30 Ocak 2011 Pazar

BU GÜNÜN KARANLIĞINDA TKP’NİN TARİHİ AYDINLATILABİLİR Mİ?


BU GÜNÜN KARANLIĞINDA TKP’NİN TARİHİ AYDINLATILABİLİR Mİ?
Merhaba Hasan Balcıoğlu dikkatli okumaların için sağ ol. Sözünü ettiğin Naciye Babalık hocanın Doktora tezi olan kitabı konusunda kendisiyle çok konuştuk. Senin gördüğüne ilaveten, onun, Nabi Yağcının da Sovyetlerdeki glasnosttan sonra değiştiği çıkarsaması Var. Benim asıl tartışmam bu ve kitabın ismiyle ilgili olmuştur. Bu konuda Naciye hoca hiç geri adım atmadı. Ona yeni baskısında kitabın başlığındaki "sönümlenme" ifadesinin aslında "sönümlendirilme " anlamında kullanıldığını önsöze ek olarak düzeltmesini önermiştim, çünkü öyle olduğunu iddia ediyordu, ama önerim pek itibar görmedi. Sözünü ettiğin diğer kişinin yani İbrahim Topçuoğlunun kitabını ise hiç rastlamadığım için okumuş değilim. Şüphesiz başkaları da var. Gerçek anlamda TKP nin tarihini aydınlatmaya yönelik olduklarından emin değilim.
Benim Mustafa Suphilerin hatırlanması üzerinden öne çıkardığım ise, bir ikiyüzlülüğe vurgudur. Hem Mustafa Suphilerin izindeyim diyeceksin, hem de, ulusal kurtuluş savaşına Lenin’in ve Suphi’nin bakışının üstünden atlayarak ve Kemalizm üzerinden sağa sola saldıracaksın, ama aynı zamanda da bir Kemal Tahir hayranı olmaya devam edeceksin.
Diğer yandan, hem Kemalizm’e ateş püsküreceksin ve tek politikayı bu göreceksin, ama öte yandan burjuva demokrasisini baş tacı yapacaksın.
Hem SİP-TKP ye faşist diyeceksin, ulusalcı diyeceksin, ismimizi çaldı diyeceksin, öte yandan Nabilere yumurta atmalarını aynı temelde değerlendirecek ve sesiz kalacaksın, buna karşı faşizme karşı ulusal demokratik cepheden hala söz edeceksin ama TKP’yi, ideolojik anlamda eleştirecek bir şey göstermeyeceksin. Bunlar hep çelişkiden çok, bir şeyleri örtme çabasının ifadesidir.
Hem yaklaşan tehlikenin tam karşısında bir yere ama uçurumun kenarına zaten sürüklenmiş olan güçleri, yok saymak yanında, gerçek sosyalistlerden yani iktidar perspektifli sosyalistlerden koparmaya çalışacaksın, sonra da Ulusal Demokratik cepheyi hala soyut bir biçemde savunacaksın. Bunu şimdi SİP-TKP ve başkaları da savunuyor.
Kaldı ki 12 Eylül öncesi, faşist diktatörlüğün geliyorum dediği koşullarda bile, bir broşür olmaktan öteye gidemeyen bu politika ile ilgili, düne dair tek kelime etmeyeceksin, mesela UDC nin başköşesine CHP nin konulduğunu ama TİP ve TSİP in ve diğer sol örgütlerin isterlerse UDC ye katılabileceklerinin ilan edildiğini yok sayacaksın, sonra da hem sosyalist iktidardan tek kelime söz etmeden UDC yi TKP yi ayağa kaldırmanın bayrağı yapacaksın ama ortada UDC nin orasına ya da burasına koyacak bir güç bırakmayacaksınız, peki kiminle faşizme geçit vermeyeceksiniz. Bir avuç Ürün’cü, ya da Savaş Yol’cu veyahut da Almanya’daki boykotçu komünistlerle mi UDC yi kuracak faşizmin geçitlerini kapatacaksınız.
UDC nedir, bir sosyalist iktidarın cephesi mi, yoksa burjuva demokrasisinin ifadesi mi?
Bunun net cevabını vermeden ve bunun sosyalist iktidar yürüyüşünün bir ifadesi olduğu izlenimi bırakarak,üst düzeyde de olsa süren kavgayı,hem burjuvazinin arasındaki kavga sayıp, taraf olacaksın diye ödün patlarken, hem de zaten burjuva kokan UDCyi komünistlere sosyalist iktidara götürecek cephe imiş gibi yutturmaya çalışacaksın.
Hem yurtseverleri, demokratları yani ulusal demokratik cephenin içine doldurduğunuz, burjuvazi dahil, bütün güçleri çağırıyorsunuz, hem de yok sayıyorsunuz. Ondan sonra da,Mustafa Suphi üzerinden, Kemalizm düşmanlığı yapmayı bir politik hüner sayıyorsunuz. Bu nasıl politika, bu nasıl ideolojik gözlük.
Faşizme karşı güçler, uçurumun kenarındaki güçlerdir. Komünistlerin de oraya sürüklendiğini göremiyorsanız körsünüz demektir. Uçurumun kenarındaki güçler olmadan, hiç kimse bir halt yiyemez. Ama mesele oradaki güçlerin temsilcisi olanların, kendine o güçleri taban yapmış olan tepe kadroların, üst düzeyde sürdürdükleri, kimi zaman kavga, kimi zaman uzlaşma olarak süren mücadelesinin kuyruğuna takılmadan, o uçurumun kenarındaki güçleri, faşizme karşı, burjuva demokrasisine değil, sosyalist iktidar yürüyüşüne yönlendirmektir. Bunun için önce o uçurumun kenarındakilerin nesnel olan kavgasını birlikte yapman gerekir ama bunu yaparken de asıl kavganın ve onların kavgalarını da başarıya götürecek olan kavganın, sosyalist iktidar kavgası olduğunu onların anlayacağı dilden ve sistemli olarak anlatmayı becermen gerekir. Ve bunun için eğer gerçek anlamda, ismi ne olursa olsun, siz UDC diyorsanız öyle olsun, faşizme karşı bir cephe kurmak istiyorsanız, bu cephenin başköşesine burjuvaziyi değil, işçi sınıfını koymanız gerekir ama uçurumun kenarındakilerin içinde burjuva demokratları da varsa onları da bu cephenin içine koymanız gerekir.

İşte bu gerçekliğin bilinci ile hareket eden Mustafa Kemal, tümüyle ideolojik olarak, yani sınıfsal yaklaşarak, Mustafa Suphilerin, emekçi kitleler arasındaki ve yüzünü komünizme dönmüş kitleler arasındaki propagandasını tehlikeli bulduğu için ama sinsi yöntemlerle komünist hareketin can damarlarını kesmiştir.
İşte bu nedenle burjuva demokrasisi mi-sosyalist iktidar mı diye sordum. Ve cevabını da verdim. Ama bunun burjuva demokratlarla ve yurtseverlerle ittifaktan kesinkes uzaklaşmak demek olmadığını da gösterdim. Her fırsatta da, komünistlerin en iyi yurtsever olma yarışında olmadığını ama bu nesnel olguyu da yok sayamayacaklarını yineledim durdum. Faşizmin karşısında, ki tekellerin artık hiç bir tabanı kalmamıştır, onun nesnel ve öznel olarak karşısında olan bütün güçleri harekete geçirerek başarılı olunabilir. Bu da sağlam bir bakış açısı gerektiriyor; bu açı ile politik hüner göstermek gerektiriyor.
O nedenle uzun zamandır anmaları, anmaları ilgilendiren olgunun içini boşaltmak için kullandılar. Hepsini izlemiyorum ama Ürünün bir iki yıl önceki anmalarında hem kürkçüyü vitrin yapmaları, hem de Soros’dan beslendiği apaçık belli olan bir feminist eskisi bayanı vitrin yapmaları, onların da hangi kervana katıldıklarının göstergesi idi.
En son, Savaş Yolu çevresi de, referandumda boykot kervanına katılarak sınıfta kaldığını göstermiştir.
Demek ki, politika öyle kolay bir şey değildir ve sınıfsal bakış sağlam değil ise, en kolay hamleler bile ayağa dolaşıveriyor. Ama görünen o ki, kimsenin politik hüner göstermeye niyeti yok. Bunun açığa çıkmasından da çekinmiyor. Çünkü kitlelerin edilgenliğine kendilerini öyle kaptırmışlar ki, bir parti fetişizmine sürüklemekle işi kurtaracaklarını sanıyorlar. Ne diyelim yüce gök, akıl taşıyanların aklını korusun, akıl taşıyanlar da neyin ne olduğu konusunda aklını daha çok çalıştırsın.
Diğer yandan,12 Eylülde bütün politik yapıların utanmaları gereken noktalar var. Ama TKP’ninki bambaşkadır. Ve bu noktaların, TİP ten ve TSİP ten bir dinamik olarak kopup da, TKP nin aranması sürecinde biriktiğine inanıyorum. Bu sürece hepimizin bildiği gibi Atılım süreci denmektedir.
Oya Baydar bile aniden, kurucusu olduğu TSİP ten ayrılıp, belki ayrılmaya bile gerek görmeden TKP yi arıyor ve buluyor. TKP yi herkes arıyor, polis de arıyor. Yörük oğlu bile, başında olduğu gençlik örgütünü öylece bırakıp, aniden kaybolarak TKP yi aramaya koyuluyor ve buluyor. Bunlara kim köprü oluyor, bu dinamik aniden nasıl başlıyor? Hepimiz TKP’yi merak ediyorduk ama aramaktan ziyade, bize ulaşmasını bekledik. Aradıysak da, yanımızda, etrafımızda aradık. İyi şeylerde aradık.
Ve şimdi, Nabilerin de dâhil olduğu bu kervanı, hiç çekincesiz ve kolaylıkla partiye aldıklarını ve çok kısa zamanda en üst noktalara, hem de grupları ile birlikte koopte ettiklerini görüyoruz. Bunları ise ne TKP yi sadece kendilerine indirgeyen Nabi ve diğer gruplar konuşuyor, ne de Nabilere likidatör suçlaması yapmaktan başka politika üretmeyen karşıt öbekler konuşuyor. Öyleyse, hepsinde belli bir korelasyon var. Sanki aynı babanın çocukları misli kavgalılar. Ve eninde sonunda, aynı babanın çocukları olduğunu hatırlıyorlar. Buradan bir yenilik çıkmaz. Çıkmıyor. TKP nin tarihi de, komünist hareketin tarihi de yerinde sayıyor, giderek sıfırlanıyor. Yakında, TKP tarihinden sadece 15 Leri anacak kadar tarih kalırsa şaşmayız.
Oysa bütün yapılar, TKP nin eteklerinden düştüklerini öne çıkartarak, TKP den rol çalmaya çalışıyor. Öyleyse, kesin bir nokta var, bunların hepsi ayrı ve ortada ve olduğu yerde duruyor. Dursun ve yeniye bulaştırılmasın diyoruz ki, en doğru perspektif budur. Bulaştıkça, eskiyi çözümleyemeden, eskinin eksikli ve yanlış bakışları parçalı olarak yeniye yerleşiyor, yeniyi bozuyor. Bu politika ise, ya da taktik, emperyalist burjuvazinin politikaları ile uyumlu görülüyor. Yani burada da bir korelasyon var. Emperyalist burjuvazinin politikasında, sosyalizm alanının bozuk kalması var. Eğer sosyalist hareketin önüne geçemezse, ya da tümüyle yok edemezse, bozuk sosyalizm alanından ilerlemesini ve eninde sonunda kucağına düşmesini istiyor. Nabiler bilinçli olarak ve diğer öbekler de belki farkındalar, belki değiller, bunu kolaylaştırıyor.
Bunu görmek için tek noktaya bakmak yeterli, iktidar perspektifi ya da, hırsı hangisinde var. En ateşli propagandalarında bile bu hırs görülmüyor. Bu, perspektiften uzak oldukları pek açık. En masumane yapılan, sosyalizm aşkını yürekte taşımak ama kurmayı torunlara bırakmak olarak görülüyor. En çok TKP isteyende dahi, bu hırsı ve perspektifi göremiyoruz.
İktidar perspektifi olmazsa, sosyalizm adına, başka ve yakın hedefleri merkeze koymak ve sonunda bu hedefleri sosyalizm saymak hem kolaylaşıyor, hem kaçınılmaz oluyor. Ama bunun bilinçli mi, yoksa aymazlıkla mı yapıldığının netleşmesi gerekiyor. Bunun için de, ideolojik tartışma gerekiyor. Hiç bir alçak gönüllülüğe yer vermeden, ideolojik tartışmayı keskinleştirmek gerekiyor. İdeolojik ayrışmayı hızlandırmak gerekiyor. Kimin saklandığını, kimin aymaz olduğunu, kimin tam ahmak olduğunu deşifre etmek gerekiyor. Bu da ancak ve ancak, sosyalist iktidara olan güvenle ve bu yöndeki sorumlulukla hareket etmekle mümkündür.

Yani Hasan arkadaşım, sosyalist hareketin önündeki engellerin hangi kılıkta karşımıza çıkacağı önceden belli değildir. Bunu açığa çıkarmanın tek yolu ideolojik mücadelenin şiddetini artırmaktır. “Ay sözlerin canımı acıttı”, “vay biçemin bozuk”, “hey sataşıyorsun”, “uzun yazma okuyamıyorum”… diyerek bu mücadeleden ya da tartışmadan kaçanlar, bu engelin potansiyel güçleridir. İstisnaları ayırıyorum ama bunun böyle olduğu çok daha net görülüyor ve TKP nin tarihi ile ilgili somut ve bu güne ışık yansıtacak bir çalışma söz konusu değilken,tam tersine TKP nin tarihi sıfırlanmaya çalışılırken, TKP yi fetişleştirircesine sahiplenmeye çalışmada yarışan öbekler, bu konuda hiç bir duyarlık göstermiyor ama bulaşık yaşamaya, pragmatik davranmaya ve ideolojik mücadeleden kaçmaya özel gayret gösteriyor.
Hiç birisi iddialarının ağırlığı kadar bile, TKP nin tarihi üzerine kendileri bir çalışma yapmıyor. Hatta belki, geçen gün andığın Hasan Basri’nin 1945 teki intiharı konusunda bile bir fikirleri yoktur. Hatta o dönemde MK nın büyük çoğunluğu tutuklandığı halde MK nın deşifre edilemediğini bilmemektedirler ve bunda muhtemelen Hasan Basri’nin payı olduğunu, belki bu nedenle hayatını feda ettiğini akıllarına bile getirmiyorlardır. Tıpkı deniz yoldaşın ölümü gibi, her ne kadar sır olsa da, teorik olarak çözümlemesi yapılacak olan bu olgulardan uzak durmaktadırlar. Bu olguları model yapmaktan bile çekiniyorlar.
Ve "önce insan" diyerek merkeze, Nabilerin yaptığı gibi, insanı koymanın manevrası peşindeler. Eleştirince de, farklı manalar çıkarmış olmakla suçluyorlar. Ama ne manada olduğunu ise açıklamıyorlar. Velhasıl bu topraklar mıymıntılığa alıştırılıyor. Edilgenliğe alıştırılıyor. Bir milliyetçi tandanslı sendikanın üyelerine saldırmayı, onlarla kavga etmeyi bir politika sayarlarken, tekellerin sahipleri olan insanı da, farkında olarak veya değil, işçi ile birlikte aynı merkeze koymaktan kaçınmıyorlar.
Aslında kavgadan korkuyorlar, bütün bunlar çelişki olabilir mi, bu kadar tesadüf aynı anda olabilir mi? hayır, olamaz; bu düpedüz nesnel olanın üstünü örtme gayretidir. Bunun için bir ya da iki kişinin manipülasyonu yeter. Neden? Çünkü Marksist teorinin birkaç harfini ezberleyip, kendini sosyalist hareketin içinde bulanlar, ondan sonra diğer harflerden uzaklaştırılıyor ve aynı harflerin içine hapsedilerek, mürit yapılıyor. O zaman en iyi niyetli ve en safça yapılan yanlışlarda bile, bilinçli manipülasyon aramak yanlış değildir. Mutlaklaştırmamak ama ilkesel olarak muhtemel saymak yerindedir.
Ve ben bunları ve bu gibi sözleri sarf edince ya çokbilmiş oluyorum, ya da hep eleştiren, kendi doğrularını mutlaklaştıran oluyorum. Ama aksini kanıtlamaya kimse çalışmıyor. Ben neyim, ben uzaydan mı geldim, ben de aynı tarihin ve aynı yapının çocuğu değil miyim? Ben, TKP nin de tarihine eleştirel gözle bakarken, TKP yi inkâr mı ediyorum, onlara üvey de olsa kardeşlik yapmadım diye, söz yerindeyse babamı red mi ediyorum? Aksine, onlardan daha fazla sahip çıkıyorum ama bu, sahteliklere, yanlışlıklara, eksikliklere ve bunun hangi dinamiklerle bağlı olduğuna açıklıkla işaret etmemi engellemiyor.
Nabileri, yani TKP yi arayanları, TKP ile buluşturan kişi bellidir, burjuva basını da yazdı, çizdi. Bu kişi kimdir, neyin nesidir deyince, bütün öbekler sus pus oluyor. Burjuvazinin bildiğini, hatta polisin bildiğini, birbirlerinden saklıyorlar. Ama hepsinin ayranı bir diğerininkinden daha tatlı.
İşte böyle Hasan arkadaş, senin anlayacağın ,"biz 40 kişiyiz, birbirimizi biliriz" diyen herkesin, yani hiç kimsenin, ( suyun başını tutanları kastediyorum) gerçekliğe fener tutmak derdi olmuyor, aksine örtmek için yarış ediliyor. Faşizm geliyormuş,bunu biz de biliyoruz,geliyorsa durdur. İddialarında mangalda kül bırakmıyorsun,senin ayranından başka tatlı ayran yok, senin gücündeki akıldan başka akıl taşıyan yok, senin tabanından başka( tabanı var sayarsak tabii) daha net taban yok. Öyleyse neden politik hegemonya kuramıyorsun, neden diğerlerini kendine bağlayamıyorsun. Bu sadece politik-pratik çabalarla mı olur. İdeolojik mücadeleye ne oldu. Bu, öncelikle ideolojik mücadele ile olur. Kuru örgütlenme taktikleriyle olmaz. Olmuyor.

Bugün Türkiye’de, gidişattan hoşnut olmayan emekçilerden, yoksullardan, işsizlerden, gençlerden, emeklilerden geçilmiyor. Hepsi de olan bitene karşı tepkili, hatta öfkesi kabarmış, bu gün bir kıvılcım hissedilir oranda öne çıksa, burası da Tunus, ya da mısır olmaya aday ama bizimkiler, bu güçleri, bu somut güçleri yok sayıp, komünist biriktirmeye ve çatılarının altına toplamaya çalışıyor. Birincisi çatıları sağlam değil, ikincisi çatının altındaki alan moloz kaynıyor, üçüncüsü kimse kimseye güvenmiyor. Öyleyse bozuk çatının altına, moloz yığınlarının üstüne kimseyi toplayamazsın. Toplasan bile, toplama yapmış olamazsın. Çünkü elmalarla armutlar toplanamayacağı gibi, çürük elmaları, sağlamları ile toplasan bile, diğerlerinin çürümesi kaçınılmazdır. Çürük elmalardan, onları ayırarak, ya da onlardan ayrılarak kurtulursun, toplayarak değil.
İşte bize geçmişten kalan miras bunlardır ve bu bizim trajedimizdir ve tekrar yaşamamız isteniyor. Bunu aşmak için ise, ilke, sosyalist iktidar perspektifi olmalıdır. Bu temelde, ideolojik olarak ayrışmak gerekmektedir. O nedenle de, kimsenin gözünün yaşına bakmadan en sert şekilde ideolojik olarak eleştirmek gerekmektedir. Sosyalist iktidar yürüyüşü kavgasız büyümez. Kavganın ise şiddetsiz tadı da, tuzu da olmaz. Saygılar.
Fikret Uzun
29.1.2011

Hiç yorum yok: