1 Aralık 2014 Pazartesi

STALİN DÜŞMANLIĞI VE SSCB NEDEN YIKILDI

STALİN DÜŞMANLIĞI VE SSCB NEDEN YIKILDI 


Dinc kardeşim,

Stalin 1953 yılında öldü; ondan sonra iktidara gelen Hruşov, iktidarını destalinizasyon politikası ile yürüttü; Lenin'in geçici bir politika olarak öne koyduğu “Barış içinde bir arada yaşama”yı ve “sosyalizme barışçıl geçiş” politikasını teori katına çıkararak, sosyalizmin bir kalıcı politikası haline getirdi.

Gorbaçov da aynı yolu izledi. İkisi de, iktidara geldiklerinde Stalin'in politikalarını haklı, muhaliflerini ise haksız buldular; hele Hruşov, Stalin'in cenazesinde resmen salya sümük ağladı ve akabinde işe Stalin güzellemeleri ile başladı ve iki lider de, kısa zaman sonra destalinizasyon politikasına yöneldiler!

Bu ne demek? Stalin politikalarına karşıt politikalar demek! Peki madem ki, bütün günahların sahibi Stalindir, destalinizasyon politikasını izleyenlerin, başarılı olup, Sovyet sosyalizmini kurtarmaları gerekmez miydi?

Brejnev, destalinizasyona karşı çıkarak iktidar oldu ve destalinizasyon politikasından uzaklaştı; Hruşov'un politikalarından da uzaklaştı; ancak Brejnev, yönetimini oluşturana kadar, Sovyet halkı zaten Hruşov'un açtığı kapıdan girmiş ve Batı ile “Barış içinde bir arada yaşamayı” benimsemişti; Brejnev, bundan kaçamadı ama kendi doktrinini kabul ettirerek “Detant” politikası izledi.

Brejnev Doktrini, sosyalizmin hücuma geçmesini anlatan bir ilkedir.

Detant politikası ise, Hruşov’un, sosyalizme barışçıl geçiş yaklaşımı ile birlikte temel çizgi haline getirilen ve iki zıt sistemin ilelebet bir arada barış içinde yaşayacağını anlatan ilke ile aynı değildir; Brejnev Detantla uzlaşma tarafındadır, Brejnev doktrini ile Hücum modundadır. Bu ikisi bir arada, Hruşov’dan tümüyle kopmayı anlatıyor.

Brejnev, Hruşov’un bıraktığı sosyalist düzeni tehdit eden Pazar mekanizmasından ayrılıyor. Sovyet halkının, Hruşov’un sosyalist topluma kaktığı Amerika ile uzlaşma, hatta Amerikan toplumu gibi yaşama eğilimine, Brejnev kendi dönemi boyunca direniyor ve Batı ile uzlaşmayı politika olarak ele alıyor.

Eksik aranırsa burada bulunabilir, çünkü bu eğilime karşı katı tutum izlenirken, herhangi bir ideolojik çalışma veya mücadele yapılmıyor. Ama gene de Sovyet sosyalizminin yıkılmasını Brejnev'e bağlayamayız!

Ayrıca tekil olarak ne Hruşov'a ne de Gorbaçova'a bağlamak mümkündür! Olsa olsa yıkılışına neden olacak olan maddi üretim ilişkilerinin, yani küçük meta üretiminin gelişmesinin ve palazlanmasının önünü açtıklarını ve Gorbaçovla birlikte, sürekli olarak kapitalizmi doğuran küçük meta üretimindeki bu gelişmenin, bu yönde gelişen bir politik örgütlenme ile birleştirilerek kapitalist restorasyonun gerçekleştirilmesine bağlayabiliriz!

Brejnev'e gelince, Detant politikası ile Federal Almanya’nın, sosyalist Almanya’yı tanımasını sağlıyor. Bunun dışında Detant, Avrupa güvenlik ve işbirliği konferansı, mevcut sosyalist ülkelerin kapitalizme dönmesine izin vermeme politikasını ve Üçüncü dünya ülkelerindeki kurtuluş hareketlerine ve sosyalizme yönelmiş yönetimlerin silah ve asker dâhil her türlü yardımla desteklenmesi politikalarını(Brejnev Doktrini budur), Batıya kabul ettiriyor.

Sovyet askerleri savaşmak için, Sovyetler Birliği dışına Brejnev zamanında çıkıyor. Daha az önemli olmayan, içerdeki politik ekonomi alanındaki uygulamalarıdır. Brejnev döneminde, özellikle de son dönemlerinde, Sovyetlerde Uravnilovka temel çizgi oluyor. Kol emeği ile kafa emeği arasındaki fark ortadan kaldırılıyor. Özellikle Brejnev doktrini ile soğuk savaşın şekli değişiyor. ABD, Üçüncü dünyadaki politikalarını değiştiriyor, devrimleri önleme yoluna giriyor. Bu anlattıklarımla Brejnev doktrininin ve Brejnev’in üçüncü dünyaya yaklaşımının Sosyalizmin doğasına ters olmadığı görülüyor.

Gorbaçov’la birlikte bütün bu politikalara hücum başlıyor, ilk saldırı Uravnilovka ilkesine yöneliyor. Gorbaçov burada Stalin’le aynı noktaya düşüyor. Brejnev bu ilkeyi temel ilke yapıyor. Gorbaçov’la, ücret eşitlemesi tarihe karışıyor. Bu ilke peresteroika döneminde başkasının sırtından geçinmenin ilkesi sayılıyor ve ücret makası açılmaya başlıyor. Bazı aydınlar bu makasın bire on oranında açılması gerektiğini savunuyor. Oysa bu ilke, sosyalizm kuruculuğunda en önemli ilkedir.

Ama siz Brejnev'i de beğenmiyorsunuz ve Amerikan sokaklarında brifing vererek komünizmin ne denli kötü bir rejim olduğunu anlatmayı pek seven Gorbaçov'a ise tek söz söylemiyorsunuz; Hruşov ise, belki de en beğendiğiniz liderdir( Tabii Maoistler böyle düşünmüyor)

Sovyet sosyalizminin neden yıkıldığına gelince; bunu çok kez anlatmaya çalıştım; yukarda da kısaca değindim; tekrarına gerek duymuyorum; ancak, bu yıkılışın bir kapitalist restorasyon olduğunu ve daha Ekim devriminin hemen sonrasında Lenin'in ve daha sonra da Stalin'in vurgulayarak uyardığı gibi, küçük meta üretiminin gelişmesiyle ve Buharin gibi kapitalist yolcuların bunlarla irtibatlanmasıyla gerçekleştiğini tekraren hatırlatabilirim; yani Sovyet sosyalizmi ne Revizyonist bir sınıfın bürokrasisinin marifetiyle yıkıldı, ne de böyle bir sınıfa karşı ayaklanan Sovyet halkının veya parti kadrolarının marifetiyle yıkıldı!

Stalin'in, kapitalist restorasyon için çalışan, sosyalizmi hiç benimsememiş, hep kapitalizm sayıklamış olan ve işçi sınıfının zoru ile sosyalizmi kabul etmiş görünerek pısan ama hep kapitalizm hayali ile yaşayan çift inançlı kapitalist yolculara karşı proletarya diktatörlüğünü işletmesi nedeniyle de yıkılmadı!

Aksine, yıkılışın asıl ve en önemli nedeni, proletarya diktatörlüğünün yeterince işletilememesi ve küçük meta üretimine karşı yeterli önlemin alınamamasıdır!

Varsa, Stalin'in ancak bu temelde sorumluluğu olabilir ama bu, ona Sovyet sosyalizmindeki bütün günahları yüklemenin gerekçesi olamaz; Stalin, Sovyet sosyalizmini yerinde ve zamanında NEP çukurundan çıkaran liderdir; hiçbir zaman da "barışçıl geçiş" rüyası taşımamış, proletarya diktatörlüğünü işletmeye çalışmıştır; kendisinden sonra gelenler, en başta Hruşov ve daha sonra Gorbaçov, “proletarya diktatörlüğü”nden uzaklaşmayı ve “NEP”te kalmayı, sosyalizmin bir kalıcı teorisi ve politikası yapmışlardır; küçük meta dinamiğinin gelişmişliği de devreye girince, kapitalist restorasyon gerçekleşmiştir!

Sağır ve ahmak değilsen, azıcık da dürüstsen, bu dediklerimin ne anlama geldiğini anlaman gerekir ki daha önce de bu temelde aktarımlar yaptığım halde hala Stalin düşmanlığını her şeyin üstünde tutuyor olmanız insanı sağırlık ve ahmaklık ve de dürüstlük konusunda biraz düşündürtüyor doğrusu!

Ama Stalin düşmanlığınız, yerli yerinde ve pek şahane! O kadar öyle ki, sıkılmadan, Stalin'in yediğinde, içtiğinde, kaldığı yerde bile bu düşmanlığınıza gerekçeler bulmaya çalışıyorsunuz!

Ayrıca, eskileri bir yana, ABD emperyalizminin sadece Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da uyguladığı terör ve katliamlarla kaç milyon can aldığını, kaç aileyi tarihten sildiğini, aklınıza bile getirmezken ve “KÖH” ün sözde ulusal kurtuluş mücadelesinin yüzü suyu hürmetine, ABD emperyalizmi ile ittifakı yüksek tutarken, sürekli olarak, Stalin döneminde işletilen proletarya diktatörlüğünü lanetlemekle uğraşıyorsunuz ki, bu sizde ne sınıf kini kaldığını, ne de sosyalizm sevinci duyduğunuzu gösteriyor!

Vandetta, Kremlin ile ilgili bilgiyi aktarmış, Stalin'in ne yiyip içtiği ve nerede kaldığı ile ilgili bilgiyi de ben aktarayım; sıkılmanız yok ama belki sen bu bilgileri alınca utanırsın!

Stalin'in, hiçbir eşyaya, belki de dünya nimetlerinin hiçbirine bir tutkusu olmadı. Kendisi için yapılmış daçaların birinde yaşadı. Ama her yerinde değil, sadece bir katında, daha doğrusu bir odasında yaşadı.

Kızı Svetlana Alliluyeva babası ile ilgili şöyle yazdı: ”Babam alt katta yaşıyordu. Gerçekte bir odada, her şeyin içinde görüldüğü bir odada yaşadı. Geceleri yatak haline getirilen bir divanda uyuyordu, divanın bir ucundaki masada tekefonlar duruyordu. Büyük yemek masası, döküman, gazete ve kitaplarla doluydu. Yalnız olduğu zaman bu masanın bir ucunda yemek yiyordu. Odada içinde tabak-çanağın olduğu bir büfe vardı, bir gözünde de ilaçları. Doktor olarak, yılda bir iki kez göründüğü Vinogradov'dan başkasına güvenemediği için ilaçlarını kendisi alırdı. Büyük, yumuşak halı ve şömine, babamın aradığı tüm lüks idi.” (Svetlana Alliluyeva – Twenty Letters to a Friend)

Stalin Mart 1953 tarihinde burada öldü.

Gerçekten, şu sizin Anti-Stalinist humma hallerinize acıyorum; ama daha çok, hala bu ısrarlı düşmanlığınız, insanın fena halde midesini bulandırıyor!

Fikret Uzun

30-Kasım 2014
 

Hiç yorum yok: