29 Ocak 2011 Cumartesi

YETMEZ AMA EVETÇİLEREDEN YOLDAŞ OLUR MU?

Öncelikle, ifade ettiklerime, özellikle de özüne gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim.
İkincisi, yazdıklarım, sizin üzerinizden, kastettiklerinize yönelik mesajların ifadesi değildir.
Ben onlara ve onların müritlerine, mesajlarımı doğrudan gönderiyorum zaten ve hiç birisi de herhangi bir cevap, ya da dediklerimi çürütecek bir açıklama yapmıyorlar. Cevap veriyorlarsa da, onlardan farklı düşündüğüm için ve onların düşüncelerinin tekellere hizmetin ifadesi olduğunu teşhir ettiğim için, tıpkı yumurtalı protesto yapanlara kükredikleri misli kükreyerek, faşist, ulusalcı, milliyetçi türü yaftalarla küfür ediyorlar, ya da hızlarını alamayarak, psikolojik rahatsız olduğumu öne sürerek küfür ediyorlar.

Devamla, ben “yetmez ama evet”çileri, arkadaşlar olarak görmüyorum. Ve işte demek istediklerimin bir ucunda da bu var. Nasıl ki, İzak Alaton veya Vehbi Koç veyahut da RTE ile sınıfsal karşıtlık anlamında ve onların taşıdığı ideoloji ile kesinkes karşıtlık taşıyan bir ideolojik bakışa sahip olduğum için, örneğin Ufuk Uras ile Baskın Oran ile Nabi Yağcı gibi, listeyi uzatabileceğimiz kişilikler ile ve onlarla onca açıklığa rağmen bulaşık yaşamakta ısrar edenler ile ve aynı gerekçe ile bir arkadaşlığımın olamayacağına inanıyorum. Sosyalist hareketin içinde olduğu iddiasında olanların buna inanması gerektiğine inanıyorum.

Bu temelde, onlarla fiziksel bir arkadaşlık söz konusu olmasa bile, en azından düşüncede, onları da solun içinde ama farklı fikirler taşıyan arkadaşlar olarak görmenin, başka ifadeyle onların tekellerin hizmetinde olan ideolojik silahlar olduğunu görememenin, dolayısıyla ideolojik mücadeleyi tekellerin ideolojik saldırısına karşı nasıl sürdürüyorsak, bunlarla da aynı temelde ideolojik mücadele yürütmek gerektiğini görememenin yanlışlığına ve hatta tehlikelerine, tuzaklarına dikkat çekiyorum.

Dediğim budur ve bu, benim hayalen ürettiğim düşüncelerin ifadesi değildir. Tümüyle Marksist-Leninist teori ile bağlı, sosyalist ideolojinin bakış açısı ile maddi yaşama yani Lenin’in, Goethe’den ödünç alarak ünlü yaptığı sözüyle yaşam ağacının taşıdığı yeşil renge fener tutarak yansıtmaya çalıştığım düşüncelerdir.

Dolayısıyla, Başbakan RTE nin bile sözlerine yerleştirdiği gibi ve sizin de eleştirinize yerleştirdiğiniz gibi, gece rüyamda görüp, sabah da yaymaya başladığım ve benim tekelimde olan soyut doğrular değildir düşüncelerim.

Hatırlarsınız, bu temeldeki demagojiler, burjuva ideologlarının ideolojik saldırıları içindedir ve “farklılıklar zenginliktir” sloganını her yere asmaları bundandır. Ne diyor burjuva ideologları, solcular, sağcılara, sağcılar da solculara kendi düşüncelerini tek doğru imiş gibi, tek seçenekmiş gibi dayatmamaları gerekir. Ne yüce yaklaşım değil mi? Bu yüce yaklaşımın sol içindeki uzantısı ise,” farklılıklar zenginliktir” biçimine bürünür. Oysa bu tam bir tuzaktır ve Marksist teoriyi zenginleştirmediği bir yana, onun ince bir tahrifini içerir.

Diğer yandan bir düzeltme yapmak istiyorum, bulaşık olanları işaret ederken, Nabileri Kastetmedim, onlar bulaşık değil, tamamıyla bilerek ve isteyerek Tekellere hizmet eden ve bu yönde bir dinamik oluşturmaya çalışan ve bu anlamda tekellerin ideolojik silahı olarak ideolojik solun içine sis bombaları sıkan kişilerdir. Bunlar ayrı, bulaşık olmak, bunlarla birlikte hareket edilmese bile, onları solda sayıp, onların ideolojik şaşırtmalarının ifadesi olan fikirlerini zenginlik olarak nitelendirmektir.

Gelelim eleştirilerinize ve hemen şunu belirtmeliyim ki, açık yürekli olduğuna inandığım eleştirileriniz beni sevindirdi. Ayrıca bu eleştirilerinizi “yiğidi öldür, ama hakkını ver “ yaklaşımı ile birlikte dile getirmeniz ayrı bir önem taşıyor. Ve itiraf etmeliyim ki, her ne kadar öze dair bir eleştiri yoksa da, böyle kapsamlı bir eleştiri ile ilk kez karşılaşıyorum.

Ve cevap borcumu ödemeye başlıyorum. Umarım borcumu yeterince ödeyebilirim.

Diyorsunuz ki,”…(deşifre olduktan sonra) süreçten kopmuş, şu anda bir şeyler yapma gereğine inanan ve neyin ne olduğunu anlamaya çalışan binlerce arkadaşımıza yol gösterici ve tarafsız yazılarınızdan alınacak dersler var ama insanları karşınıza değil yanınıza alarak daha etkili olursunuz …”

Haklısınız ama birçok kişi ifade ettiklerimden neyin ne olduğunu anlamaya çalışmaları bir yana, bu ifadelerin, sizin deyiminizle tarafsız ama gerçek ifadesiyle Marksist teori ile ve nesnellikle bağlı olan ifadelerimdeki öze değil de biçime ve ifadelerimin uzunluğuna takılıp, beni kendilerinin karşısına ya da kendilerini benim karşıma koymaktadırlar. Bunda ben kendi açımdan da, sosyalist hareket açısından da bir kayıp göremiyorum.

Bana göre, sosyalist hareketin içindeki insanlar, hele ki, geçmişin yenilgisi içinden gelerek, sizin deyiminizle deşifre olduktan sonra, bu gün, sosyalizmin tüm güzelliklerini bilip de, bu güzellikler karşısında çaresiz kaldığı, ona ulaşamamanın, ulaştıramamanın acısını yaşadığı koşullarda, bu hareketin içinde kalmakta ısrar ediyorsa, kendilerini yarının sosyalist toplumunun kurucuları olarak görmeleri gerekir. Ama böyle görebilmesi için, bir iktidar perspektifi taşımaları gerekir. Buna iktidar hırsı da diyebiliriz. Bu perspektifi taşımıyorlarsa, yarını göremeden, sadece bu günü yaşarlar. Bu günü yarına bağlamak için hayal güçlerini bile zorlamazlar. Böyle olunca da, bu günkü eksikliklerini görmeleri, bunları gidermeleri ve kendilerini geliştirmeleri mümkün olmaz. Bu da, içten içe, sosyalist hareketin iktidara ulaşacağına inanmamayı biriktirir, en azından kendilerinin içinde olamayacağını düşündükleri bir uzaklığa ötelerler. Bunun sonucunda ise, sosyalizmin yerine yakında gerçekleştirilebilecek hedefleri koyarlar ve giderek bunu sosyalizm olarak benimserler.

İşte bunun sonucudur ki, kavgasız, gürültüsüz, empati yaklaşımlı teorik bile olmayan tartışmaların dışına çıkamazlar.

Oysa insanlığın sosyalizme yürüyüşü, şimdi yıkılmış durumda olsa da, sosyalizme daha önce ulaşanların bıraktığı deneyim ve katkıları ile hızla büyüyor. Bunun anlamı, sosyalizmin, dünyanın ve elbette Türkiye’nin de geleceği olmasıdır. Yani, tüm olumsuz görünen şartlara rağmen Türkiye, sosyalist iktidara ulaşacaktır. Şüphesiz bu basit ve küçük bir hücumla olmayacaktır. Ama gerçekleşmesi mümkün olan, gerçekleştirilmesinin nesnel temelleri bulunan bir gerçeklikten söz ediyoruz ve bunu görüyor, buna inanıyoruz. Ama kolay ve zahmetsiz olacağını da düşünmezken, torunlarımızın görebileceği bir uzaklığa da ötelemiyoruz.
Bu topraklarda da sosyalist iktidarın, sosyalizm adına yola çıkanlarla, bu yolda yürümekte ısrar edenlerin, gerçek anlamda sosyalist olmalarıyla yani sosyalist iktidar perspektifini her geçen gün ve hızla daha fazla özümsemeleri ile gerçekleşmesinin mümkün olacağına inanıyoruz.

Dolayısıyla sosyalist hareketin içinde olanların salt sosyalizmin bir yandaşı olarak hareket etmesi yetmiyor, Yetmedi. Geçmişten bu güne miras kalan bu yetersizliğin, bu eksikli yaklaşımın sosyalizm hedefini, sosyalizmin yıkılmasının da üstüne gelmesiyle gönülde yaşayan ama gözlerden uzak olan bir mesafeye ötelemesi bu gün hepimizin dramıdır.

Şimdi, bu dramı aşmak ve bunu şevk ve coşkuya dönüştürmek, sosyalist iktidara giden yolu kısaltmak ama daha önce aydınlatmak, sosyalizm yolundakilerin hem görevi, hem tarihsel sorumluluğudur. Ancak hepimiz görüyoruz ki, bu da yetmiyor. Eksik kalan, bu tarihsel görevi başaracağımızı inandıracak olan iddiamızdır.
Sosyalist iktidar perspektifi olmadan sosyalist iktidar yolunda yürümek iddiası hem ikna edici olmuyor, hem de bu yolu aydınlatmıyor, aydınlatmadı. Sonucu ise, bezginliktir ki sosyalist hareket içinde olanlar bu bezginlikle sosyalizmi kalbinden söküp atmasa da, sosyalizmi kurmayı gelecek nesillere bırakmaktan ve daha yakın hedeflere, sosyalizm adına yönelmekten kendini alamaz.

Dolayısıyla bilinen ve yaşanan engeller nedeniyle bu sonuca teslim olan sosyalistler, henüz bilinmeyen, kendini göstermeyen, gizleyen engeller ile karşılaştığında ki bu engeller çeşitli kılıklarda, çeşitli gömlekler giyerek gelir, bu engellerin engel olduğunu dahi göremez. Göremediği için ve bir kez başka hedefleri sosyalizm olarak görmeye kendini kaptırdığı için, tüm engelleri göstermeye çalışan, bu anlamda sahte sol gömleklilerin gerçek yüzlerini teşhir eden, gömleklerini parçalayan, bütün sahtekârlıklarını mahkûm eden ifadeler kulağına da, yüreğine de hoş gelmez. Çünkü bir yanıyla yüreğinde taşıdığı sosyalizmin ağırlığı ile diğer yanıyla sosyalizm adına yöneldiği yakın hedefe teslim olmasının çaresizliği ile gerçekle yüzleşmek ağır gelir ve isyan eder ama isyanının ucuna bu ifadeleri koyar, onlarla kavga etmeye başlar.

Benim yaptığım budur ve üslubumu şekillendiren de budur. Yani iktidar perspektifi taşımak. Yani sosyalist hareketin içinde kalmaya ve sosyalist iktidar perspektifini geliştirmeye kararlı sosyalistlere, bu kararlılıklarını, bu anlamda akıl dinamiklerini bozacak yönde ideolojik saldırı içinde olan, sosyalist hareketin önündeki engellerin gerçek yüzlerini göstermeye, o sahte sol gömleklerini parçalayarak altından çıkanın tekellerin ideolojik silahları olduğunu deşifre etmeye çalışıyorum.
Bunun dışında benim üzerimde, sosyalizm için duyulan sorumluluktan önce gelen hiçbir sorumluluk yoktur. Dolayısıyla benim için, üzerine gidilmeyecek hiçbir sahtelik, görmezden gelinecek hiçbir hata yoktur. Hele bağıra bağıra yaklaşan din tabanlı faşist diktatörlüğün gölgesinde özellikle önem taşımaktadır.

Bu noktada, sosyalist iktidar hırsı ile ya da perspektifi ile sosyalist hareket içinde kalmaya devam eden ve bu temelde bilimsel sosyalist ideolojinin ağırlığını korumak ve politik yaklaşımların örgütlülüğünü sanat misli yükseltmek için mücadele eden benden başka arkadaşlarımın da olduğuna inandığımı da belirtmek isterim. Sözlerimin bir yanıyla da onlara yönelik olduğunun anlaşılmasını istiyorum. Dünü olduğu gibi, Bu günü de ve bu günün görevlerini de nasıl gördüğümü daha çok onların anlamasını istiyorum. Ve bu gün de, ileride de onlarla açık ve net olarak ideolojik tartışmanın gerekli olduğuna da işaret ediyorum.
Sizin üzerinizden verdiğim mesajların yönünü arıyorsanız, böylece, mesajlarımın, tekellerin ideolojik silahlarına da, onlarla bulaşıklığı bir politika haline getirmiş olanlara da yönelik olmadığını, mesajlarımın asıl yönünün sosyalist hareketin içinde kalmakta kararlı olan ve sosyalist iktidar perspektifi ile ideolojik mücadele yürüten arkadaşlara yönelik olduğunu da göstermiş oluyorum.

Uzun olmaktan yine kurtulamayan bu ifadelerimin, “aynı düşüncede olduğumun görüldüğü konularda bile “mutlaka eleştirecek bir şeyler bulmamı” ve “haklısınız, ben de katılıyorum” dememe mi anlamanıza da yarayacağına inanarak, cevabımın bu bölümünü de, tüm sosyalist iktidar perspektifi taşıyan arkadaşlarıma yoldaşlık vaat ettiğimi, hep birlikte sosyalizmi, sosyalist Türkiye’yi kurmak üzere onlardan da yoldaşlık beklediğimi anlamanız gerektiğini belirterek bitiriyorum.

Eleştirilerinizin bir yerinde, "en doğru benim" tavrı içinde olduğumu ve bunu yazılarıma yansıttığımı ifade etmişsiniz. Aslında, bu kaygınızın( ki buna teşekkürü borç bilirim) ve gözleminizin yersiz olduğunu, yukarıdaki uzun ifadelerim göstermektedir ama yine de kısaca bu kaygınızı gidermeye çalışmak istiyorum.
Öncelikle Marksist teorinin bile tamamlanmamış olduğuna ve dokunulmaz olmadığına, Marksizm’in kurucularının bıraktığı teorinin geliştirilmesi gereken bir bilimin temel taşları olduğuna inanan birisi olarak ortaya koyduğum düşünceleri mutlaklaştırmam en azından böyle bir yaklaşımla hareket etmem mümkün değildir. Ancak, yine yukarıdaki ifadelerimi hatırlatarak diyorum ki, akıl dinamiklerine tekellerin ideolojik silahları olarak saldıran sahte sol gömleklilerin sosyalist hareketin önündeki sinsi engeller olduğuna yönelik çabalarımın ifadesi olan ve belli ki, sizde “en doğru benim” tavrı içinde olduğum izlenimi bırakan yazdıklarım, vurguladığım sorumluluğun yansımasından başka bir şey değildir.
Yani size “en doğru benim” tavrı olarak görünen, başka ifadeyle üstenci yaklaşım olarak görünen ifadeler, sorumluluğumun içinde üzerine gidilmeyecek hiçbir sahteliğe, görmezden gelinecek hiçbir hataya yer olmadığını gösteren ifadelerdir.
Oportünizmin çok daha öncesinden misyonunu tamamlamış olup, burjuva ideolojisi ile arasındaki farkın kaybolmuş olduğu bu günkü koşullarda bile, emperyalist kapitalizmin ideolojik saldırısının yarattığı sis nedeniyle bu ayrım fark edilememektedir. Öyleyse sosyalist hareketin önündeki ve sol gömlekli olarak çıkan engellerin fark edilememesi de normaldir. Dolayısıyla bu dinamiği parçalamak için, sosyalizm için duyulan sorumluluk dışında, başka hiçbir sorumluluğa yer vermeden mücadele etmek gerekmektedir.
Bu gün ve uzun zamandır, Marksist teoriye herhangi bir yeni şey getirilmediği gibi, yani proletaryaya hiçbir yeni mücadele yöntemi öğretilmediği gibi, tam tersine ya Marksist teorinin geçerliğini yitirdiği yönünde izlenimlerin dinamik hale getirilmesine ya da Marksist teoriyi, proletaryaya mücadele Kılavuzu olarak değil, en amansız düşmanları olan burjuvazi ile uzlaşma kılavuzu olarak öğretmeye ve Marksizmi bu temelde tahrif ve tahrip edip, sosyalist hareketin önüne tuzaklar üretmek üzere çıkarmaya çalışılmaktadır.
Öyleyse, size görünenlerin yanlış olduğunu görmeniz ve doğru olanın, bu sinsi saldırılar karşısında en doğru yol göstericinin hala ve belki daha uzun süre Marksist-Leninist teori olduğunun vurgusu olduğunu anlamanız gerekmektedir. Buradaki kesinlik ve keskinlik bu kadardır ve buna karşı yaklaşımın ise, bu keskinliği ”benim düşüncelerim en doğrusudur” şeklindeki, öznellik ve mutlaklık taşıyan yaklaşımla özdeşleştirmeden, kesinliğin de, Keskinliliğin de artması ve daha da netleşmesi için omuz vermek olmalıdır ki yoldaşlık beklediklerime bu yakışır. Gerisi ise bu çerçevede taşıdığım sorumluluk yanında hiçbir öncelik taşımamaktadır.
Bunu böyle algılamanızı ve onur duyduğum kaygılarınızdan kurtulmanızı tercih ederim.

Gelelim, “ önce insan” yaklaşımını öne çıkartanların, öne çıkarttıklarından ne anlaşılması gerektiğine;
Bu konuda da ayrıntılı olarak ve arka arkaya muhataplarına ve yine yukarda dikkat çektiğim sorumluluğun sınırlarında gerekli uyarıları yaparak, açık ve net ifadelerle cevap vermiştim.

O nedenle “Önce insan” neden olmaz uzun uzun tekrarlamayacağım, ancak en büyük ve işçilerin en yoğun, sanayinin en gelişmiş olduğu şehirlerde bile, canlılığını yitirmiş, ürkek, korkak, edilgen, güvensiz, sevmesini bilmeyen, kasabaların parçalı yapısını sürdüren kitlelerin üyelerine insan denilebilir mi diye sormak istiyorum. Ayrıca, bu tipolojilerin tekelci düzene biat etmiş yaratıklar olduğu söylenebilir mi. Tekeller hiç tabanları kalmadığı halde, düzenlerini yine de bir kitle desteği ile sürdürebiliyorlarsa, artık tırnak içinde insan dediğimiz bu yaratıklara “yok insan” diyebilir miyiz? Öyleyse tekellerin düzeninin insansız düzenler olduğunu söyleyebilir miyiz? Ve öyleyse, önce insan diyerek, merkeze insanı koyarak insanlığın insansız kaldığı dünyada sorunlarını çözecek mekanizmaları kurabilir miyiz? Diye de sorarak devam ediyorum.

İfade tamı tamına Şöyle idi “ kimliklerinizi yakın ve dünyaya insan gözüyle bakın.” Bu kadar. Bu İGD ye ya da işçi sınıfına ya da devrimcilere, sosyalistlere yönelik bir mesaj mıdır ve bu ne demektir? Bunu elbette görmezden gelebilirdim, elbette birilerinin kendi aralarında terapi ağırlıklı sohbeti olarak görebilirdim, insan sevgisinin yansıması olarak görebilirdim ama bu ifadeyi asanların kimliği, benim de içinde bulunduğum tarihin, özellikle eksikli bakışlarının bu güne yerleştirilmesi çabaları söz konusu iken, bu tarihin üzerinde seyreden ve hala içinde olunduğunun iddia edildiği sosyalist hareketin adını taşıyor olması ve bunun adına konuşuyor olmaları, böyle görmemi ve bu sözde, sosyalist hareketin önüne döşenen bir engelin izi olduğunu görmezden gelmemi engellemiştir.
Ayrıca, sosyalist hareketin içinde hareket edenlerin insanı sevmesini, bu çerçevede öne çıkarmasını da yadırgamıyorum ancak bu, insanları seveni devrim kararlılığına daha fazla yöneltmek, devrim kararlılığı taşıyanları ise daha fazla insan sevgisine yöneltmek için öne çıkartılmalıdır. Çünkü bu gün tarihte olduğundan çok daha fazla insan sevgisinden uzaklaşıldığı, kendini ve kendinde yarattığı tanrıyı sevmeye yönelindiği bir zamandır.

Kapitalizm insanı insanlıktan çıkaran düzendir. İnsanı tekrar tanrının kölesi yapan düzendir. İnsanı kendine yabancılaştıran, kendi yarattığına taptıran düzendir. Kapitalizm, insanların arasındaki dayanışmayı, ilkel de olsa komünizan içgüdüleri ortadan kaldıran ve insanın kendisini sevmesinin ifadesi olan egoizme tutsak eden tek düzendir.

Tekelci düzen ise insansızdır, kendisini sevmesine değecek bir değeri bile kalmamıştır. Tanrıya kulluğu ise, Tanrı sevgisi ile değil, korkusu iledir. İnsanın kendine yabancılaşmasının en üst seviyesidir ve kendi yarattığına duyacak sevginin de kalmaması, kendisini sevmesine neden olacak insanlığının da kalmamasının ifadesidir.

Yeni insana mı vurgu yapmak istiyoruz, öyleyse kimliklerimizi arkaya atıp, soyut olarak dünyaya insan gibi bakmaktan söz etmek yerine, hiç olmazsa Erasmus gibi bakalım, Martin Luther, Galileo, Newton gibi bakalım diyelim, Marksın ifadesiyle yeni insan bunlardır. Ortaçağın yıkılış çanlarının çalındığı zamanın insanıdırlar. Bu zaman aynı zamanda Kapitalizmin egemen olmadığı ama feodalizmin üzerindeki karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir zamandır. Bu zaman, İnsanın Tanrı fikrine başkaldırmasının da zamanıdır. 1789 Fransız devriminde, halkın şiirlerine İsa’nın piç olduğunu yazıp Paris caddelerinin duvarlarına asmaları bunun yansımasıdır. Öyleyse insanı öne çıkartırken, sadece insan gibi bakalım diyerek gerçekte ne anlatmak istediğimizi göstermek mümkün olmuyor. İnsanı insanlaştırmak da mümkün olmuyor. Öyleyse yeni insanı yaratmak için başka bir mekanizmaya gerek var ve bu mekanizma, merkezine insanı koyarak çalışmıyor, mutlaka sekteye uğruyor. Merkezine en tam ifadesiyle insanlıktan çıkışın zirvesinde olan ve bunu bilince çıkartmış olarak, bu insanlık dışılığında, onun insan olmasının önündeki engele öfke biriktirmiş olan proletaryayı koymak ve yeni insanın fışkırması gerçekleştirmeden oradan indirmemek gerekiyor.

Dolayısıyla benim bakış açımla ki Marksist-Leninist baktığıma inanıyorum ve bu ifadenin paylaşıldığı alanın, işçi sınıfının yolunda yani işçi sınıfının ideolojisi ile yürümenin işaret edildiği İGD nin ardılı olduklarını iddia ederek kutlama dinamiği içinde paylaşımların sürdüğü bir alan olduğundan hareketle (sert devam etmiş olması, verilen karşılığın ciddiyetsizliği ve kaçamaklığı nedeniyledir.) yönelttiğim eleştirilere, hem açıklayıcı bir yanıt verilmemiş ve hem de eleştirimin devam etmesi üzerine (sertleşmesi üzerine de diyebiliriz) o sayfaya ulaşımım engellenmiş ve muhtemelen eleştirilerim de silinmiştir.

Dediğim gibi, bu minik ifadeye, deyim yerindeyse Fındıkkabuğunu doldurmayan ifadeye sığdırılan anlamın net olarak ortaya konulmasına yönelik olarak, hem eleştirilerimi yansıttım, hem de bu ifadenin anlamının ne olduğunu ayrıntılı ve netlikle ve de bilimsellikle gösterdim. Yaptığım budur ve karşılığında dediklerimin yok sayılması da bir olgudur. Ve bu da, benim dediklerimin bu ifadeye farklı anlamlar,hak etmediği anlamlar yüklemediğimi,aksine gerçek anlamını net olarak ortaya koyduğumu gösterdiğinin kabul edilmesidir.

Buna rağmen, daha önce eleştirilerimi çürütecek ikna edici açıklamalardan kaçınılmış olsa bile, birincisi bu ifadeye karşı yönelttiğim eleştirilerin, sosyalist hareketin içinde olmamın sorumluluğu gereği olsa da ve tümüyle inandığım, arkasında durduğum eleştiriler olsa da, sert( kaba anlamında ) ve hakaret içerikli algılanmasına neden olduysam özür dilemesini de bilirim, ancak ve ikinci olarak, bu ifadeye haksız bir anlam yüklediğimi ve gerçekte neyin anlatılmak istendiğini, henüz bu sözün sahipleri de, bu söze benim onca cümle harcadığım ifadelerimden çok daha fazla açıklık yükleyenler de göstermemişlerdir. Gösterilmediği müddetçe de, benim bakışımın değişmemesi son derece normaldir.

Son eleştirel önerinizle, “Tek başıma ve sadece eleştiren bir insan konumunda” olduğumu vurgulayarak, aslında bu temelde mahkûm ederek, bu konumdan çıkmamı öneriyorsunuz; böylece iyi niyetle ve “biz” olmak üzere bir şeyler yapma gayretinde olduğunu söylediğiniz ve benim düşüncelerime yakın olduğunu da eklediğiniz bir iletişim grubundaki insanlara, mesajlarımı rahatlıkla (kısa ve öz olmak koşuluyla :)) demeyi de ihmal etmeden) verebileceğimi, deneyim ve bilgi birikimleriniz ile önemli katkılarda bulunabileceğimi düşündüğünüzü ifade ediyorsunuz.

Önce bir soru; bu grupta iyi niyetle ve bir şeyler yapmak üzere, (herhalde bu “bir şeyler” sosyalist hareketle bağlı şeylerdir) hem de, benim düşüncelerime de yakın düşünceleri paylaşarak, “BİZ” olmak için çabalayanların ortak paydası, merkeze insanı koymak mıdır? Başka bir biçimde sorarsak, insanı merkeze koymayı, yani önce insan olmayı Marksizm’in içinde mi saymaktadırlar?

Buradan devam ederek ikinci olarak, merkeze “ben” olgusunu yerleştirerek hareket etmediğimi ve eleştiri olmazsa ilerleme olmayacağını, hiçbir hareketin, ya da kişinin niceliksel bir olgu olmaktan kurtulamayacağını, dolayısıyla nitelik olarak gelişemeyeceğini ve elbette bunun sonucu olarak, söz konusu olan sosyalist hareket ise, bu hareketin derinlemesine nüfuz edemeyeceğini, yapay ve yatay kalacağını söylemem gerekiyor.
Bunun sonucunda ise, sosyalist ideoloji ile derinlemesine donanamamış kadroların, sosyalizmin sorunları karşısında ve bu sorunları çözmek için, sosyalist ideolojinin ve politikanın derinliklerine inilmek gerektiğinde, hangi düşüncenin sosyalist hareketin önündeki engel olduğunu, tuzakların ifadesi olduğunu görmesi mümkün değildir diyorum. ( farklılıklar zenginliktir, propagandasının kıymeti harbiyesini burada aramak gerektiğini ve sosyalist hareketin önüne engel anlamındaki bir tuzağın ifadesi olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim)
Evet, ben iddialı yazıyorum ama bu, üstenci, ben bilirimci yaklaşımın ifadesi değildir, bilgi düzeyimden, deneyimimden, bugünü çözümlememden çok, sosyalizme olan inancımdan, bu yöndeki kararlılığımdan ve geleceğe olan güvenimdendir. Eğer söylediklerim baktığınız yerden “her şeyi ben bilirim, bir tek ben doğruyum” şeklinde görüyorsanız, bu bakışınızı bu şekilde düzeltmenizi öneriyorum.
Ayrıca, niyetimin kimseyi özellikle karşıma almak olmadığını ama bunun için sosyalist iktidara inanmadaki kararlığımda alçak gönüllü olamayacağımı, Burjuvaziye gösterdiğim hınçta alçak gönüllü olamayacağımı belirtmek istiyorum. Alçak gönüllüğüm yoldaş olarak kabul ettiklerime, hıncımın yansıdığı iddialılığım ise sınıf düşmanlarına ve onların politikalarını benimsetmek isteyen sahte sol gömleklilere ve de onlarla bulaşıklığı bir politika sayanlaradır. Bunun dışında kalanların, alınganlıklarının yersiz olduğunu ve beni eninde sonunda anlayacaklarına inanıyorum.

Ayrıca, her soruna eleştirel baktığım bir yana, her eleştirimin yanında mümkün olduğu oranda, çözümlerimi ve eleştirime konu olan olgunun gerçek içeriğini de ortaya koyduğumun dikkatinizden kaçtığını düşünerek, baktığınız yerden “tek başıma ve sadece eleştiren konumda bir insan” olarak ve “en doğru benim” tavrı içinde olarak görünenlerin, gerçekte ne olduğunu yukarıdaki açıklamalarımda göstermiş olduğuma inanıyorum.

Çok güzel demişsiniz, “iyi niyetle” ve “ biz” olmak ve “ bir şeyler yapmak” …

Ben, onca uzun ve özüne pek bir eleştiri getirmediğiniz ve sizin kadar bile bu öze dair söz söylenilmeyen ifadelerimle insanların kafalarını karıştırmış ve onları karşıma almış oluyorum, ama hem, sloganlaştırılan bir duvar yazısı biçimindeki “ kimliklerinizi yakın, dünyaya insan gözüyle bakın” ifadesi ile ve yukarda altını çizdiğim, söz konusu ettiğiniz gruba en yüce misyonu vermek için, sarf ettiğiniz soyut ifadelerle insanların akılları son derece billurlaşabilir ve yine vurgulamak zorundayım, söz konusu sosyalist hareket için bir şeyler yapmak ise, insanlar bu iyi şeyleri bir çırpıda görüp, yaklaşımlarına içerebilir oluyor ve sosyalist hareket böylece ilerliyor öyle mi?

Öncelikle Lenin’in nereden ödünç aldığını bilmiyorum ama ünlü yaptığı “cehennemin yolu, iyi niyet taşları ile döşelidir” sözünün oldukça öğretici olduğunu hatırlatmak isterim,

Diğer taraftan, “biz” olmanın, bir soyutluk taşıdığını ve bu soyutluktan kurtarılarak somutlanması gerektiğini vurgulamak isterim. Kolaylaştırmak için de, neye göre “biz” ,kim için “biz” ? Sorusunu ortaya atıyorum.

Bir diğeri de, “bir şeyler “ ifadesidir. Bu ifadedeki soyutluğu da aşıp, kim için, ne için “bir şeyler” yapmaktan söz edildiğini somutlamak gerektiğine işaret ediyorum.

Bu dediklerimin de en başta uzun uzun ifade ettiklerimle bağlı ifadeler olduğunu vurgulayarak eleştirilerinizi cevaplamayı bitiriyorum.

Bitirmeden bir parantez açıp, uzun yazma konusunda ve insan konusunda kimi hatırlatmalar yapmadan önce, bu gün Türkiye’de “biz” olmaya çalışmaktan, “iyi niyetle bir şeyler yapmak için bir araya gelmekten çok daha fazlasına ihtiyaç olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Bu anlamda sosyalist ideolojinin ve politikanın çok daha fazla derinliklerine inilmesi gerektiğinin bilince çıkarılması gerektiğine işaret etmek istiyorum. Bununla bağlı olarak, önemli olanın, nicel birlikler oluşturmak olmadığını, nitelik içerilmiş birliklere ( en alt seviyedeki azınlığı ifade etse bile) ihtiyaç olduğunu dolayısıyla ideolojik ayrışmanın, ihtiyaç olan bu nitelik içerilmiş birliklerin kitlelere derinlemesine nüfuz edebilmesi için gerek şart olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Bulaşıklıktan kurtulmaya, sosyalist hareketin önüne sol gömlekleriyle engeller koyan tekellerin ideolojik silahlarını sol içinde saymaktan ve onların peşinde gidenlerle bulaşık yaşamaktan vazgeçilmesi gerektiğine, bu temelde dikkat çektiğimi bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Ve parantezi kapatıyorum. Ve önemli gördüğüm bir örnekleme yaparak sizinle biraz sohbet etmek istiyorum.

Sayın Bülent Serttaş, Belki boyumdan büyük örnek verdiğimi düşüneceksiniz ama Marksizm’in kurucularının yaptığı da oportünizmle, revizyonizmle mücadeleyi önemle sürdürmek değil mi idi?
Lenin de bu temelde mücadele etmiyor muydu, ? Ve bunun için sayfalar dolusu cümle ve günler, aylar yüklü zaman harcamadılar mı? Diye sormayı önemli buluyorum. Ve de, en çarpıcı ve hala önemini koruyan model olması gerektiğine inandığım çalışmanın Engelsin yapıtı, Anti-Dühring olduğunu düşünüyorum ve bu önemi öne çıkartan ifadelerimi yansıtmak istiyorum.

Engels, Anti- Dühring’te toplanan makalelerinin tamamını, Liebnecht’in deyişiyle, Dühring’in ipliğini pazara çıkarmak ve Dühring’in ortaya koyduklarından Alman Komünistlerinin olumsuz yönde etkilenmelerini, kafalarının karışmasını engellemek için yani netleşmelerini ve burjuvaziye karşı mücadelelerinde kesin tutum almalarını sağlamak için yapmıştır.
Marks ve Engels, baştan beri Dühring’in iç yüzünü anlamıştılar ama Alman Sosyal- Demokrat
Yöneticiler, teorik yetersizliklerinin ilacını Dühring’te bulduklarını sanıyorlardı. Dühring’in, en başında Kapital üzerine dürüst ve övücü bir makale yazmış olmasını Marks, daha o zaman Engelse yazdığı mektupta Kapital üzerinden “Profesör” Roscher'e saldırdığını işaret ederken, Kapitali övmesini kendi düşmanlıklarının işine yarayan bir yapıttan yana konuşmaktan duyduğu sevince bağlıyor, Kapitalde yeni olan şeyi anlamadığını ve birkaç gün sonra da, Hegel’in diyalektiğine karşı bir Doğal Diyalektik yazmış olduğunu belirtiyordu.
Buna karşın, Bebel, “Adamın bir alçak ya da gizli bir düşman olduğunu düşünmek için nedenleriniz var mı” diye soruyordu Engels’e. Daha sonra Engelsin eleştirilerine hak veren Liebnecht de başlangıçta Engelsin eleştirilerine kuşku ile bakıyordu. Bebel, “Dühring’in kafasının karışık ama kesinlikle dürüst ve sosyal-demokratlardan yana olduğunu” söylüyor, Engelsin eleştirdiği makalesinin ise, “doğru ama coşkulu olmadığını ve iyi niyetlerle dolu olduğunu, zararlı bir etkisinin de olmadığını” belirtiyordu. Diğer yandan, Liebnecht’in yönettiği partinin, yayın organı olan Volkstaat, Dühring’in, Marks’a sövgüler içinde olan ve Marksın ekonomik teorilerinin bilinçli bir çarpıtılmasını içeren tezlerinin bir tür propaganda organı haline getirilmesinde her hangi bir sakınca görülmüyordu.
Sonunda, Liebnecht, Dühring’i öven bir makale ile birlikte, “ İlişikte sana, Dühring salgınının, genellikle aklı başında olan kişilere de bulaştığını gösterecek bir elyazması var. Onun hesabını görmen mutlaka zorunlu” diyen bir not iletiyor.
Engels hemen harekete geçiyor ve öncelikle Marksa bir mektup yazarak fikrini alıyor. Marks’ın fikri, Dühring’in gözünün yaşına bakmadan eleştirilmesidir. Bunun üzerine Engels Dühring’in bütün yapıtlarını dikkatle okumaya koyuluyor ve iki yıldan uzun bir çalışma ve Dühring yandaşlarının bu çalışmaların etkisini azaltmak, yayınlanmasını engellemek için, Engels, eleştirilerinin tonuna gelen eleştirileri de çürüterek, Marks’ın da katkısı ile ve Brackey’e söylediği ifadeyle Dühring’in işini bitiriyor ve dünyaları verseler bu işe geri dönmeyeceğini belirtiyor.

Bunları, kendime pay çıkarmak için hatırlatmadım, ancak sosyalist hareketin içinde sağlam durmanın ve bu hareketin içinde bulunmanın yüklediği iddialı sorumluluğu taşımanın ciddi bir iş olduğunu ve kolay olmadığını hatırlatmak istedim. Bunun için de, iki üç sayfa yazıyı dahi okumaktan sıkılmamak gerektiğini, en azından, bu sayfalara yerleştirilen cümlelerin özüne bir sözümüz yoksa bunun için harcanan zamana ve yorulan akıllara saygının gereği olarak bu tembellikten kurtulmak gerektiğini ama daha çok, sosyalist hareketin içinde olunduğu iddiasını taşımanın, bu tembellikle uyuşmadığının görülmesi gerektiğini hatırlatıyorum.

Ve son tahlilde, Engels’in Dühring’i eleştirmek için onca zaman ve cümle harcamasının “ en doğru benim” yaklaşımı değil midir diye soruyorum. Buradaki, böyle görünen, “en doğru hala Marksizm’dir” demek değil midir diye soruyorum. Başka ifadeyle, Dühring’in çarpıtmalarına karşı sosyalizme olan inancını, kararlılığını ve geleceğe olan güvenini yansıttığı iddialar olarak görülmesi gerekmiyor mu ve bu iddiayı en saf ve keskin biçimde savunmaya şimdi çok daha fazla ihtiyacımız yok mu?
Buna ek olarak, benim ifadelerimi yansıttığım cümlelerin fazlalığından yakınmanın, Marksizm’in kurucularının bu fazlalıktan yüz kat fazla bir çabayla ortaya koyduklarının yanından bile geçilmediğini göstermiyor mu? Öyleyse iddiamız nedir? Hangi iddiayı savunuyoruz?

Aynı zamanda, değişen ne var ki, sorusunu açığa çıkararak, cevabının önemli olduğunu vurgulayarak, cevabımı, sadece oportünizmin ve revizyonizmin saldırılarının dozu ve sinsiliği artmıştır ve bir o kadar da Yeni Dühringler türerken, aynı zamanda, bu yeni Dühringlerin söylediklerini sadece önceden her nasılsa giymiş olduğu sol gömleğine bakarak Marksizm içinde sayanlar ve bunların ipliğini pazara çıkarmak için, Engelsin betimlemesi ile ekşi bir elmaya diş geçirmek misli eleştirilerin, ayrıntılı ve derinlemesine ifadelerle ortaya koyduğu cümleleri okumaktan sıkılan ama sosyalistliği de kimseye kaptırmaya niyetli olmayanlar türemiştir. Hepsinin Dühring’inin ayrı olduğunu söylememe ise gerek yoktur, şeklinde ifade ediyorum.

Bütün bunların, yani birkaç sayfayı bile okumaktan imtina etmenin ve bunu sorun etmenin, iktidar perspektifinden uzak olmanın yansımaları olduğunu belirtmek zorundayım ve böyle olunca da, sosyalist hareketi topyekûn tarihe gömmek için her türlü sinsi saldırıları gösteren tekellerin ideolojik saldırısının ve bu saldırıyı sosyalist hareketin içinde nasıl sürdürdüklerinin farkına bile varılmayacağını vurgulamak zorundayım.

Oysa şimdi dağ taş, Marksizm’e, ona olmazsa Lenin’e, ona da olmazsa Sosyalizme sinsi çarpıtmalarla saldıran yeni Dühringlerin vaazları ile dolup taşmakta, tekeller, bu yeni Dühringleri koyacak yüksek yer bulmakta zorlanmaktadır.

Bu söylediklerim size ağır gelebilir, ama gelmemeli, aksi olsaydı, kendisine sosyalist, hatta komünist diyenlerin, hem tekellerin, emperyalist burjuvazinin ideologlarını aratmayacak denli, Marksizm’i karalayan, bunun için üstelik tekellerin gazetelerinde en önemli köşeleri tutan, yetmiyormuş gibi, gericiliği ve din tüccarlığı ile tescilli gazetelerde ve bu temelde hem de ABD nin, bu coğrafyadaki emekçilerin köleleştirilmesi, halkların kardeşliğinin bozulması demek olan projelerinin eş başkanlığını her fırsatta övünerek ilan eden ve hem de muhafazakâr demokrat olduğunu öne çıkartarak din üzerinden politika yapan bir partinin siyaset akademisinde öğretmenlik ve danışmanlık yapanları sol içindeki “farklı fikir sahibi arkadaşlar” olarak saymak ve bunların kuyruğundan ayrılmayanlarla hatta onlara sol ton verenlerle bulaşık olmakta bir sakınca görmemeleri mümkün olmazdı.

Cevabımı, Marks’ın, “Feuerbach’ın, dinsel özü, insan özüne dönüştürdüğünü” ifade ettikten sonra,” ancak insan özü, her tekil bireyin bir parçası olmuş bir soyutlama değildir. Kendi gerçekliğinde, toplumsal ilişkilerin toplam sonucudur “ dediğini ve Engels’in, “ Toplum nasıl ki, şimdiye değin sınıf karşıtlıkları içinde gelişmiş bulunuyorsa, ahlak da aynı şekilde her zaman bir sınıf ahlakı olmuştur “dedikten ve “ ahlak bakımından yine de bir ilerleme olduğunu” ekledikten sonra, “ Ama henüz sınıf ahlakını aşmamış bulunuyoruz. Sınıf karşıtlıklarının ve bu karşıtlıkların anısı üzerinde yer alan gerçekten insanal bir ahlak, ancak sınıf karşıtlıklarının yalnızca yenilmekle kalmadığı ama yaşama pratiği bakımından unutulmuş da bulundukları bir toplum düzeyinde olanaklı olabilir” dediğini hatırlatarak bitiriyorum.
Eleştirdiğiniz konulara cevap verirken yeterli açıklıkla ve açık yüreklilikle davranmış olduğumu göreceğinizi ümit ederek saygılarımı gönderiyorum. Kendimi yine uzun yazmaktan alıkoyamadığım için affınızı diliyorum.

Fikret Uzun
29-Ocak-2011

Hiç yorum yok: