24 Mayıs 2011 Salı

12 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE MARKSİST TUTUM ÜZERİNE

12 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE MARKSİST TUTUM ÜZERİNE

12 Hazirandan sonra turnusoller çok hızlı çalışacak. Gerçekliğin yansısı daha net yayılacak. Ben bu notları tarihe asarak büyük kolaylık sağlıyorum. Ben hep derim, sosyalist iktidar yürüyüşü şakaya gelmez, bu yürüyüşte ideolojik tartışmada empatiye yer yoktur. Çünkü bu yürüyüş çelik çomak oynayarak ilerlemiyor. Boykot ise, kitleleri ve özellikle de, devrimci bakışla yüzünü gerçeklere dönenlerin kafasını karıştırıyor. Zaten yoğun bir ideolojik saldırı varken, bu boykot şiarı ile öne çıkmak tam bir emperyalist oyun dinamiğidir. Hele ki, düzenden kopuşa methiye düzer gibi bunun simgesi olarak boykotu öne çıkaranların, düzenden demokrasi beklemesi, talep etmesi, dilenmesi ne derseniz deyin komik oluyor. İnsanları bu kadar mı salak zannediyorlar. Kimileri, çok sonrasının konusu olan işçilerin vatanı yoktur şiarını öne çıkartıyor, kimileri de yine komünizm evresinin konusu olan insanın insan moduna yükseltilmesini kendine bile en yabancı olduğu bir zamanda insanı öne çıkartarak sapla samanı karıştırıyor, sınıfsal bakışın önüne set çekiyor. Kimisi de, boykot ile sıkışan çaresiz kalan egemen sınıfın ve onun tetikçilerinin çaresi olacak bir dinamik geliştirmeye çalışıyor.
Politika birincisi güç biriktirme sanatı ise, ikinci önemli yanı düşmanı kesin hatlarla belirleme sanatıdır. Boykot bu işlevi görmüyor. Ortada bunu destekleyecek bir birikim olmadığı gibi, bunu öne atanların da asıl dinamikleri demokrasi olduğuna göre demokrasi ya da demokratik hakları kazanmak için geçerli bir yöntem değildir. Bunun koşulları elbette vardır ama o gün bu gün değildir. Lenin şubat devrimi patlak verdiğinden iki ay sonrasına kadar devrimin patlak verdiğinden bile haberi olmamışken, haberi olduğunda hemen Rusya’ya dönmüş ve Nisan tezlerini ortaya atmıştır ve bunları ortaya attığında etrafındaki herkes kendisini neredeyse delirmiş olarak nitelemiştir ve Kerensky hükümetinin bu günkü hükümetten bir farkı varsa o da ortada asıl egemen olarak çarın olmasıdır. Şimdi ise, bunun simetriği var ve çara methiyeler düzülmekte, çarlık düzenine kapıları ardına kadar açmak modelleştirilmektedir. İşte Lenin bu zamanda, hem Menşeviklerin ve diğerlerinin boykot zırvalıkları ile mücadele etmiş, hem de Kerensky hükümetinin provokasyonlarını bertaraf etmeye çalışmıştır. En önemli yaptığı işi sorarsanız, o gün için tabii, Menşeviklerin Kerensky'ye karşı kitlesel bir yürüyüş tertiplemelerini engellemesidir. Şöyle der,"şimdi kitleler ve özellikle işçiler yanımızda değil ama Kerensky'i tanıdıkça hepsi yanımıza gelecek." ve haziran ayına gelindiğinde kendinden emin Kerensky büyük bir miting düzenler ve kalabalığın büyük çoğunluğu o kısa sürede Lenin'in dillendirdiklerini dövizlerine yazmış ve Kerensky'nin burnuna sokmuştur, ondan sonrası ise Kerensky'e zafer değil, yıkım getirmiştir. Ekim devrimine giden yolda Lenin güçleri böyle biriktirmiştir. Eğer takip ediyorsanız, Lenin ikili iktidardan söz eder ve iktidarı burjuvaziye bırakır ama dışarıda şuraları örgütler yani Sovyetleri. Dolayısıyla hem hükümeti dışarıdan zaptı rapta alır hem de iç yüzünün kitlelerce görünmesine olanak sağlamış olur. Buna da Menşevikler karşıdır ama tarih Lenin'i haklı çıkarmıştır.
Burada boykot konusunda edebiyat parçalamayacağım, bunun için, referandum öncesi söylediklerim kaynaktır. Ve zaman beni haklı çıkardı. Şimdi de farklı durum yok. O gün boykot AKP nin elini güçlendirmek ve anayasa değişikliği ile yönetici sınıflar arasındaki çelişkileri düzlemek ve sonrasında yani işte bu günden sonra ikinci aşamada anayasayı toptan değiştirip dinci-faşist-feodal bir cumhuriyetin anayasal yolla halka dayatmanın bütün kapılarını açmaktı. Birincisi, yoğun bir ihanet dinamiği ile kotarıldı ama emekçiler Kürt ve Türk halkı aynı yerde durmuyor. Bölge halkları da, dünya halkları da durmuyor. Ama emperyalistler yerinde saydığı gibi, hatta geriliyor. Onlar gerilerse, işbirlikçileri de gerilemek durumundadır. Çevrenize bakın siz de göreceksiniz. İşte şimdi politika önümüzdedir ve bunu sınıf bakışı ile temellendireceksek, boykot bu politikanın güç biriktirmesine ve egemen sınıfı püskürtmeye, kitleleri hareketlendirmeye ve en önemlisi düşmanın kesin hatlarla çizilmesine yaramaz. Demokrasi isteyenlerin, düzenin ifadesi olan bu demokrasiyi uzun zamandır diline dolayanların, şimdi boykot ile düzen dışı dinamikleri işaret etmesi kimseyi hareketlendirmez ve bunun bir tertip olduğunu anlar. 12 Haziran AKP nin ölüm kalım günüdür. Ama daha çok emperyalist burjuvazi için böyledir. Eğer 12 Haziranda AKP istediği milletvekili sayısını çıkarırsa ABD nin çizdiği rotada aksama olmayacaktır. Her ihtimale karşı CHP nin AKP lileştiririlmesi de bunun içindir. Kürt coğrafyasından CHP de çekilmiştir. Evet, ben de biliyorum, vur birini ötekine aynı ses çıkar ama dedim ya kitleler bu aynıları, farklı sanıyor, henüz ayırdında değil. Ama bunu sağlamak boykotla olmaz. Çünkü boykot bu aynıların konsensüsünü güçlendirecektir. AKP nin çok güçlü bir noktadan seçimi kazanması, diğerleri ile konsensüsü garantilemesi demektir. Ama tersi olursa ve hele ki, meclise bu oyunları bozacak bir damar sokulursa, her birinin tabanındakilerin aslına dönme süreci hızlanacaktır ama en önemlisi AKP eliyle ve diğerlerinin katkısı ile Türkiye’de oynanan oyunların başarısı engellenecektir, güç biriktirmenin önündeki engeller hızla ortadan kaldırılacaktır. Çünkü kitleler illüzyondadır ve bu illüzyondan çıkmaları için boykot şoku değil, AKP nin güçten düşürülebileceğini gösteren gerçekliğin şokudur aslolan. Ama başaramazsak,13 Hazirandan hemen sonra dinci-faşist-feodal cumhuriyet tepemizdedir. Kimse, ama kimse hatta bu dinamiğe yardım edenler bile bu tepeye inenin şiddetinden kurtulamaz. Son olarak, neden cumhuriyet güç birliğinden söz etmiyoruz, etrafında bile dolaşmıyoruz. Bu gün hem yerleştirilmek istenen düzene, hem Türkiye’nin parçalanmasına ve hem de ABD emperyalizmine dolayısıyla en kararlı biçimde AKP iktidarına karşı mücadele eden, üstelik zindandan mücadele eden başka hangi dinamik var. Nihai çözüm mü? Elbette değil ama oyunları bozmak ve güçleri biriktirmek işçilerin hafızasına kavuşması için gereken zamanı kazanmak için başka seçenek yoktur. Çünkü oyun hem çaresizlerin oyunu, hem yüz yılların deneyimine sahip olanların, hem de ekonomik ve zor gücünü elinde tutanların oyunu. O nedenle bu oyunu bozmak için akıl dinamiklerinin sağlıklı işlemesi gerekiyor. Ve siz hem düzen içinde güç peşinde olanlardan söz ederken DHF'nin bu temelde bir çakma yapı olduğunu görmezden geliyorsunuz. Kitlelere demokratik haklar için mücadeleyi salık veren ama bunun içine BOYKOT yöntemini öne koyanlar, emperyalist burjuvazinin laboratuar ürünüdürler. Bunlara yöneltilen egemenlerin saldırısını pek önemsemeyin. PKK'ya da bundan yüz kat şiddetli tazyik yaptılar ama şimdi pazarlık yapılıyor ve emperyalizmin, onun işbirlikçisi ezen ulus burjuvazisinin elinden devlet neredeyse zorla verilmeye çalışılıyor. Çünkü verilen devlet Kürtlere değil, verilen devlet İsrail’edir. Eğer emperyalizm bir ezilen ulusa, sömürülen ve geri bıraktırılmış emekçi halka devlet bahşediyorsa, onu istediği zaman geri alır. Ama buradaki devlet, bölgede bütün devletleri küçültüp yükseltilen bir büyük emperyal devlettir. Ucu da açıktır. Tamamen emperyalist emellerin sonuç noktasının ifadesidir. İşte şimdi bu noktada tıkanma var. ABD-AB oldukça çaresiz ama vazgeçmiyor vazgeçemez de. Ve onların üzerine üzerine tersinden esen rüzgârın da farkındalar. Çaresizliklerini çareye döndürmek için, kitleleri çaresiz ve güçsüz bırakmaktan vazgeçmeyecekleridir. Bu "BOYKOT" dinamiği de bundan ayrı değildir. Siz katılmayabilirsiniz ama ben tarihe notumu düşüyorum ve eğer akılla hareket ediyorsanız dediklerimi elbette süzgecinizden geçirirsiniz, akılla hareket ettiğinizde ısrar edip, tutumunuzda da ısrar ediyorsanız, bu da tarihe not olacaktır ve turnusoller hızlı hareket ediyor ve çıplaklıkları su yüzüne çabuk çıkartıyor. Size ahmak da, sahtekâr da demiyorum ama ortada bir politik cambazlık var ve bunda diretmek ve bunu akılla yaptığını iddia etmek politik ahmaklıktır, yok ahmaklık kabul edilmiyorsa, ortada bir sahtekârlığın pençesinde debelenmek ya da bizzat bu sahtekârlığın bir parçası olmak vardır. Ben bunu kaydediyorum. Ahmaklığa yatılarak sahtekârlığın örtülemeyeceğini söylüyorum. Ve son olarak da ahmaklıkta ısrar etmenin, sahtekârlığa eş değer olduğunu söylüyorum. Çünkü tarihin ilerleme çizgisi sahtekârlığı da, ahmaklığı da kaldıramayacak denli hızlı akıyor. Bu dediklerim küfür değildir, hakaret, aşağılama hiç değildir. Sadece tarihsel sorumluluğun gereğine işaret ediyorum. 13 Hazirandan itibaren göreceğimiz netliğin şimdiden resmini çiziyorum.
Fikret Uzun
24. Mayıs 2011

Hiç yorum yok: