7 Ocak 2011 Cuma

ULUSAL NIHILIZM KOZMOPOLITIZM VE ULUS DEVLET GERÇEKLIĞINDE YURTSEVERLIK

ULUSAL NIHILIZM KOZMOPOLITIZM VE ULUS DEVLET GERÇEKLIĞINDE YURTSEVERLIK

Kemal Vardal, sağa sola ulusalcı, faşist, nasyonalist türü yaftaları asmaya bıkmadı, ben onların her yaftalama yarışında sıraya girmelerinde, gerçek yüzlerini ortaya koymaktan yoruldum. Ve biraz da utanıyorum. Bu mahkûm ettiklerimiz, ne de olsa geçmişte bir ideali paylaşırken, sınıf düşmanlarının, faşist militanların, antikomünistlerin, mesela Komünizmle Mücadele Derneklerinin militanlarının, Akıncıların militanlarının, İlim Yayma Cemiyetlerinin militanlarının karşısına dikildiğimizde arkamızı, korkmadan birbirimize dayayabileceğimizi düşündüğümüz “yoldaşlar” idiler. Şimdi onların ardılları ile kol kola olmaları da bizi üzmüyor değil. Her ne kadar, ortak noktaları “darbe” paranoyası olsa da, son tahlilde, kol kola oldukları, düzene koltuk değneği olan, gıdasını tekellerden alan sınıf düşmanlarının tetikçileridir.
İşte, yine ve hem de hiç ilgisi olmayan bir köşede, Liberalizm lafını duyar duymaz, savunma psikolojisi içinde, ulusalcı, nasyonalist yaftalarını ortaya asarak saldırı konumunda olduğunu göstermekten kendini alamayan Kemal Vardal böyle birisidir. Bu, beni daha çok üzüyor ve ürkütüyor. Kimler nerelere özellikle sığlaştırılarak bırakılmış diye düşünmeden edemiyorum.

Bu sığlıkları ile "siz ulusalcısınız, çünkü karşı çıktığınız AKP solcu, liberalizm de kurtarıcıdır; Emperyalizm ise tamamen ehilleşmiştir. Hem de hiç uğraşmaya gerek yok, AKP ve liberaller, AB şemsiyesinde birleşerek,Türkiye’yi AB kriterlerine uydurup, AB deki "yüksek demokrasiyi", Türkiye'ye olduğu gibi aktaracaklar ve Türkiye emekçi halkları da mesut ve bahtiyar olacak" diye diye helak oluyorlar. İşte ufukları bu kadar. Ve ideolojik sığlıkları, politik ahmaklık olarak önümüzde duruyor.

Oysa sosyalistlerin en iyi yurtsever olmak ya da ulusçu, ulusalcı olmak diye bir kaygıları yoktur. Ama var olan nesnel olgulara da gözlerini kapamazlar. Ne yazık ki, bu gerçek, Kemal Vardalları ilgilendirmiyor. Onların karşıt yaratmak için ölçüsü, neo-liberal kılıktaki sahte sol gömleklilerin ne menem bir ideolojik şaşırtma silahı olduklarının ortaya konulmasıdır. Bunu yapanlar hemen ulusalcıdır ve nasyonalisttir. Hatta ırkçı diyenler bile olmuştur.

Bugün hâlâ emperyalist ülkeler, köleleştirmek istedikleri sömürge ve yarı sömürge ülkeler yanında, bağımlılık sınırları içindeki ulus devletler bir taraftan milliyetçiliği körüklerken, diğer taraftan kozmopolitizmi öğütlüyorlar; “globalleşin!” diyorlar. Kendi uluslarına ise “milliyetçilik”i öğütlediklerini hepimiz biliyoruz. Bu günün yeni Liberalleri de, emperyalist burjuvazinin ağzından bu kozmopolitizm ile herkesi kandırmaya çalışıyor.

Hâlâ anlatmak zorunda kaldığımız için tuhaf gelse de, ulus ve yurtseverlik üzerine konuşmadan duramıyoruz. Ama hepimizin anlattığı aynı şey değil. Üstelik, ulus ve yurtseverlik kavramının genel tanımına hepimiz sahip çıktığımız halde, bu gün öne çıkartılanlar birbirinden çok farklıdır.

Ulus, tarihsel, nesnel bir gerçekliktir. Sınıfsal bir temel üzerinde meydana gelmiştir ve bu temel üzerinde gelişir; sınıfsız toplumda da ortadan kalkacaktır. Eminim buna kimsenin itirazı olmayacaktır.

Ulusa ilişkin nihilist tez, yani ulus gerçekliğini inkâr eden tez, antiemperyalist bir tezdir. Bu tezi destekleyenler, işçi sınıfının düşmanları ve en başta da, ulusal egemenliği ABD emperyalizmi yararına feda etmeyi öğütleyen dünün sosyal demokrat, bu günün neo-liberal şefleridir. Tarihsel materyalizme sadık gerçek Marksistler, bağımsızlıktan yoksun ezilen halkların ulusal kurtuluş hareketlerini bütün güçleri ile desteklemişlerdir. Ne var ki, Marksistler ulusal sorunu, kendi başına bir sorun olarak ele almazlar. Bu sorunu, işçi sınıfının devrimci mücadelesine bağlı olarak, işçi sınıfının, sınıf boyunduruğundan kurtulması sorununa bağlı olarak ele alır.

Evet, bu temel gerçekliğe de kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum.

Bu gerçekliği inkâr edenler, ulusal kurtuluş savaşlarını da reddeder. Bu, ulusal egemenliği emperyalizmin çıkarları için feda etmek demektir. Ulus, sınıfsal bir temel üzerinde ortaya çıkmış ve bu temel üzerinde gelişecek, sınıfsız toplumda da ortadan kalkacaktır.

Lenin bu tür gerçeklikleri anlamayanlara kakavan derdi. Ezilen halkların mücadelesinde Ulus gerçekliği boylu boyunca yatar. Eğer öyle olmasaydı, ne diye ulusal kurtuluş mücadelelerine, sömürgelerin bağımsızlık mücadelelerine sosyalistler destek versin, bunu sosyalist mücadele ile bağlamaya neden çalışsın. Ve sosyalistler bu sorunu hiçbir zaman soyut bir sorunmuş gibi ele almazlar. Bu sorun, işçi sınıfının mücadelesine bağlı olarak ele alınır. Şimdi olduğu gibi, gerici, ABD emperyalizminin işbirlikçisi ve Ezen ulusun zenginleriyle iş tutan Barzan aşiretine bir devlet hediye edilsin diye değil.

Diğer yandan ikide bir ulus veya yurtsever sözünü duyar duymaz, Irkçı diyerek, onu bunu yaftalar durur yeni liberal kılıktaki sahte solcular. Oysa ırkçılığın ulusal birlikle ilgisi yoktur. Irk biyolojik bir faktördür. Ve hiçbir biyolojik faktör toplumların tarihsel gelişiminde belirleyici rol oynayamaz. Irkçılık ulusların en büyük düşmanıdır. Bunu tarih çok acı bir şekilde Hitler faşizmi ile gördü. Ama bu, Hitler’in deli saçması düşüncelerinin ürünü değildir. Bu, emperyalist ideolojinin ürünüdür. Ezilen halkların hem kolay sömürülmesi için, hem de ulusların birbirlerine karşı ayaklanmalarını manupule etmek için aşağı ırktan geldikleri yalanını yayarlar. Ulusu meydana getiren unsurlar kapitalizm öncesinde de vardı ama embriyon halindeydi. Ve ancak kapitalizmle birlikte bir gerçeklik haline geldi.

Yani ulusun oluşmasında belirleyici rol pazardır. Lenin, “bu ulusal bağların yaratılması burjuva ilişkilerin yaratılmasından başka bir şey değildi.” Diyordu. Marks ve Engels ise, ulusların oluşmasının kökeninde yatan şeyin, meta üretimi, yani Pazar için üretim ile yeni üretim ilişkilerinin feodal rejimin bağrında gelişmesi olduğunu gösteriyordu. Burjuvazinin çıkarlarına biçim veren burjuva nasyonalizmidir. Burjuvazi, ulusun bağrındaki sınıf farklılıklarını yok sayar ya da önemsemez. Bunun anlamı bütün sınıfların çıkarını, egemen sınıfın yani burjuvazinin çıkarına bağlamak demektir. Ve onun ağzından dökülen “ulusal çıkarlar” sözü aslında, burjuvazinin çıkarlarının ifadesidir. Ulusun içindeki proletaryanın sınıf mücadelesinin gelişmesi, burjuvaziyi diğer ulusların burjuvazisi ile bir arada, proletarya ile ittifaka, tek bir cephede toplanmaya sürükler. Paris Komününde olanlar da budur.

Burjuvazinin kafasındaki ulusal birlik fikri, burjuvazinin yağma savaşlarına ulusun bütün sınıflarını dâhil ederek onları harekete geçirmenin motorudur.
Fransız egemen burjuvazisinin, Hitler faşizmi karşısında ayağa kalkan Fransız halkının ekmek, özgürlük ve barış mücadelesi karşısında, “halk cephesi olacağına Hitler olsun” şeklinde karşılık vermesi, bu anlamda pek öğreticidir. Bu, egemen burjuvazinin ikiyüzlülüğünün dışa vurumudur. Bir taraftan ulusal çıkarlar komedyası ile yurtseverlik oynarken, “Fransa Fransızlarındır” diye demagoji yaparken, diğer taraftan Fransa’nın Alüminyum madenlerini Almanlara peşkeş çekmiştir. Hitler Faşizminin saldırılarına karşı, Ulusal çıkarları savunmak Fransız halkına kalmıştır. Komünistlerin, bu mücadelede nasıl özveri gösterdikleri tarihten silinemez. Bu da, tarihe somut olarak kaydedilen bir gerçekliğin ifadesidir.

1940’ta Hitler’ciler, Fransa’yı köleleştirmek için, ülkenin ekonomik yaşayış birliğini yıkmaya kalkışmışlardı. Onlar, Fransız topraklarını iki bölge halinde ayırdılar ve özellikle Fransız ulusal sanayiine saldırarak, Fransa’yı sanayileşmiş Almanya’ya haraç ödeyen sadece bir tarım ülkesi haline getirmeye çalıştılar. Bunların amacı, Fransa’nın bağımsızlığının temeli olan ulusal sanayii yıkmak, böylece Amerikan emperyalizminin ve Ruhr havzası çelik krallarının çıkarlarına hizmet etmektir.

İşte tam bu noktada emperyalizmin milliyetçiliğinin iki yüzü aynı anda, aynı tarihsel koşullarda kendini gösterdi. Alman büyük burjuvazisinin dayandığı ideoloji, nasyonal sosyalizm idi, Fransız büyük burjuvazisi ise ulusal nihilizmin ardına takılmış ama Yurtsever rolünü oynamayı da ihmal etmiyordu.

Fransız büyük burjuvazisi, Fransızları, Fransa’nın bitip tükendiğine, ulusal tarih çağının kapandığına, bağımsız bir Fransa umudunun kalmadığına inandırma amacını güden bir kampanya içindeydi. Ulusal gerçekliğe indirilen bu darbeler, Fransız devletinin, emperyalizmin, (ki o zaman da bunun adı Almanyadır, Almanya yenilince nöbeti ABD almıştır,) gereklerine bağımlı kılınmasıyla tamamlanmıştır. Fransız büyük burjuvazisi ve Alman faşizmi ile işbirliği içindeki faşist rejimin temsilcileri, içerde ulusal çıkarlar tiyatrosu oynarken, Fransa Fransızlarındır demagojisi ile orta sınıfları da kandırmakta, Fransız Boksit madenlerini ve Alüminyum madenlerini Almanlara hediye etmişlerdir. Buna karşı çıkan ve Fransız halkına yapılan bu ihanetleri gözler önüne seren herkesi ve özellikle de işçi önderlerini hapse atmışlardır. Böylece Fransa’yı Alman faşizmine teslim etmişlerdir. Bu, Alman büyük sanayiine ve onlarla ortak olan Fransız tröstlerine sıkı sıkıya bağlı olan Fransız büyük burjuvazisinin faşist rejimi, Fransız ekonomisini iflasa sürüklemek uğruna, işçilerin işsiz kalmasına, göz yummuş, işçi liderlerini, yurtseverleri, komünistleri kurşuna dizmiş, halkı açlıktan kırıp geçirmiştir.

Hitler’in faşizminin yenilmesi ile kazanılan zaferin ardından durum değişmemiştir. Hitler’den sonra, Fransız büyük burjuvazisi, Fransız emekçilerine karşı aynı politikalarını sürdürmek için kendisine ABD emperyalizminin himayesini kalkan edinmiştir. Tam bu sırada, ABD emperyalizminin sömürgeciliği, yeni kılıkta ve Marshall doktrini adı altında, azamî kârın kendi ülkesine akıtılmasını garanti altına almaya çalışıyordu.

Fransa’nın, büyük burjuvazisi, ABD’nin bu politikalarının aktif destekçisi ve katılımcısı olarak, Fransız emekçi halkını ABD’nin kölesi yapmakta gecikmemiştir.

Fransız toprakları ABD ordusuna teslim edilmiş, işgalci konumuna geçen ABD’ye serbest bölgeler bırakılmıştır. Köylüler topraklarından edilmiş. Amerikanın Fransız büyük burjuvazisi ile ortaya koyduğu politikaların anlamı, Fransa’nın kayıtsız şartsız yıkımı demekti.

Ulusal ekipmanlar, savaş sanayii yararına sabote edilmekte, Fransa’nın tarımı sistematik olarak zayıflatılmaktadır. Bir milyona yakın aile işletmesi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmıştır. Fransa pazarı, Marshall planı ile Amerikan firmaları ve Alman firmalarının çıkarları uğruna feda edilmiştir. Birçok maden ocağı kapatılmış, inşaat işleri yavaşlatılmıştır. Bilimsel araştırmalar neredeyse tümüyle durdurulmuştur. Yani Almanya gitti yerine hem Amerika, hem Almanya birlikte geldi, Fransız büyük burjuvazisi yetmiyormuş gibi, Amerikan ve Alman tekelleri de Fransız halkının tepesine çöreklenmeye başladı.

Fransız büyük burjuvazisi, ulusal çıkarlara, ki bu işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarlarını da içermektedir, böylesine aykırı politikaları, bu politikalar ile kullaştırdığı kitlelerin gözünde, kozmopolitizmi kullanarak haklı göstermiştir.

Nasıl, bu anlattıklarım bir benzerlik gösteriyor mu, etrafına baktığınızda gördüklerinizle? Tabii bakabiliyorsanız ve görebiliyorsanız. Ben baktığınızı da, gördüğünüzü de sanmıyorum. Hatta gözlerinizi sımsıkı kapatmak için azami gayret sarf ettiğinize inanıyorum.

Faşizm, sosyalizme karşı yükseltilen bir karşı devrimdir ve emperyalizmin milliyetçiliği ile beslenir, ırkçılığı ise en son noktasıdır. Faşizmin başarılı olabilmesi ya da başarı ile yerleşebilmesi için, yönetici sınıflar arasındaki çelişkileri sıfırlaması gerekir. Yönetilenlerin yönetici sınıflar ile çelişkisi buna bağlı olarak ortadan kaldırılabilir ve bu ortadan kaldırılamazsa Faşizmin yerleşmesi zordur işte o nedenle tepedeki çelişkiler sıfırlanmaya çalışılır. Bu, bugün çok daha net olarak görülmektedir. Ve Emperyalist burjuvaziye karşı sistemli bir sınıf temelli ve iktidar perspektifli mücadele verilmedikçe faşizmi yenmek de mümkün değildir. Çünkü Faşizm, emperyalist kapitalizmin ideolojisi içindedir. Aynı savaş gibi. Aynı burjuvazinin demokratikliğe ihtiyacı olduğu burjuva demokrasisi gibi. Yani şiddete başvurmasına gerek olmadığı zamanki sömürüye yönelik politikaları nasıl sürüyorsa, bu politikalarının önüne engeller çıktığında, politikalarını şiddet yolu ile kabul ettirmesinin ifadesidir. Yani emperyalizmin gerici, milliyetçi ideolojisinden yükselen bir şiddetin ifadesidir. Öyleyse, emperyalist kapitalizmi ve elbette, Faşizm hangi coğrafyada hâkim kılınmaya çalışılıyorsa, o coğrafyadaki emperyalist tekellerle akraba olan tekelleri yenmeden faşizmi yenmek mümkün değildir. Bunu, hem de faşizme karşı belki dünyanın en şiddetli karşı saldırısı olan birleşik halk cephesinin kurulmuş olmasına rağmen, Fransa’nın, tarihi bize net bir şekilde göstermektedir.

Bu gün, sözde demokrasi isteyen ve emperyalizme karşı mücadeleyi de, sosyalist iktidar mücadelesini de buna indirgeyen Neoliberal sahtekârların, ikiyüzlü politikaları emekçi halka kabul ettirmek için emperyalizme karşı mücadeleye kim vurgu yaparsa yapsın onları ulusalcılıkla, nasyonal sosyalistlikle yaftalaması bundandır. Faşizme karşı dudak ucuyla seslerini yükseltirlerken, karşısına, emperyalizme ve hem de tekellere tek laf etmeden, burjuva demokrasisini koymaları bu ikiyüzlü, emperyalist burjuvaziden yana politikalarını gizlemek içindir sadece. Bu da gösteriyor ki, hiçbir şekilde demokrasi dahi istememektedirler, sosyalizmden ise çoktan uzaklaşmışlardır. İktidarından ise şiddetle korktukları apaçık ortadadır. O nedenle onlar için tek çıkar yol, yeni mürteci olmak, emperyalist politikaları güden politik partilere kapağı atmaktır. Bu, bu gün AKP olur, yarın, bugün söyledikleri her şeyi unutturarak CHP olur. Onlar için hiç fark etmez. Geçmişte, TKP yi Kemalizm’in kuyruğuna takmak için uğraşanlar onlar değil miydi? Bizi CHP afişlemelerinde, afiş astırmasalar da, gözlemci ya da güvenlikçi olarak kullanmadılar mı? DİSK’teki sosyalist sendikacıları tasfiye etmede özel bir çaba harcayarak, DİSK’i CHP üzerinden burjuvaziye teslim etmediler mi? Şimdi burjuvazinin malı olmaya devam eden DİSKi neden savunuyorlar sanıyorsun? En önemlisi, ULUSAL DEMOKRATİK CEPHE nin baş köşesine, bununla hiç ilgilenmeyen CHP’yi koymadılar mı? TİP ve TSİP in isterlerse UDC ye katılabileceklerini yazmadılar mı broşürlerine. Kimlerdi acaba bu politikaların arkasındakiler? İyiler Nabilere, kötü politikalar İ.Bilen’e mi yoksa?

Ve yeni liberallerin yani Nabi Yağcıgillerin, DSİP’in vesairenin yaptığı, bu gerçekliğin üzerini örtmek, sanki toplumun bütün kesimleri içinde Yurtsever habis urlar oluşmuş ve yurtseverlik temel tehlike imiş, bütün günahların merkezi imiş gibi göstermektir. Bunun için de, ulusal nihilizmi, kozmopolitizmi pompalayıp durmaktadırlar. Çırakları da, dağa taşa ulusalcı, nasyonalist, faşist, ırkçı yaftaları asarak, Emperyalizmin oyunlarını gören, gösteren, karşı olan bütün kesimlerin ve temsilcilerinin boyunlarını bu yaftalara geçirmeye çalışmaktadırlar.

Yani onlara göre, suç büyük burjuvazide değildir, oligarklar pür-i pak, Emperyalistler ise zemzemle yıkanmıştır ama işçiler, emekçiler, aydınlar, sosyalistler, komünistler, yurtseverler, anti-emperyalistler her türlü melaneti üzerine toplamışlar; öyleyse işsizliğin, işten çıkarmaların, açlığın, yoksulluğun, demokrasisizliğin, terörizmin, kavganın, gürültünün, patırtının, Ankara’nın göbeğine kurulan işçilerin direniş çadırlarının ve hatta tabiatın yağmalanmasının, nükleer artıklarla zehirlenmesinin, kanserin, hatta aidsin çaresizliğinin suçluları onlardır ve baş düşmandırlar.

Öte yandan bu toprakların bütün zenginlikleri uluslararası tekellere, yerli tekellere satılırken , “Türkiye Türkiyelilerindir” ve “işçilerin vatanı yoktur” ama Barzani’ye bir devlet hediye edilirken “Kürtlerin ulusal kaderlerini tayin hakkı” denilmektedir. Evet, Türkiye bir yere gitmiyor, doğal kaynakları ve birikmiş zenginlikleri de olduğu yerde duruyor ama buradan akanlar işçilerin, memurların yaşam standardına değil, işsizlerin iş bulmasına değil, okulların yakacak giderine değil, elektriğine, suyuna değil, Türkiye’de istihdam alanları yaratılmasına değil, derelerin çağlayarak akması, tertemiz sular içilmesi, Kanserin tedavisi, bebelerin sütsüz kalmaması için değil, uluslar arası tekellerin cebine girmek için akıyor ve daha azgınca işçilerin, emekçilerin üzerine saldırmaları için onları güçlendiriyor.

Bugün yurtseverlik, bu noktadan yükseliyor ve bu nesnel bir gerçeklik olarak kendini gösteriyor. “işçilerin vatanı yoktur” önermesi ise, başka bir gerçekliği işaret ediyor. Nabigillerin takipçileri, bunu anlamak için akıl çalıştırmaya bile zahmet etmiyorlar.
Bugün hem toprak, hem ekonomi, hem dil, hem de kültür, ABD-AB emperyalizminin hegemonyası altındadır. Tarım da, hayvancılık da, sanayi de sistematik olarak çökertilmekte, uluslar arası tekellerin emrine ve çıkarına teslim edilmektedir. Uluslar arası tekellerin içinde, onlarla kaynaşmaya çalışan Türkiye’nin büyük burjuvazisi de vardır. Yani bunların dışındaki ezici çoğunluk, bu yıkımla karşı karşıyadır. Bunların hepsi, emperyalist ideolojinin saldırısı ile birlikte kurmaya çalıştığı YDD’nin yansımalarıdır. Yani her şey emperyalizmin çıkarları içindir.

Dil, sadece Kürtlerin muzdarip olduğu bir sorun değildir, onlar üzerinde farklı bir dayatma ve saldırı olması benzerliği bozmuyor, bugün dünyanın her tarafında dil, emperyalizmin hegemonyasına tabidir ve bu yönde her türlü engelleyici, karmaşıklaştırıcı ve tabi kılıcı çaba gösterilmektedir. Üniversiteler, orta öğrenim kurumları, sinemalar, medya hepsi birden emperyalist YDD nin, neo-liberalizmin emrine ve yönelimine girmiştir.

Bu gün Darwin’e savaş açan Üniversite hocaları az değildir, en tanınmışı “ol dedi oldu” diyerek kitap yazıp, Fizikle Darwin’i çürütmeye çalışarak, üniversitelerde idealizmi hâkim kılmaya çalışan fizik profesörüdür.

Türban kavgalarındaki çatışmalar hepimizin gözleri önünde oluyor. Bu yöndeki mücadeleyi özgürlükler için mücadele alanına sokan da neo-liberal sahte sol gömleklilerdir. Yani Nabigil gibilerdir. Dinî örgütlenmelerin; batıda kilisenin, burada camilerin ve İmam Hatiplerin öne çıkarılması hepsi emperyalist YDD’nin sınırındaki gelişmelerdir.

Medyanın bunları öne çıkartan yayınları yanında, bir Osmanlıcılık temasını insanların kafasına kakmak için seferber olması, nesnel gerçekliklerin üzerinden atlatmak için her türlü ekipmanla karşımızda orta oyunları oynatması, hep bu emperyalizmin ideolojik saldırısı içindedir.

Bir taraftan ulusal azınlıkların, etnik azınlıkların, mezheplerin çıkarlarına güzelleme yapılırken, diğer taraftan ayrılık noktalarına hücum edip açığa çıkartılması, giderek milliyetçi konumlanmaların körüklenmesi, hep emperyalizmin, bir yanında kozmopolitizmi ve ulusal nihilizmi işlediği, diğer tarafında ise, en gerici burjuva milliyetçiliğinin yer aldığı milliyetçiliğin büyütüldüğü YDD yi yerleştirmeye yönelik çabaların içindedir.

Kozmopolitizm, dünya vatandaşı anlamına gelir. Köhnemiş bir toplumun çerçevesini kırmak ve her yerde yeni sosyal ilişkiler yaratmak arzusu… Burjuvazi, feodalizmi tasfiye ettikten ve İşçi sınıfı üzerindeki egemenliğini kurduktan sonra, bunu yani Kozmopolitizmi, kendi sınıfının dünya çapındaki çıkarları uğruna ele aldı.

Marks ve Engels, Kozmopolitizm propagandasının çeşitli ülkelerin burjuvazileri arasındaki rekabetten kaynaklandığını ve bütün insanlığın refahını değil, tam tersine emekçilerin her yerde sömürülmesi amacını güttüğünü söylediklerinde, yıl 1845i gösteriyordu. Şöyle diyorlardı, “sömürüyü, kozmopolit bir biçim içinde sunmak, işte bir fikir ki, ancak bir burjuvazinin kalbinde doğabilir.”

Yani bu gün pompalanan, “işçi sınıfının vatanının dünya olması”, sloganının, emperyalizmin Kozmopolitizm saldırısının içinde olduğu apaçık görülmektedir. Ve tümüyle işçi sınıfını ve ezilen, sömürgeleştirilen emekçi halkları, işçi sınıfı enternasyonalizminden uzaklaştırmaya yöneliktir. Diğer yandan kendi burjuvazisine karşı mücadeleden uzaklaştırmanın ideolojik şaşırtmacası içindedir.

Kozmopolitizm, işçi sınıfının enternasyonal duruşuna yöneltilen en önemli ideolojik saldırıdır. Bunun temel nedeni savaşın barış zamanının politikalarının şiddet yoluyla devam etmesi gerçeğini gizlemektir. Emperyalizmin sömürüsüne, sömürgeleştirmesine, ezilen halkları boyunduruk altına almasına yönelik olan ve tümüyle sınıfsal olan politikalarının, savaş yoluyla dayatılmasını ulusların varlığına dayandırmak içindir. Dolayısıyla ulusların varlığına hızla son verilmelidir, ulusal egemenlik ilkesinden hemen vazgeçilmelidir. Çünkü bu ilke çağdışı kalmış gerici bir ilkedir, kozmopolitizmi pompalayan emperyalizme ve onun emir eri haline gelmiş yeni liberal sahte sol gömleklilere göre.

Bu nedenle bir taraftan emperyalizme karşı mücadeleyi gerici gösterirlerken, Barış için mücadeleyi emperyalizmle mücadeleden ayırmakta ve soyut bir talepler zinciri haline getirmektedirler.

Burjuvazi, Kozmopolitizmi pompalayarak, hep emekçilerin barıştan yana olmasının, vatanlarını inkâr etmeleri gereğine inanmaya kadar varacağını hesap ve ümit etmiştir. Bu gün barışa vurgu ile Vatansızlığa vurgu aynı kare içinde yapılmaktadır.

Oysa Lenin’in ifadesiyle, dünya savaşlarına yol açan şey, ulusları kullaştırmakan ve halkları yok etmekten çekinmeyen emperyalist burjuvazinin varlığıdır. Buna karşı işçi sınıfının enternasyonalizmi çerçevesinde ve tümüyle sınıfsal temele dayalı olarak, bütünsel bir mücadele verilmezse, (ki bu, emperyalizmle mücadelede, bu temelden uzak yaklaşımların da bu temele yakınlaştırılarak, bu bütünselliğe dâhil edilmesininin gerektiği anlamındadır), ne barış sağlanır, ne de işçi sınıfının kurtuluşu, hatta dünyanın kurtarılması bile mümkün olmayacaktır. Hepsinin önündeki tek engel emperyalist burjuvazinin varlığıdır.

İşte kozmopolitizmin amacı, bu gerçekliği dinamitlemek ve kitlelerin sınıfsal karşıtlığını asıl düşmandan uzaklaştırmak, hatta onun hegemonyasına bağlamaktır.
Kozmopolitizmin amacı, kitleleri dünya vatandaşı haline getirmek adı altında, işçi sınıfını, emekçileri, emperyalist kapitalizmin dünya çapındaki sömürüsünün, kökünden koparılmış, biri ötekinin yerini tutan, aynı biçime sokulmuş, yeri yurdu, adı sanı belirsiz insanlık gölgeleri haline getirmektir.
Bu gerçeklikle bakıldığında, Avrupa Birliği çabalarının tarihsel anlamının kolay anlaşılacağı açıktır. Ve herkes hatırlamalıdır ki, Avrupa Ortak Pazarı girişiminin, sosyalist ekonominin ilk adımı olarak pompalanması, dün olduğu gibi bu gün de devam etmekte ve en başında Nabi Yağcılar, Marguilesler ve onlar gibi neo-liberal kılıktaki sahte sol gömlekliler gelmektedir ve bunların kimin nesi oldukları artık çok geniş bir kitle tarafından bilinmektedir.

Oysa Lenin’in ifadesiyle, Avrupa birleşik devletleri, kapitalist rejim içinde, ya tamamen imkânsız ya da tamamen gericidirler. Lenin bunu vurgularken yıl 1915tir. Nerdeyse 100 yıl önce. Eskiden Marksist, şimdi liberal olan sahte Sol Gömleklilerin neden bu gerçeklikleri unutmak, unutturmak istedikleri bellidir.

Kozmopolitizm, sahte bir proleter enternasyonalizmidir ve küresel emperyalizmin hizmetindedir. Emperyalizmin gerici ideolojisinin bir yanında kozmopolitizm varsa, diğer yanında burjuva milliyetçiliği vardır.

İşte Yurtseverliğin ortaya çıkması, şekillenmesi ve yükselmesi de, bu gerçekliklerin pratiğe yansıması ile bağlıdır. Burada yurtseverliğe vurgu, sosyalistlerin temel görevinin dağı taşı yurtsever yapmak olduğuna değildir, nesnel olarak var olan, nesnel gerçekliklerin yansımasına göre ortaya çıkıp şekillenen ve tümüyle politik-pratik olan Yurtseverlik olgusunu, uluslar arası işçi sınıfının enternasyonal çıkarları doğrultusundaki mücadelesine bağlamak içindir. Yani kendi ülkesinin burjuvazisine ve uluslar arası burjuvaziye karşı mücadelesinde başarılı olmak üzere, ancak bu kadar, ulusun kendisi ve ancak bu kadar yurtsever…

Bu konuda Marksizm’in kurucularına, Lenin’e başvurarak birçok defa çözümlemeler yaptım, karşılığında hep o dağlara taşlara ulu orta küfür niyetine asılan ve içeriği gerçek anlamda bilinmeyen ve bilinmesi de önemsenmeyen kavram ve olguların yaftalarının boyunduruğuna sokuldum. Ve şimdi de, Nabi Yağcı’nın, DSİP in, Marguiles’in ve diğer sahte sol gömlekli yeni liberallerin ne olduklarına dikkat çektiğim için aynı yaftalar peşi sıra geliyor. Her yerde bu yaftalar, neo-liberal politikaların, emperyalizmin kozmopolitizminin, ulusal nihilizminin emperyalist YDD nin zorsuz zahmetsiz yürümesi için, emekçi kitlelerin aklını karıştıranların elini güçlendirmek için, ideolojik saldırılarını daha kolay yapmaları için bir kalkan vazifesi görmektedir. Bu nedenle, AKP nin,12 Eylülü bile aratacak bir rejimi, ki 12 Eylül rejiminin devamıdır, yerleştirmek için ortaya koyduğu anayasa referandumunun gönüllü “EVET” çi propagandistliğini yaparlarken, her karşı çıkanı, eleştireni ve şimdi de yumurta ya da tuvalet kâğıdı atanı saldırgan faşistler olarak yaftalamaktadırlar.

Şimdi bakıyorum da, Kemal Vardal, yeni mürteci, mürteciliği soldan sayan komünist artığı, hâlâ sağa sola nasyonallik yaftası asmaya devam ediyor. O nedenle bu ifadelerimi kaleme aldım ve ders halinde sunuyorum. Kemal Vardal ve onun gibilerin anlayacağını beklemiyorum, sözüm, hâlâ yüreğinin bir köşesinde sönmeden duran cevahiri taşıyanlaradır. Çünkü biliyorum ki, devrim kapısından bir kez yan çizenler, bir daha devrimci mücadeleye asla katılmazlar. Ve devrim kapısından ilk kaçanların her zaman, sosyalist iktidara hiçbir zaman inanmamış olanlar olduğuna inanıyorum. Eğer katılmak üzere tetikte bekliyorlar ve o nedenle bir ayaklarını solun içinden ayırmıyorlarsa, devrim kapısına doğru hızlanacak olan adımları, devrim kapısından bir kez daha döndürmek içindir.

İşte bu nedenle, ideolojik tartışmanın aynıların kendi arasındaki şiddeti ile ayrı noktada konum almış olanlar arasındaki şiddetinin aynı olamayacağını söylüyorum. Aynıların ideolojik tartışması dostça ve devrim kapısına giden yollar çerçevesinde olacağını, ayrı tarafta olanlarla ise, sınıf düşmanlarına karşı nasıl şiddetli ideolojik mücadele veriliyorsa o şekilde olacağını dillendirmiş oluyorum.

Bu da, bir daha devrim kapısına dönmeyecek olanları, bu yürüyüşe kazanmak için yürütülecek ideolojik mücadelenin, sınıf düşmanlarına karşı yürütülen ideolojik mücadelenin saflığını ve keskinliği bozacağını iddia ediyorum. Ve işte bu nedenle niyetim Kemal Vardalı bilinçlendirmek değildir, onunla ve onun gibilerle hâlâ bulaşık olanları ve devrim kapısına giden yolda yürümeye devam ettiğine inandıklarımı onlardan kurtarmak içindir. Kurtarılmak istemeyenlere ise, yolun açık olsun demek içindir.

Yani Nabi Yağcılarla ilişkileri mürit misli olanların, bu dersten bir şeyler öğrenmek istemeyeceği açıktır. Evet dersler onlara da yöneliktir ama ders alacaklarını sanmıyorum, ders almamaya çoktan, daha Konca’ya düşmeden önce programlanmış oldukları, orada bile görülüyordu.

Fikret Uzun

04-Ocak-2011

Hiç yorum yok: