27 Şubat 2016 Cumartesi

TAK HİKÂYESİ VE NASIR’IN SIRRI



TAK HİKÂYESİ VE NASIR’IN SIRRI
Hıdır Sarıkaya

Kandil’de Osman Öcalan ve Cemil Bayık ile konuştum. Bana şunu söylediler: “Biz özel bir terörist güç kurduk. Tamamen bir terör dalgası yaratacak. PKK’den bağımsız bir güç olacak bu ve sadece Cuma ile ilişki içinde olacak. Güç sonuna kadar yetkili olacak ve istediği kadroları kendisi belirleyip alacak.”

Bayan gerilla komutanı Gulan’ın katli, 2002 baharında Cemil Bayık’ın emriyle Rumet adlı bir bayan tarafından gerçekleştirildi. Amaç, bayan yapısını tamamen kişisizleştirerek kendilerine bağlamaktı. Sonuçta bu büyük oranda başarıldı. Öte yandan Gulan’ın ölümünden de Nasır sorumlu tutuldu. Oysa Nasır o zaman hareket bile edemiyordu, gözlem altında veya tutukluydu.

Dikkat çekici bir şey var: Xinêre’de yapılan 2002 Eylül toplantısında doğrudan üzerimize geldiler.

Bu dikkat çekiciydi. Yönelim tepeden, en üstten gelişiyordu. En üstten. Türk devleti o zaman da açıklıyordu: Af çıkarılabilir, ama bir grup yönetici kadro dışında tutulmak kaydıyla. İşte tasfiye edilmek istenen kadro budur.

Tam o dönemlerde Amerikalıların dile getirdiği bir Norveç planı vardı. Bu da bir alternatif plandı. Buna göre de yönetici belli kadrolar Norveç’e sürgüne gidecekler, geri kalanlar ise bir af yasasıyla teslim alınacaklar.

O Eylül toplantısında farkettiğim temel şey, bir tasfiyenin gündemde olduğu ve bunun arkasında da devlet ve Öcalan’ın bulunduğu izlenimiydi.

Aslında Türk devleti kendi kadrolarını kullanarak bu tasfiyeyi gerçekleştirmeye kalksaydı, mümkün değil bu kadar başarılı olamazdı. İşte; daha ayrılmanın gündemde olmadığı bir dönemde, Botan’ı öldürmek için dağdan Musul’a bir tim gönderilmişti.

Botan orada vurulacak, direnişçilerin ya da teröristlerin veya islamilerin üzerine atılacaktı. Ya da MİT vurdu denecekti. Bir fark kalıyor: O zaman öldürülseydi şehit ya da kahraman olacaktı, bugün ise hain denmektedir.

O dönemlerde Şilan adlı bir bayanın da içinde olduğu bir grup esrarengiz biçimde Musul taraflarında imha edildi. Buna bağlı olarak hemen akabinde Kemalê Sor’u PKK timleri vurdu. Yani PKK burada kendi yaptığı bir eylemi başkasının üzerine atıyor, ardından bunu gerekçe yaparak cinayet zincirini devam ettiriyor.

2002 Eylül toplantısı, sözde legal sahadaki partinin genel başkan adaylarını tesbit etmeye ve yaklaşan seçimlerde ittifak politikasını belirlemeye yönelikti. Toplantının başlarında Konsey, bir konuda anlaşmazlığa düşmüş ve uzlaşamamıştı. Ve Konsey kendi arasında özel bir oturum talep etti.

Biz reddettik, merkez burada hazırken ayrıca dar bir Konsey toplantısı gerekli değildir dedik. En fazla usule yönelik toplantı gidişatını belirleyebilir dedik. Buna rağmen üç gün süren bir toplantı yaptılar. Ama sürekli gerginlik vardı, kavgaların yaşandığı anlaşılıyordu.

Ferhat daha sonra bunu izah ederken, “konu sizin tasfiyenizdi” dedi. Orada Konsey bizim tasfiyemiz konusunda bir uzlaşı sağlayamadı ve toplantıya öyle girildi. Bu toplantıyı anlatırken daha sonra Cemil Bayık, “yılanı o zaman yaralı bıraktık, ezemedik” demişti.

Toplantının ilerleyen gündemlerinde kadroların durumu tartışılırken, Murat Karayılan bir açıklama yaptı. Bunlar belgelidir. Açıklaması şuydu. “Yekiti Kandil’de Nasır’ın tutuklu bulunduğu birliğe saldırmış. Nasır’ı kaçırmak istemişler.

Çatışma çıkmış. Çatışma sonucunda nöbetçiler de paniğe girmiş. Nasır’ın hücresine giriyorlar. Ağır yaralı olduğunu görüyorlar. Yapacak bir şey yok. Kaçırılma olasılığı da olduğu için, nöbetçi kafasına sıkıyor ve öldürüyor.”

Bu açıklamadan sonra ara verildi. Ben Cemal’in yanına giderek, olayın gerçek biçimini bana anlatmasını istedim. “Anlattık ya” dedi. “Hiç bir şey anlatmadınız” dedim, “ben de tanıyorum Kandil’i, sen de tanıyorsun: Ben de savaş yürütücüsüyüm, sen de. Yekiti’yi de tanıyoruz.

Bu anlatılanların hiçbir mantıklı yanı yok. Ben gerçek neyse onu istiyorum. Benden de mi saklayacaksınız?” Karayılan başladı:
“Hevalê Ekrem, en güvendiğim kişi sensin. Senin bu tarzda bana yaklaşmana anlam veremiyorum. Benim ağzımdan çıkan söz benim namusum, şerefimdir.

Sen bana böylece şerefsiz demek istiyorsun. Çok alındım. Bana güvenin yoksa birlikte çalışamayız.

Ben sana olayı olduğu gibi anlatıyorum, sen bunun arkasında art niyet arıyorsun.” Böyle uzayıp giden bir konuşması oldu. Ama tam anlamıyla anlatımlarının doğruluğu konusunda ısrar etti.

Çok iyi hatırlıyorum, kıpkırmızı olmuştu. Aradan bir ay kadar bir süre geçti, Ben bir araba kazası geçirdim, yaralandım ve tedaviye gittim. Tedaviden döndüğümde Kandil’e geldim. Cemal ile görüşüp Xinere’ye geçecektim.

Buradaki Özel Kuvvetler ve İstihbarat kadrolarından birçoğunu tanıyordum. Nasır olayının bizzat içinde yer alanların bana verdiği bilgi çok farklıydı.

Gerçek Cemal’in anlattıklarının tam tersiydi.

Ortadaki duruma göre Cemal üçkağıtçı, düzenbaz biri oluyordu. Olayı bizzat organize eden Cemal’di. Nasır’ı, lojistik kurumunun bulunduğu köyden alıyor, yukarıda kendi karargahına yakın bir yerde, bizzat düzenlediği bir özel kuvvet takımını da başına veriyor.

Takım özel seçilmiştir. Cemal, takım üyeleriyle özel konuşuyor ve şöyle diyor: “Kesin istihbarat almışız. Yekiti Nasır’ı bir baskınla kaçırmak amacıyla özel bir grup kurmuş. Buraya saldıracak. Nasır’ın yerini bu nedenle değiştiriyoruz. Ne pahasına olursa olsun Nasır kaçırılmamalı.

Sonuna kadar çatışacaksınız, direneceksiniz. Çaresiz kalırsanız da Nasır’ı bizzat vuracaksınız.

Çünkü Nasır’ın kaçırılması, Zeki’nin bizim başımıza açtığından daha fazlasını açacaktır. Zeki kaçırıldı, Önderliğin yakalanmasına yol açtı. Nasır kaçırılırsa PKK’yi bitirir. Bunun için ne pahasına olursa olsun kaçmamalı. Yoksa hepinizi sorumlu tutarız. Partinin emniyeti artık sizin omuzlarınızdadır.”

Daha sonra Cemal, oradaki Özel Kuvvetlerin başında bulunan Nemrut ile, Deli Akif ve galiba Serdar adlı biriyle özel konuşup bunları Nasır’ın komplo ile imha edilmesi için görevlendiriyor. Cemal, “ben Levje tarafına gidip bir süre kalacağım” diyerek karargahtan ayrılıyor. Aynı gece Nasır’ın bulunduğu yere sözde bir saldırı yapılıyor. Bizzat Nemrut’tan dinledim.

Cemal Nemrut’a şunu söylüyor: “Sen ayrılacaksın yerinden, bir iki ses bombası atıp biraz kurşun sıkacaksın.

Bu arada da nöbetçiler içeriye girip Nasır’ı vuracaklar.” Gerçekten de Nemrut, “yukarıdaki özel kuvvetler birliğinin yanına gideceğim” diyerek ayrılıyor. 15 dakika sonra bombalar patlıyor ve silah sesleri geliyor. Nöbetçiler Nasır’ın hücresine bombalar atıyorlar. Nasır ağır yaralanıyor.

Nöbetçi içeri girerek başından vuruyor. Sonra bilgi vermek için Nemrut’u arıyorlar cihazdan.

Yukarıdaki birlik Nemrut’un kendi yanlarına gelmediğini bildiriyor. Olaydan on dakika sonra Nemrut geri geliyor. “Yekitinin saldırısını püskürttünüz” diyor.

Hemen Cemal’e bilgi veriyorlar.

Cemal de, şurayı tutun, burayı tutun, şurdan kaçabilirler diyerek, özel kuvvetlerin tümünü harekete geçiren büyük bir operasyon düzenliyor.

Hayali bir düşmana yönelik bir operasyon. Bazı köylere baskınlar yapılıyor, Yekiti güçlerine yardım ettikleri iddiasıyla bazı köylüler de tutuklanıyor.

Daha sonra Osman Öcalan anlatmıştı. Cuma, Cemal, Abbas, Karasu ve Osman birlikte bir tartışma yürütüyorlar. Nasır’ın öldürülmesi burada kararlaştırılıyor. Osman kendisinin çekimser kaldığını söylüyordu. Uygulama görevini de Cemal’e veriyorlar. Cemal, “bana özel bir talimat verin, yapayım” diyor.

Cuma, “talimatı ben veriyorum” diyor. Ve böylece uygulamayı yapıyor. Biz bu olayı her toplantıda gündeme getirdik, peşini bırakmadık. Önce kabul etmediler, ancak olayı izleyen ilk Kongrede Cuma, Nasır’ı vurma talimatını kendisinin verdiğini herkesin önünde açıkladı.

Bunlar da gösteriyor ki, Cemal’in “gökten taş da düşse bizden bilecekler, benim adımı karalıyorlar” demesi boş laftır. Birkaç saf yurtseveri kandırabilir, ama Cemal’i ya da PKK’yi tanıyanlar açısından bu izahatlar gülünçtür.

İşte Nasır olayı. Ben de merkez komite üyesiyim ve özel olarak sormama karşın benden ve diğer merkez üyelerinden bile olayın gerçeğini gizlemişti. O zaman söylediği “benim sözüm şerefimdir” lafı ne kadar tersini içeriyor idiyse, şimdiki izahatları da öyledir. Kani Yılmaz cinayeti ardından Cemal’in yaptığı açıklamalar tamamen yalandır.

Cemal’in kaba bir cesaret tarafı olsa da, siyaseten hep ürkek, yaptığı hiçbir eylemin siyasal sorumluluğunu üstlenemeyecek kadar korkak bir kişidir. Cemal, Öcalan’ın çevresinde en çok kalan kişidir, Suriye’de kaldığı dönemde işlenen cinayetlerde imzası vardır ve o tarzını esas olarak oradan almıştır.

6. Kongrenin ardından, Öcalan’ın yakalanmasından sonra, özel bir terörist grup kurulmuştu. Bu grubun başına da Nasır’ı vermişlerdi. Nasır bir iki ay kaldıktan sonra, bir ara grupları Türkiye’ye geçirmek ve izlemek amacıyla Ermenistan’a kadar gitti. Döndükten sonra “ben bu işi yapmayacağım” dedi.

O zaman Nasır’ı Behdinan’a gönderdiler ve beni de şifreli bir talimatla acilen Kandil’e çağırdılar. Nasır ile o zaman konuştum. Şöyle dedi: “Beni harcamak istediler. Ben kendimi zor kurtardım. Sıra sende şimdi. Kendine dikkat et” dedi. Ne demek istediğini sordum. “Gidince görürsün” dedi.

Kandil’de Osman Öcalan ve Cemil Bayık ile konuştum. Bana şunu söylediler: “Biz özel bir terörist güç kurduk. Tamamen bir terör dalgası yaratacak. PKK’den bağımsız bir güç olacak bu ve sadece Cuma ile ilişki içinde olacak.

Güç sonuna kadar yetkili olacak ve istediği kadroları kendisi belirleyip alacak.”

Bu güç için ayrılan ödenek ise 1 Milyon Dolardı.

Bu gücün komutasını da bana vermek istediler.

Ben şunu söyledim: Bu benim tarzım değil. Ben yaptığım her eylemi üstlenirim ve üstlenmeyeceğim eylemi de yapmam. O halde ne düşündüğümü sordular.

Ben, eylem yapmayan ama istihbarat toplayan bir örgütün daha çok gerekli olduğunu söyledim. Böyle bir kurumu oluşturmaya varım, dedim.

Bu terör grubunun başında olmayı esasta Cemal istemişti. Çünkü “vur ama üslenme” tarzı ona uygundu. Ancak herhalde siyasal kaygılarla bu görev ona verilmemişti. Daha sonra 2003 Ağustos sonundaki askeri Konsey toplantısında Cemal, “yaptığımız öneri kabul edildi ve TAK kuruldu” dedi.

Özel kuvvetler içinde bir birimdir bu. Ama PKK dışında gibi gösterilmektedir. Bunun tutanakları mevcuttur. TAK, doğrudan özel kuvvetler komutanlığına bağlıdır. Ve yaptığı eylemleri PKK üslenmez. Bundan önce Nasır’a uygulatılmak istenen terör biriminin adı da, Kürt İntikam Tugayı’dır.

Bütün bu terör karmaşasının fikir babası ve onay mercii, Abbas ve Cuma’dır. Planlamasını ise Cemal yapmakta, pratik uygulama kısmı ise Bahoz’a verilmektedir. İşleyişi budur.

TAK örgütünün Türkiye’de yaptığı eylemler ile JİTEM’in eylemleri arasında bir benzerlik vardır. Hatta JİTEM’in eylemleri bazı durumlarda daha niteliklidir.

Şırnak’ta cumhuriyet savcısının arabasının bombalanması, Şemdinli’de bir karakolun önündeki patlama gibi JİTEM eylemleri ile TAK’ın İstanbul’da Galata köprüsüne bomba koyması, Boğaz köprüsüne bomba koyma girişimi, Bağcılar’da, pastanelerde veya çöp kutularında patlatılan bombaların mantığı aynıdır. Doğrudan bir ilişki var mıdır, bilemem. Ama bunlar dikkatle izlendiğinde her ikisinin de gizli bir yerden eşgüdüldüğü anlaşılabilir.

İlginç olan noktalardan biri ve belki de en önemlisi şudur: İçeriye, PKK kadrolarına karşı amansız bir savaş yürüten Cuma, uzaktan ya da yakından bir Türk askeri görmüş değildir.

Yine Türk ordusuna karşı herhangi bir eylem kararı da, proje düzeyinde de olsa bir uygulaması olmamıştır. Örgüt içi infazların temel sorumlusu ve emir merciidir. Ana karargah komutanlığı yaptığı dönemlerde dahi, yaptığı iş sadece tekmilleri almaktır.

Hiçbir savaş operasyonu kararı ya da planlaması olmamıştır. Gerek Öcalan’ın emriyle, gerekse de kendi inisiyatifiyle, bilinen 300’e yakın PKK kadrosunun öldürülmesinden doğrudan sorumludur.

İşte, 2002 baharında kadın kongresi sırasında gizlice Gulan adlı kadın komutan da, Cuma’nın emriyle Rumet adlı bir kadının eliyle öldürülmüştür. Daha sonra bu Rumet güya Avrupa’ya gönderiliyor. Şam’a kadar gidiyor, ondan sonra da kendisinden haber alınamıyor. Büyük ihtimalle Nasır’ı öldürten Nemrut’un başına gelen şey onun da başına geldi, öldürüldü.

Nasır komplosunun pratik uygulayıcı komutanı Nemrut, birkaç ay sonra Botan’a gönderildi.

Ve Güya Habur suyunu geçerken boğularak öldü. Nasır’ı öldüren mermiyi sıkan Serdar da, güya Amanos’lara gönderildi ve Suriye sınırını geçtikten sonra yakalandığı karakolda kayboldu. Bir tek Deli Akif kalıyor geriye, onun da nerde olduğu belli değil.

Kani Yılmaz’ın vurulmasının nedenleri şunlardır: Kuzey Kürdistanda geliştirilen Demokratik Çalışma Grubu’nun toplantıları, Kürt ulusal demokratik güç birliğinin gelişme göstermesi, hem geleneksel inkarcı Türk devlet çevrelerinin, hem de PKK’nin çıkarlarına aykırıdır.
Kürtler için demokrasi, devlet manipulasyonunu önemli oranda kıracağı için aykırıdır.

Kürtler adına söz söylemek için farklı kesimlerden kişi ve kurumların bir araya gelmesi, şimdilik zayıf da olsa ulusal birlik doğrultusunda bazı adımların atılmasının önünü kesmek için Hikmet Fidan ve Kani Yılmaz cinayetleri işlenmiştir. Bu tamamen bir imha hareketidir.
Kani Yılmaz, Sabri Tori ve diğer arkadaşlarımızın öldürülmesinin Kürt halkına verdiği zarar ve Türk geleneksel inkarcı çevrelerine sağladığı yararı bir çocuk bile anlayabilir.

Dünün kahramanları, en değerli kadroları, bir çırpıda hain ilan edilerek öldürülüyor. Bu düşmanın isteyip de yapamadığı, ama ancak PKK eliyle başardığı bir iştir. Proses şudur: Bir af ilan edilecek, ama affedilmeyecek kadronun listesi generallerce çıkarılmıştır.

Ve bu ihalenin taşaronu da PKK olmuştur. Bu süreç PKK içinde de devam edecektir. Orada da tasfiyeler yaşanacaktır. Esas hedef şudur: Bir döneme öncülük etmiş komuta ve savaş kadrosunun ortadan kaldırılması. Af yasasının çıkartılması için önkoşulun bu olduğu anlaşılıyor. Ve tüm bu cinayetlerin arkasında, PKK eliyle pratiğe geçse de, Türk devletinin şoven güçleri vardır.

Çünkü PKK açısından da ele alındığında, siyasal olarak PKK Kani Yılmaz gibi bir eski öncü kadrosunun öldürülmesinden sadece zarar görebilir. Dolayısıyla burada siyasi bir amaç aranmamalıdır. Verilen bir emir vardır ve bu yerine getirilmektedir. Bir Türk emniyet yetkilisinin açıklamalarını hatırlıyorum: 500 kadar PKK özel kuvvet mensubunun ellerinde olduğunu söylüyordu. Bunların çoğu teslim olmuştur ve JİTEM’in elinde kullanılan güçler durumundadır.

Kani Yılmaz’ın katledilmesinden sonra, Küçükgüneyli Şahin’in 15 Şubat komplosunun gerçekleştirilmesinde Kani Yılmaz’ın payı gibi saçmalıklar dizisini ortaya atması, cinayeti meşru gösterme çabasıdır.

Ve Karayılan’ın cinayeti üslenmeyen açıklamaları da aynı komedinin başka bir perdesidir. Öcalan’ın yakalandığı dönemde Avrupa sorumlusu Şahin’dir.

Tek yetkilidir. Kani Yılmaz ise bizzat Öcalan tarafından Ali Haydar Kaytan ile birlikte apar topar Kürdistan’a gönderilmiştir. Komplo, büyük güçlerin bir planlamasıdır. Şu veya bu bireyin böyle devletlerarası bir düzenlemede rol alması düşünülemez.

Karayılan gerçeği söyleme gücü ve cesaretinden yoksundur.

O aldığı emirleri uygulamaktadır. Emirlerin kaynağı ise belirsizdir ve bunları ancak eylemlerin amacından yola çıkarak anlamak mümkündür. Buradan bakınca PKK’nin eylemleri, yalnızca Türk devletinin en şoven kesimlerine yarar sağlamaktadır.

Not: Ben yazıyı Kurdistanaktuel’ den aldım. Onlar nerden aldıklarını söylememişler.

Ama çok önemli bir tarihi belge. O nedenle BB’ ye alıyorum.

BB. Editörü

Ben de BB'den aldım ve "Gericiliğe karşı aydınlanma hareketi" başlığında tartışılırken, TAK' a kadar gelen sözünü ettiğim gericiliğin muhipliğinde kararlı olduklarını açık ederek işkembe-i kübradan atan vaizlerle, kulaktan dolma ve refleksi bilgilerin gezici vaizliğini yapanların zihinlerini açmak üzere katkım olsun diye aktarıyorum!

Fikret Uzun

26-Şubat-2015

Hiç yorum yok: