7 Ocak 2011 Cuma

DSİP li OLMAYAN AMA ONA KALKAN OLAN KİŞİYE

DSİP li OLMAYAN AMA ONA KALKAN OLAN KİŞİYE

Şimdi değilsen, yakında sen de DSİP'li olursun artık. Ancak, sorduğun soruda bir haklılık payı da yok değil ama konu bu değil, konu, son zamanlarda, DSİP’e ve bünyesindeki tekellerin ideolojik silahı olarak hareket eden kimi aydın kılığına girmiş sahte sol gömleklilerin protesto edilmesi üzerine koparılan fırtınadır. Tabii DSİPliler bunu bir reklam aracı olarak değerlendirip, fırtınayı körüklemekten pek hoşnut olmuşlardır ya olsun. DSİP’in ne anlama geldiğini bilenlerin, kafası onlar gibi çalışmadığı için, DSİP’i ve onun paralelinde hareket edenleri deşifre etmekten kaçınmamışlardır. Yani, senin sorunda sadece biraz haklılık payı vardır. Ama DSİP in geçmişi ile yüzleşmek isteyip istemediğini sormak başlı başına haklı bir sorudur. O nedenle bu sorunun cevabına katkıdır önemli olan. Yani sen bence sınıfta kaldın, Bay DSİP üyesi ve sempatizanı olmayan kişi. Ve ben bu nedenle de, teselli ikramiyesi olarak seni DSİP’in bünyesine almasını temenni ettim.

Buradan hareketle, bu soruyu öne çıkartan forumcunun bu soruyu sormakla kalmamış olmasının ve cevabını fotoğraflarla belgelemiş olmasının isabetli olduğunu belirtmek istiyorum. Ancak, buradaki kara noktalara ve işin özüne dair kısa bazı açıklamaların yararlı olacağını düşünüyorum.

Ama önce, bu forumda kimin kuzu, kimin kuzu kılığında kurt olduğunu, aynı anlama gelmek üzere, kimin gerçekten (olumlu anlamda) kurt olduğunu, kimin kurt gibi uluduğunu ve neyin at izi, neyin it izi olduğunu, yani kimin devrimci, kimin karşı devrimci olduğunu düşündürteceğine inandığım bir devrimci tanımı yapmak istiyorum.

Devrimci olmak, sosyalizmin bir yandaşı ya da genel olarak komünist olmak yetmez. Önemli olan, tek tek her an, zincirin tümünü elinde tutup, öteki halkaya sağlam bir biçimde geçebilmek için, hangi halkanın özellikle önem taşıdığını bulup çıkarmak ve tüm güçle o halkayı kavrayabilmektir.

Şimdi kara noktalar ve işin özü nedir üzerinde durabiliriz.

DSİP, geçmişte şeriata karşı CHP’nin yanında olmayı işaret ediyordu ve henüz 12 Eylül rejiminin yönetimi Kemalist yüksek kadrolardan çıkmamıştı. Dolayısıyla dinci akımların eline verilmemişti. Ama verilmeye çalışılıyordu. Verilirken de, Kemalist yüksek kadroların Kemalistliklerine halel gelsin istenmiyordu.
Öyle bir şey yapılmalı idi ki, hem yönetim iyiden iyiye dinci akımların eline teslim edilsin, onlar eliyle Kemalizmin köküne kibrit çakılsın ve bunu herkes Kemalizm zannetsindi. Ve oyun ince ince sahneye koyuldu.

Bu oyun, 12 Eylül faşist darbesinde olduğu gibi, yine emperyalizmin oyunu idi ve elbette 12 Eylül rejimi, yani tekellerin düzeni hızla yerleştirilmeye devam ediliyordu. Emperyalist kampın YDD si artık ulus devletleri kaldırmıyordu, yanlış anlamayın kendilerinin bu yapısı bozulsun istemiyorlardı, uzak ve zengin coğrafyaya sahip diyarlarda emperyalizmin YDDsi için gerekli idi ve bunun için de Kemalizm ruhunu, yurtseverlik duygusunu, vatan duygusunu ortadan kaldırmak gerekiyordu. Bu da ancak ulus devlet dinamiğini dolayısıyla Kemalizmi bozmak çöpe atmak demekti. Yerine Emperyalizmin küresel çapta yerleştirmeye çalıştığı dinsel akımların emperyalizmin çıkarları doğrultusunda egemen kılınması ve bunun için de dizayn edilmesi gerekiyordu. Çünkü din alanı genişlerse ve emperyalizme bağımlı kılınırsa, bilim alanı daralacak, ilerici güçler toplumsal olarak ve yaratılan karşıt toplumsal dinamiklerce de ablukaya alınacak, böylece işçilerin, emekçilerin, dar gelirlilerin, işsizlerin velhasıl toplumdaki ne kadar baldırı çıplak varsa hepsinin hem daha çok baldırı çıplaklaşması ve hem de daha çok köleleştirilmesi mümkün olacaktı. Ancak bunun için, hem bütün bunları kotaracak ve hem de emperyalizme neredeyse memur gibi bağımlı olacak bir yönetim gerekiyordu. Bunun anlamı şu idi, kahrolsun irtica, yaşasın yeni irtica! Ve 12 Eylül darbesinden bu yana dinci kadro yetiştiren o anlamda insanların aklını bozan imam hatiplerden önemli kadrolar yetişerek devlet ve bürokrasi yönetimine yerleşmişti bile.
Hatırlamak gereken o tarihlerde tarihsel önemde ne olduğudur.

O dönem, 28 Şubat süreci olarak hâlâ üzerinde konuşulan bir dönemdir. Biz şimdi, tarihe gelecekten geçmişe bakar gibi baktığımız için daha net gördüğümüz bir süreç var. 28 Şubat hamlesi, kime karşı yapılmıştı? Yani tanklar yürüyüşe çıkarıldığında ne diyordu? “İrticaya geçit vermeyiz.” ve medya neredeyse topyekûn, buna alkış tutuyor, tutmayanlar hizaya getiriliyordu. İrtica ile kastedilen ne idi, Erbakan hoca. Hem de TCnin yönetiminde, bir tarikat şeyhini sağ yanına, diğerini sol yanına oturtup mecliste yemek veriyor ve TSK nın MGKdaki ya da YAŞ’taki kimi kararlarına şerh koyuyordu. Ve bazı başka yaklaşımlarla irtica tehlikesini büyütüyordu. Buna izin verilemezdi. Ama İmam Hatip liselerinin çoğalmasına bir şey demeye gerek yoktu. Tehlike Erbakan hoca ve partisi idi. Bunun anlamı o zaman anlaşılmasa da, bu gün anlaşılmasının önünde hiçbir örtü kalmamıştır ve anlamı, yukarda arz ettiğim gibi, bu irticaı beğenmiyoruz, yeni bir irtica için bunu yıkmak gerekiyor.

Sonra ne oldu, Erbakan devrildi. Partisi de kapatıldı. Yerine yeni parti kuruldu ama eskinin yerini tutmadı. Ve içinden öyle bir akım çıktı ki. Hemen olmasa da, kısa zamanda, tanklar aslında irticaa değil, Erbakan’ın üzerine yürümüştü. Erbakan’ı gönderip, içinden çıkan daha dinci ve dini daha da bozan bir ekibe yol açılmıştı. Bu ekibin hazırlık sürecinde yaşanan bir ara dönem, bir koalisyon ve aniden Ecevit’in zorla hasta olması ve hastaneye kapatılması, kendisine 6–7 Ay yatak istirahatı verilmesi ve Başbakanlığı bırakmasının acilen ve önce doktoru, sonra adamı tarafından tavsiye edilmesi ve daha sonra da medyası ile işverenleri ile ve de yine yeniden TSK’sı ile Ecevit’in çekilmesinin sağlığı açısından yararlı olacağı yayıldı durdu. Ecevit’in hastaneden kaçıp, turp gibiyim demesi üzerine de, şimdi AKP’ye ateş püsküren Bahçeli’nin, hiçbir nesnel dayanağı olmadığı halde ve partisine bir kazanç sağlamayacağı belli olduğu halde koalisyondan çekilmesi, erken seçim yolunun açılması; Ondan önce Kemal Derviş’in bir Mesih misli paraşütle indirilmesi ve oynanan ayak oyunları Ve sonuçta erken seçim… Onun sonucu da çok vahimdir. Ve TSK’nın başında Hilmi Özkök vardır. Babası, kendi ifadesiyle imamdır. Neredeyse, AKP nin seçimlerdeki başarısını ilk o tebrik etmiş ve tebrik ederken Amerika’dadır. Ardından AKP’nin devlet yönetimindeki staj denilebilecek çalışmaları ve her seferinde bu çalışmalara neredeyse katkı sayılabilecek biçimde, reisicumhurun, önüne gelen çalışmaları veto edip, “şöyle şöyle düzeltin öyle gönderin” misli gerekçe yazması da cabası olmuş olan bir dönem….

Ve acemilik bitti, reisicumhur makamının da alınması ve AKP’nin iktidarının daha da güçlendirilerek uzatılması dönemi gelip çattı ve hemen, eskiden solcu diye bilinen Hasan Cemal abimize, bütün darbelere karşıyız, dedirtecek ve zincirleme reaksiyon başlatarak her yerde solcularla, dinci akımların dirsek temasında darbelere karşı omuz omuza yürüyüşleri yapmasını tetikleyecek 27 Nisan Büyükanıt muhtırası geldi. Ve reisicumhur seçimi -367 krizi-referandum sarmalında, cumhurbaşkanının halkoyu ile seçilmesi kararı çıksa da meclis aritmetiği ile yeni reisicumhur seçildi ve başbakan beklenirken, Başbakanın aday olarak göstermesi ile dış işleri bakanı Gül, reisicumhur oldu. Ondan sonra kader ağlarını ikinci kez örmeye başladı ve dünün şeriat karşıtları, solculuğu CHP yandaşlığında bulanlar, din özgürlüğünden, türban özgürlüğünden söz etmeyi solculuk saymaya başladı. Darbelere karşı olma dinamiğinden hareket etmek ise, en büyük ve kutsal solculuk olarak pompalandı. Hiçbirisi, darbelerin maddi temelinin ekonomik olduğunu, aynı anlama gelmek üzere sınıfsal olduğunu ve Emperyalizm bağlantısını aklına getirmiyordu. Bu tam bir emperyalist oyundu, hani eskilerin deyimiyle Bizans’ta ya da zorbada oyun boldur denildiği gibi, düşman yaratan bir politik oyun sahneye hızla konulmuştu. Hem Emperyalizmin YDDsine karşıt olanların tasfiye edilmesi kolaylaşacak ve hem de asıl düşmanın emperyalizm, gericilik ve tekeller olduğu yani kapitalizmin kendisi olduğu örtülenmiş olacaktı. İşte DSİP’in yeri tam buradadır ve macerasının özeti de budur.

Dinci akımların TC yönetimi üzerindeki hükümranlığını kurması için, önce Kemalist yüksek kadronun elini güçlendirmek, hepimiz CHP’liyiz, Kahrolsun şeriat modunu yükseltmek ve tehlikenin adı değişince, dinci akımlarla dirsek teması, iktidardaki temsilcileri ile kanka olmak yani bir önceki işbirlikçiliklerinin simetriği olan, tekeller üzerinden, dinci akımlarla işbirliğine girmek. İşte DSİP ve türlerinin geldikleri nokta bu olmuştur ve o noktadan devam ederek artık, sözde AKP ye karşı olmak ama referandum ile diktatörlüğe açılan kapıya onay vermek. İşte DSİP’in en son noktası da budur. Bir devamlılık ve uyum olduğu apaçık görülmektedir.

TSK düşmanlığını bir erdem sayarak günde beş vakit ve hâlâ darbeci lanetlemek, darbe gelecek, darbe geliyor, nerdeyse geldi, geldi geçti bile diye diye, dağa taşa bütün günahların sebebinin askerler olduğu yazılacaktır. Yazılmıştır yani. Yazanlar, 12 Eylül öncesi sosyalist hareketi ve sendikal hareketi CHP üzerinden Kemalizmin, burjuvazinin kuyruğuna takmak peşinde olanlar ve DSİP türleri, 28 Şubata destek olarak, Kemalist yüksek kadroların elini güçlendirmek için sabah akşam şeriat tehdidinden söz edenler ve CHP’yi kurtarıcı olarak gösterenlerdir. Yani her ikisinde de bir devamlılık ve politikalarında uyum var. Bunlar,12 Eylülün büyüttüğü ve 12 Eylüle gelirken katkıları olan çift inançlı sahte sol gömleklilerdir. Hiçbirisinin sosyalizmi boş verin, sol ile bile ilgileri yoktur. Yani sol ve sosyalist hiçbir zaman olmamışlardır.

Dün, yönetim yüksek Kemalist kadrolarda iken, görevleri ve asıl inançları gereği, elbette sosyalist hareketi onların kuyruğuna takmak isteyeceklerdi. Bu gün TC’nin yönetimi bizzat Kemalist yüksek kadroların teslimatı ile dinci akımların eline geçmiştir ve artık sosyalist hareketi Kemalizmin kuyruğuna takarak ortadan kaldırmanın mümkün olmadığının anlaşıldığı bir noktadır ve toptan ve emperyalizmin politikalarına uygun olarak kökünün kazınması söz konusudur. Sosyalizme dair bütün kavramların içinin boşaltılmasına devam edilirken, yani sosyalizm alanı bozulurken, diğer taraftan bir daha hiç ayağa kalkmamacasına, sosyalist hareketin üzerine çullanmanın dinamikleri oluşturulmaya devam edilmektedir. Sosyalizm alanını bozma konusunda uzman olan tekellerin ideolojik silahları konumundaki, DSİP ve Nabi Yağcı kliği türünden aktörler, bu konuda önemli mesafeler kat etmişler ve artık misyonlarını tamamlama noktasına yaklaşmaktadırlar.

Elbette DSİP türleri ve bünyesindekiler şimdi, bir devri kapatmak üzere, dinci akımların yanında olacaklardır. O zaman CHP’nin ve Kemalistlerin yanında olmalarının gerekçesi şeriatın tehdidi idi, bu gün dinci akımların yanında olmalarının gerekçesi darbe tehlikesi dolayısıyla özgürlüklerdir ki, içinde elbette din özgürlüğü de, türban özgürlüğü de vardır.
Yani DSİP TÜRLERİ VE BÜNYESİNDEKİLER DÜN NEREDE İSELER, ASLINDA BU GÜN DE AYNI YERDEDİRLER. DÜN DE, BU GÜN DE, TEKELLERİN KOLTUK DEĞNEĞİDİRLER. Öyleyse şaşılacak bir durum yok.

Ama buradan çıkartılacak sonuçlar var. DSİP türlerinin ve bünyesindekilerin gidecekleri en son yer ya dinci akımların gül bahçesidir, ya AKP nin gül bahçesidir ama her iki durumda da tekellerin gül bahçeleridir. Sonrası onlar için değişmez; tekellerin ideolojik silahı olarak nasıl olsa bir görev edinirler.

İşte sizlere, DSİP in politik macerasının ve yüzeyde bugün dün inandıklarına ihanet ediyor gibi görünen ama gerçekte ise, hep aynı yerde durduğunu gösteren politik yol haritası. Karar sizin, DSİP dün mü en devrimci idi, bugün mü en devrimci çizgidedir; yoksa dün mü en karşı devrimci, bugün mü en karşı devrimci çizgidedir; veya dün de 12 Eylül rejiminin normal seyrinde yerleşmesi için koltuk değnekliği mi yapıyordu ama yönetimde Kemalist yüksek kadrolar olduğu için onlara mı koltuk değneği idi, bugün de aynını yaparak bu kez, yönetimde olan dinci akımlara mı koltuk değnekliği yapmaktadır? Öyleyse verilecek karara göre, cevabın doğru olmasına yardım edecek soruyu da sormak gerek.

Soru şudur ve dikkatlice cevaplanması gerekmektedir, o nedenle bir yere not edip tekrar tekrar üzerinden geçmek yerindedir.

DSİP türleriyle ve bünyesindekilerle, sosyalizme giden yollar konusundaki fikir ayrılıkları temelinde mi tartışmak en hakkaniyetli yaklaşımdır, yoksa onlarla tekellere karşı verilen,12 Eylül faşist rejimine karşı verilen ideolojik mücadele temelinde mi tartışmak en hakkaniyetli yaklaşımdır.

Böylece bitiriyorum ve bitirirken hatırlatmak istediğim bir sözüm var; tekellere kin duymadan ve tekellerin düzenini benimsetenlere tiksinti duymadan devrimcilik olursa, işçi sınıfı ve emekçiler, sömürücüsünün sorunları için, kendi sorunlarına duyduğu üzüntüden çok daha fazla üzüntü duymaya başlar.

İşte DSİP gerçeğinin yüzeyindekiler ve derinindekiler bunlardır. Varın siz değerlendirin DSİP gerçeğini ve ne edelim, bu toprakları DSİP türlerine terk edip nerelere gidelim siz karar verin. Ya da, DSİP gerçekliği ile mücadele etmenin, tekellerle, emperyalist kapitalizmle ve toplumu tarihin gerisine götürenlerle mücadele etmekten ayrı olmadığını görüp, ona göre daha derinlere mi bakalım yine siz karar verin.

Demek ki devrimci olmak, kurtlarla birlikte uluyan köpekleri ayırt etmesini de, at izi ile, it izini ayırt edebilmeyi de, yani kimin devrimci, kimin karşı devrimci olduğunu fark edebilmeyi de başaracak bir hüner gerektirmektedir. Dolayısıyla ancak ondan sonra, zincirin bütün halkalarını elinde tutabilir, hangi zincirin sağlam olduğunu bulup, onu ortaya çıkartabilir ve onu sımsıkı kavrayıp, diğer sağlam halkaya bağlayabilir ve aynı zamanda, hangi halkaların çürük, hangi halkaların zincirin bütününü bozacak yapıda olduğunu da bulup çıkartabilir. Bu hem asıl düşmanın kim olduğunun, hem asıl düşmana karşı kimin dost, kimin düşman olduğunun tespiti demektir aynı zamanda.

Dolayısıyla DSİP türlerinin en önemli işlevinin, asıl düşman konusunda ve asıl düşmanın dostları ile düşmanları konusunda akıl bozucu ideolojik sis bombaları fırlatmak olduğunu görmek de, göstermek de kolaylaşır.

DSİP üzerinden verdiğim bu ders, anlattığım macera, tekellerin ideolojik silahlarına aynı anlama gelmek üzere, sosyalizm alanını bozmakla görevlendirilmiş çakallara ve yine aynı anlamda olan içimizdeki devrimci kılığındaki karşı devrimcilere dair macera gerçek devrimcilere ve devrimci olmak için yürekten hareket eden ve yerinde duramayanlara önemli ipuçları vermektedir. Bu ipuçları ile hem kendilerinin devrimciliğe ne kadar yakın olduklarını ve hem de, devrimci kılığında olan karşı devrimcilerin kimler olduğunu daha kolay göreceklerine inanıyorum.

Lenin’in deyimiyle, benim yaptığım, DSİP türünde ve Nabi Yağcı türündeki Tekellerin ideolojik silahı olarak çalışanların üzerindeki sol jelâtini kazımak ve altındaki karşı devrimci özü ortaya çıkartmaktır ve devrimcilerin önüne koymaktır. Karar kendilerinindir. İster kazıdığım jelâtini düzeltmeyi ve onların en devrimci olduklarını haykırmayı bir devrimcilik sayarlar, ister kazıdığım için, tekellere kin duyacaklarına bana duyarlar, isterlerse, benim kazıdığım yerden daha fazla kazıyarak onları iyice çıplak bırakırlar.

Benim tarihsel sorumluluğum ve görevim bu kadar. Gerisi işaret ettiğim devrimcilere kalıyor.

Fikret UZUN
05 Ocak 2011

Hiç yorum yok: