4 Mayıs 2011 Çarşamba

SOSYALİZMDEN KOPANLARDAN AYRIŞMAK MÜCADELENİN BÖLÜNMESİ DEĞİL NETLEŞMESİDİR

SOSYALİZMDEN KOPANLARDAN AYRIŞMAK MÜCADELENİN BÖLÜNMESİ DEĞİL NETLEŞMESİDİR
Bence bölünerek çoğalmak, çoğalarak bölünmekten iyidir. Çünkü bölünmüşlüğün iki temel nedeni var. Bu dünün sorunudur ve bu güne bilinçli olarak taşınmaktadır. Birincisi, iktidar perspektifinin, aynı anlamda iktidar hırsının olmayışıdır. İkincisi ise, ideolojik ayrışmanın tamamlanmamış olmasıdır. Sol bölündü, birleşmeli gibi yakınmalar, bütün çareyi solun birleşmesinde bulma eğilimi dün de vardı. Oysa bölünme dün de bu gün de solun bölünmesi değildir. Bölünme gibi görünen, soldan kopanların hâlâ solda görünerek, farklı hareket etmesi, daha doğrusu, sosyalist hareketin önünde engel olarak sol kılıkta dolaşmasıdır. Bu dün de böyleydi, bu gün daha sinsi olarak ve emperyalizmin laboratuar ideolojik çalışmalarına bağlı olarak hareket etmektedirler. Bu baskın olan bölünmedir. Bilimsel sosyalizmden uzaklaşanların sol içinde sayılması bu bölünme psikozunu daha da artırırken, sosyalizmden uzaklaşmış olanlarla birleşmekten medet ummayı getirmektedir. Diğer yandan bu yöndeki bölünmeyi sol içindeki bir bölünmüşlük olarak görmeyi artıran ideolojik yetersizlik içindeki kadroların sol harekete derinlemesine hakim olamamasını ve kitlelere bunu içerememesidir. Dolayısıyla, bu ideolojik yetersizlik, kadrolardaki sığlığı, yüzeyselliği artırmakta dolayısıyla bunun yayılması da aynı düzeyde sığ ve yüzeysel olmakta dolayısıyla hem yeni kadrolara derinlemesine nitelik verilememekte, hem de kitleler derinlemesine örgütlenememektedir. Özcesi, daha başlarken, Marksizm’i ezberlemeye başlayan ve bir kaç bölümünü aldıktan sonra kendi ayranını yapmaya başlayan ve dolayısıyla da kendi çatısını kurup sol birikimi, hiç bir nitelik içermeden o çatının altına çağıranlar sığ, yüzeysel, derinlikten yoksun, yatay ve uçta birlikler oluşturmaktadır. Bunların hükmetmeye çalıştığı kitlelerin gelişimi de elbette bu yönde olmaktadır. Bunun temel nedeni ideolojik derinlikten yani donanımdan yoksun olmaktır. Dolayısıyla sosyalist harekette karşılaşılan her yeni sorunda bu yoksunluk kendini gösterecektir ve bu sorunları çözmek için gereken ideolojik derinlik ihtiyacı, bir taraftan ideolojik donanıma yöneltecek, diğer taraftan bölünmeyi yani ayrışmayı getirecektir. Bu anlamda ayrışmak demek ideolojik derinliğin artması, sorunların çözümüne daha nitelikli bakılması ve asıl sorun ile asıl çözümün netleştirilmesi sağlanmış olacaktır. Başka ifadeyle sosyalist hareketin yerli yerine oturması gerçekleştirilecektir. Geçmişte ve şimdi daha fazla, en yığınsal örgütte bile bu sorun vardı ama yığınsallıkla ve sosyalist hareketin canlı oluşuyla kendiliğinden örtülüyordu. Şimdi ise, bu soldan çoktan uzaklaşmış kadroların, yetersiz olmayan ama sorunları, nesnel gerçekleri görmemeye mahkûm edilmiş ve bunu bilinçli olarak örtmek çabasında olan kadroların, bu sorunu hem artırması ama hem de örtülemesi söz konusudur. Bu gün örgütlenme fetişizmine yenik düşmüş kadroların, kaçı her hangi bir romanı sonuna kadar irdeleyip, ideolojik süzgeçten geçirebilir. Hatta kaçı iki sayfadan fazla yazı okuyunca sıkılmıyor, ya da yazının başı ile sonunu birbirine bağlayabiliyor. Hangisi, sosyalist hareketin önündeki engellerin hangi kıyafetle önüne çıktığını ayırt edebiliyor. Bu gün kendinse kadro diyen kaç kişi, örnek olsun Danyal Oral Çalışlar gibi, Hasan Cemal gibilerinin tekellerin devşirmesi olduğunu, Altan ailesinin topyekûn sistemin emrinde manipülasyonlar içinde olduğunu, hangisi bir taraftan, Kemalizm’e bütün günahları yüklerken, diğer taraftan Kemal Tahir gibi Kemalist ve Kemalizm’i güzellemek için yazarları medarı iftiharı yapmıyor. Hangisi bunların dediklerini ideolojik olarak değerlendirip, eleştiri geliştirebiliyor. Örnekler çoğaltılabilir. Buradan çıkan sonuç şudur, ideolojik yetersizliğini gidermekten kaçınıp, bu derinliği artırma çabalarını küçümseyip, önüne örgüt fetişizmini koymak ve oturup solun birleşmesini beklemek. Bu da kadrolar arasında bütün sorunları örgütün varlığına ve solun birleşmesine bağlama eğilimini dolayısıyla yatay birlikler kurarak, derinlikten yoksun örgütler oluşturma yarışını hızlandırmakta ve teori, dolayısıyla ideolojik netlik küçümsenmekte, hatta yer yer mahkûm edilmektedir. Ayrıca bütün bunların yanında, bir taraftan bölünmüşlükten yakınılmakta, diğer taraftan farklı fikirler zenginliktir sloganları ile bu bölünmüşlüğe kaynak yaratılmaktadır. İşte bu nedenle öncelikle ideolojik ayrışmanın hızla tamamlanması, bu anlamda ideolojik netliğin bir an önce sağlanması ve somut teoriler üretilmesi gerekmektedir. Bunun için de, bütün bunlar iktidar perspektifi ile ele alınmalı, ideolojiye geçmişin değil ama geleceğin masal kitabı gibi yaklaşılmaması gerekmektedir. İşte o zaman ayrışarak, yani bölünerek netleşilecek ve çoğalınacaktır. Ancak ondan sonra derinlik taşıya örgütlenme sağlanabilir, kitlelere derinlemesine nüfuz edilebilir. Diğer yandan bunu hızlandıran tarihin dönemeç noktaları da vardır ama bu noktaları ideolojik derinlikten yoksun kadrolar teğet geçeceği için kitlelerin de teğet geçmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunu teğet geçmemenin ve daha nitelikli dönemeçlerle bağlamanın garantisi derinlikten yoksun örgütlerden önce, ideolojik derinliğe sahip kadrolardır ve onların ürettiği teorik-politik hünerdir. Ama merkezinde iktidar perspektifi, hırsı olmalıdır. Yani sosyalist hareketteki insanların, örgüt fetişizminden kurtulup, örgütü yadsımadan, yarının sosyalist iktidarını kurma perspektifine sıkı sıkı sarılmaları ve sosyalizm için mücadele ederken, iktidarın kurulmasını uzaklara, torunlarına ötelememesi gerekmektedir. Bir çevrenizle bu konuyu konuşun bakalım, kaç kişi sosyalizmi gönlünden atamasa da, iktidarı kedilerinin de göreceğini söyleyecek. Eğer iktidar hırsı, iktidar perspektifi ve sosyalizme özlemden çok açlık olmazsa sosyalist iktidar ötelenir, yerine yakın, ulaşılabileceği sanılan hedefler konur, bu da kapitalizmden ümidi kesmemeyi doğurur, sonunda sosyalist iktidarın yerine konulan her şey, yürekteki sosyalizm aşkına güvenilerek, sosyalizm yerine konulur ki, bu gün bu bilinçli olarak yapılmakta ve yüreğinde sosyalizm aşkı sönmemiş olanlar, bu rüyaya çabucak kanmaktadır. Özetlersek, bölünme iyidir ama ideolojik netlikle, ayrışarak çoğalmak, kitlelere derinlemesine nüfuz etmek için. Bunu perçinleyen ise, iktidar perspektifidir. Kavgasız sosyalizme ulaşılmaz. İktidarsı sosyalizm ise yaşayamaz. Kavga ise şiddetsiz olmaz. İktidar hırsı yoksa ideolojik derinlikle bütünleşmezse ne kavga olur, ne de kavgada şiddet. Sosyalizme is ulaşılamaz. O zaman kolay sosyalizmler icat edilir, yüreklerdeki sosyalizm aşkı bunlarla giderilir ama iktidarsız bir sosyalizme sahip olunur ki, bu sosyalizm değildir. Saygılar diliyorum, saygılarımı iletiyorum.

Evet, Hitler sonunda sosyalizmin kapısına dayandı ve asıl hedefinde sosyalizmi ortadan kaldırmak olduğunu gösterdi. Sosyalizm Hitler faşizmini yendi ve daha fazla sosyalizm oldu ama çok ağır kayıplar yanında, kapitalizmle bir bulaşıklık da kazanmış oldu, sonunda da, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki tekeller, sosyalist hareketin yöneticilerinin bu bulaşıklıkta gösterdikleri hüner ile çok kalıcı bir koltuk değneği kazandılar ve dünya sosyalist hareketine de nur topu gibi bir Avrupa komünizmi kazığı sokulmuş oldu. Ve faşizm kalıcı olarak emperyalizmin küresel ölçekte sarıldığı ama elindeki bütün araçlarla üstünü örtüleyebildiği, hatta demokrasi olarak gösterdiği bir silah haline geldi. Burjuva demokrasisi, burjuva diktatörlüğü olarak kalıcı olarak en tam ifadesini bulmuş oldu. Ama yaratılan ideolojik bulanıklık ve kadroların ideolojiden uzaklaşması demokrasi ile burjuva diktatörlüğü arasındaki mesafeyi tam algılayamamasına neden olmaktadır. Sosyalistler demokrasinin hem bir daha mahallesine uğramayacak olduğunu, hem de burjuva diktatörlüğü en tam ifadesi olarak ve demokrasi görünümünde tepemize yerleştiğini görmek zorundadırlar. O nedenle de, sosyalist iktidar perspektifine sarılarak, faşizmin karşısına sosyalist iktidar mücadelesini koyması gerekmektedir. Bunu da, diğer seçenekleri yadsımadan ama sosyalist iktidar mücadelesi içinde ele almak gerektiği şeklinde algılaması gerekmektedir. Ve faşizme karşı bütün güçleri ki, uçurumun kenarına sürüklemiş oldukları ve bunun farkındalığını da artırdıkları güçlerdir, her ne isim ya da slogan altında olursa olsun, bu güçlerin ortak paydasını ifade etmeli ama ille de en başköşesine işçi sınıfını, onun bilinçli kesimini koymalıdır. Geçmişte olduğu gibi, UDC nin en başköşesine, cephenin özünün burjuva demokratik olması gerekçesiyle ve en yığınsal olması gerekçesiyle burjuvaziyi (o zaman başköşeye CHP konuluyordu) koymamalıdır. Bunun için de, ideolojik derinliğe, teorik bütünlüğe ve politik hünere ihtiyaç vardır. Bu da ideolojik-politik donanımlı kadrolarla olur. Emperyalizm bunun için çok uzun zamandır uğraşıyor ve kitleleri edilgenleştirirken, sosyalist hareketin bozuk, ideolojik derinlikten yoksun ve iktidar hırsı, perspektifi taşımayan amorf birliklerin toplandığı bir alandan ilerlemesini planlamıştır. Yani hep mücadele etsin ama yanlışa doğru kesintisiz ve geniş bir açı çizerek ilerlesin. Böylece sosyalist hareketi kendine, ideolojik hegemonyasına bağlaması mümkün olacaktı. İşte öfke, kin ve arayış patlamaya hazır bir şekilde birikirken, aynı oranda sessizlik de sürmektedir. O nedenle faşizmin nesnel ve öznel bütün güçleri net ve somut olarak otopsi yapılmalı, faşizmin yenimi geliyor olduğu,bir demokrasinin mi üstüne geliyor olduğu yoksa konuşlanışını tamamlayarak var olan faşizmin kalıcı kılınmasının saldırısı mı geliyor olduğu ve tabanının sınıfsal güçlere mi, yoksa daha çok dini akımlara mı dayandığı ve bunun karşısında nasıl bir cephe oluşturmak gerektiği, bu cephede inisiyatifin hangi sınıfsal güçte olması gerektiğini, daha doğrusu hangi sınıfsal gücün hegemonyasını yükseltmek gerektiğini, bunun için nasıl bir politik hüner göstermek gerektiğini ve hangi somut hedefe, bu güçlerin tek tek, nesnel ve öznel eğilimleri,beklentilerinin yok sayılmadan değerlendirilip, bu güçler arasında birbirini tümüyle öteleyici,mahkûm edici eleştirilerden kaçınarak ama ideolojik mücadeleyi ve bu anlamda sosyalist iktidar perspektifi ile bağlı propagandayı sistemli olarak yürütmeyi sürdürerek bütün güçleri giderek çemberi daraltan din tabanlı faşizme karşı savunma modundan çıkarıp, hücum moduna sokmak gerekmektedir. Çünkü savunma modu, eninde sonunda uçurumun kenarına sürüklenmiş bu güçleri uçuruma itecektir. Yani savunacak bir tek uçurumun kenarı kalmıştır, buradan kurtulmak ancak ileriye hücumla mümkündür. Bu hücum da inisiyatifi ideolojik kadrolar ve işçi sınıfının bilinçli unsurları alırsa faşizmi yenmek hem kolay olacak hem de, kendisini bir daha üretmesine izin verilmeyecek bir yola girilecektir. O yol sosyalist iktidar yoludur. Ve bu tür mücadelelerde geçişler iç içedir, inisiyatifin ve politik hegemonyanın gücüne bağlıdır. Dolayısıyla niteliğe bağlıdır, nicelik bunu değiştiremez, değişken olan niceliktir.
Fikret Uzun
30.1.2011

Hiç yorum yok: