4 Mayıs 2011 Çarşamba

Mahmut Ayaz’ın BEN DE’MOK’RAT MEMOKRAT DEĞİLİM, OLANIN DA…!* Adlı yazısı hakkında

Mahmut Ayaz’ın BEN DE’MOK’RAT MEMOKRAT DEĞİLİM, OLANIN DA…!* Adlı yazısı hakkında


Yazının seçtiği konu itibarı ile ifadeler yerli yerinde ve doğrudur. Aklına ve yüreğine sağlık… Ancak, bitirirken, şu "demokrat" değilim,"ben senin" yaklaşımına uymayan bir yaklaşımı yansıtması, süzgeçten güzel bir şekilde geçirdiği konuda da tam net olmadığı şeklinde düşünmemize kapı açmaktadır. Belki yanılıyorum ama son cümlesi, beni böyle düşünmeye itiyor.
Bu günlerde hepimizin şiddetle netliğe ihtiyacı var. Bu anlamda, sınıfî bakıştan uzaklaşmamak gerekir. Bir yazının bütününde, bu minvalde bir yaklaşım sergileyip, en sonunda,1 Mayıs Emeğin bayramıdır demek, çelişkilidir. Net olmamanın ifadesidir.
1 Mayıs işçi sınıfının enternasyonalist, birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Emeğin bayramı ne demek! Emekçinin bayramı ne demek! Sovyetler birliğinde, işçi sınıfı kendi düzenini kurmuşken bile,1 Mayıs emeğin, ya da emekçinin bayramı olarak kutlanmadı. Düğün dernek havasında da kutlanmadı. İşçi sınıfının, nihai kurtuluşuna kadar 1Mayıs, egemen sınıflara karşı bir mücadele, işçi sınıfının uluslararası dayanışması ve birliğinin sağlanması için kullanılan bir ideolojik, politik araçtır. Buna emeğin bayramı dersek, iyi niyetli dahi olsak, neyi kastettiğimizi bilsek dahi,1 Mayısı sınıfsal içeriğinden uzaklaştırırız.
Ayrıca bu, bu yaklaşıma hapsetmeye çalışan emperyalist kapitalizmin ideolojik saldırısını kolaylaştırır. Türkiye’de, artı değer üreten, proleter olan ve giderek zinciri bile kalmayacak duruma gelen milyonlarca işçi var. Ama emekçiler de var. Toprağını kaybetmiş, tarım işçisi olarak çalışanlar olduğu gibi, tohum, gübre, ekipman vesaire parası bulamadığı için toprağını işleyemeyen yoksul köylü de var. Bunlar da emekçi. Öte yandan işçilerin taşeronlaştırılması, onları sendikasızlığa itiyor ama bu işçilerin proleter özelliğini yitirmeleri demek değildir. Bu şekilde, sendikaların sınıf ve kitle sendikacılığından uzaklaşması da kolaylaşıyor. Uzaklaştığı halde, bunu işçilere yutturması da kolaylaşıyor. DİSK örnektir, 30 yıldır, DİSKten, sınıf sendikası olma ile ilgili hiçbir öz kalmamıştır. Ve tekellerin ideolojik saldırısının bir biçimi olan, sınıftan kaçışı kavramlaştırıcı söylemler işçi sınıfının kendisinde bile yoğun alıcı bulmuştur. İşçi sınıfının üretim süreci içindeki durumu ve maddi koşulları, onu kaçınılmaz olarak ve önlenemez biçimde devrimci bir role götürmektedir. Bu hala böyledir. Bunu reddetmek, ya da bu sınıfsal bakıştan uzaklaşmanın yansıması olarak, kavramları yerli yerine oturtmaktan kaçınmak, materyalist bakış açısını reddetmekle eşdeğerdedir. İşçi sınıfının devrimci programlardan uzaklaşmış olması da ki, bu bir gerçekliktir, bu durumu değiştirmez.
Bu sadece işçi sınıfının tekelci düzenlerde yoğun bir ideolojik kuşatma altında olduğunun göstergesidir ki bunu bile görmemeye çalışanlar vardır. Dolayısıyla, bildik örgütlenme modelleri yetmemektedir. Üstelik bu ideolojik kuşatma altında, işçi sınıfı yerli yerinde durmakla birlikte, bilinci kendisinden uzaklaşmıştır. Öyleyse, bu kuşatmayı yıkmadan, bu kuşatma koşullarına uygun örgütlenme modelleri bulmadan işçi sınıfının devrimci programlara yaklaştırılması mümkün görünmüyor. Bunun içindir ki, artık birer sivil toplum örgütü misli, devletin koltuk değnekleri haline getirilen sendikalar, sendikacılar sınıf sendikacılığından uzaklaşmakta ve işçi sınıfını lafzını, hafızalardan silmeye çalışmaktadırlar. Bu tekellerin ideolojik kuşatması ile uyumludur. Neredeyse isimlerini de değiştirip, İşçi Sendikaları yerine Emeğin sendikaları ya da emekçi sendikaları diyeceklerdir. İşçi sınıfının devrimci programlardan ve hedeflerden uzaklaştırılmasında, sendikaların “barış, demokrasi ve özgürlük” siyasal hedefleri işçi sınıfının önüne koyması önemli rol oynamaktadır. Öyleyse, kavramları ve tarihsel gerçeklikleri yerli yerine oturtmak, içerikleri konusunda daha net olmak gerekmekte ve bu anlamda, işçi sınıfının, dışarıdan ve içerden kuşatılmasını sona erdirmek gerekmektedir. Bunun yolu da, emperyalist sistem ile derinlemesine bağlanmış olan tekeller düzeninde, işçi sınıfını devrimci programlara çekebilmek üzere yeni ve uygun örgütlenme biçimleri, mücadele yöntemleri geliştirmek gerekmektedir. İşçi sınıfından uzaklaşıp, emek ya da emekçi lafızlarına hapsolmak bu yöntemlerden değildir. Tam tersine, ideolojik kuşatmayı ortadan kaldırabilmenin önündeki engellerden en önemlisidir. Böylece sınıf bakışından uzaklaştırılan işçi sınıfı, tepki gösterme alışkanlığını da yitiriyor ve kavramların soyutluğu içine hapsediliyor. Üretim süreci ile kendine yabancılaşması yetmiyormuş gibi, ideolojik kuşatma altında hafızasını da yitiriyor. Böylece burjuva demokrasisinin fetişleştirilmesinin peşine kolayca takılıyor ve sonu gelmez bir demokrasi mücadelesi sarmalına dolandırılıyor. İşçi sınıfı sınıf bilinci yanında, sınıf mücadelesinden de, ekonomik mücadelenin sınıfsal zemininden de uzaklaştırılmış oluyor. Daha kolay oluyor demek istiyorum. Böyle olunca, işçi sınıfına, yazının ana teması olarak anlatılan “demokrat”lığın ve “demokrasi”nin neme nem bir şey olduğunun algılatılması mümkün olmuyor. Demokrasi mücadelesi dinamiği ilde, düzen bütün pisliklerin üzerini örterken, işçileri de yanına çekmiş oluyor. Diğer yandan, işçiler bir yana, bu kavram kargaşasında, sol /sosyalist yelpazede yer alanlar bile, bir taraftan demokrasinin kuyruğunda, kendi kuyruğunu kovalayan kedi misli, dönüp dururken, diğer taraftan değil jakobencilik, proletarya diktatörlüğünü bile sabah akşam lanetlemeyi, materyalizm sayıyor. Ve karşısına insanı koyuveriyor. Bütün devrimci dönüşümlerin merkezi insandır artık ve burada sınıf mınıf kalmıyor. Böylece bir zincir daha tamamlanıyor ve demokrasi eşittir sınıflar üstü bir düzen o da eşittir, hoş ve insancıl bir kapitalizm oluyor. Sınıftan uzaklaşılırsa, sınıf savaşından da dolayısıyla sosyalist iktidardan da uzaklaşılması doğaldır. Yerini, insanla ve hoş ve insancıl kapitalizmle doldurmak da kolaylaşıyor. Bütün bu ideolojik kuşatma, bununla uyumlu kavram kargaşası bunu kolaylaştırmaya yarıyor.
O nedenle, yazının ana fikrindeki hassasiyeti ki burada daha fazla göstermek gerekir, bu noktada göstermemek yazının ana fikrindeki hassasiyete uymamaktadır. Çünkü asıl konuyu yerli yerinde ele almak, sınıfsal bakışla bağlıdır. Bu varsa yani sınıfsal bakış varsa, en sondaki cümleye yansıyanlar, orada olmamalıdır. Yoksa asıl konuda söylenenler ezbere dayanmış demektir.
Kimseyi kırmak istemem ama tekellerin, emperyalist burjuvazinin ideolojik hegemonyasını başka türlü kıramayız. Net olmak, ilkeli olmak, sınıfsal yaklaşmak gerekiyor. Bu, her alanda gerekiyor. Demokrasi, evet, bir devlet durumudur ve demokrasi varsa devlet ve sınıflar mutlaka vardır. Demokrasinin dozu ayrıdır ama her bir noktası aslında egemen sınıfın diktatoryasıdır. Dolayısıyla faşizm de bir demokrasi, yani bir devlet durumudur. Ama kelimenin pratik anlamı itibarı ile burjuvazinin egemen olduğu toplumlarda, demokrasiden söz ediyorsak, her iki sınıfın karşılıklı yenişememe durumunu kabul etmemiz gerekir. Örneklerini 12 Eylülden önce yaşadık. Ama proleter demokrasisi, farklıdır, toplumun tamamına yakın kesiminin demokrasisidir ve bu demokraside de, karşıt sınıflar olmakla birlikte, egemen olan işçi sınıfıdır. İşte bazı sivri zekâların, demokratik sosyalizm, ya da özgürlükçü sosyalizm diye çığırmaları, demokrasinin sınıfsal karakterini kavramadıkları içindir ve tamı tamına burjuva demokrasilerindeki, yukarda sözünü ettiğim, iki karşıt sınıfın yenişememe durumunu sosyalist demokrasiye uygulama cinlikleridir. Bu noktalardan hareketle, sınıflar ortadan kalkınca, sınıf mücadelesi de ve elbette devlet de ortadan kalkacaktır ve bunun anlamı demokrasinin de ortadan kalkması demektir.
Öyleyse bitirirken özet niyetine şunu ifade etmeliyim ki, işçi sınıfının en çok hafızaya ihtiyacı olduğu, bu günkü ideolojik kuşatılmışlık sürecinde, kavramları yerli yerinde kullanmak ve işçi sınıfına bu hafızayı kazandırmak için,tekellerin ideolojik politik kuşatmasını yıkacak denli net ve sert ideolojik mücadele vermek gerekmektedir. Bu da 1Mayısın Emeğin bayramı değil, işçi sınıfının birlik (hem de enternasyonalist), mücadele ve dayanışma günü olduğunu ve bu çerçevede hedefinde hangi gücün ve olgunun olduğunu, işçi sınıfı yanında hangi sınıfsal güçleri kapsadığını netlikle ortaya koymayı gerektirir. Hele “İşçi sınıfı hareket”ini, “emek hareketi” şeklinde bozmak, sınıf mücadelesini içeriğinden ayırmakla eş değerdedir.
Dediğim gibi, kimsenin gönlünü ve şevkini kırmak istemem ama ideolojik mücadele bu gün en devrimci mücadeledir ve işçi sınıfına hafızasını kazandıracak, ideolojik saldırıları püskürtecek yegâne silahtır ve bunun için net ve donanımlı olmak gerekmektedir. Emek ve emekçi elbette yadsıdığımız kavramlar değildir ama işçi sınıfı mücadelesini ve bu mücadeledeki işçi sınıfının devrimci ve tarihsel rolünü ve değişimin, dönüşümün motorunun, bu mücadeleden yükselen sınıf çelişkileri olduğunu yerli yerine koymaya yeten kavramlar değildir. Bunun için, inadına işçi sınıfı ve sınıf hareketi demeyi sınıfsal bakışın olmazsa olmazı saymak gerekmektedir. Sınıf bakışı olmazsa, sınıf kini de olmaz, bu kin olmazsa işçi sınıfının devrimci rolü yerli yerine oturtulamaz. İşçi sınıfı bu kinden uzaklaştırıldığında, demokrasinin peşine takılır ve burjuvazi ile sınıf kardeşliğinin pençesine düşer. O nedenledir bu hassasiyetim ve beni anlayacağınız ümit ederek, bitiriyorum.
Saygılarımla
*ortakyasam.org da yayınlanmıştır.
Fikret Uzun
4 Mayıs 2011

Hiç yorum yok: