1 Aralık 2014 Pazartesi

UZLAŞMA YA DA KOMPROMİ SEVDALILARINA VE KUYRUKLARINDAN AYRILMAYANLARA!

UZLAŞMA YA DA KOMPROMİ SEVDALILARINA VE KUYRUKLARINDAN AYRILMAYANLARA!

Türkiye'de Lenin'in “Sol Komünizm” çalışması, aslında yayınlandığı tarihte değil 12 Eylül'e yaklaşırken değerlendirilmiş ve daha çok da 12 Eylül sonrası, Eylülist rejimin yerleşme aşamasında Dünya ve Türkiye işçi sınıfı ve sosyalist hareketlerinde her türlü geri dönüşlerin teorik dayanağı yapılmasına karşı, hem Lenin çizgisinde kalmak ve hem de bu çalışmanın değerini tartışmaya açmak için değerlendirilmişti.

Ancak yeterince değerlendirilemediği ve sosyalist hareketlerdeki ve işçi sınıfı hareketindeki gerilemeye önemli oranda dayanak yapılmış olduğu görülmektedir. Ancak şu da görülmektedir ki, bu çabalar gene de sosyalist hareketteki gerilemeyi yeterince veya istenildiği oranda sağlayamamıştır; herhalde bu nedenle DSİP'in düzenlediği “Marxizm” içerikli panellerde konuşmayı pek seven Sinan Özbek pirimiz'in 2012 yılında ve bilumum devrim kaçkını azap zebanisinin toplandığı ALTÜST dergisine yazdığı bir makale, bugün ısıtılarak “uzlaşma'nın kesinkes kötü bir şey olmadığı”nı akıllara sokmak üzere servis edilmiştir!


Demek ki, hâlâ, Lenin'in bu çalışması, ekonomik planda değil, dünya ölçüsünde teorik ve politik bir yumuşamanın ve emperyalizm ile “barış içinde bir arada yaşama” politikasının habercisi olarak benimsenmektedir!

Lenin'in bu çalışmayı Komintern'in ikinci kongresine yetiştirmek üzere yazdığı bir sır değil; bir yıl öncesinde başlayan Avrupa'nın sosyalist ve işçi partilerinin radikal kanatlarının, yerlerini terk ederek komünist partileri kurmaya özendirme ve hatta zorlama çabalarının tersine bir politikayı öneriyor.

Komünistler, bu kez, bir yıl önce ayrıldıkları partilerle beraberliğe özendiriliyor veya zorlanıyorlar; buna uymayanlar, çocukluk hastalığına yakalanmış sayılıyorlar!

Bu tarihten, 1929 yılında Stalin tarafından “Sınıfa Karşı Sınıf” politik formülasyonu öne sürülünceye kadar, Sovyetler Birliğinin de Komintern'in de temel görüşü yumuşaklıktır.

İşçi cephesi biçiminde de olsa,“cephe” ve “barış içinde bir arada yaşama” türünden politik formüller ilk bu dönemde telaffuz ediliyor; Lenin, Trotsky ve Stalin, bu politikalarda birliktedirler.


NEP (Yeni Ekonomik Politika) da bu zaman aralığınde egemen oluyor!
Lenin bu çalışmasında İşçi sınıfı ve sosyalist hareketlere bir “gerileme” politikası önerirken, bunun yanında bir de Ekim Devriminin politik ve bilimsel çözümlemesini de yapıyor; Ekim Devrimi'nin sonrasında kurulan ilk işçi devletinin karşı karşıya olduğu tehlikelere dikkat çekiyor.

Lenin, bu çalışmasında, bu tehlikelere dayandırarak,yok olmaktan kurtulmanın kaçınılmaz veya doğal politikası olarak gördüğü geçici “ricat” politikasını ortaya koyuyor!

Lenin, Kautsky'nin, bir dönek değil de henüz bir marksist olduğu o çok gerilerde kalan zamanlarda, 1902 yılında, soruna tarihçi gözüyle bakabilmiş olduğuna ve Rus proletaryasının devrimci ruhunun Batı Avrupa için örnek olabileceği bir durumun gerçekleşmesini ihtimal dahilinde gördüğüne işaret ederek, devrimci İskra'ya yazdığı "Slavlar ve Devrim" başlıklı bir yazısına atıfta bulunuyor.

Kautsky, bu yazıda şöyle diyordu:


"Bugün [1848'den farklı olarak] Slavların sadece devrimci halklar safına katıldıklarını değil, aynı zamanda, devrimci fikir ve eylemin ağırlık merkezinin gittikçe Slavlara doğru yer değiştirdiğini düşünebiliriz. Devrimin merkezi, Batıdan Doğuya doğru kaymaktadır...”

Hatırlatmasını ”On sekiz yıl önce, Karl Kautsky, ne güzel de yazarmış!” diyerek bitiren Lenin, bir kaç paragraf öncesinde, bir sosyalist devrimin, eylemli bir bilinçle, gelişmiş ülkeler proletaryasının bilincini sarsacağını düşünerek ama yine de gelişmiş ülkeler proletaryasının gerçekleştireceği bir devrime öncelik vererek olsa gerek, “ ...proletarya devriminin (başka bir ülkede) zaferinden sonra, bu devrim gelişmiş bir tek ülkede gerçekleşse bile, pek muhtemeldir ki, durumda meydana gelecek ani bir değişiklik sonucunda Rusya, bu devrimden hemen sonra gene örnek bir ülke olmaktan çıkacak, ("Sovyetik" ve sosyalist bakımlardan) geri bir ülke durumuna gelecektir. “ diye yazıyor.

Ancak, 1920 yılına gelindiğinde, beklenen bu devrimin gelmeyeceği hemen hemen kesinleşiyor ve artık Lenin, geri bir ülkede gerçekleştirilen bir devrimle kurulmaya başlanan bir sosyalizm ile karşı karşıya kalıyor.

İşte “Çocukluk Hastalığı”nda Lenin, tarihin önüne koyduğu bu sorunu yazıyor :

“ Avrupa parlamentolarında gerçekten devrimci olan bir parlamento fraksiyonunu yaratmak, Rusya'dakinden çok daha zordur. Bu, besbelli. Ama bu, 1917'nin son derece orijinal somut tarihi koşulları içinde Rusya'nın sosyalist devrime başlamasının kolay olduğu, buna karşılık sosyalist devrimi sürdürüp amacına vardırmanın Rusya için Avrupa ülkelerine kıyasla daha zor olacağı yolundaki genel gerçeğin özel bir yönünden başka bir şey değildir. “

Lenin, çok açık olarak, devrimi sürdürmenin ve sonuca götürmenin zorluğuna vurgu yapıyor.

Lenin zorlukları şöyle anlatıyor:

“Biz, Rusya'da (burjuvazinin iktidardan uzaklaştırılmasından iki yıl sonra), henüz kapitalizmden sosyalizme ya da komünizmin en aşağı aşamasına geçiş yolunda ilk adımlarımızı atmaktayız. Sınıflar vardır ve varlıklarını sürdürmektedirler ve proletarya iktidara geçtikten yıllarca sonra da, her yerde, varlıklarını sürdüreceklerdir. Bu süre, belki köylülerin bulunmadığı, ama buna karşılık küçük patronların sayısının yüksek olduğu İngiltere'de daha kısa olacaktır. Sınıfları ortadan kaldırmak, sadece büyük toprak sahiplerini ve kapitalistleri kovmak değildir –bizde bu, nispeten kolay oldu–, sınıfları ortadan kaldırmak demek, küçük meta üreticilerini de ortadan kaldırmaktır; oysa bunları kovamayız, bunları ezemeyiz, bunlarla iyi geçinmek zorundayız.

Bunları değiştirebiliriz, yeniden eğitebiliriz (ve öyle yapmalıyız da). Ama çok uzun, çok yavaş ve çok dikkatli bir örgütlendirme çalışmasıyla bu yolda başarı sağlayabiliriz. Bu küçük üreticiler, proletaryayı her yandan bir küçük-burjuva havası içine hapsederler, proletaryayı etkilerler, onun bilinçlenmesine engel olurlar; bunlar, proletaryanın saflarında durmadan, karakter yoksunluğu gibi, dağınıklık gibi, bireycilik gibi, büyük heyecandan umutsuzluğa geçiş gibi küçük-burjuvaziye özgü niteliklerin yer edinmesini sağlarlar. Buna karşı direnebilmek için, proletaryanın örgütlendirici rolünü (bu onun başlıca rolüdür) başarıyla ve zafere kadar yerine getirmesini gerektiği gibi sağlayabilmek için, proletaryanın siyasi partisi, kendi saflarında sert bir merkezi yönetim ve disiplin hüküm sürdürmelidir. Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı, kanlı ve kansız, şiddete başvuran, barışçı, askeri, iktisadi, eğitici ve idari inatçı bir savaştır.

Milyonlarca ve on milyonlarca insandaki alışkanlık gücü, en korkunç güçtür. Savaşta çelikleşmiş bir parti olmadan, söz konusu sınıf içinde namuslu olarak ne varsa onun güvenini elde etmiş bir parti olmadan, yığının ruh haletini izlemesini bilen ve bunu etkileyebilen bir parti olmadan, bu savaşı başarıyla yürütmek olanaksızdır. Merkezileşmiş büyük burjuvaziyi yenmek, milyonlarca ve milyonlarca küçük patronu "yenmekten" bin defa daha kolaydır; oysa bunlar her günkü alışılagelen, gözle görülmeyen, elle tutulmayan eritici eylemleriyle burjuvazi için gerekli aynı sonuçları, burjuvaziyi yeniden iktidara getirecek olan sonuçları gerçekleştirmektedirler. Proletaryanın partisinin demir disiplinini (özellikle diktatörlüğü sırasında) azıcık da olsa zayıflatan kimse, gerçekte, proletaryaya karşı burjuvaziye yardım etmektedir. “

Böylece Lenin, bir yandan her zaman kapitalizmi yaratacak olan küçük meta üretimin ortadan kaldırılmasının daha zor olduğuna ve küçük burjuvazi var olduğu sürece kapitalizmin dokuz canlı olduğuna işaret ederken; diğer yandan, proletarya diktatörlüğünün önemi ve gereğine dikkat çekiyor; böylece Ekim Devriminden bir kaç yıl sonra, kapitalist restorasyonun fidelikleri ile proletarya diktatörlüğünün gerekliliğini aynı paragraf içinde vurgulamış oluyor!

Öte yandan, Lenin'in, küçük meta üretiminin yenilmesinin uzun zaman alacağını saptaması, bu duruma teslim olmayı değil, tam tersine, daha kararlı, sabırlı ve daha inatçı bir mücadelenin gerektiğini ortaya koyuyor.

Demek ki, Lenin'in daha o tarihte gördüğünü, biz hâlâ göremiyoruz!
Yani, gelişmiş kapitalist ülkeler var olduğu sürece, işçi sınıfının iktidarı aldığı ülkelerde her zaman kapitalist restorasyon tehlikesi var demektir; çünkü, gelişmiş kapitalist ülkelerin burjuvazisi, sosyalist ülkelerdeki küçük ölçekli üreticilerle ve bu arada burjuvalarla bağ kurmaktan geri kalmazlar ve küçük üreticileri çoğaltıp büyüterek, kapitalizmi yeniden kurma yollarını ararlar.

Lenin aynı çalışmada şöyle devam ediyor:


“Proletarya, proleterden yarı-proletere (işgücünün satışından geçimini ancak kısmen sağlayan yarı-proletere), yarı-proleterden küçük köylüye (şehir ve köydeki küçük zanaatçıya, genel olarak küçük işletmeciye), küçük köylüden orta köylüye vb. geçişi yansıtan son derece çeşitli sosyal tiplerle çevrili olmasaydı; proletaryanın kendisi de, mesleki gruplar gibi, bazan dini vb. gruplar gibi kategorilere bölünmeseydi, kapitalizm, kapitalizm olmazdı.”

Demek ki, Lenin daha o tarihte ve çok yerinde olarak, proletaryanın, bilimsel anlamda, küçük burjuvaziyle, küçük meta üreticileri ile sarıldığına işaret etmiş oluyor ki, bu konuda bile hâlâ net olunmadığı ortadadır!


Ve buna dayanarak Lenin,”Proletaryanın öncüsü için, onun bilinçli bölümü için Komünist Partisi için, gerektiğinde zikzaklı, dolambaçlı yoldan yürümenin, ayrı ayrı proleter grupları ile ayrı ayrı işçi partileri ve küçük üreticiler partileriyle anlaşmalar yapmanın, uzlaşmalara varmanın gereği bundan doğmaktadır. Sorun, bu taktiği, proletaryanın genel olarak bilincini, devrimci ruhunu, mücadele etme ve yenme yeteneğini düşürecek değil, yükseltecek biçimde uygulamayı bilmektir.“ diye ekliyor ki, bunu da ve hâlâ pek kimsenin dikkate almadığı ortadadır ki, Sinan Özbekgillerin de dikkate aldığını sanmıyorum!

Varsa yoksa, Lenin'in ağzından dökülen “kompromi” sözleri ile sosyalizmle kapitalizmi kardeşleştirmek, birbirine bulaştırarak veya dolaştırarak, kapitalizmin dertlerine çare olmak telaşı var!

Lenin, Çocukluk Hastalığı”nın ilerleyen sayfalarında şöyle devam ediyor:

”Proletaryanın ilk sosyalist devriminden sonra, burjuvazinin bir ülkede iktidardan uzaklaştırılmasından sonra, o ülkenin proletaryası, uzun bir süre burjuvaziden daha zayıf olarak kalır; bu, ilkönce, sadece burjuvazinin uluslararası ilişkilerinden ötürü böyledir, sonra da kendi burjuvazisini iktidardan uzaklaştırmış olan ülkede, kapitalizmin ve burjuvazinin küçük emtia üreticileri tarafından kendiliğinden ve devamlı olarak yenilenmesi yeniden hayata kavuşturulması yüzünden de böyledir.”

Lenin'in burada da küçük meta üretiminin, kapitalist restorasyona yataklık ettiğini vurguladığı açıkça anlaşılıyor!

Bu vurgudan sonra Lenin, ”Kendinden daha güçlü olan bir düşman, ancak en son dereceye varan bir kuvvet gerilimi pahasına ve düşmanlar arasındaki en küçük "yarığı", ayrı ayrı ülkeler burjuvazileri arasında, her ülkenin içindeki burjuvazinin çeşitli grupları ve kategorileri arasında en küçük çıkar çelişkilerinden ve aynı zamanda geçici bir müttefik olsa da, sallantılı olsa da, koşula bağlı bulunsa da, pek o kadar sağlam ve güvenilir olmasa da, sayıca güçlü bir müttefiği kendi tarafına kazanmak için, en küçük olanaktan en büyük özen ve uyanıklıkla, en ustaca ve en akıllıca yararlanıldığı takdirde, yenilgiye uğratılabileceğine” işaret ederek, “Bu gerçeği kim anlamadıysa, ne marksizmin, ne de genel olarak çağdaş bilimsel sosyalizmin zerresini anlamamıştır. Kim oldukça uzun bir dönem içerisinde ve oldukça farklı politik durumlardaki gerçekleri pratikle tanıtlamamışsa, onlar, bütün ezilen insanlığı sömürücülerden kurtarmak için mücadele eden devrimci sınıfa yardım etmek için bu gerçeği uygulamayı henüz öğrenememişlerdir. Ve bu söylediklerimiz, siyasi iktidarın proletaryanın eline geçmesinden önceki dönem için nasıl doğruysa, sonraki dönem için de aynı ölçüde doğrudur.” diye ekliyor.

Böylece ortaya şu sonuç çıkıyor ki bu, tarihin Lenin'in önüne koyduğu kaçınılmaz sorun ve tehlikedir, birincisi, her yanı gelişmiş veya gelişmemiş kapitalist ülkelerle çevrili olduğu koşullarda sosyalizmi kurmuş olan ülkelerde tehlike, kapitalist restorasyondur ve ikincisi, bunun fideliği, partiden veya bürokrasiden önce, küçük meta üretimi alanındadır!


“Çocukluk Hastalığı”ndan bir başka aktarma yaparak devam ediyorum ki bugün için son derece önemli ve öğreticidir:

“Bu mektubun yazarı, burjuva 'sınıf politikacıları'na karşı soylu bir proleter kini taşıyor, (bu kin, sadece proleterlerin değil, bütün emekçilerin, Alman deyimini kullanırsak, 'küçük halk'ın, bütün çalışan halkın anlayacağı ve sempati duyacağı bir kindir). Ezilen ve sömürülen kitlelerin bir temsilcisinin ifadelendirdiği bu kin, gerçekten ' bilgeliğin başlangıcı ', her sosyalist ve komünist akımın ve onun başarısının temelidir. Ama yazar, besbelli ki, politikanın gökten düşmeyen, çaba gerektiren bir bilim olduğunu unutuyor; proletaryanın, eğer burjuvaziyi yenecekse kendisi için proleter ve burjuvazininkilerden hiç de aşağı olmayan 'sınıf siyaset adamları' yetiştirmek zorunda olduğunu unutuyor. “


Çok açık, Lenin, kendisine gelen bu mektuba dayanarak, düzene duyulan kinin, tüm akıl çözümlemelerinin ve devrimci sosyalist hareketin başarısının temeli olduğuna işaret etme gereği duyuyor!
Demek ki, emperyalizm çağında, tekellerin düzeninde kin, akıl dinamiğini harekete geçiren en önemli etmen oluyor ve sosyalist mücadelenin başarısı, kapitalist düzene karşı duyulan kin ile ilgilidir; kapitalist düzeni beğenerek, düzenin tümünde veya bir kısmında meziyetler bularak sosyalist olmak ya da mücadeleyi başarıya götürmek mümkün olmuyor; ancak, bütün devrim kaçkını azap zebanileri, işçi sınıfının kapitalizme kin duymamasını temsil ediyorlar ki, hepsi birer Kautsky, değilse, kesinkes Bernsteindir!

Hepsi, tıpkı Bernstein gibi, kapitalizme kin duymayan bir işçi sınıfını var sayıyorlar ve bunu yerleştirmek ve yaymak temel politikaları oluyor.


Tıpkı Bernstein gibi hepsi, “büyük çoğunluğu kalabalık halinde yaşayan, kötü eğitilmiş ve beceriksiz ve de yetersiz bir gelire sahip olan bir sınıftan, yani işçi sınıfından, sosyalist toplumun gerektirdiği entelektüel ve ahlaki standartların talep edilemeyeceğine” inanıyor ve inandırmaya çalışıyorlar.

Buradan, ilk formülasyonu'nun Lenin'e ait olduğu, “barış içinde bir arada yaşama” çizgisinin, kalıcı bir politika haline getirilmesinin Hruşov'a ait olduğunu hatırlatarak devam ediyorum.

Bu politikada, uluslararası ilişkilerden hareket ederek, kapitalist düzene karşı bir kinsizlik durumunun yerleştiğinin söz konusu olduğu artık açıktır!

Ancak yine de, Sovyetler Birliğinde kapitalizmin övülmesi ve iki zıt sistem arasında bir kinsizlik durumunun yaratılması, Hruşov zamanında değil, hatta daha sonra da değil, Gorbaçov ile başlamıştır ki bu, zihinleri altüst olmuş “ALTÜST ” çü azap zebanilerinin Gorbaçov'u pek sevmelerini de açıklamaktadır!

Demek ki, hem revizyonizm çizgisinde ve hem de kapitalist restorasyon süreçlerinde kapitalizme karşı kinsizlik durumu vardır; revizyonizm, kapitalist ülkelerde işçi sınıfına kapitalizmi sevdirmeyi anlatırken; restorasyon, sosyalist ülkelerde, aydınların ve küçük meta üreticilerinin sosyalizmi sevmemesini ve kapitalizmden asla vazgeçmemesini anlatmaktadır.

Demek ki, revizyonizm, daha çok gelişmiş kapitalist ülkeler işçi sınıfına yakıştırılan ve içerilmek istenen bir hastalıktır ki, gelişmiş kapitalist ülke işçilerinin ataletine dayanmaktadır; Avrupa işçi sınıfı hareketine ve sosyalist hareketine bakarak, bu konuda emperyalistlerin başarısız olmadıklarını görmek zor değildir!

Kapitalist restorasyon ise, emperyalizmin kuşatması altında ve desteğinde, sosyalist ülkelerde kapitalizmi yeniden kurmak için başlatılan ve sürdürülen bir sınıf mücadelesidir. Bu mücadelenin liderliği, sosyalizmden soğumuş ve pek çoğu sosyalist olmak yerine işçi sınıfının şiddeti karşısında sinmiş olan aydınlar tarafından üstlenilmiştir; dayanağı ise, sosyalist toplumlardan kazınamayan, varlığına son verilememiş olan küçük meta üreticileri ve küçük meta üreticisi sayılabilecek olan “kazanılmamış gelir” sahipleri, yani evini, otomobil tamirhanesine çeviren becerikli işçi, mesai saatlerinden sonra kendi hesabına çalışan kuaför ve benzeri küçük işletmelerden meydan gelen sektör oluyor.

Açıktır ki Lenin, Avrupa'da yakın zamanda devrim olmayacağı değerlendirmesini yapınca, ilk ve tek devrimi ve işçi sınıfının iktidarını korumak için önemli bir “ricat”, kendi ifadesiyle “kompromi” başlatıyor; NEP bu ricatın ilkidir; ve bu “ricat”ı, yani NEP'i, Sovyetler Birliğinde kapitalist restorasyon imkanlarını arayanlar kendilerine model alıyorlar ve bunu başlatan bir Lenin'i model olarak kabul ediyorlar ve Lenin'i bu yönde asimile etmeye ve hâlâ çalıştıklarını görüyor, biliyoruz!

Lenin'in “Sol Komünizm” Bir Çocukluk Hastalığı çalışması ve bununla başlayan NEP, daha sonraki işçi sınıfı ve sosyalist hareketlerdeki bütün gerici eğilimlerin kaynağı ve dayanağı oluyor; DİSK, “yaşasın DİSK” diye diye, CHP'lileştirildikten sonra büyük sermayeye peşkeş çeken hainler, şimdi, Sinan Özbek'in yazdığı ve yazı kurulunda bulunduğu ALTÜST [*] dergisinin danışma kurulunda bulunan Nabi Yağcı bunların başında geliyor, 12 Eylül faşist darbesinden sonra Türk-İş yardakçılığına başladıklarında, Lenin'in bu çalışmasını kendilerine kutsal kitap yapmışlardı.

Dünyaya ve Türkiye'ye, Hruşov tarafından moda yapılan “barış içinde bir arada yaşama”,”kapitalist olmayan yol”, 1935 yılında komintern politikası olan ” CEPHE”, hep Lenin'in “Çocukluk Hastalığı” çalışmasını yaptığı ve “NEP” i formüle ettiği dönemde telaffuz ediliyor.

Lenin, bu dönemde, şu veya bu ölçüde, geçici de olsa ve en azından bilinçlerde iki sistemin birbirine yakınlaşmasının kapısını açıyor ev kendisinden sonra gelenler bu kapıyı önce yeterince kapatamıyor ve sonra da ardına kadar açılmasını engelleyemiyor; sonunda Gorbaçov ardına kadar açılmış olan bu kapıyı söküp atıyor ve kapitalizmi kolaylıkla içeri sokuyor!

Geriye şu sonuç ve ders kalıyor:

sınıfların bilincinde her iki sistem birbirinin tam karşıtı olmalıdır; bilinçte sistemleri birbirine yaklaştırmak, devrime geçişi değil, devrimden dönüşü garantiliyor.

Ancak, Lenin'in haklı nedenleri olduğunu, bu politikalara tek ülkede sosyalist devrimin pratiğinin zorladığını, deyim yerindeyse mahkûm ettiğini akılda tutmak gerekiyor ve elbette daha önemlisi, bu geçici ve sosyalizme ait olmayan politikaların, kalıcı ve sosyalizme ait politikalar haline getirilmesi, Lenin'den bağımsız olarak gerçekleşmiş olsa da, bundan Lenin'i ayrı tutamayız ve zaten, Avrupa Komünizmi çığırtkanlarının bu tür bir Lenin'i model yapmak istemeleri her şeyi açıklıyor!

Ancak, Lenin, kitaplarda yazılmayan bir pratik zorunluğun dayatması ile karşı karşıya idi ve bu pratiğin daha sonra teori katına çıkarılmasının önündeki yegâne ve güçlü engel olan proletarya diktatörlüğünün yeterince işletilememesi riskini de zorunlu olarak kabul etti ve sonuçta hem bu zorunlu pratik teori katına çıkarıldı ve hem de proletarya diktatörlüğü yeterince işletilemedi!

Bugün sosyalistlerin ve sosyalist hareketlerin önünde böyle bir pratiğin zorunlu dayatması söz konusu mudur ve hatta bu pratiğin sonuçlarından, tersinden bir kalıcı teori çıkartmak mümkün ve de gereklimidir, tartışmaya açıktır!

Ne var ki,“Çocukluk Hastalığı” tek taraflı değildir; büyümemiş çocuklar solun solunda da sağında da varlar ve çokturlar ve “sol” çocukların hastalığını dizginlemeye çalışırken, “sağ” çocukların hastalığına davetiye çıkarmak ve sosyalizm bayrağını onlara kaptırmak kaçınılmaz olmasa da, çok zor değildir; en azından çok zor olmadığını biliyoruz!

Onların, yani “sol”dakiler kadar,“sağ ”dakilerin elindeki sosyalizmden de, her halukarda ne işçi sınıfına ve emekçilere, ne de insanlığa bir yarar gelmeyeceği apaçık ortada olan bir gerçekliktir!

Öyleyse, burada ders, dünyaya hâlâ sosyalizm gerekiyor amma ve lakin ileri seviyeden başlatılan bir devrimle kurulacak olan ve yerinde de duramayacak olan ve de kesinkes, hiçbir şartta, karşıtı olan sistem ile barışık olmayan bir sosyalizm gerekiyor!

Ancak bunun bu kadar basit ve kolay olacağını da beklememek gerekiyor!


NEP, belli bir geriye çekiliş ile birlikte, kazanılan mevzileri koruma operasyonudur.

NEP'ten bir ay önce 1921 yılı Mart ayında, Sovyet Rusya, zamanın en güçlü emperyalist ülkesi Birleşik Krallık ile Londra'da bir ticaret antlaşması imzaladı. Bu, dünyanın ilk sosyalist iktidarının, dünyanın emperyalist lideri tarafından defacto tanınması demekti.

Aynı tarihte Sovyet Rusya, güneyinde burjuva ihtilallerini tamamlayan ülkelerle ve bu arada genç Türkiye Hükümeti, Afganistan ve İran ile dostluk anlaşmaları imzalıyordu.

NEP’e geçmeden önce Lenin, “Çocukluk Hastalığı”nı yazıp, Kominterne sunmuştur. Özü sola karsı kapıları kapamak, sağa yani kapitalizme yönelmek demek olan NEP’in, hem kapitalizmin bütünsel olarak sosyalizmi sarmasını engellemek ve hem de geçişi sağlamasının dinamiklerine karşı “sol”dan gelişecek muhalefetin saldırılarını göğüslemek içindir.


Lenin, Kominternin 3.kongresinde yaptığı konuşmada Sovyet Rusya’nın uluslararası durumunu, istikrarsız denge olarak belirtiyor ve devrimin bir nefes alma zamanına ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Bununla kalmıyor, 3.kongreye sunulan tezler için, bunun bir kompromi yani uzlaşma ya da geri çekilme olduğunu ifade ediyor. Ama buna karşı proletarya diktatörlüğünün olduğunu hatırlatıyor.

Lenin bu kongrede, “barış içinde bir arada yaşama” ilkesine kısaca değinip geçiyor. Diğer söyledikleri daha önemlidir ve bu ilke ile uyumludur.

Ve Kominternin üçüncü kongresi, Avrupa'da devrimin gerilediği saptamasını yapıyor ve “kitlelere” sloganını kabul ediyor; hemen sonrasında da, 1921 sonunda, Komintern ” Birleşik İşçi Cephesi” programını kabul ediyor.

Stalin NEP'i kabul etmiş, uygulamış ve sonra da ondan çıkmıştır ama “sol”u temsil eden Trotsky, NEP'i anlamamakta direnmiş, kabul etmemiştir; ”sağ”ı temsil eden Buharin ise, NEP'ten hiç çıkmamak istemiştir.

NEP gökten inmiyor; bu politikanın kurucu ilkeleri bir yıl öncesinde atılıyor.

Bolşevik Partisinin tarihini ele alan ve bundan, 1920 yılında dünya işçi sınıfı hareketi için dersler çıkartan Lenin, NEP'ten bir yıl önce Komintern için hazırladığı “Sol kanat komünizmi': Çocukluk Hastalığı “adını taşıyan çalışmasında şunları yazıyor:


“Bolşevizmin kendi partisi içinde 'sol' sapmalara karşı açtığı mücadele iki durumda özellikle büyük boyutlara ulaştı; 1908 yılında en gerici “parlamentoya” ve en gerici yasalarla çalışma alanı son derece kısıtlanan işçi derneklerine katılıp katılmama ve 1918 yılında da Brest-LitovskiAnlaşması, şu veya bu 'kompromininin' yapılmaması konularında.”

Lenin'in, dünyada yeni devrimlerden umudunu kesmeye başladığı bir zamanda, Brest-Litovski'de büyük ödünler vererek korumaya çalıştığı ilk sosyalist iktidarın etrafında bir düşman çemberinin pekiştirileceğini önceden sezdiği bir zamanda, bunu mümkün olduğu ölçüde önleyecek bir politika çizdiği görülüyor.

Lenin, Batı Avrupa'nın işçi sınıfı partilerine, en geri sendikalarda çalışmalarını ve gerici 'sol' partilerle işbirliği yapmalarını, ittifaklar kurmalarını önerdi; bu önerisini sunarken, Zafere ulaşmış ilk komünist partinin ve dünyada ilk sosyalist iktidarın lideri olarak, zaman zaman sertleşti.


Bu, gerekli ve zorunlu bir politika idi ve kesinlikle teori değil, pratiğin ifadesi idi. Ancak bu pratik, zaman zaman teori katına yükseltildi; her zaman ve her koşulda en gerici “sol” partilerle ittifak, en gerici sendikalarda çalışmak bir teori sayıldı.

NEP'in Perestroyka'nın başlangıcı ve modeli sayılması tesadüf değildir; Sovyet halkı için Sovyet düzeninde özel mülkiyetten korkulmaması gerektiğini savunan ve NEP'ten çıkılmaması için büyük bir mücadele veren bir eski Bolşevik olan Buharin de bu noktada işe yarıyor ve adı son derece yüksek yerlere çıkarılıyor ve Sovyet bağlamında özel mülkiyetin sembolü Buharin oluyor.

Daha sonra, bu “ricat” döneminin sonunda, Komintern seksiyonlarında ve Komintern üyesi partilerde, sosyal demokrasinin 'sol' kanadı ile mücadelenin, sosyal demokrasi ile mücadele olarak anlaşılması gerektiğini söyleyen Stalin, 1929 yılında ”VKP(b)'de Sağ Sapma” adını taşıyan incelemesinde şunları yazdı:

“Sosyal Demokrasi ile mücadele etmenin Komintern seksiyonlarının temel görevlerinden birisi olduğu Buharin'in tezleri arasında yer alıyor. Bu, tümüyle doğrudur. Ancak yeterli değildir. Sosyal Demokrasi ile mücadelenin başarılı olması için Sosyal Demokrasi'nin “sol” kanadı denilen kanat ile ”sol” deyimlerle oynayarak ve böylece işçileri ustaca kandırarak Sosyal Demokrasiden uzaklaşmalarını engelleyen en 'sol' kanat ile mücadeleyi ön plana çıkartmak gereklidir. Açıktır,'sol' Sosyal Demokratları yerle bir etmeden bir bütün olarak sosyal demokrasiyi ortadan kaldırmak mümkün değildir. Halbuki Buharin'in tezlerinde 'sol' Sosyal Demokrasi sorunu tümüyle ihmal edilmiştir. “

Aynı çalışmasında Stalin şunları da yazdı :

“ Kapitalizmin çerçevesi içinde, komünizmde sağ sapma, komünistlerin bir bölümünde meydan gelen – gerçi bellisiz ve belki henüz bilincinde olmadıkları ama gene de bir eğilim olan- marxizmin devrimci çizgisinden sosyal-demokrasiye doğru uzaklaşma eğilimidir. Bazı komünist çevreler,seçim mücadelesinde “sınıfa karşı sınıf” sloganının yararlılığını yadsıdıkları (Fransa), ya da sosyal demokrasinin solu'na karşı mücadeleyi vurgulamak istemedikleri (Almanya vb.) zaman, bu demektir ki, komünist partilerin içerisinde komünizmi sosyal demokrasiye uyarlamaya çalışan insanlar vardır.

Kapitalist ülkelerin komünist partilerinde sağ sapmanın zaferi, komünist partilerinde ideolojik bir çözülme ve sosyal-demokratçılıkta ise pek büyük bir güçlenme anlamına gelir.

Peki nedir sosyal demokratlığın pek büyük güçlenmesi?

Sosyal demokrasi, işçi sınıfı içinde, kapitalizmin başlıca dayanağı olduğundan, bu güçlenme, kapitalizmin güçlenmesi ve sağlamlaşması demektir. Demek ki, kapitalist ülkelerin komünist partilerinde sağ sapmanın zaferi, kapitalizmin korunmasının zorunlu koşullarına götürür.”

Bu dönem, “sınıfa karşı sınıf” politikasının izlendiği bir dönemdir. Hem Sovyetler Birliği içinde ve hem de dünyada sınıf partileri için izlenmesi gerekli bir politika olarak ortaya konuluyor. 1928 yılından itibaren,1920 yılının damgasını taşıyan “Çocukluk Hastalığı”nda Lenin tarafından formüle edilen yaklaşımlar geçerli olmaktan çıkıyor. Sosyal demokrasinin 'sol' kanadından başlayarak sosyal demokrasiyi ortadan kaldırma mücadelesi bir politika oluyor.

Neden?

Çünkü tek ülkeli dünya sosyalist sisteminin, çok ülkeli sosyalist sisteme dönüşeceğine inanılıyor. Sadece Sovytler Birliğinde değil, gelişmiş kapitalist ülkelerde de 1928 yılı bir “dönüş” ün başlangıcı olarak değerlendiriliyor. Böyle bir zamanda “sınıfa karşı sınıf” politikası kuşkusuz en geçerli politikadır.

1928 yılında NEP, tamamen tarihe karışıyor; bu tarihe kadar Sovyetler Birliğinin kuruluş sürecinde ekonomik örgütler, burjuva iktisatçıları ile dolu idi. Neo Narodnik Kontradiev'in liderliğinde Narodnikler, Tarım Komiseryasında araştırma ve planlamayı hemen hemen tekellerine almışlardı; Menşevik kadrolar, Groman'ın yönetiminde Gosplan'da mevzilenmişlerdi.


Ancak sanayi atılımına bunlarla başlanmadı;1928 yılında NEP'in tarihe karışmasıyla birlikte Groman Gosplan'dan uzaklaştırıldı.

Kontradiev başında bulunduğu enstitüden alındı; böylece Menşevik ve Narodnik iktisatçılar aktif görevlerden uzaklaştırılmış oldular; sonra da yargılandılar.


Lenin de, Stalin de, sosyalizme dair kitaplarda yazılan koşulların olmadığı bir zamanda, sosyalizm kuruculuğunu gerçekleştirmekle karşı karşıya kalmışlardır. Bu gerçeklikten hareketle, kitaplarda sosyalizmin dünya devrimi olarak gerçekleşmesinin yazılı olduğunu hatırlamak önemlidir ama devrim tek ülkede gerçekleşiyor ve dünya devrimi olarak büyümüyor; bu nedenle de, çok güçlü bir kapitalist dünya ile kuşatılmış durumda iken sosyalist devrimi ilerletmek ve sosyalizm kuruculuğunu başlatmak gerekiyor. Böyle bir durum, ne Marks’ta, ne de Engels’te var. Yani kitaplarda yazmıyor. Anti- parantez, Ekim Devriminin erken olduğu, iktidarın burjuvazide kalması gerektiği bile savunuluyor. Hatta Lenin Blanquistlikle suçlanıyor ve dayanakları Marks’ın, 1848’e dair söyledikleridir.

Marks “1848 devrimi zaferle sonuçlansa idi, erken doğum olurdu” dediği için, “Ekim Devriminin erken doğduğunu ve iktidarı burjuvaziye bırakmak gerektiğini” söyleyecek kadar ileri gidiliyor.
Bu gerçekliği aklımıza not ederek bir otopsi yapmak gerekiyor!
Lenin, kapitalist dünyanın bu kuşatmasını yarmak için işe, dışarıda o zamanki en güçlü emperyalist ülke olan Büyük Britanya ile anlaşma yapmakla başlıyor.

İçerde ise NEP ile kapitalizme kapı açıyor ve bunu açıkça dillendiriyor. Devlet kapitalizmine işaret ediyor. Sovyet sosyalizminin, kapitalizmi gelişkin, dolayısıyla proletaryanın niceliği fazla bir coğrafyada değil, köylülüğün ve küçük meta üretiminin yaygın ve güçlü olduğu, gericilikle ilericiliğin her yerde bir arada yaşadığı Rusya’da kurulmaya çalışıldığına dikkat çeken Lenin, NEP ten yani devlet kapitalizminden bir sosyalist düzen ekonomisi çıkartmaya çalışılmasının gereklerini, “devlet kapitalizmi, bu günkü şartlarda ileri bir adım olur” diyerek anlatmaya başlıyor.

Ve olabilecek eleştirel soruları dillendirerek, “ ne! Sovyet sosyalizminde devlet kapitalizmine geçiş bir ilerleme haa? …bu sosyalizme ihanet değil midir?” diye soruyor!

Sonra sıralıyor, kapitalizmden sosyalizme geçişin niteliğinin ne olduğunu anlamalıyız diyor; sosyalizmin başlıca düşmanının küçük burjuva ekonomik şartlar ve küçük burjuva unsurlar olduğunu görmeyenlerin yanılgısına dikkat çekerek, Sovyet devleti ile burjuva devlet arasındaki ekonomik farkın önemini açıkça kavramalıyız diyor. Ve Rusya’nın ekonomik meselesinin, geçiş ekonomisi niteliği taşıdığını, henüz düzenin bir sosyalist düzen olmadığını vurguluyor.


Ve “geçiş ekonomisi” nitelemesinin, Sovyet düzeninin hem kapitalizmin, hem de sosyalizmin unsurlarını kapsadığına dikkat çekiyor. Ve Rusya’da mevcut olan, çeşitli sosyal, ekonomik biçimler meydana getiren unsurların gerçek niteliğine ve bunun meselenin özü olduğuna dikkat çekerek, bunların Ataerkil, yani doğal köylü ekonomisi; küçük meta üretimi; özel kapitalizm; devlet kapitalizmi ve sosyalizm olduğunu vurguluyor.

Ve sorunun, hangi unsurların, diğerine göre hâkim olduğu sorusu olduğunu ifade ediyor. Ve konuşmasını detaylandırarak, devlet kapitalizmini işaret ediyor. Kapitalizme kapı açarak sosyalizm kuruculuğunun gerçekleştirilebilineceğinden söz ediyor. Sosyalizmin, devlet kapitalizmi tekelinden bir adım sonra olduğunu söyleyerek, bu adımın, sosyalizm için tam bir maddi hazırlık, sosyalizme bir başlangıç ve tarih merdiveninde sosyalizm adını alan basamakla arasında başka basamakların olmadığı bir basamak olduğunu vurguluyor.

Bu, savaş ekonomisinden, ürünlerin sosyalist mübadelesine geçişin, yani “ayni verginin” adıdır. NEP budur ve sosyalizmi anlatan kitaplarda yoktur. Aslında vardır ama söylenmemiş bilgidir. Engels, sosyalizmin, kapitalizmin bağrından çıktığını ve onun doğum izlerini taşıdığını kaydetmişti. Yine, Marks, kapitalizm ne kadar gelişirse, sosyalizme o ölçüde yaklaşılacağını yazıyordu. Ama sosyalizm, gelişmiş kapitalist bir ülkede değil, geri bir ülkede gerçekleşti.
Bu da, Sovyet sosyalizmini hiçbir kitapta açıklıkla yazmayan bir sorunla karşı karşıya bıraktı. Hızla sanayileşmek. Bu sorunu çözmek için de, sosyalizmde olmayan bazı kurumlar sosyalizmin içine sokuldu. NEP, bu doğumun izlerinden kurtulmanın, bu hızlı sanayileşme sorununun çözümünün ifadesidir.

Ortada Marks’a ya da, Engels’e gönderilen, oradan da Lenin’e ulaşan bir vahiy olmadığı görünüyor ama Lenin, sosyalizme geçişte, sosyalist devrimi gerçekleştirmiş bir ülkede NEP'i, yani devlet tekelci kapitalizmini, bu geçiş aşamasının ekonomi politiği açısından kurtuluş olarak görebiliyor.

Ama kapitalizm özlemi içindeki çift inançlılar, sosyalizm adına, bu pratiği teori katına çıkartmaya çalışarak, Sovyet düzenini NEP'le başlatıyor,“NEP'te kalınması gerektiğini” Leninci bir tonla anlatıyorlar. Ve giderek, Sovyet düzeninde özel mülkiyetten korkulmaması gerektiğini söyleyen ve NEP ten çıkılmaması gerektiğini savunan Buharin, hem itibarına kavuşturuluyor, hem de sosyalizmden kaçışın, kapitalist restorasyona çark edişin modeli olarak Lenin’le eşit bir yere konularak yükseltiliyor.

Otopsi burada bitiyor.

Otopsinin sonucu bize, en kısa anlatımıyla; kapitalizmin bağrından,
 1-gelişmemiş bir kapitalizmde doğan,
 2- tek ülkede doğan,
3- kapitalizmin doğum izlerini taşıyan sosyalizmin, kitaplarda yazılmayan sorunlarla karşılaştığını ve bu sorunları aşmak için, tümüyle pratik olarak, sosyalizm içine kapitalist uygulamaları soktuğunu, bu şekilde sosyalizm kuruculuğunun güvenli bir noktaya gelmesinin kapısının açılacağının öngörüldüğünü, bunun kapitalizme açılan kapıdan girilerek gerçekleştirilebilmesinin yegâne güvencesinin ise, Sovyet Devletinin, Burjuva Devletten farklı oluşunda, yani proletarya diktatörlüğünde olduğunu, bunun da, eski düzenden kalan bütün doğum izlerinin ortadan kaldırılmasının güvencesi olarak bir geçiş mekanizması olduğunu göstermektedir.

Daha da kısaltırsak, bu sonucun, Sovyet sosyalizminin kuruluşunda, içerdeki geri çekilmenin, bir zorunluğun dayattığı pratiğin ifadesi olduğunu anlattığını görürüz.

Bir de dışarısı var!

Sovyet sosyalizmi, içerde nasıl ki bir küçük burjuva denizi ile kuşatılmış ise, dışarıda da eski düzenin, yani kapitalist dünyanın kuşatması altında kalmıştır. İçerideki politikaları zorlayan aynı nedenlerle, yani Sovyet sosyalizminin, hiçbir kitapta açıklıkla yazmayan sorunlarla karşı karşıya kalması nedeniyle, bu kuşatmanın tehditlerine karşı, Sovyet dış politikası, genç sosyalist devleti korumak üzere biçimlendirilmiştir.

Barış politikalarının, kapitalist devletlerle barış içinde yaşama politikalarının, bir geri çekilme, bir uzlaşma olduğu ama sosyalizmin genel teorisini içermediği, bu anlamda ideolojik bir uzlaşma olmadığı, tümüyle pratiğin dayattığı sorunlara karşı geliştirilen bir pratik savunma mekanizmasının ürünü olduğu açıktır.

En azından, “barış içinde bir arada yaşama” ilkesinin Lenin’de kendini göstermesinin böyle olduğu açıktır.

Bu sorun ile mücadele etmenin, bu anlamdaki ilk işaretlerini Lenin, en güçlü emperyalist ülke olan Büyük Britanya ile yaptığı anlaşma ile vermiştir.

“Barış içinde bir arada yaşama” ilkesi, son tahlilde, iki karşıt düzen arasında zorunlu savaşların olmayacağı düşüncesine dayanıyor. Bunun anlamı, yeni düzenin yani Sovyet sosyalizminin, Fransız devriminde olduğu gibi, sosyalist devrimi yayma savaşı yapmaktan uzak durmayı kabul etmesidir.

Bu yaklaşım, gelişmiş kapitalist ülkelerin çıkarları ile de uyumludur. “Barış içinde bir arada yaşama” politikası, bir nesnellikle çakışmış oluyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyalizme geçişle ilgili korkuların belirmesi, bu geçişlerin ihtilal yolu ile olması durumunda, gelişmiş kapitalist ülkelerin bunu bir savaşla bastırıp bastıramayacağı sorusunu ortaya çıkarıyor.

Bu soruya aranan cevap, bunun sistemler arası savaşa yol açabileceği korkusunun daha ağır basmasını getiriyor. Bu ihtimale karşı, burjuvaziye, sosyalistlere devrim ile iktidara gelme yolunu kapatmak ve bu yolu parlamento içine hapsetmek ve savaşa gerek kalmadan bu sorunla baş etmek, en akıllı yol olarak ve zorunlu olarak görülüyor.

Nesnellik bu kadar da değil!

Batıda işçi sınıfının, devrimci sınıf olmaktan çıktığı, demokratik, reformist bir konuma girdiği, Sovyet Marksizm’i tarafından da kabul ediliyor. Bunu Herbert Marcuse dile getiriyor. Marcuse’un deyişiyle, Sovyet politikası kendisini bu yeni duruma adapte ediyor. Bunun anlamı şudur, Batıdan beklenen devrimden vazgeçiliyor ve tek ülkede gerçekleşen sosyalizmi korumak, sosyalizmin genel politikası oluyor.

Sosyalist dünya düzeni için Ekim Devriminin dünya savaşını yapamamış olmasını, sosyalizmin çözülmesinin en önemli nedenlerinden biri olarak görmek, bu günün üzerinde durulması gereken en önemli derslerinden biridir.

Ancak yanlış anlaşılabilme riskine karşı, bu tespitin, Ekim Devrimin önemini azaltmadığına ve “erken devrim” olarak nitelenmesine haklılık sağlamayacağına ama ileri bir noktadan sosyalist iktidar mücadelesine başlamak için önemli dersler aktaran bir nokta olduğuna inandığımı belirtmek istiyorum.

İşçi sınıfının genel olarak kendi düzenini, yani sosyalizmi kurması, bir teorik sorundur ama nasıl kuracağı bir pratik sorundur. Bu pratik sorun, tek ülkede sosyalizm koşullarında, sosyalizmin teorik sorunu haline geliyor. Bu, dünya devrimi için hücuma geçmek üzere, tek ülkede sosyalist devrimi korumanın pratiğinin ifadesi olan bir teorik sürecin zorunluluğunun ifadesi oluyor.

İçerde sanayileşme zorunluluğu, işçinin nicel ve nitel gelişimini zorlarken, emek üretkenliğine olan ihtiyaç kapitalist değer yasası işletilerek karşılanırken ve köylü tarımının üretici gücünü artıracak tedbirlerin alınması adına NEP'e geçilirken; dışarda ise, tek ülkede sosyalizmi kuşatan kapitalist dünyanın saldırısını engellemek, en azından geciktirmek üzere,“barış” politikası izlemenin ve kapitalist dünyayı da bu politikaya zorlamanın ifadesi olan teorik bir sürecin zorunluluğu öne çıkıyor.

Pratiğin dayattığı bütün bu “kompromi” politikasının karşısına, Lenin’in Ekim Devriminin hemen arkasından kapitalist restorasyon tehlikesine vurgu yaparak, proletarya diktatörlüğünün güvencesini koymasını, bugün sosyalist hareketi kapitalizmle barıştırmak için “ Çocukluk Hastalığı”nın geçici ve değişken bir pratik olarak vurguladığı “uzlaşma” çizgisini, sosyalist mücadelenin kalıcı bir ilkesi olarak kabul ettirmek üzere Lenincilerden daha çok Leninci kesilenlerin görmekten hâlâ uzak oldukları görülmektedir.

İşte asıl ders buradadır, “uzlaşma”ya ve kapitalistlerle “barış içinde bir arada yaşama” ya evet ama ”proletarya diktatörlüğü”ne hayır demek, son derece sinsi bir anti-komünist halet-i ruhiyenin açığa vurmasıdır; bu, kapitalizmle bulaşıklığın önü açılarak, düşüncede proletaryanın ideolojisi ile burjuva ideolojisinin bir birine yakınlaşmasının kolaylaştırılması demektir.

Bu da, hâlâ Anti-Stalinizm'de diretilmesinin kıymet-i harbiyesini açıklıyor; çünkü Sovyet sosyalizmi Stalin’dir. Stalin’i çıkartınca ortada sosyalizm kalmıyor. Öyleyse yıkılan sosyalizm, Stalin’i çıkartınca ortada kalan sosyalizmdir ve öyleyse sosyalizmi yıkan gerçekliği Stalin’e bağlamak da, Revizyonist parti bürokrasisine bağlamak da hâlâ süren bir çocukluk hastalığı oluyor.


Bu da dersi tamamlıyor.

Tabii, ALTÜST dergisini karargâh edinmiş olan devrim kaçkını azap zebanilerinin “uzlaşma” üzerinden Leninci kesilmelerinin kıymet-i harbiyesini de açıklıyor!

Demek ki, şimdi gelip gelip bir karanlığın içine giren Kürtlerin, bu “kompromi” ye ”sol”, hatta “Leninci” bir renk verip, soldan eleştirilerin önünü kesmeye fena halde ihtiyaç duydukları görülüyor!

NOT:
[*]ALTÜST Dergisinin kadrolarına bakınca, bu derginin, hemen hemen bütün devrim kaçkını azap zebanilerinin, yani Türkiye işçi sınıfını ve emekçi halklarını dinci-gerici-faşist ortaçağ rejimi olan yeni 12 Eylül rejimine mahkûm etmenin yollarını döşemede önemli işlevi olan şu ünlü ”yetmez ama evet”çilerin karargâhı olduğu anlaşılıyor!

YAZI KURULU: Ferda Keskin, Ferhat Kentel, Mustafa Arslantunalı, Neslihan Şık, Özden Dönmez, Roni Margulies, Sinan Özbek, Tolga Tüzün, Ümit İzmen'den;

DANIŞMA KURULU: Arus Yumul, Avi Haligua, Behçet Çelik, Bülent Somay, Dilek Kurban, Eren Keskin, Hayko Bağdat, Işın Eliçin, İrvin Cemil Schick, Kerem Kabadayı, Nabi Yağcı, Nil Mutluer, Ömer Madra, Ragıp Zarakolu, Selim Deringil, Semih Gümüş, Yalçın Ergündoğan'dan oluşuyor.

YAZAR takımı da elbette aynı tür devrim kaçkını azap zebanilerinden oluşmaktadır ki, içlerinde bazıları, örnek olsun Oya Baydar gibiler, “kandırıldık” yollu ağlaya ağlaya aynı işlevlerine devam etmektedir!

Sinan Özbek'in makalesi de bu derginin 2012 Ekim-Kasım tarihini taşıyan 8. sayısında yer alıyor!

Fikret Uzun

27-Kasım-2014

Hiç yorum yok: