeviklerin ve sosyalist-devrimcilerin ardılları olan ve onlardan çok daha sahtekâr olan küçük-burjuva sosyalistlerini, üzerinde “sol/ sosyalist” ve “ulusal kurtuluş savaşçısı” yazan gömleklerle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul Kürt halkının içinde dolaşan bilumum sahtekârları; yani sözde “sosyalist” ve ulusal “kurtuluş savaşçısı”, gerçekte ise sosyalizm döneklerini, sosyalizm düşmanlarını, "sosyal-hain"leri, dejenere olmuş kapitalist yolcuları içinden çıkarıp, kendinden çok uzağa fırlatmaları kaçınılmazdır!

Ve bu topraklarda da, işçi ve emekçi kitleler, ezilen ve sömürülen yoksul halklar, Marx’ın 165 yıl önce işaret ettiklerini, bir devrimin hızlandırıcı etkisinde kazandıkları kendi pratik deneyimleri ile kendilerini ve topyekün insanlığı, kapitalist boyunduruktan ve savaşlardan ancak ve ancak proletaryanın diktatörlüğünün kurtaracağını ve bunun, bu sahtekâr küçük-burjuva sosyalistlerinden, üzerinde “sol/sosyalist” ve “ulusal kurtuluş savaşçısı” yazan gömleklerle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul Kürt halkının içinde dolaşan bilumum sahtekârlardan, yani sözde sosyalist, sözde ulusal kurtuluş savaşçısı, gerçekte ise sosyalizm dönekleri, sosyalizm düşmanları, "sosyal-hain" olanlardan ve dejenere olmuş kapitalist yolculardan kesinkes koptuktan sonra mümkün olacağını net olarak göreceklerdir!

Bununla birlikte Marxist-Leninistler “demokratik cumhuriyet”e dair başka şeyler de bilirler ve inanırlar ki, bunu da tarihten örnekleyerek aktarmak istiyorum!

En başında, “Eğer ödünlerle yetinmek değil, ama mutlak hükümdarlığı gerçekten yıkmak istiyorsak, çar hükümetinin yerine, ilkin genel, dolaysız, eşit ve gizli oyla seçilmiş Kurucu meclisi toplanmaya çağıracak ve sonra da seçimlerin tam ve gerçek özgürlüğünü sağlayacak geçici bir devrimci hükümet geçirmeye çalışmalıyız. “ diyerek başlayan ,“Proletarya ve Köylülüğün Devrimci Demokratik Diktatörlüğü“ başlıklı Mart-Nisan 1905 tarihli makalesinde Lenin, buna karşı çıkanların, sosyal-demokrasinin proletarya partisinin sosyalist devrimi yapmaya girişmeksizin iktidarı eline alamayacağı; eğer şimdiden bu işe girişirse saygınlığını kaybedeceği ve gericiliğin işine yarayacak bir sonuca neden olacak olan bir yenilgiye uğrayacağı; bu nedenle de, sosyal-demokrasinin geçici devrimci hükümete girmesinin, kabul edilmesi olanaksız bir şey olduğu biçimindeki eleştirilerine karşı bunun, ”demokratik devrim ile sosyalist devrimin, cumhuriyet için savaşım ile sosyalizm için savaşımın birbirine karıştırılmasına dayandığını” yazarak şöyle devam eder:

“Cumhuriyet için canımızı dişimize takarak savaşma mutlak zorunluluğunu bize işlerin akışı kabul ettirecek, pratik etkinlikteki güçlerimizi, siyasal bakımdan etkin proletaryanın güçlerini tastamam bu yöne, işlerin gidişi yöneltecektir. “

Lenin devamla, II. Enternasyonalin 14-20 Ağustos 1904'te toplanan Amsterdam Kongresi’ ne atıfta bulunarak, “Ama öte yandan, küçük-burjuva demokrasisinden gelen müttefikler, belli bir eğilimdeki sosyal-demokratlar arasında yeni korkular, özellikle "bayağı jorecilik" korkusu uyandırırlar.” Diye ekliyor ve bunu şöyle açıklıyordu:


“Joreciliği diyalektik materyalizm açısından yargılamak isteyen birinin, öznel nedenler ile nesnel tarihsel koşullar arasında kesin bir ayrım yapması gerekir. Bu ‘deney’in nesnel koşulları şunlardı Fransa'da cumhuriyet bir olgu idi ve hiçbir ciddi tehlike onu tehdit etmiyordu; işçi sınıfı, kendi sınıfsal bağımsız siyasal örgütlenmesini geliştirme yolunda tam bir olanağa sahipti, ama önderlerinin parlak ve bol parlamenter uygulamaları tarafından, belli bir ölçüde etkilenmesi nedeniyle bu olanaktan yeterince yararlanmıyordu; (oysa) tarih, daha o zamandan gerçeklikte işçi sınıfı önünde, Millerand'ların küçük toplumsal reformlar vaat ederek proletaryayı caydırdıkları sosyalist devrim sorununu koymuş bulunuyordu.
Şimdi Rusya’yı düşünün. Parvus, ya da Vperyod’da yazan arkadaşlar, bu erekle devrimci burjuva demokrasisiyle ittifak kurarak, cumhuriyeti savunmak istiyorlar; onların öznel görüşleri bu.

Nesnel koşulları Fransa'da var olmuş olan nesnel koşullardan, yerle gök kadar ayrı. Nesnel bir açıdan, olayların tarihsel akışı, şimdi Rus proletaryasının önüne (kısa kesmek için, tüm içeriğini cumhuriyet sözcüğünde özetlediğimiz) burjuva demokratik devrim sorununu koyuyor; bu sorun kendini, tüm halk, yani küçük-burjuva ve köylüler yığını karşısına koyuyor; bu devrim olmaksızın, sosyalist devrim bakımından proletaryanın bağımsız bir sınıf örgütünün hiçbir ciddi gelişmesi düşünülemez.”

Bu açıklamadan sonra Lenin ,“Nesnel koşulların farklılığını unutarak, kendilerini bazı sözcüklerin benzerliğine, bazı harflerin benzeşmesine, nesnel güdülerin özdeşliğine kaptıran kimselerin…” “yüksek bilgeliği” ile alay ederek ,“Fransa’da, kendini doğrulamak için, cumhuriyeti savunma öznel niyetini haksız yere öne süren Jaurès’, burjuva toplumsal reform karşısında boyun eğdi diye, Rus sosyal-demokratlarının, cumhuriyet uğruna ciddi olarak savaşmaktan vazgeçmesinin” yanlışlığına işaret ediyor ve “Halkın küçük-burjuva yığınıyla ittifak kurmadıkça, proletaryanın cumhuriyet için savaşımının, gerçekte anlaşılmaz bir şey olduğunu” ve “Proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü olmaksızın, bu savaşımda bir başarı umudunun gölgesi bile olamayacağını” ekliyor.
Bu eklemeden sonra Lenin, “Eğer”, der “devrimci halk, yani proletarya ve köylüler olarak biz mutlakıyeti ‘birlikte yenmek’ istiyorsak, kaçınılmaz restorasyon girişimlerini de birlikte durdurmak, birlikte ortadan kaldırmak, birlikte püskürtmek zorundayız! “

Lenin aynı çalışmanın ilerleyen bölümünde, “Devrimci burjuva demokrasisi ile geçici hükümete katılmanın, burjuva rejimi onaylamak, kapitalistleri ve polisi, işsizlik ve sefaleti, mülkiyet ve fuhuşu onaylamak demektir!” diyenler olduğunu hatırlatarak,”bu kanıt”ın, “anarşistlere ya da Narodniklere yaraştığını” ve “Sosyal-demokrasinin, burjuva rejimin ‘onaylanması’nı, tarihsel açıdan gözönünde tuttuğunu” vurgulayarak ve Feuerbach'ın Materyalizmi onaylama konusundaki sözlerine atıfta bulunarak, ifadesini şöyle tamamlıyor:

“Sosyal-demokrasi, burjuva demokratik rejimi, burjuva feodal mutlakıyet rejimine oranla onayladığını söylemekten hiçbir zaman korkmamıştır ve hiçbir zaman korkmayacaktır. Ama o, burjuva cumhuriyeti, yalnızca sınıf egemenliğinin son biçimi olarak, yalnızca proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımına en elverişli alan olarak ‘onaylar’ ; sosyal-demokrasi onu, hapishaneleri ve polisi, mülkiyeti ve fuhuşu nedeniyle değil ama bu sevimli kurumlara karşı geniş ve özgür bir savaşım ereğiyle onaylar.”

Lenin ayrıca, çalışmanın devam eden satırlarında, “Sosyal-demokrasinin, geçici devrimci hükümete katılarak, kendini hiçbir tehlikeye atmadığını ileri sürmekten uzak olduğunu” vurgulayarak, “Hiçbir tehlike içermeyen ne bir savaşım biçimi ve ne de siyasal durum vardır ve olabilir. Eğer devrimci sınıf içgüdüsü yoksa bilimsel bir düzeyde bütünsel dünya görüşü yoksa eğer kafada beyin yoksa o zaman grevlere katılmak bile tehlikelidir, insanı ekonomizme götürebilir; parlamenter savaşıma katılmak bile tehlikelidir, insan soluğu parlamenter alıklıkta alabilir; zemstvoların liberal demokrasisini desteklemek bile tehlikeli olabilir… "

Lenin, oportünistlerin, parlamenter sistemin gücünün her şeye yeteceği ve parlamenter savaşımın her türlü koşul içinde tek ve başlıca siyasal savaşım biçimi olduğu yolundaki inançlarını, “parlamenter alıklık” olarak adlandırıyordu.

İşte Türkiye’nin Marxist-Leninistleri, komünistleri de tarih bilinciyle hareket ederek ve tarihten gelen bu derslerle içinde yaşadıkları tarihsel-nesnel zamanı doğru tahlil edip, tarihsel görevlerini de buna göre belirlemişler ve“sol” yelpazede görünen ama gerçekte bilerek ya da bilmeyerek, egemen sınıfın düşüncelerinin egemen kılınmasının aracısı olmaktan öteye gidemeyenlerin, demokrasi dinine biat edip, cumhuriyeti tepelemek için yarış etmelerindeki kıymet-i harbiyeye dikkat çekerek, bir alan olarak cumhuriyet olmazsa demokrasinin olmayacağını ve önemli olanın cumhuriyetin hangi sınıfın elinde olduğunu ikircimsiz açıklamışlar ve burjuva cumhuriyetini, bir Tanzimat öncesi karanlığa açılan dinci-gerici Osmanik-İslamik 12 Eylül faşist diktatörlüğüne oranla onayladıklarını söylemekten hiçbir zaman korkmamışlardır!

Türkiye’nin Marxist-Leninistleri, komünistleri, içinde yaşadığımız cumhuriyette, TC’yi yani dinci-gerici, Osmanik-İslamik 12 Eylül faşist diktatörlüğünü sorun etmeyen cumhuriyet düşmanlarını korkutan kamuculuğun, eşitçiliğin ve akılcılığın ifadesi olan burjuva cumhuriyetini, kapitalistleri ve polisi, işsizlik ve sefaleti, mülkiyet ve fuhuşu onaylamak için değil, tarih bilinciyle ve tarihten gelen derslerle ve dünyanın dört bir yanında, burjuvazinin kendi temel değerlerine ihanet etmiş olduğunun ve“halk egemenliği” nden olabildiğince uzaklaşmış olduğunun bilinciyle, yalnızca sınıf egemenliğinin son biçimi olarak, yalnızca proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımına en elverişli alan olarak ve bir devrimci iş olarak savunmuşlardır!

Tarihten gelen dersleri, tarih bilinciyle değerlendiren Türkiye’nin Marxist-Leninistleri, komünistleri, halkın 12 Eylül’e duyduğu nefretin üzerine basarak, Eylülist rejimin en ırkçı aktörü “Evren’i yargılıyorum”culuk tiyatrosunu bir “demokrasi” hamlesi olarak yutturan Evren’in bilumum çocuklarının, laiklikle kavga ederken, TC ile dinci-gerici faşist diktatörlükle ve AKP ve tekeller tarafından cumhuriyetçi refleksleri silmek üzere, kamu haklarının son kırıntısına kadar çiğnenmesiyle hiçbir kavgaları olmadıklarının bilinciyle, hiçbir zaman yaftalardan korkmamış ve Evren’in çocukları olmamışlardır!

Bu toprakların Marxist –Leninistleri, komünistleri, tarihten gelen derslerle ve tarih bilinciyle, bugünün tarihsel-nesnel koşullarının tahlilinden çıkardıkları sonuçlarla, “TC” ile cumhuriyeti açıkça ve bilinçli olarak karıştıran ve hem içeride, hem de dışarıda cumhuriyet düşmanları ile birlikte saf tutmada hiçbir beis görmeyen Kürt siyasi hareketini mahkûm etmede hiçbir beis görmemişler, aksine bunu devrimci bir görev addetmişler ve bundan ötürü “Kürt düşmanlığı” ile yaftalanmaktan hiçbir zaman korkmamışlardır!

Bu toprakların Marxist-Leninistleri, komünistleri bugün, tarihin burjuvazinin burjuva cumhuriyetine ihanetini kanla yazdığının ve emperyalizmin bu toprakları insana hınç duyan bir İslam’a boğduğunun bilincinde olarak, solundan korkan bir cumhuriyetin yaşama şansı kalmadığını ve halkların cumhuriyetten başka bir geleceği olmadığını açıkça görmekte ve Türkiye’de laiklik kavgasına girmekte açıkça ayak direrken, Türkiye’nin anayasasını ve geleceğini kendi pazarlıklarına meze yapmaya çalışırken, Kobani’de ABD ile ve Barzani ile birlikte, ABD’nin kendi çocuğu olan IŞİDE karşı savaşa “laiklik” adına destek çağrısında bulunan Kürt siyasal hareketinin samimiyetine inanmamaktadır!

Bu topraklardaki Marxist-Leninistler, komünistler, adına “demokrasi” densin, “çözüm” densin,“barış” densin, cumhuriyet düşmanlığının cumhuriyet düşmanlığı olduğunu ve bu düşmanlığın, çok fazla felsefe gerektirmeden, pratiğin doğrulayıcılığı altında, halkların geleceğine de kardeşliğine de çekilmiş bir emperyalist silah olduğunu çok net olarak görmektedirler!

Bir kez daha vurgulamak isterim ki, bunu hâlâ görememek, görmek istememektir; görmek istememek, başkasının gözleriyle bakmaktır!

NOT:
Bu mektubu, yedi yaşında İmam-Hatip’e verilmiş babanın kızını kapama “özgürlüğünü” ihlal eder korkusuyla akılcılıkta ve kamu çıkarında tutarlılığın ifadesi olan laikliğe savaş açmayı özgürlük mücadelesi sayarak, “kahrolsun cumhuriyetçi, akılcı, dayatmacı tahakküm!”diye haykıran ahmak solculara inat, "Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü " anısına, Türkiye’nin, laik cumhuriyetten korkup dinci-gerici Osmanik-İslamik 12 Eylül faşist diktatörlüğünün şefkatli kollarına atlamayan, kapama ve kapanma özgürlüğüne karşı ikircimsiz karşı durma özgürlüklerini kullanan ilerici-devrimci kadınlarına ithaf ediyorum!

Fikret Uzun

08-Mart-2015

Hiç yorum yok: