15 Aralık 2014 Pazartesi

Hâlâ mı Blanki?



Hâlâ mı Blanki?

Oysa daha önce sıklıkla açılan bu konuda daha fazla söylenecek bir şey kalmamıştı ki, tartışmalar devam etmemişti.

Şimdi ne oldu da gene Blanki konusu ısıtılıp önümüze kondu?

Aslında “ne oldu?” Sorusu gereksiz oldu; çünkü besbelli ki, “KÖH” ün geldiği noktadaki tıkanıklık ile turnusoller yan yana gelmiş ve yumak olmuş, birbirleri ile hepimizin insiyatifinden çıkarak kavga eder hale gelmiş durumdadır; öyleyse turnusolleri örtmek, tıkanıklığı açmak için forum izleyicilerinin aklını başka yerlere takmak gerekmektedir!

Yani, bir kez daha Blanki yardıma çağırılmaktadır.

Bu arada, defalarca açılan Blanki konusunda sus pus olup, şimdi kel alaka bir zamanda, gerçi hep kel alaka idi ama şimdi biraz daha kel alakadır, sanki yeni keşfedilmiş bir şeyi paylaşır biçimde bir heyecan ile Blanki konusunu ısıtıp önümüze koymak, kimse kusura bakmasın ama bu konuda pek hassas ve hazır bekliyor olanların ayaklarına pas atmak misli görünmektedir!

Ayrıca tarih amca, Blanki ve Blankizm meselesini halledeli çok olmuştur ki hem de daha Blanki'nin ve Blankistlerin sağlığında başlamıştır bu meseleyi halletmeye; yani Blanki ve Blankici komünarlara dair halledilecek bir mesele kalmamıştır; olsa olsa bu konuya fetiş yaklaşanların, bu konunun tarih tarafından halledilmesine duydukları öfke ve hınç vardır!

Öyleyse, yukarıdaki savım kuvvetle muhtemel doğrudur!

Örnek olsun diye aşağıya üç adet link ekledim; gerçekten Blanki konusunda halledilmemiş bir mesele olduğuna inanılıyorsa, bu linkler taranarak, eminim bir kez daha ve yakın zamanda bu meselenin halledilmiş olduğu görülecektir.

http://www.sosyalistforum.net/bizden-makaleler/71673-marksist%27ler-ve-blanquist%27ler-arasindaki-fark-5.html

http://www.sosyalistforum.net/politik-gundem/69584-%27%27hdp-projesi%27%27-duzenici-bir-projedir-kurdistan%27da-tek-yol-devrim-2.html

Komünistlerden(!) 30 Ağustos açıklaması

Demek istediğim, bugün ve öteden beri halledilmeyen meselelerin bu çoktan halledilmiş mesele ile üzerinin örtülmesi çabaları konusunda herkesin daha akılcı ve hassas ve de dürüst yaklaşması gerektiğidir; bu yaklaşım öne çıkarsa, Blanki meselesi ile bugün ve öteden beri çözümü hep boğuntuya getirilmiş meselelerin üstünün örtülmesi ve çözümsüz bırakılması hem kolay olmaz ve hem de bu yönde kimlerin pek bir istekli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar; teşhir olurlar yani!

Bugün ve öteden beri Türkiye'nin önemli ama çeşitli demogoji ve yaftalama çabaları ile üzeri sürekli örtülen en önemli meselesi, elbette ki, Lenin'in yüz yıl önce vurguladığı gibi, Kürt ulusal sorununda, sosyalistlere yakışan bir biçimde mi hareket edeceğiz, yoksa emperyalist burjuvazinin kucağında "son nefesimizi" mi vereceğiz? Sorusu ve sorunudur!

İşte, kraldan çok kralcılık yapan Kürt aktivistlerin, başka şeyler yanında, milletin zihnini Blanki'nin ruhu ile de oyalamaları, tam da bu sorunun cevabını kimse düşünmesin, bu soruna sosyalist bir yaklaşımla değil, tamı tamına bir insan hakları sorununa indirgenen ve yalan yanlış teorilerle işin içinden çıkılamaz hale getirilen Kürt sorununun çözümüne, ABD emperyalizminin,”Büyük Kürdistan” politikası ile senkronize bir yaklaşımla yaklaşmanın doğru olduğuna inandırmaya çalışmayı kolaylaştırmak içindir; başka ifadeyle yalanlarının ve demogojilerinin, sosyalist yaklaşımın ağırlığı altında, ezilmesini ve deşifre olmasını engellemek içindir!

Bu kraldan çok kralcı, Öcalan'ı ve ”KÖH”ü fetişleştiren, bir kült halinde sosyalistlere de dayatan Kürt aktivistler, öteden beri, Türkiye'nin sosyalist devrimcilerinin, kendilerine Türkiye devriminin ve Kürt ulusal kurtuluş devriminin başarıya ulaşacağının güvencesini veremeyeceklerinden hareketle, yani bu bölgede Türkiye'nin devrimini başarıya ulaştırmak için, ABD emperyalizminin gücüne karşı durmanın imkânsız olmasa da, çok zor olacağı ihtimalinden hareketle, meselenin, sosyalistlere yakışan bir biçimde mi hareket edeceğiz, yoksa emperyalist burjuvazinin kucağında "son nefesimizi" mi vereceğiz? meselesi olduğunu hesaba bile katmadan, sanki köprüyü geçince, 180 derece dönerek, ABD emperyalizminin karşısına dikileceklermiş gibi, ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” politikası ile senkronize hareket etmeyi Kürt kurnazlığı saymışlar ve hâlâ da bu “kurnazlığı” sürdürmektedirler!
Oysa ABD emperyalizmi, hem de yeni değil, ezelden beri sosyalizmin düşmanıdır, aynı şekilde işçi sınıfının da ve emekçi halkların da düşmanıdır; öyleyse sosyalistlerin de, ulusal kurtuluş mücadelesi veren devrimcilerin, devrimci-demokratların da düşmanıdır ve elbette ki çıkarları için, her zaman insanlığın, onunla birlikte doğanın da düşmanı olmuş ve hâlâ da bu düşmanlığı sürdürmektedir!

Ayrıca, Amerika’nın bir Kürdistan politikası varsa, sosyalistlerin de bir Kürdistan politikası olmasını kimse önleyemez ve ABD emperyalizminin Kürt politikası kendi sınıfsal çıkarları için ise sosyalistlerin Kürt politikası işçi sınıfının ve emekçi halkların ulusal ve sınıfsal çıkarları içindir!


Ve ABD emperyalizminin bir “Büyük Kürdistan” politikası olduğu artık daha açıktır ve sağır sultanlar bile duymuştur.

İkinci savaştan hemen sonra, dünyanın bir numaralı emperyalist ülkesi İngiltere, liderliğini ABD emperyalizmine bırakarak, bizim de yaşadığımız topraklardan çekilme kararı almıştı; soğuk savaşın başlangıcıdır ve emperyalizmin liderliğinin artık ABD 'ye geçtiği zamandır; ABD emperyalizmi, bu zamanda, Truman Doktrini ile Orta-Doğuya bir güç olarak girişini ilan etmişti; Sovyet sosyalizminin yıkılmasıyla hem soğuk savaş sona eriyor ve hem de bu bölge, tek taraflı olarak Amerika’nın ölçüsüz gücüne bırakılıyordu.
İşte sosyalistlerin işi bu ölçüsüz güce karşı çıkmaktır.

ABD emperyalizminin, ölçüsüz gücüne güvenerek Ortadoğu'da ölçüsüz bir şekilde düdüğünü öttürmeye hazırlanmasına karşı çıkmada sosyalistler güç hesabı yapamaz; bu bir görevdir, bir sorumluluktur; görev ve sorumluluk güç hesabını kabul etmiyor.

Uzun zamandır, gerici bir Kürt devleti ile Ortadoğu'da uzun bir süre daha düdüğünü öttürebilmeyi planlayan ABD emperyalizmi, PKK türünden bir örgütlenmeyi, şoven olmayan ve giderek yoksul Kürt köylülüğünü harekete geçirme yönünde gelişen bir örgütlenmeyi temizleyerek Ortadoğu'da yeni düzenlemeler yapma peşinde koşuyordu; artık planlarına uygun seçeneklere ve olanaklara kavuştuğunu göstermekten kaçınmıyor!

Artık ABD emperyalizmi ile Kürtler arasından su sızmıyor!
Bunu, Kürtler göstermek istemese de, ABD emperyalizminin ideologlarının, dünyanın büyük zenginlerinin ve sırtını bu büyük zenginlere yaslayan tekelci burjuvaların çıkarları hususunda zihinlerini açmak için bilgilendirmek ve ikna etmek çabaları sayesinde, görülmesini önleyemiyorlar!

Dünyanın her yerinde ABD emperyalizminin planlarının karşısına çıkma görev ve sorumluluğunun bilincinde olan ve elbette kendileri de bir Kürt politikasına sahip olan sosyalistler, ABD emperyalizminin Kürtler üzerinden Ortadoğu'da gerçekleştirmeye çalıştığı planlarının, uluslararası sosyalist ve işçi sınıfı hareketinin de, Kürtlerin de ve elbette bölgedeki ezilen tüm halkların da çıkarlarına ters olduğunu biliyor ve görüyorlar; bu nedenle dün Vietnamlı devrimcilerin yanında durup hiçbir güç hesabı yapmadan, ABD emperyalizminin karşısına dikilmişlerse, hatta İspanya'nın iç savaşında, İspanya yurtseverlerinin yardımına onlarca ülkeden koşarak yetişmişler ve faşizmi de, emperyalizmi de püskürtmek için yine güç hesabı yapmadan karşısına dikilmişlerse, bugün ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki planlarının da karşısında durmayı, hiçbir güç hesabı yapmadan, sosyalist sorumluluklarının, enternasyonalist yükümlülüklerinin içinde görüyorlar.

İşte Kürt aktivistlerin, aşırı fetişleştirdikleri, kült haline getirdikleri Öcalan'ın feylesofluğu önünde eğilip gerçeklere kapanarak görmek istemedikleri budur; böyle olunca da işi köylü kurnazlığı ile kotarmaya ve rüzgâra göre kurnazlıklarını değiştirmeye çalışmaktadırlar!

Bu da, belki de başka yardıma çağıracak kimseleri kalmadığı için, işi ispirtizmacılığa vurarak, Blanki'nin ruhunu çağırıp karşımıza dikmeye çalışmalarına neden olmaktadır!

Halbuki, linkleri tıklatarak önünüze düşen ifadeleri okursanız görebilirsiniz, gerçeklerden Blankiyi çağırarak kurtulamayacakları konusunda uyarmıştım ve işte gerçekler hâlâ enselerinde ve hâlâ kurtulmak için Blanki’nin ruhuna sarılmaktadırlar!

Diğer yandan, “bizler (SF yönetimi) Bu forumda konuşmacıları (Yazarları) provoke ederek yazmalarını, ajitasyon ve propagandalarını sağlamakla görevliyiz. Hoş Devrimciler provoke olmazlar, sorulunca yanıtlar ama... Forumun kurucuları böyle başlatmışlar bu işi, bizlerde devam ettiriyorum.”diyen CHE_1955 mahlaslı Forum üyesi kardeşimizin, Blanki konusunda da bu yaklaşımla mı hareket ettiğini bilmiyorum ama Blanki'ye dair dediklerinin kabul edilebilir bir yanı olmadığı gibi, üstüne üstlük sırf bu kabul edilebilir olma sorununu aşmak için Marxizm-Leninizm'in kurucularına, hem dayanaksız ve hem de yakışıksız biçimde dil uzatmasının hiç kabul edilemez bir durum olduğu ortadadır ki bunları, hiç bıkmadan ve sürekli olarak çürüttüğümüz, hak ettiği cevapları verdiğimiz halde, her fırsatta önümüze fırlatması, gerçekten ortada akılla bağlı olmayan bir tutumun olduğunu düşünmemize neden olmaktadır!

Ancak bilinmelidir ki, Kürt aktivistlerinin Öcalan'ı ve “KÖH” ü savunmaları, önlerinde siper olmaları, karşılarına çıkanlarla kavga etmeleri ve hatta fetişleştirmeleri bile, kendilerine göre doğru ve haklı bir yaklaşım olabilir ve bu anlaşılır bir durumdur; ama bu, Öcalan'ın ve “KÖH”ün doğru ve hem de mutlaklaştırılan bir doğru yol tutturduklarını kanıtlamaz!

Diğer yandan, Öcalan'ı ve “KÖH”ü, tutturdukları yolun yanlışlığı konusunda eleştirmek, uyarmak ve hatta mahkûm etmek ve elbette bu yanlış yolun, ABD emperyalizminin kendi yararına, Kürt halkının ve Türkiye'nin emekçilerinin ve hatta bütün bölge halklarının zararına olan Kürt politikası ile senkronize olmak demek olduğunu ikircimsiz ortaya koymak da sosyalist devrimcilerin hem hakları ve hem de görevleridir!

Elbette sosyalistlerin eleştirileri yanlış olabilir ama eleştirel tutumları kesinkes yanlış değildir; bunu yanlış bulmayı, kabul etmemeyi, buna karşı cepheden ve karşı saflardan saldırmayı da, bu Kürt aktivistleri hak olarak göremezler; görürlerse çatışma başlar; çünkü sosyalistleri Kürt sorunu konusunda hassas noktalara ivmelendiren ve elbette “KÖH” e karşı eleştirel tutum almaya iten, Marxist-Leninist teorinin yol göstericiliğidir ki bu,“Öcalan'ın da “KÖH” ün de Marxist-Leninist teorinin ve hatta reel sosyalizmde kendini gösteren ve hatta daha çok da gösteremeyen pratiğinin kabul edebileceği bir yol olmadığını göstermektedir; işte bu nedenle bir Marxist -Leninist olarak sosyalistlerden başka türlü bir yaklaşım beklenemez!

Yani sosyalistler, Kürt aktivistlerin fetiş yaklaşımlarını yadırgayabilirler ama Kürt aktivistler, hele ki sıkıştıklarında Lenin'i ve Marx'ı referans gösteriyorlarsa, sosyalistlerin Marxist-Leninist bakış gereği ortaya koydukları eleştirel yaklaşımlarını, ne kadar şiddetli olursa olsun, ne kadar katı olursa olsun yadırgayamazlar ve mahkûm edemezler; en önemlisi de bu eleştirel yaklaşımı düşmanlaştıramazlar; buna hakları yoktur demek istiyorum!

Çünkü sosyalistlerin sorumluluğu, ilk önce Kürt-Türk olmasına bakmaksızın, Türkiye'nin işçi sınıfına ve Kürt-Türk tüm emekçi halklarına karşıdır; “KÖH”e ve Öcalan'a karşı sorumlulukları da, bu sorumluluk gereği ve çerçevesindedir; yani Kürt halkının tarihsel vazgeçilmez çıkarlarına zarar verecek politikaları bilerek ya da bilmeyerek uygulayan bir Öcalan'a ve “KÖH”e karşı hiçbir sorumlulukları yoktur!

Bu açıklıkla bakıldığında kendiliğinden görülecektir ki, Kürt aktivistlerin fetişleştirerek yaklaştıkları Öcalan'a ve “KÖH”e siper olup, önlerine çıkan herkesle kavga etmeyi, onları bertaraf etmek için sınır tanımamayı, bunun için her aracı mübah görmeleri kendilerince hak ve görev olarak görülüyorsa; aynı şekilde ama çok daha fazla ve çok daha anlaşılır ve kabul edilir düzeyde, sosyalistlerin de, sosyalist iktidar mücadelesinin, Marxizm-Leninizm'in ve kurucularının ve ulusal sorunun Marxist-Leninist temelde çözümünün ve elbette Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına uyan bir kendi kaderini tayin hakkının önünde düşmana karşı siper olmaları, bu konuda önlerine çıkanlarla kavga etmeleri son derece hak ve aynı oranda görevdir.

Yani Kürt aktivistleri, Kürt devrimci-demokratları, Kürt sosyalistleri, Kürt ilerici ve devrimcileri, Kürt yurtseverleri bilmelidirler ki, Marxizm- Leninizm'in kurucularına ve teorilerine küfrederek, Marxist-Leninist teoriyi kılavuz edinmiş olanların eleştirilerini makul ve mantıklı ve gerçek dayanakları ile çürütmek yerine yaftalayarak bertaraf etmeye çalışarak, ne Kürt halkının vazgeçilmez çıkarlarına sahip çıkılabilir ne de Türkiye’nin işçi sınıfı ve sosyalist hareketi ile ittifak kurulabilir; olsa olsa aradaki açıklık artırılır, düşmanlık tohumları çoğaltılır ve aynı oranda zıt ve düşmanca karşıtlıklar yaratılır; dolayısıyla ne ulusal, ne de sosyal kurtuluş mücadelesi için güç biriktirilebilir!

Bu nedenle bir kez daha altını çizeceğim ki, Türkiye'nin sınıf bilinçli işçilerinden, devrimci sosyalistlerine kadar, Türkiye'nin ilerici-devrimcilerinden, Kürt devrimci - demokratlarına kadar herkesin, şapkasını önlerine koyup yüz kez, yetmezse bin kez düşünerek, Kürt ulusal sorununun çözümünde, sosyalistlere yakışan bir biçimde mi hareket edeceklerine, yoksa emperyalist burjuvazinin kucağında "son nefeslerini" mi vereceklerine karar vermeleri ve hatta bu konuda epey bir geciktiklerinin farkına varmaları gerekmektedir!

Eğer bu uyarı dikkate alınmazsa, bilinmelidir ki, ortada ne bir ulusal kurtuluş, ne de sosyal kurtuluş imkânı kalacaktır; en azından bu kurtuluş, ancak ve ancak, ortaçağın dehlizlerinde bulunup ortaya çıkarıldıktan sonra, bir ihtimal olarak tarih sahnesine yeniden çıkabilecektir.

Öyleyse tarihin mantığının işaret ettiği, Kürt emekçileri ile Türk emekçilerinin yazgılarının bir ve aynı olduğu, kalın urganlarla birbirilerine bağlı olduğu gerçekliği; dolayısıyla ilerici-devrimci Kürtler ile İlerici-devrimci Türklerin birliğinin gerek şart olduğu ve gerici Kürtler ile gerici Türklerin ABD emperyalizmi ve dinci-gerici 12 Eylül rejiminin faşist diktatörlüğünün hegemonyası ve garantörlüğündeki ittifakı ile kaçınılmaz olarak karşı karşıya geleceği gerçekliği; tarihsel nesnel koşulların bu bölgeyi halkçı temelde bir sosyalist devrim alternatifine hazırladığı gerçekliği ve bütün hesapların, tarihin önümüze koyduğu bu gerçekçi alternatif'e göre hareket edilmesi gerektiği gerçekliği, kendiliğinden öne çıkmaktadır!

Yani tarih de mantığı da ve elbette akıl da, boş gevezeliklerle, yani üfürüp-üfürüp ipe asmalarla vakit kaybetmeyi ve gerçek sorunlardan kaçmayı bırakıp, tarihin bu en gerçekçi ve mantıklı alternatifini karşılamak için güç biriktirmek, biriktiğine inanılıyorsa, biriken güçleri sınıfsal bir eksende tasnif edip, netlikle çizilen hedefe doğru kanalize etmek için bir an önce tarihsel nesnel koşulların öne çıkardığı görev ve sorumlulukların görülmesini ve ele alınmasını işaret etmektedir!

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

Fikret Uzun
09-Aralık-2014

Asıl sana ne oluyor, dediklerimin neresinde sosyal-şovenizm buldun da “pes” yollu feryat figan ediyorsun? Bu feveranınla sadece kuvvetle muhtemel olarak gördüğüm savımı, kesinlikle doğru olduğu yönde teyit ediyorsun; iyi ki bir “şovenizm” sözcüğünü ezberlemişsin, o da olmasa acaba hangi yaftaya sarılacaktın; hatırlat da bir gün sana şovenistlik kime yakışıyor anlatayım; gerçi daha önce anlatmıştım, forumda vardır, arayıp bulabilirsin!

Ne yani, Amerikan emperyalizminin, bütün ezilenlerin ve sömürülenlerin can düşmanı olduğu yalan mı? Bundan bir an bile geri durmadığı yalan mı?

Amerikan emperyalizmi hep ezilen ve sömürülen sınıfların kanını emerek ilerledi ve ilerliyor ve egemenliğine egemenlik katıyor, yalan mı?

Amerikan emperyalizminin Ortadoğuyu mesken tutması 2. savaştan sonradır; tek yanlı olarak Ortadoğunun yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile emek zenginliği Amerikan emperyalizminin kirli ellerine geçmiştir ama doymuyor ve daha fazlasını istiyor; hep istedi; yalan mı?

Buna karşı çıkmak sosyalistlerin görevidir; buna karşı çıkmak için güç hesabı yapılmaz; Amerikan emperyalizmine karşı çıkmak sosyalistlerin olmazsa olmaz görevidir; sosyalist olmanın gereğidir, bu mu seni dellendirdi?

Amerikan emperyalizmi var olan devrimleri geriletmenin, patlamak için kıpraşan devrimleri, özellikle de Asya ve Afrika’da önlemenin adıdır, yalan mı?

Amerikan emperyalizminin politikaları hep ezilen ve sömürülen sınıfları, emekçi halkları köleleştirmek, hükümetlerini kendisine bağlamak üzerinedir, yalan mı?

Bunları da hep kendi halkına ihanet eden işbirlikçileri ile yaptı ve hâlâ yapıyor, yalan mı?

Sosyalistlerin görevi “Türk gericiliği ile Kürt gericiliğinin ittifakını engellemek” ve “Türk ilericiliği ile Kürt ilericiliğinin birlikteliğini korumak”tır; yalan mı? Yoksa seni rahatsız eden bu mu?

Öcalan,“demokratik cumhuriyet” diyordu şimdi unutmuş görünüyor; karanlığı “demokratik özerk komün” ile örtebilir mi? Said-i Nursi’yi “demokratik özerk” kahraman yapmaya çalışarak, ”komün”ü sosyalizmden ileri göstermeyi bırak, demokratik olduğunu gösterebilir mi? Kürt emekçilerinin refahı ise hiçbir zaman meseleleri olmuyor; bunların yalan olduğunu söyleyebilir misin?

Peki, biz ne yaptık da “Kürt düşmanı” olduk, ne yaptık da ”sosyal-şoven” olduk; Kürtler ”Kürt” demeye korkarlarken, Kürt sözü yasaklanmışken, “Kürt vardır” ,“Kürtler eşit yurttaştırlar” diyenler bu toprakların sosyalistleri değil mi idi? Kürt insanının yükseldiğini görüp sevinenler sosyalistler değil miydi? Şimdi Kürtlerin gelip gelip, Kürt insanındaki bu yükselişi, bir karanlıkla boğmaya çalışmalarından sosyalistlerden başka üzülen, kaygılanan var mı?

Dün bu kaygıları taşımayan, Kürtlerin yanına bile yaklaşmayanların, ”KÖH”e sosyalist renk vermek için görev başında olduğu yalan mı? Bunu ikircimsiz söylüyoruz diye mi sosyal şoveniz? Buna kargalar bile gülmez mi?

Sosyalistler için Kürtleri ilerici -devrimci görmek sevindiricidir; gericilikle bağlanması ise üzücüdür, bunun neresi yanlış? Bu seni neden rahatsız ediyor, hatta celallendiriyor?

Ve bunların hepsinin Türkiye’yi bölmek için olduğunu söyledik, söylüyoruz; bölmek ise “bölüşmek” anlamındadır; emperyalistlerin Türkiye'yi bölüşmek için yeniden harekete geçtiğini söylüyoruz ve siz bunu görmemek için hâlâ gözlerinizi yumuyorsunuz; gözleriniz açıkken de Blanki ile oyalanıyorsunuz!

Yollar, fabrikalar vesaire ve su bile, dağlar dahi artık yoktur ve bu, Türkiye’yi bölmedi ama hepsi “bölüşüldüler”; bu bölüşmelerin işçi ve emekçi kitleler açısından önemini kavrayamıyorsun, bari pratik sonuçlarını görüp tasalanman gerekmiyor mu, hınçlanman gerekmiyor mu?

Daha önemlisi Telekomünikasyon, limanlar, Pektim, Tüpraş, Petrol Ofisi vb. de yokturlar; bunlar, Türkiye'nin komuta kuleleridir; bunlar yoksa bir cumhuriyetin ekonomi yönetimi ve yaşama yeteneği de yoktur; bu yoksa cumhuriyet de yoktur; o da yoksa işçi sınıfının ve emekçilerin toparlanıp, ezgiye ve sömürüye karşı mücadele etme olanakları ve araçları da yoktur; ama kimin umurunda, öyle değil mi?
Sözde Lenincisin ama Lenin'in bu konudaki ve Marx’ta kalarak yaptığı uyarılarından bihabersin!


Ne fark eder, işçi ve emekçileri ha Hasan sömürmüş ha Solomon sömürmüş yaklaşımındasınız!

Gericilikle bağlanan bir “demokratik özerk komün” ile dünyayı da, dünyanın bütün işçilerini ve emekçilerini de kurtarırsınız değil mi?
Bu bir ham hayaldir! Hüsnü kuruntudur!

Size göre ki ABD emperyalizminin kendi çaresizliği için yazdığı reçetedir ve siz buna biat etmişsiniz, en doğrusunu dünyanın bir numaralı emperyalisti ABD bilir ve Kürtleri illa Türkiye’den ayırmak gerekiyor ve gericileştirilmiş, ilkel –milliyetçileştirilmiş, devrimci renkleri budanmış, itaatkâr hale getirilmiş, ümmileştirilmiş bir “Büyük Kürdistan” ile gericilikle ve emperyalizmle köprü kurulmasında hiç sakınca görülmüyor; ayrıca Kürtlerin refahı filan da önemli görülmüyor; üstelik Kürtlere ABD emperyalizminin, devlet-mevlet koklatmaya niyeti olmasa da fark etmiyor, bir bayrak gölgesi bile Kürtlerin özgür olmasına yeter yaklaşımı hâkim kılınmaya çalışılıyor; Kürtler aç da kalsalar, köleleşmiş de olsalar, bir bayrak gölgesi her şeyi çözer!

Mantık budur.

Bu mantığın böyle olduğu, dün “demokratik cumhuriyet” olan çizginin, bu gün “demokratik özerklik” şeklini almış olması ve artık “statü” denilmesi ile daha da netleşmiştir; bunun anlamı ABD nin “Kürt politikasına” biat etmektir.

Yani burada Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını özgür iradesi ile belirlemesi durumu yoktur!

İrade ABD emperyalizmindedir! Öyleyse özgürlük de yoktur!
Peki, geldiğimiz noktada,” madem bu şekildeki bir “kurtuluşa” dünden razı idiniz, onca meşakkate, onca acıya, anaların onca gözyaşına ne gerek vardı? “ diye soranları suçlayabilir misiniz?

ABD emperyalizmi, onca zaman yalvardı, bugün tam da kabul ederek içine girdiğiniz çözüm için Talabanilerle haber saldı; “bırakın Karl'ı, Ulyanov'u da Wilson'u dinleyin ve kapın demokratik self determinasyon hakkını, hepimiz mutlu olalım, Ortadoğu da uzun bir Amerikan-pax'ı yaşasın” dedi, dinlemediniz, habire anaları ağlattınız; yalan mı?

Diğer yandan, Kürt halkını, ABD emperyalizminin dinci, gerici, ilkel ve itaatkâr bir Kürt devletine mahkûm etmenize, dolayısıyla Kürt halkını ABD emperyalizmine teslim etmenize devrimcileri alet etmenizi, çoktan Wilson Prensiplerine çark etmişken, “ulusların kaderini tayin hakkı” nutukları atmanızı hangi devrimci yutar sanırsınız? Kaldı ki, bu gerici yönelişe, ne Kürt ilericileri ve devrimcileri, ne de Türk ilericileri ve devrimcileri izin verir!
Bunları dedik diye mi, aklımızı Öcalan ile bozmuş oluyoruz? Bunun için mi Kürt düşmanı sayılıyoruz? Yoksa Türkiye'nin zenginleri ile birlikte olmak isteyen, birlikte Kürt ve Türk emekçilerini sömürmek isteyen Kürt egemenlerini sevmek zorunda değiliz, tekellere nasıl bakıyorsak, onlara da öyle bakıyoruz dediğimiz için mi Kürt düşmanı oluyoruz?

“Benim Kürtlüğüm, Bedirhan’lara, Barzani’lere (Talabani’lere) hiç benzemez, ben Kürtlüğün bittiği noktada ortaya çıktım. Çünkü ben Kürmanc kesiminden sayılırım ve Kürmancım da; Kürmanc, aşiret bağlarının çözüldüğü, aynı zamanda güçten kuvvetten düşmüş Kürt oluyor. Sanırım buna, aşiret ve serflik ilişkilerinden biraz kopmuş, aile çevresinde de olsa bir emek sürecine girmiş yoksul köylü de diyebiliriz. İşte benim Kürtlüğüm böyle bir tanıma dayanıyor” diyen “önderiniz” Öcalan'ın da böyle ortaya koyduğunu, kendi ve daha önceki ifadelerinden biliyoruz.

Şimdi,”dün dündür, bugün bugündür” mü diyeceğiz Demirel gibi?
Şöyle diyordu,1990 lı yılların başında önderiniz Öcalan; "Peki, (sömürgecilerin ve işbirlikçilerinin) elinde geriye ne kaldı? Tekrar eski silah! Bin yıllık saldırı silahına tekrar sıra geldi. Kürt toplumunun geri özellikleri, mezhepler, tarikatlar eliyle çok yönlü parçalanmışlığı sonucu ‘din silahını bir kez daha kullanalım’ dediler. Zaten Özal'ın tarikatçılığı, Evren’in dinciliği boşuna değildir. Böylelikle yayılmak, Türklüğe atılım kazandırmak isteniyor. Bu, eski ideolojik silaha sarılma, anlamına geliyor."

"Sonuçta bildiğimiz gibi,12 Eylül döneminde tarikatlara olağanüstü ilgi gösterildi. Ve mali destek verildi. Bu konuda, özellikle Suudi’nin desteği alındı. Gördüğümüz gibi, Batman, Diyarbakır, Urfa, Silvan gibi yerleşim merkezleri, önemli Kürt şehirleri, böyle tarikat yuvaları ile dolduruldu. O pansiyonlarda, 7 yaşındaki çocuklara gece gündüz o doğmalar ezberletilerek, kendi ulusal, toplumsal gerçeklerini inkâr ettirmek için ne lazımsa o yapıldı. Bu, tıpkı Osmanlı dönemindeki Yeniçeri Ocakları’nda Hıristiyan çocuklarının Türkleştirilip, Müslümanlaştırılması gibidir. "

Yeterince açık değil mi? Altan Tan’lar da, S.S.Önderler de, aynı açıklıktan giriyorlar ve buradan devrimci renklerin budanmasına meşruiyet alanı sağlamaya çalışıyorlar, ne yazık ki bu açıklığı, dün kapatmak isteyen Öcalan sağlıyor ve siz de bu alanı, “dinsel alana saygı“ temelinde genişletiyorsunuz.

Daha da ölçüsüzleşerek, ümmet toplumu ile sosyalizmi özdeşleştiriyorsunuz; en azından özdeşleştirenlere laf söyleyenleri sosyal -şoven yaftalarınızla püskürtmeye çalışıyorsunuz!

İttifak böyle gelişiyor. Gerici Kürtler ile gerici Türklerin ittifakının geliştirilmesi böyle yürüyor.

Sonra da,”geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler” deyince, sosyal şovenist oluyoruz he mi?

Ne demiştim “KÖH” ün geldiği noktadaki tıkanıklık ile turnusoller yan yana gelmiş ve yumak olmuş, birbirleri ile kavga eder hale gelmiş durumdadır!

İşte örneği, TKP artığı “KÖH” muhibbi Veysi'den aktarmıştım haberleri.

Veysi,”HDP “Kürdistan’ı TBMM’de Türkiye Cumhuriyetine bağlıyor.”diyordu!

Çözüm süreci, eğer “milletin değişerek demokratik ulus haline gelmesi ve devletin de değişerek demokratik cumhuriyet haline gelmesi şartıyla” “milleti ve devletiyle bölünmez bütünlüğü” temelinde sonuca ulaşacaksa, Meclis HDP’siz olamaz.”diyordu

HDP “demokrasi adına AKP’yi yol ağzına getirdi...
Demokrasi adına hükümeti bu ikilemle karşı karşıya bırakmak HDP’nin anasının sütü gibi hakkıdır. “ diyordu.

Ve bunları, Öcalan'ın son mesajlarına dayanarak söylüyordu!

Ne Veysi'nin dedikleri, ne de benim dediklerim seni ilgilendirmiyor değil mi? Oysa Veysi'nin dedikleri, bana sosyal şovenist yaftası vurmak için gerekçe yaptığın sözlerimi teyit etmektedir; ama gerçekler ağır ve acımasız, bu nedenle gerçeklere bigâne kalmak işinize geliyor ve gerçeklerden kaçmak ve de kaçırtmak için Blanki kolay bir araçtır!

Yani Blanki bahane, aklı başka yere takmak şahane desene sen şuna; sevsinler Lenin aşkınızı!

Evet, bir kin var, kaçınılmazdır ama bu kin tamı tamına sınıf kinidir, sınıf kini aklın motorudur; bu nedenle onca zamandır, fabrikalara tarikat bilinci sokuluyor, bu nedenle “demokrasi” illüzyonları ile akıllar hamura çevriliyor; öncesinde kitlesel korku yaymak var ve elbette akıl bozucu “yetmez ama evet”çilerden tut, bilumum azap zebanisinin akıl bozucu sahte “sol” nutukları var!

Hepsi, sınıf kinini ortadan kaldırmak içindir; aklın sinirlerini yerinden sökmek içindir!

Sosyalistlerin kini kişisel değildir, intikam da içermez, sınıfsaldır.

Emperyalizmin, tekellerin ve elbette işbirlikçilerinin işçi sınıfına ve emekçi halklara duyduğu kin de sınıfsaldır ve bu kinle saldırırlar, ezmeye, yok etmeye çalışırlar; işte sosyalistlerin kini de tıpkı böyledir; insanlığa ve doğaya düşman, geleceğe düşman bu iblislere ve onların bu iblisliklerini yumuşatmaya çalışan işbirlikçilerine duyulan bir sınıf kinidir; hatta emperyalizmi, tekelleri şirin göstermeye çalışanlara bir de tiksinti duyarlar!

Ama kimseye kara gözü kara kaşı nedeniyle kin duymazlar, intikam beslemezler! Bu konuda istisnasız sınıf kini ile hareket ederler! Bunun için sosyalistleri yadırgayabilir misin?

Heyecanla savunduğun ve aslanlar gibi CHE'nin ve BORGA'nın karşısına dikildiğin tartışmanın konusundan bile bihabersin; “Blankizm sınıf savaşını reddeden bir teoridir.” diyor başlık; öyleyse mutlaka bir kin ve sınıf kini olmalıdır; bu kin olmadan, bu hınç olmadan sınıf savaşı olur mu; zaten sınıf savaşını köreltmek için, kinsizliği aşılıyorlar!

12 Eylül faşist darbesi bu kinsizliği yani sınıfsal kinsizliği aşılamak için en şiddetli sınıf kini ile yapılan saldırının adıdır ve bu kini, kinsizliği yerleştirene kadar yaydılar, canlı tuttular ama hepsini işbirlikçi azap zebanilerinin sahte“ sol” nutukları ile kolaylaştırdılar; hâlâ da iş başındalar ve her taşın altından çıkıyorlar; en son burada “Altüst” adında bir kinsizlik jeneratörünün dişlileri arasından çıktılar; kinsizliğin yerine hangi kini koyduklarını hepimiz biliyoruz!

Gençlere hangi ölümü seçeceklerini bile sormadan, Eylülist infazcılar, 12 Eylül'e girerken ve rejiminin başlarında, gençleri, “dur” bile demeden,”kaçıyordu” diyerek kurşunluyorlardı; peki ne değişti? 12 Eylül ile darbecilerle hesaplaştılar, Metropollere “İleri demokrasi” geldi, Kürt illerine “demokratik özerk komün” yağdı ama değişen bir şey yok ve hızla da çemberi daraltıyorlar; Eylülist infazcılık artık yasal statü kazandı; “Kürtlere statü” isterken şimdi elde ne var? Bu “yasal statü”,12 Eylül dinci-gerici faşist diktatörlüğünün Kürt ve Türk emekçilerine hediyesidir! Öcalan ve “KÖH” ve elbette Demirtaş ne kadar övünseler azdır! Artık gençleri “kaçıyor”, “taş atıyor” diye kurşunlayan Eylülist infazcılardan kurtulduk;12 Eylül darbecilerini evlerinde hapse tıktık, darbeciliği de inine tıktık, Türkiye topraklarına “ileri demokrasi” getirdik, Kürt illerine “demokratik özerk komün” yağdırdık ama çile hâlâ aynı ve hatta daha katmerli; hem de “yasal statü”ler daha katı!

Ve üstüne üstlük, bunlarla değil, Marxizm-Leninizm ve kurucuları ile cebelleş oluyor pek muhterem ulusal kurtuluşçu liderler; Marxizm-Leninizm kurucularına ve bilimsel teorisine cahil cahil ve ölçüsüzce saldırılması, yerine Kropotkinlerin, Blankilerin, Bernsteinlerin, Nişelerin, Kautskilerin konulması kime yarıyor acaba, ama seni ilgilendirmiyor değil mi?

Bu elbette ezilen ve sömürülenlere kinsizliği aşılamak içindir; “yasal statü”leri kolaylaştırmak içindir; birbirini tamamlıyorlar; ama siz hâlâ sosyalistlerin haklı ve gerekli olarak taşıdıkları ve gösterdikleri sınıf kinine düşmansınız sadece; “KÖH” yanlış yolda demeye gör, bütün kinlerinizi kusuyorsunuz ama sınıf kinine düşmanlığınız takdire şayan oluyor!

Oysa bugün ve uzun zamandır nasıl ki dünya ezilen ve ezen uluslar olarak ikiye ayrılmış ise; aynı şekilde işçi sınıfı ve burjuva sınıfı olarak, hatta tekelci olan burjuva sınıfı olarak ikiye ayrılmış durumdadır. İşçi ve emekçiler ne kadar çok yerlerde sürünüyorlarsa, insanlıklarından çıkarılıyorlarsa, zenginlik de o oranda yüksek yerlere, şatolara, kalelere, saraylara tırmanıyor ve siz emperyalist olanından en küçük burjuvasına kadar hepsi ile empati kuruyorsunuz ve bunu “bir sosyalist hareket değil ki” dediğiniz ama sıkışınca Lenin'i yardıma çağırdığınız Kürt hareketine ”yasal statü” kazandırmak adına yapıyorsunuz; ve haliyle “kin”e düşmansınız; daha doğrusu emperyalist tekellerin işaret ettiği “kin” dışındaki “kin” sizlere uymuyor ve sabah akşam bozuk plak gibi “sosyal-şoven” kinlerinizi, emperyalizmle kurduğunuz empatilerinize kalkan yapıyorsunuz!

Ve gene kabahatli, hatta suçlu sosyalistler oluyor. Neden? Çünkü empati kurduğunuz emperyalizme dil uzatıyorlar, sınıf kini duyuyorlar!

Oysa eğer ezen ve sömüren sınıf, işçi sınıfını ve emekçi halkları son derece acımasız bir bir kin ile ezip sömürürken sınır tanımıyorsa, kendisine yönelik en küçük tehdide karşı kinini en şiddetli biçimde, en yok edici araçlarla gösteriyorsa, işte bunları yenmek, bu ezgi ve sömürüye son vermek için, en az onlar kadar sınıf kini duymak bilinçli işçilerin, sosyalistlerin boynunun borcudur; işçi ve emekçilerin akıllarının motoru bu kindir!

Ama tabii ki siz kine düşmansınız, işçi sınıfının sınıf kini size banal gelir; siz işçi sınıfının kan emici bezirganlarla empati kurmalarını yüksek tutarsınız; ABD emperyalizmini dost bellerken, politikaları ile senkronize olurken, cebinizde hep bu empatik yaklaşımınız vardır!

Ve biz bunları hatırlatınca, “KÖH” düşmanlığı ile Öcalan düşmanlığı ile kafayı yemiş oluyoruz öyle mi?

Bir düşünün bakalım, “KÖH” ü ve Öcalan'ı bir kült olarak, bir fetiş olarak savunanlar olarak siz hangi düşmanlıkla kafayı yediniz aklınıza gelecek mi?

Şimdi desem ki, “ABD emperyalizmi ile empati, Tekellerle birlikte ip atlama, 12 Eylül dinci-faşist diktatörlüğü ile müzakere seansları sırasında, Türkiye'nin ezilen ve sömürülen sınıflarının hepten çukura gömülmelerini, kırbaçlı köleliğe mahkum edilmelerini, dahası bu eli kolu ve aklı bağlanmış yoksul kitlelerin ola ki bir sınıf kini göstermeye teşebbüs etme ihtimallerine karşın, 12 Eylül dinci-gerici rejiminin faşizmini en katı biçimde konuşlandırmasını görmezden gelip, Kürt halkına yapılanlarda bir sınıf kini bulmamak için, haliyle bu ezginin ve sömürünün, Kürtlerin ayaklarına ve boyunlarına vurulan prangaların tümüyle sınıfsal olduğunu görmemek için bin dereden su getirip, bu emperyalist tekellerin, yani büyük büyük zenginlerin, yani egemen sınıfların an itibarı ile tedavülde tuttukları laik, devletçi, cumhuriyetçi ideoloji ve politikalarının yerine, emperyalist politikalara an itibarı ile daha uygun olan, dinci-gerici-devletsiz ideoloji ve politikaları koymak, en tam ifadesiyle egemen sınıf politikası yapmak için, devletsiz bir devlet politikası yapmak için, bu eskimiş ideoloji ve politikalara da, yürütücülerine de ve üstelik bu politikaları onca zaman yürütenlerle birlikte ve müthiş bir sınıf kini ile birlikte saldırmasından, Türkiye'nin metropollerine “ileri demokrasi”, Kürt illerine “demokratik özerk komün” yağdığı masalı ile Kürt emekçi halkının ve Türkiye'nin işçi ve emekçilerinin sınıf kinini, olması gereken yere değil, çoktan defteri dürülmüş, eskimiş, tedavülden kaldırılmış ideoloji ve politikaların ve elbette tasfiye edilmiş kadrolarının üzerine yönlendirmeyi ulusal kurtuluş mücadelesi sayıyorsunuz.”

O dakika cebinizde hazır bekleyen yaftalarınız üzerimize yağacaktır ve bu yaftaları yağdıra yağdıra bitiremediniz ve üstelik sözde darbeciliğin de, darbecilerin de defteri dürüldü ama Türkiye'nin metropollerine de, Kürt illerine de ne demokrasi geldi, ne de Türkiye'nin işçilerinin de emekçilerinin de ve elbette Kürt halkının da kurtuluş umudu şaha kalktı!

Ve bir serap peşinde, Türkiye'yi ve bölgeyi ateşlere verecek olan emperyalist politikalarla senkronize olduğu apaçık ortada olan “KÖH” e karşı, Öcalan'a karşı eleştiri yönelten, Kürt halkını ve devrimcilerini uyaran sosyalistler “Kürt düşmanı” öyle mi?

Blankizm gene nereden çıktı şimdi ve neden pek bir heyecanla Blanki üzerinden kayıkçı kavgasında kendinizden geçiyorsunuz? Diye sorup, kuvvetle muhtemel ihtimallere dikkat çekince Kürt düşmanı olunuyor öyle mi?

Buna kim inanır? Hem Blanki'ye karşı Leninciliğini konuşturacaksın, hem de bu sorularla karşılaşınca celalleneceksin, bu kimsenin gözünden kaçmaz Kırçıl efendi!

Öte yandan, Blanki’nin kendisine de taraftarlarına da yapılmış bir haksızlık yok; ne ise o söylenmiş ve tarihe kaydedilmiş; söylenenler arasında Blanki'nin devrimci kişiliğine söylenen bir söz de yok; ama 21.yüzyılda, bir Blanki aşkıdır, hatta fetişidir, sürüp gidiyor!

Oysa Blanki model değildir; hatta Blanki de, Blankizm de egemen sınıfların korktuğu bir model de değildir; öyle olsaydı Paris komününün cellâtları, hazır kan akıtmaya başlamışken neden onun da kellesini almasınlardı ki?

Ama Robespier'in adına yazılı Jakobenizm modeldir, hem de burjuvazi, kendisine ait olan bu modelden ölümüne korkmuş ve Robespier'i de Jakobenleri de giyotine göndermiştir; Leninci rolündesin madem Lenin'in Jakobenizmden işçi sınıfının değil ama küçük-burjuvazinin pek çok korktuğunu söylediğini bilmen gerek; aynı şekilde Baböf var ve o da modeldir; Burjuvazi modellere düşmandır ve Baböfçülüğün de model olmasına kesinkes izin vermemiştir; Baböf'ü de taraftarlarını da ortadan kaldırmıştır; ama Blanki'yi, tüm o devrimci hırsına, kavgacılığına karşın sağ bırakmıştır; çünkü Blanki'nin, Blankizmin devrimciliğinde sınıf kini yoktur!

Ama bu gün uçurumun kenarına sürüklenen, kırbaçlı köleliğe mahkum edilen, çifte prangalarla köleliğe koşulmak istenen ezilen ve sömürülen işçilerin ve emekçi halkların bu kine ihtiyacı var; ancak bu sınıf kini ile akılları başlarına gelir, cellatları ile empati kurulamayacağını idrak eder; ancak bu sınıf kinini canlı tutarak kendisine en şiddetlisinden sınıf kini ile saldıranları ve onları şirin göstermek için yarış edenleri ayırt edebilir; kurtuluşlarının motor gücünün bu sınıf kini ile bağlı olduğunu ancak böyle bilince çıkarır.
İşte siz bu nedenle ve özellikle de sınıf kinine karşı, ABD emperyalizmi ile tekellerle empati kurmayı model yapmaya çalışıyorsunuz; fabrikalardan sınıf kininin boşaltılıp, ümmet bilincinin yerleştirilmesini model yapmak istiyorsunuz; en azından buna sesinizi çıkarmıyorsunuz; perdelemek için de herkesi, Blankilerle, Kropotkinlerle oyalıyor, arada bir de sahneye Lenin'i çıkartıp, sözde bunu Lenin aşkına, Leninizm aşkına yaptığınız illüzyonunu yayıyorsunuz!

Eh durum bu olunca da birileri çıkıp zülfiyareye dokunuyor, birden büyü bozularak, siz ”kin”e düşmanlığı model yapmaya çalışanlar, bütün kininizle saldırıyı politika saydığınızı açık ediyorsunuz!

Peki bu kin sınıf kini mi? Evet bir sınıf kini ama işçi ve emekçilerin düşmanlarına karşı sınıf kini taşıyanlara ve bunu gösterenlere yöneltilen bir kin olduğuna göre, bu kin, işçi ve emekçilere ait bir kin değildir; öyleyse emperyalizmle, tekellerle empati kuranlara yakışan bir kindir ki, bu kinin, ne işçilere ne de emekçilere bir yararı vardır!
Kırçıl kardeşim, bu ders sana iyi gelmiş midir bilmiyorum ama kayıkçı kavganıza yansıyan ifadelerinizden yıllardır birbirinizi tanıyan kişiler olduğunuz anlaşılıyor; ancak Foruma kaydın daha yeni, öyleyse daha önceki forum hayatında başka bir surette idin ve bunu, elbette Forum'un bilişim teknolojisine hâkim olan moderatörleri biliyorlardır, bu açık ve Ulak bir tahmin yürüttü diye celallenmiştin ama bak 12 nolu mesajda CHE biraderimiz de sana “veda “efendi diyerek bitirdi cümlesini!

Öyleyse, senin neden bu kadar celallendiğini anlayabiliyoruz!

Espriyi anladın mı Kırçıl efendi?

Yok yok bu olmadı, bunu CHE zaten sormuştu; asıl soru, gerçeklerden kaçmak için Blanki’yi çağırmanın beyhude çaba olduğunu artık anladın mı kırçıl efendi? Olacaktı.

Bak Kırçıl kardeşim, ya da ne isen, ne Kürt halkının ne de Türkiye’nin işçilerinin ve emekçilerinin zekasını hafife almalısın; ezilen ve sömürülen sınıfların ve halkların zekası hiç bir zaman dumura uğramaz; onca akıl bozucu, bellek silici operasyonlara rağmen, ezgi altındaki ve sömürünün pençesindeki işçi ve emekçilerin zekası, zekasını da, aklını da bir empati uğruna, ezilen ve sömürülen sınıfların düşmanlarının politikalarının kerametine kaptıranların zekalarına taş çıkartacak derece de diridir; hiç anlamadığın anda fışkırabilir!
Bu nedenle böyle bir taraftan Leninci görünüp, oldukça usturuplu kelamlar edip, sonra da iş “KÖH” fetişizmine ve emperyalizme gelince çuvallaman kimsenin gözünden kaçmaz; kaçmıyor!

Belki de bunun içindir, yanılgı değiştirir gibi, suret değiştirme merakınız!

Evet, sizler birer yanılgı mağduru değilsiniz; sizler yanılgı değiştirmeye mahkûm birer hükümlüsünüz! Yani, egemen sınıfın ideoloji ve politikalarına uygun olan egemen yanılgı hangisi ise bu yanılgıyı giyinmekte ve değiştiğinde ise başka bir yanılgı ile değiştirmekte sınır tanımazsınız!

Mesela ben desem ki, “barış içinde bir arada yaşama politikası” Lenin'e aittir ve bunu Stalin de sürdürmüş ama ne Lenin ne de Stalin bu politikayı sosyalizmin kalıcı ilkesi saymıştır; sen o saat hem de celallenerek Lenin'e kalkan olacaksın ama mevcut yaklaşımlarının tam da bu barış içinde bir arada yaşama politikasına uygun olduğunun görüldüğünün farkında bile olmayacaksın! Yani aslında hepinizin sureti bir ve aynıdır.

Galiba şimdi espriyi daha iyi anlıyor gibisin değil mi Kırçıl efendi?

Yani, konunun "KÖH" ile de Öcalan ile de pek bir alakası olduğunu kavramışsındır değil mi?

İşte burada Ulak mahlasına peşin peşin kin ve nefret duyanlar; onun için ceplerinde her daim yafta taşıyanlar tam da bu espri nedeniyle bu halet-i ruhiye içine girmektedirler!

Ama o bazıları, senin yanında, emin ol ki senden daha harbi ve dobra kalmaktadırlar!

Blanki konusunda donanımlı mı olmak istiyorsun, Blankistlerle söz düellosunda onları yenmek mi istiyorsun? Boşver Ulyanov'u, Karl'ı, Friedric'i yardıma çağırmak için internetlerde dolaşıp efor sarf etmeyi; Ulak sizin için çoktan bulup çıkardı Blanki'ye dair tarihe kaydedilenleri; aç oku ve varsa bir yamuk durum, ben buradayım, Ulak'ı hiç çekinmeden şikayet edebilirsin ve varsa gerçekten bir yamuk durum, Ulak yakinimdir, sözümü dinler ve yamuk duruma aşkla bağlı kalmaz, senden de gelse, doğruluğu kanıtlanmış ise o doğruya yaklaşır!

Ama siz, siz öyle yapamazsınız; çünkü siz yanılgıların savunuculuğuna hüküm giymişsiniz; yanılgı ve yanlışlarınıza aşkla bağlısınız; aklınız bağımsız değil demek istiyorum!

Ama pişmiş aşı ısıtıp ısıtıp, başka ve taze aşların kazanları içine boca etmeye çalışırsanız, birileri çıkar, zülfiyâreye dokunur ve mahkûmiyetinizi hatırlatarak sizi böyle celallendirebilir!

Bunun adı sınıf mücadelesidir ve sınıflar ortaya çıktığından beri vardır; filozofların bu tartışmaları, denizler aşarak toplanıp, kelle koltukta sürdürmeleri tam da bu sınıf mücadelesinin yansımasıdır; ama filozoflar sınıflar yok iken de vardılar ve o zaman da toplanıp kendi aralarında söz düellosu yaparlar, en ikna edici sözleri bulup söyleyenler düellonun galibi sayılır ve filozoflar, bir sonraki söz düellosuna kadar dağılırlardı, yani kelleri koltukta değildi; şimdi sınıf mücadelesinin en şiddetlisi ve en karmaşığı var ve hâlâ sözler kurşun gibi ağırdır; yani öyle bütün insanlığı bu kan emici emperyalizmden, tekellerin düzeninden kurtaracak olan bir gecikmiş dahi bireye, bu sınıf mücadelesinde gücü de, hegemonyayı da elinde tutan sınıfın hoşgörü gösterecek hali yoktur, hem de elinin altında bir zindanda tutarken!

Ve bu sınıf mücadelesi, sanma ki bu forumda yok; yani sanma ki buradaki sözler bir kayıkçı kavgasına da bürünse, havada uçuşan zırvalar biçiminde de görünse, bir müsamerenin, bir kompozisyon yarışmasının yansımasıdır; hayır, buradaki bütün o sözler, demogojiler, üfürüp üfürüp ipe asmalar, celallenmeler, zülfiyareye dokunmalar, Blankileri canlandırmalar vb. Hepsi canlı yaşamdaki sınıf mücadelesinin yansımasıdır; senin fırlattığın yaftalar da bu mücadelenin yansımasıdır!

Ne yazık ki, hiçbirisinin hedefi doğru değil!

Ve hangi sınıfın düdüğünü hangi suretler öttürüyor, yine sanma ki kimse fark etmiyor; siz yafta fırlatacaksınız diye korkarak yine sanma ki herkes sizin mahkûmiyetinize, yanılgı değiştirme hastalığınıza biat edecek!

Herkesin olduğu gibi, Kürt halkının da bir zekâsı ve tarafı var ve bunun öznel yanı kadar, bir de nesnel yanı var; dolayısıyla siz ne yaparsanız yapın, hangi ruh için ispirtizma seansları düzenlerseniz düzenleyin, neyi veya kimi fetişleştirirseniz fetişleştirin, eninde sonunda, dayattığınız öznel yaklaşımlar parçalanacak ve nesnelliğin ağırlığı altında un ufak olacak ve Kürt halkının tarafında olmadığınız bütün çıplaklığıyla ortaya saçılacak!

Yani sosyalistlerin ne Öcalan'a ne de Kürtlere bir kişisel garezi var ve elbette ne de yüzünü bile görmedikleri halde sosyalistlerde “kırçıl” suretine kişisel bir garez oluşabilir.

Demek ki bunun adı sınıf kinidir ve canlı hayattaki sınıf mücadelesine içerilmiş bir kin olarak bu foruma da yansıması kaçınılmazdır!

Öyleyse sonuç olarak, ortada “pes” dedirtecek, senin yansıtmaya çalıştığın anlamda bir kişisel kinsel durum yoktur; yani ne Öcalan'a, ne “KÖH”e ne de Kürt saylavlara bir kişisel garezimiz ve kinimiz var!

Dediklerimde de bunu göremezsin; ama asıl görmen gerekenlere kör olup, görülmesi kesinkes mümkün olmayanları görmeniz herhalde sadece size mahsustur.

Bizim kinimiz, kişisel değildir, sınıf kinidir ve hak edenler bellidir ki bunu hiç gizlemezler!

Bundan utanmazlar da!

Öyleyse bir taraftan “bu ne kin” yollu hezeyan yaşarken, diğer taraftan en kaba ve şiddet katsayısı yüksek bir kin ile, kulağınıza hoş gelmeyen eleştirilere karşı, emperyalistlere, tekellere ve dinci-gerici faşist diktatörlüğe bile duymadığınız bir kinle önünüze gelene saldıran ve hatta Lenincilikte sınır tanımıyor görünürken, Marxizm-Leninizmin kurucularına ölçüsüzce saldıranlarla empati kuranların sizler olduğunuzu unutmayın! Daha doğrusu bunun fark edilmediğini zannetmeyin!

Ah gene uzattım değil mi, ama olsun, nasıl olsa sen bu kadar cümleyi bir fındık kabuğuna sığdırırsın!

Marxizmin kurucularından ve Blankiden yüzelli yıl, Lenin’den yüz yıl sonra hâlâ aynı tas aynı mermer ya da aynı kurna, bu nasıl bir dünya; öyle değil mi Kırçıl efendi?

Fikret Uzun
10-Aralık-2014

Turgut arkadaş,

Senin de onayladığın, “En sonu iş gelmiş Engels'e dayanmış” başlığı ile paylaştığım ve şu Linkte görülecek olan Marksist'ler ve blanquist'ler arasındaki fark ,”Marxistler ile Blankistler arasındaki fark” başlığında açılan tartışmaya gönderdiğim eleştirel mektubumda, Blanki konusunda hatırlattıklarım nettir ve şimdi de söylediklerim farklı değildir.

O zaman da “Blanqui’nin düşüncesine göre devrim’in, kendi içinde iyi
örgütlenmiş bir grup silahlı devrimcinin doğru anda iktidarı ele geçirecek darbeyi gerçekleştirmesi olduğunu ve bunu halkın ayaklanmasının izlemesi olduğunu biliyoruz ve bu yüzden Blanqui’nin, kitleleri devrimci eyleme hazırlamayı değil, dar bir grubu devrimci eyleme hazırlamayı seçtiğini ama örnek olsun, Blanqui’nin 1839’da halka yaptığı çağrıya halkın olumlu cevap vermediğini; Blanki’nin deyişiyle, halkın Blanki’nin «komutanlarına ve askerlerine» elini vermediğini biliyoruz.”

“Blanquist olmak, devrim sözcüğü kullanıldığında, devrimci duruma ya da, toplumun nabzına bakmaksızın, tümüyle politik mücadeleye ve örgüte güvenerek devrim yapmaya çalışmak anlamına gelmektedir; biz de bunu söylüyoruz ve ayriyeten biz, tarih aracıyla bunun devrim yapmak veya devrimi örgütlemek için yetmediğini, hatta patlamış bir devrimi bile, bu dar örgütçülük, dar politik mücadele anlayışı ile yönetmenin, zafere ulaştırmanın mümkün olmayacağını da biliyoruz! “

“Buna karşın Lenin’in, kendisini önceleyen Blanqui ölçüsünde örgüte-örgütlenmeye ve politik mücadeleye önem vererek, bütün duyularını devrimin ve elbette toplumun da nabzına bağladığını ve Ekim tarihine yaklaşınca, özellikle Nisan 1917 tarihinden sonra ve yine özellikle Menşevikler tarafından, Marxist değil Blanquist olmakla eleştirildiğini ve Lenin’in bunu kabul etmediğini ama daha sonra Jakoben olmakla eleştirildiğinde ise bunu seve seve kabul ettiğini biliyoruz! “ diyordum.

Ve “Öyleyse Blankist olmanın, Lenin ile pek yakınlığı bulunmadığı anlaşılıyor; Öyleyse Lenin’in de Blankist aktivistlerin sövgüsünü hak ettiğini düşünebiliriz; hatta ve hatta bu Blankist bayların Sovyet sosyalizmini bir türlü benimseyememelerinin, sövgülerini hak eden Lenin’den kaynaklandığını da düşünebiliriz; tabii bir de Blankizmi sürdüren Narodnikleri mahkûm eden bir Lenin’in de Blankist aktivistlerin sövgüsünü hak etmesi kaçınılmazdır ve Lenin’i İngiltere’nin beslediğinden dem vurarak ve Kropotkin’i referans göstererek Öcalan bu kapıyı çoktan açmıştır; artık Blankist aktivistlere daha yaratıcı sövgüler bulmak için zekâ fazlalıklarından yararlanmak kalmaktadır!”

Diye ekliyordum ve şimdi de dediklerim farklı değildir.

Yani, şimdi, bugünün nesnel tarihsel zamanının bir Blankizm mevsimini işaret ettiğini söyler gibi, Blanki'yi hortlatmaya çalışmanın ama daha çok da Blankistliğe methiye düzmenin ya da Blankistliği model olarak öne sürmenin âlemi yoktur diyorum; var deniyorsa ki, denilen son tahlilde budur, bunun için “KÖH” konusundaki, ya da “açılım süreci” konusundaki sıkışma ve turnusollere dikkat çekiyorum ve Blanki ve/veya Blankizm ile bunun aşılamayacağını veyahut da üstünün kapatılamayacağını vurguluyorum!

Lenin'in Blankistliğine gelince, durum şudur:

1917 Yılında burjuva ideologlara göre Lenin,” hemen hemen mevcut olmayan Rusya Partisi lideri”dir. Gerçekten de, neredeyse mevcut olmayan Bolşevik partisi, eksiğini yoksul köylülerden tamamlayarak bir işçi düzeni kurmak üzere ayaklanma hazırlıyor; başta Menşevişk parti, tüm mevcut ve güçlü ilericiler, Lenin'in Marx'ın yolundan ayrıldığını ve Blankist olduğunu ileri sürüyorlar.

Lenin, işçi düzeninin bir iktidar için olgunluğa erişip erişmeyeceği tartışmasına girmiyor ve ünlü Nisan Tezlerinde durumu şöyle açıklıyor:

“Henüz aşılmamış köylü ya da genelde küçük-burjuva hareketin her türlü atlanışına karşı, bir işçi hükümeti tarafından 'iktidarın ele geçirilmesiyle' her türlü oyuna karşı, her türlü Blanquist maceraya karşı, kendimi kesinlikle güvenceye aldım; çünkü doğrudan Paris Komünü deneyimine işaret ettim. Bu deneyim ise, bilindiği gibi ve 1871'de Marx'ın,1891'de Engels'in ayrıntılı olarak kanıtladıkları gibi, orada Blanquizm'e yer olmadığını, çoğunluğun doğrudan, dolaysız, mutlak egemenliğinin ve kitlelerin aktivitesinin ancak, bizzat çoğunluk bilinçli ortaya çıktığı ölçüde güvencede olduğunu gösterdi.” diye yazıyor.

Burada durmuyor, şöyle devam ediyor; “ Varsın cahiller, ya da Plehanov ve onun ayarındaki Marxizm dönekleri anarşizm, Blanquizm ve buna benzer şeyler üzerine yaygara koparsınlar. Düşünmek ve öğrenmek isteyen biri, Blanquizmin iktidarın bir azınlık tarafından ele geçirilmesi olduğunu görmezden gelemez, buna karşılık İşçi Temsilcileri Sovyetleri'nin, halkın çoğunluğunun doğrudan ve dolaysız örgütü olduğu kesindir. Bu Sovyetler içinde nüfuz uğruna mücadeleyi hedefleyen çalışma, Blanquizm batağına götüremez, asla götüremez.

Anarşizm batağına da götüremez, çünkü anarşizm, burjuvazinin egemenliğinden proletarya egemenliğine geçiş dönemi için devletin ve devlet erkinin zorunluğunun yadsınmasıdır. Ben ise, her türlü yanlış anlama olanağını dışlayan bir berraklıkla, bu dönemde devletin zorunluğunu savunuyorum; ne var ki, Marx’la ve Paris Komünü deneyimi ile uyum içinde, alışılmış parlamenter-burjuva devleti değil, daimi ordunun olmadığı, halka karşı yönelen bir polisin olmadığı, halkın üstüne çıkarılmış bir bürokrasinin olmadığı bir devletin zorunluğunu savunuyorum”

Yeterince açık ve bütün zırva iddialara son derece net bir cevaptır!
Ayrıca aynı mektubumda, Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in yazdıklarının ayet olmadığını ama maalesef Öcalan için kimsenin bunu diyemediğini ve tek sözünün üstüne söz söyleyenlerin 'Kürt düşmanı' yapıldığını da vurgulamıştım ki bu çok önemli bir gerçekliktir ama kesinlikle Öcalan'a veya Kürtlere ne bir dil uzatma, ne de bir düşmanlık söz konusu iken, şimdi bir zamanlar Veda suretini kullanmasını kuvvetle muhtemel bulduğum Kırçıl'ın yaptığı gibi, o zaman da bundan bir düşmanlık ve bir şovenistlik çıkarılması vazgeçilmez bir yaklaşım olmuştur.

Oysa Öcalan’ın sözlerinin ayet misli kabul edildiği ve bütün Kürt aktivistler için koşulsuz biat etmenin gerek şart olduğu, sorgulamanın da, Kürt aktivistlere yakışmadığı, tanrı ya da peygamber misli Önder'in söylediğini aktivistlerin uyguladığı, Önder'in ayet-i kerimlerine biat etmekten gayrı aktivistlere görev düşmediği ama sıkılmadan, Marx’ın peygamber olmadığını ve yazdıklarının da ayet olmadığını (sanki ayet olarak gören Marxist varmış gibi) vaaz edip durdukları, dolayısıyla Marxizm-Leninizm'i aşmanın hem kutsal görevleri ve hem de hakları olduğunu düşündükleri apaçık görülmektedir.

Blanki lafazanlıkları ile komün lafazanlıklarını birbirinden ayıramayız; çünkü Blanki nasıl ki Marxizm’in kurucularını olumsuzlamanın hem sonucu ve hem de nedeni ise, Marxizm-Leninizmi aşmak da ilkel aşiret komününü Paris Komünü ile özdeşleştirmeyi kolaylaştırmanın gereğidir!

Dolayısıyla şimdi CHE ve BORGA kardeşlerimizin yine yeniden saçmalamaları da bu temeldedir; burunlarını tırmalayan gerçeklerin ağırlığını en yakınlarında hissettikleri için çaresizlikten ne diyeceklerini şaşırmış olma hallerinin devam ettiğinin göstergesidir; tutunacakları pek fazla dal kalmadığı için,“ demokratik komünlerini” bir Paris Komünü renginde pazarlamayı kolaylaştırmak için ama aynı zamanda da, Paris Komünü'nde olmaması gereken ne varsa önünde secde etmeyi model yapmak için, Blanki devrimciliğini ve komünarların kahramanlıkları model ve vitrin yapmak istemektedirler!

Açın Marx'ın “Fransa'da Sınıf Mücadeleleri” adlı çalışmasını ve doğru yerlere bakın, orada anlatılan Komün'ün, bugün Öcalan ve “KÖH” tarafından pazarlanmaya çalışılan “demokratik komün” ile yani despotu şimdiden belli olan ilkel aşiret komünü ile ilgisi olmadığını, tam tersine Öcalan'ın ütopik komün'ünü olumsuzladığını göreceksiniz!
Bunları vurgulamış ve hatırlatmıştım ve sözlerimi şöyle bitirmiştim:

Peki, bu “çokbilmiş” Blankici aktivistlerin bu şaşkınlığı niye? Demek ki gerçekler ya zülfiyâreye fena dokunuyor; ya da Kürt cephesinde (Kürt ağa, bey ve aşiret reisleri yanında Türkiye’nin tekelleri ile bin bir bağ ile bağlı Kürt burjuvalarını ve meclisteki temsilcilerini kastediyorum) işler pekiyi gitmiyor; gerçekleri örteyim derken, üzerini açmak zorunda kalıyorlar!

Öyleyse şimdi artık Blankici Komüncülerin torunlarını icat etmek gerekiyor; Kürt “komünarlar, pardon aktivistler, sanki komün bayrağını dikmek için bir Blankist devrimin ön günündeler ve müjdeliyorlar!

İşte bu nedenle Marx da, Engels de, Lenin’de ıskartaya çıkarılmalı; yani “çekilin Blankiciler geliyor” denmelidir! Ve dedikleri budur!
Bir bu kalmıştı ama daha şimdiden paçavradır ve bakalım ardından ne gelecektir?

Ardından gelene bakın, yine aynı tas ve yine aynı kurna misli Blanki çıkıyor karşımıza!

Ayrıca, aynı tartışmanın başka sayfalarında, CHE'ye hitaben yazdığım mektupta ise şöyle diyordum:

Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi şimdi “KÖH” oldu ve inkâr ettiği “devlet”in başına cumhurbaşkanı seçilmek için genel oy'un imkânlarından yararlanıyor ama siz hâlâ Engels’i, genel oy hakkını abarttı diye, Komüncülerin dayattığı tanrıtanımazlığı eleştirdi diye zevzeklik yapmakla suçluyorsunuz ve biz, “geldiler geldiler dinci-faşist bir diktatörlüğün karanlığına girdiler” dediğimizde bize “Kürt düşmanı” muamelesi yapıyorsunuz!

Ve şimdi de, CHE ve BORGA ile aralarında nasıl bir husumet olduğunu bilmediğim Kırçıl efendi, Blanki tartışması ile “KÖH” ve Öcalan konusunun ne ilgisi olduğu, nasıl da Blanki'yi bahane yapıp, “KÖH” e ve Öcalan'a dil uzattığım, hakaret ettiğim yollu tribünlere mesaj yolluyor!

Gerçekten Blanki meselesi ile Öcalan ve “KÖH” meselesi arasında hiçbir bağ veya ilgi yok mu Turgut arkadaş?

Oysa ben bu bağı ilk olarak şimdi kurmadım; daha önce de linkini verdiğim tartışmada ve senin de onayladığın mektubumda şu sözlerle dile getirmiştim:

“Genel oyu dayatan burjuvazi değil mi idi ve böylece çıplak yerlerine pek güzel bir defneyaprağı bulmuş olmadı mı? Ama tarihte bu genel oy sayesinde işçi sınıfı hareketi sıçramalar yaşamadı mı ve zaman geldi, bu haktan bile mahrum edilmediler mi ve şimdi seçim ile darbe arasında kıl kadar mesafe kalmadığını görmüyor musunuz; öyleyse genel oy ya da barikat ya da direkt hücum, bunlar mutlak şeyler değildir; bunlar, daha çok karşı tarafın ya da, karşı tarafın gücü karşısındaki güç durumunun mecbur bıraktığı, dayattığı şeylerdir!

Daha ne ve öyleyse Engels zevzeklik yapıyorsa Öcalan neden yapmış olmuyor; yahu Ütopyacıların bile gerisinde bir hayali gerçekmiş gibi yutturmaya çalışmıyor mu? Ve biz onca zaman komünün erdemlerini, şöyle sosyalist, böyle demokratik olduğunu tartışırken, Kürt Ulusal Hareketi, devrimci renkleri budanmış, itaatkâr bir Kürt Hareketine dönmüş, kısaca tam da Amerikan emperyalizminin en coşkulu hayali olan BOP’a-BİP’e uygun bir kalıba sokulmuş ve böylece 'KÖH' olmamış mı? Yahu daha iktidarının ilk günlerinde Amerika’ya kürt meselesinin çözüleceğinin garantisi verilmedi mi? Ve bu mesele tam da bu doğrultuda çözüme kavuşturulmuyor mu? Bu çözümde Kürt halkına ne düşüyor, Kürt ağa ve beylerine, aşiret reislerine, burjuvalarına ne düşüyor kimse muhasebesini yapmaz mı?

İşte burada Blanki mi Marx mı deyip Engels’i 'zevzeklikle' yaftalayıp yerin dibine batırmak ve Blanki’yi, o olmazsa Blankici Mürtecileri hortlatmak, Kürt Peşmergelerini ya da aktivistlerini Komünar yapmak, bunların hepsi, Kürt meselesinin ABD emperyalizminin rüyalarını süsleyen BOP-BİP temelinde, yani emperyalist politikalar temelinde çözülmeye çalışıldığı gerçeğinin üzerine sis tabakası yaratmak için değil mi?”

İşte yine yeniden aynı sinsilik ile karşı karşıya değil miyiz?

Bu arada atı çoktan alıp, Üsküdar'ın kapılarına dayananlar, bu eşikte Üsküdar'a geçmek için eşelenip duruyorlar, kimsenin umurunda değil ve Blanki ve Blankizm üzerine lafazanlık yarışı yapıyorlar ve herkesi bu yarışa sokmaya çalışıyorlar ki bu, kim bilir kaç bin yıllık silahtır; aklımızı başka yerlere takmak şeytanımsı bir iş olarak hâlâ orta yerde duran bir sinsi “hüner”dir!

Oysa şimdi akıllı politikalar, oportünist olmayan, pragmatik olmayan, yarını bugün için feda etmeyen politikalar zamanıdır; bu ise “KÖH” de yoktur ve eninde sonunda Türkiye’nin, o olmazsa Bölgenin devrimi ile hatta kendi içindeki devrimci damar ile karşı karşıya gelecektir ki emperyalizmin kuyruğuna takılarak bundan kazançlı çıkacaklarını sananlar, bu tarihi hataları ile çok geçmeden yüz yüze gelecekleridir!

“KÖH” ve ”HDP” ile kaynayan suyu, buharı tüten suyu, soğumaya bırakıyorsunuz, yani bütün birikimleri burjuvaziye teslim etmeye çalışıyorsunuz! Bu bir çaresizlik momentidir ve bu momentte her türlü hastalık bünyeyi sarar, hızla ilerler ve birikim taşıyan ama bu birikimi muhafaza edemeyip, bugünü kurtarmak için burjuvaziye teslim eden her türlü yapıyı çok geçmeden paralize ederek mücadele ettiği karşıtına dönüştürür.

Bunları da ve daha önce, linkini verdiğim tartışmada açıkça hatırlatmıştım!

O mektubumu da “Ve şimdi eski tabiri ile bugünün boyalı basını ve medyasında sevinç dansları eşliğinde nur topu gibi bir “sol” partimiz oldu yollu gözyaşı dökmüyorlar mı? Demirtaş büyük bir nezaketle, yenen takımı başarısından dolayı tebrik etmiyor mu? Yani iyi olan kazandı, bu demokratik sonuç karşısında artık boynumuz kıldan incedir demiyor mu? Genel oyun erdemleri önünde sevinçle eğilmiyor mu? HDP muhipleri, şimdiden oy sayımları ile kendinden geçmiyor mu?

Yazıktır, pek yazık! Bu gerçekliklerin üzerini örterek gençlerin aklını bozmaya çalışmayın; nafile çabadır üstelik sadece geciktirirsiniz, günü kurtarırsınız ve sorunları sıkıştırırsınız; ama sonrası "yavaş atın tekmesi" gibi olur!” Diyerek bitirmiştim!

İşte görüldüğü gibi, kimsenin tınladığı yok ve hâlâ bir Blanki’dir tutturulmuş gidiyor ve bir fetiştir herkesi içine çekmeye devam ediyor!

Yine aynı linkteki tartışmada, bu kez BORGA kardeşimize yazdığım cevapta, BORGA'nın bilmece misli ifadelerine karşı şunları vurguluyordum:

“...De ki, 'biz Blankist’iz ve bu dünyayı Blankistler kurtarır ama siz Marxistler, en başta Engels, (henüz Marx’a söz söylenmedi) Blankistlerin işinin bitirilmesinde başrolü oynadınız ve dünyayı bundan mahrum ettiniz; bu yüzden, emperyalist tekellerden, bu zulüm ve sömürü düzeninin sahiplerinden önce, en azılı düşmanlarımız Marxislerdir!'

Belli değil mi, hep yanık tuttuğunuz intikam ateşi, Marxistler için değil mi? Ama yanlış ateşi yanık tutuyorsunuz, onca zaman birikenlerin ateşini yanık tutmanız gerekiyordu; tutmazsanız, ateş söner, birikim devam etmez, fışkırmaz da, hastalıklar başlar ve birikim düşmanın kucağına akar! Günü kurtarmak için yarınlar feda edilir.

Yani BORGA, Engels’e kızarak, Marxistleri lanetleyerek intikam ateşi yanmaz, Blankici ya da başka türlü, her ne şekilde olursa olsun, devletle baskılanmış proletarya ve emekçi halklar kurtarılamaz!

Aksine, devlet ile baskılayanlara teslim edilir!”

Şimdi dediklerimin bunlardan farkı var mıdır? Elbette yok ama Ulak hâlâ ya “Kürt düşmanı”dır ya da “sosyal şovenist” tir ve böylece dedikleri bu yaftalarla boğulmuştur; ama boğulamıyor işte ve gene aynı silahla ortalarda dolaşılıp, akıl bozmaya devam ediliyor ve Ulak'ın buna karşı ne yapmasını bekliyordunuz ki? Elbette Ulak'ın da, bu sinsiliklere karşı, lafazanlığa daha çok prim verilen ve gerçeklerden uzak durulmanın eğilim haline getirildiği bir atmosferde, gerçeklerin ağırlığını yeniden hatırlatması kaçınılmaz oluyor!

Ancak, BORGA'nın ifadelerindeki bilmece misli önümüze konulan köylü kurnazlığı, bence çok daha vahimdi ki, buna da Marxist-Leninistlerin, devrimci sosyalistlerin sözü olduğunu BORGA efendiye ,”Engels'in, saldırgan burjuva ordularının doğuşuna ve, büyük kentlerde, barikat savaşlarını imkânsız kılan büyük ana caddelerin yapılmasına dikkat çektiğini ve bundan, böyle koşullar altında silahlı ayaklanmanın son derece güç olduğunu, birkaç saat içinde burjuvazi tarafından bastırılma tehlikesi taşıdığı sonucuna vardığını” hatırlatarak, şunu vurgulamıştım:

“Bütün oportünistler, Engels’in bu önsözünü, silahlı ayaklanmanın imkânsızlığını Engels’in de “doğruladığı” iddiasıyla defalarca istismar etmişlerdi.

Oysa Rusya’daki koşullar, Batı Avrupa’dakinden bütünüyle farklı idi ve üstelik Engels’in bu sözleri Alman Partisinin oportünist liderlerince kendi amaçları doğrultusunda çarpıtılmıştı!

Ve Bolşevikler, 3. Kongrede, böyle bir ayaklanmanın mümkün olduğunu ve Engels’in sözlerinin yanlış yorumlandığını gösterdiler; buna ek olarak 1905’teki olaylardan hareket ederek ve Engels’in 1895 ‘de ortaya koyduğu dersleri süzgeçten geçirerek, silahlı ayaklanma fikirlerinin arkasında durdular ve silahlı ayaklanma ile genel greve birlikte başvurulmasını önerdiler; Menşevikler ise,”devrimci özerk yönetim” fikrini öne sürdüler ve Bolşeviklerin boykot edilmesini önerdikleri Buligin Duması’ndan yararlanmayı tasarladıklarını ilan ettiler!

Şimdi de, günümüzün Blankist “komünistleri” aynı çarpıtmayı denemektedirler!”

Tabii gene kimseden bir ses çıkmamıştı!

Yahu her şey ortada işte, Türkiye, bütünüyle her türlü ekonomik, demokratik ve siyasal sorun bir kenara konulup, tek bir soruna, o da emperyalizmin politikaları ile senkronize bir çözümde ilerliyor, “KÖH” ün peşine takılsın diye her türlü aracı bahane yapmak için çabalanıyor ki, Blanki ve Blankizm de bu araçlardan birisidir ama kimsede bununla orantılı bir hassasiyet yoktur!

İşte bu yüzden, bir kere daha, Blankizmin de gerçeklerin üzerini örtmek için bahane olduğunu göstermeye çalışıyorum!

Ama hâlâ ve inatla, kimsenin bu gerçeklere sahip çıkmaya da, Öcalan ve “KÖH” fetişizminden kurtulmaya da niyeti olmadığı görülüyor!
Öyleyse, Kürt aktivistlerin içine girdikleri fetişizme çekilenlerin umduğumuzdan fazla olduğunu mu düşünmeliyiz?

Dün nasıl, BORGA’yı asıl hüzünlendiren şeyin, gerçeklerin baş ağrısı yapan ağırlığı olduğunu ve bütün amaçlarının gerçeklerin taşıdığı bu ağırlığı beş para etmez hale getirmek olduğunu ama bunun gerçekten nafile çaba olduğunu; çünkü gerçeklerin BORGA’nın hüzünlenmesinden bağımsız olduğunu ve BORGA hüzünlenecek diye ağırlığından vazgeçmeyeceğini; istese bile vazgeçemeyeceğini, çünkü gerçekliğin de bir kere gerçeklik olarak vücut bulduğu andan itibaren bu vücuttan bir yere gidemeyeceğini ve olanca ağırlığı ile başka gerçekliklere bağlanarak ilerlemek üzere yerinde duracağını vurguladı isem, bugünkü ve ilgisiz kalmak bir düstur misli gösterilen
mektubumda ki vurgularım da aynıdır!

Bununla birlikte, aynı tartışmada ve gene CHE'ye hitaben başka bir mektupta, CHE ve BORGA gillerin, Blankistliklerine de inanmadığımı; bunun bahane olduğunu; Blankist olsalardı, “demokrasi” biriktire biriktire helak olmayacaklarını ve “demokrasi” biriktirdikleri kabın delik olduğunu ve “demokrasi” biriktirirken,”demokrasi”nin o delikten kaçtığını; demek ki “demokrasi” biriktirerek sadece devrimden kaçıldığını ve yaşasaydı bu baylara Blankinin zılgıt çekeceğini de vurgulamıştım!

Amma ve lakin bu dediklerime alay eder gibi CHE biraderim de “beğendi” işaretini koymuş ama ne bir itiraz ne de olumlu ya da olumsuz eleştiri göndermişti!

Ve işte şimdi gene aynı masalları önümüze boca ederek gerçeklerle alay ettiklerini ve gerçeklere karşı haçlı seferinin gezici vaizleri olduklarını bir kez daha açık etmektedirler ama ne yazık ki, sessizlik de itirazlar da başka yönedir!

Sevgili Turgut, izninle mektubu azıcık daha uzatarak, Kırçıl'ın ne dersem diyeyim, hemen sosyal -şovenist kalıbına yerleştirmesine tek kelime etmeyen en azından dediklerimin sosyal-şovenizm ile ilgisi olup olmadığı konusunda azıcık bile fikir yürütmeyen arkadaşlara sosyal-şovenizm konusunda bir kaç söz söylemek istiyorum; daha doğrusu bir kaç sözümü daha hatırlatmak istiyorum:

Sosyal-şovenizm ile oportünizmin ekonomik temeli, Lenin'e göre ve elbette devrimci sosyalistlere göre de aynıdır; devrimci sosyalistlere göre, oportünizm ve sosyal-şovenizmin, burjuvalaşmış işçilerin önemsiz bir tabakasının ve kendi ayrıcalıklı durumlarını savunan küçük burjuvazinin ortak çıkarlarını, yani kendi burjuvazisi ile birlikte, onun hâkim ulus durumundan yararlanarak, öteki ulusları soymasından paylarına düşecek kırıntıları ifade eder ve “ideolojik, politik özü de aynıdır!

Yani,“ Sınıf mücadelesi yerine sınıf işbirliği; mücadelenin devrimci anlamını inkâr; bir devrim için güçlüklerden yararlanacak yerde, zor duruma düşmüş kendi hükümetlerine yardımcı olmak.”

Lenin’in 100 yıl önce kullandığı bu ifadeler yeterince açık; bu günkü oportünistleri, o anlamda sosyal şovenistleri, bu gün durdukları yerlerde, ayaklarını bastıkları yerlerde tanımamıza yetiyor.

Yani, Lenin’in tanımı, bu günkü oportünistlerin ve sosyal şovenistlerin ekonomik temelinin de, ideolojik politik özünün de aynı olduğunu ve 100 yıldır bu öz’ün değişmediğini göstermektedir.

Öyleyse, sosyal-şovenistleri yanlış yerde aramamak gerek; öyleyse bu kadar hoyratça sosyal-şoven yaftalarını harcamamak gerek; çünkü tarihsel nesnel koşullar, bu yaftanın kimlere yakıştığını şimdi de gösteriyor ama çok daha netlikle göstereceğinin işaretlerini veriyor; işte o zaman bu yafta, yafta sahiplerinin ellerinde patlayacaktır!

Bugün ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” politikası ile senkronize hareket etmek sosyal-şovenizm demek değilse nedir? Yine ABD emperyalizminin kozmopoltizminin ve ulusal nihilizminin peşinden gitmek sosyal-şovenizmin dik alası değilse nedir? Aynı şekilde bu eğilimden ala oportünizm mi olur?

Yalnızca sosyalizm altında gerçekleştirilebilecek olan bütün ulusların gerçek özgürlüğü için mücadele ediyor olmak, burjuva hükümetlerin içine düştükleri zorluklardan sosyal bir devrim adına yararlanmak ile bütünüyle bağlıdır. Bunun aksine hareket etmek, hem burjuva hükümetlerinin elini kuvvetlendirir ve hem de sosyal –şovenistlerin tuzağına düşmek demektir.

İşte bugün Kürt sorununun sözde çözümünün, sözde açılımının bu temelde ele alınması gerekmektedir; kimin oportünist ve sosyal-şovenist olduğunu, kimin gerçekten Kürt sorununun çözümü için devrimci çözümlerin yanında ve içinde olduğunu, ancak bu temelde ayırt etmek mümkündür!

Oportünistler, yani sosyal-şovenistler, geçmişte de işçi sınıfına düşman bir burjuva politikası izlemişlerdir. Çünkü bunlar, yabancı istilacılara karşı, savunma anlamında bir “anayurt savunmasını” değil, büyük devletlerin şunun ya da bunun sömürgelerini yağma etmek ve öteki ulusları ezmek hakkını savunmuşlardır. Ve sosyal-şovenistler, bir burjuva aldatmacası olan, savaşın özgürlük ve ulusların varlığını korumak için yapıldığı yalanını tekrarlamışlardır. Böylece proletaryaya karşı burjuvazinin yanında yer almışlardır.

Bu gün pratikte görülen, ABD’nin ve onunla ittifak içinde olan emperyalist devletlerin, “demokrasi” getiriyorum bahaneleri ile ve bölgedeki halklara nükleer-kimyasal vb. tehdit yalanlarıyla ve tümüyle bu coğrafyada güçlü ve büyük bir Siyonist devlet yaratma emelleriyle bağlı olarak, bağımsız devletleri kendi içinde parçalamaya, ulus devlet dinamiğini yıkmaya ve kimi parçalarını kendine bağlamaya ya da kuracağını düşündüğü devletin coğrafyasını büyütmeye yönelik işgallerini ya da işgallere olanak sağlamasını, halklara “özgürlük”, “demokrasi”, “eşitlik”, “kardeşlik” ve “kurtuluş” getireceği yalanları ile süsleyip, haklı göstermek, emperyalizmin bu işgal ve ilhak politikalarına karşı mücadele dinamiklerini ise, milliyetçilik, ulusalcılık olarak göstermek tam da budur; yani boğazına kadar oportünizme, sosyal- şovenizme batmış olmaktır; yani proletaryaya karşı egemen sınıfların yanında yer almaktır!

Ama çok net görülüyor ki, Kırçıl ve benzerleri, elbette onunla her ne sebeple olursa olsun zıtlaşanlar dahil, oportünistliklerini ve sosyal şovenistliklerini, dağa taşa hâlâ “oportünist”-“sosyal şovenist” yaftası asarak ve Blanki veya o tür araçlarla örtüleyerek gizlemeye çalışmaktadırlar ve her zaman olduğu gibi,bir kez daha bu baylara son derece berrak bir ayna tutmaktayım!

Bununla birlikte Blanki konusunda sosyalistler, önemli bir veridir ama sadece Marx’ın dediklerini referans almazlar; başka tarihçi ve yazarların incelemelerine de önem verirler ki, pek çoğunun Marx'tan farklı çözümlemeler yapsalar da, Blanki konusunda benzer görüşleri olduğu bilinmektedir.

Ancak, Marx'ın 1848 Devrimi ile ilgili çözümlemelerini kapsayan 18.Brumaire ve Fransa'da Sınıf Savaşları” başlıklı çalışmaları, son derece öğreticidir; elbette Marx'ın dışındaki çözümlemeler de daha az öğretici değildir ki, örnek olsun, Marx'ın çağdaşı olan Tocqueville'in çözümlemeleri de az önemli değildir!

Turgut arkadaş,burada 1848 üzerine uzun çözümlemeler yapacak değilim ama Blanki ile bağlı olarak Blanquizmin ortaya çıkmasında kıymeti harbiyeyi daha net anlamak için, 1848 Devrimlerine dair bir kaç önemli noktayı kısaca hatırlatmak yerinde olacaktır!

1848 öncesi, restorasyon dönemi, büyük toprak sahiplerinin en prestijli yıllarıdır ve “barış” sözcüğü son derece popülerdir ve barışın kendisi bir amaç haline getirilmiş, her ne pahasına olursa olsun barışı sağlamak önemli görünmektedir.

İç barışı ise, ajanlar, provokatörler ve Prens Meternich'in casusları sağlıyordu; insanlar, enselerinde, hep Meternich'in nefesini duyuyorlar, Avrupa'nın her tarafı, geri adımlara sahne oluyor; büyük toplantıları ve radikal basını önleyici yasalar çıkartılıyor ve bununla birlikte Meternich, en yetenekli insanların devrim tarafında yer aldığından yakınıyordu.

Restorasyon hamlesi, bunu tersine çeviriyor ve Thomson'un ifadesiyle, daha önce, en etkili entelektüeller, rasyonalizm, demokratik idealler ve anti-klerikalizm tarafında iken, artık en büyük beyinler, gelenekçiliği, tutuculuğu ve kiliseyi destekliyorlardı.
Aydınlar, dinin ve devletin destekçileridir; küçük zanaatkârlar ve işçiler, sosyalizm projelerini okuyorlar; köylüler, Napolyon savaşlarının arkasından gelen büyük bir depolitizasyon sürecini yaşıyor; demokrat ve devrim mücadelesinin bile geniş bir kitle tabanı görünmüyordu.

Bu açıdan bakıldığında Blanquizmin bu dönemde ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.

Blanki'ye gelince; Blanki, dar örgütle devrim yapmayı savunuyor. Charles Breuning'e göre, böyle bir durumda, içerdeki ve uluslararası kutsal ittifaka karşı mücadele, öğrenci, subay, liberal, asil ve tüccarlardan oluşan küçük bir azınlık ile sınırlı kalıyor.

İşte 1848 Devrimi böyle bir atmosferde patlıyor.

Marx,”Fransa'da Sınıf Mücadeleleri” çalışmasında, Şubat Devrimi'nden sonra iki kişinin Albert ve Louis Blanc'ın, “işçi sınıfı” temsilcisi olarak, geçici hükümete girdiğini ve Blanc'ın, geçici hükümeti cumhuriyeti ilan etmeye zorladığını ve böylece “bağımsız parti” olarak ön plana çıktığını yazıyor.

Ayrıca Paris’te Fransız proletaryasının yeterli güce sahip olduğunu ekliyor. Ancak bütün bunlara karşın, kendi adına bir devrim yapma gücü olmadığına inanıyor ve “hâlâ bir devrim yapma gücünden yoksundur” diye yazıyor.

Öte yandan, Blanki'nin Jakoben diktatörlüğünden yana olduğu biliniyor ve proletarya diktatörlüğü kavramının Blanki'ye ait olduğunu ileri süren yazarlar çoktur; Hosbawn'da bu kavramın Blanquist damga taşıdığını yazar. Buna karşın, daha önce de aktarmıştım, Blanki’nin bütün çalışmalarını ve el yazmalarını inceleyerek ortaya koyduğu çalışmada Spitzer,”hiç kimse, Blanki’nin bunu kullandığı yeri belgeleyememiştir” diyor.

Turgut arkadaş, bir süre önce “tarih yargılanmaz, anlamaya çalışılır” demiştim; ekliyorum ki, tarihi anlamaya çalışmamak, bugünü de anlamaya çalışmamak demektir; bugünü anlamazsak geleceği de kuramayız; böyle olunca da bugünün, dünden bugüne oluşan birikimlerine vakıf olamayız ve bu birikimlerin düşmanın eline teslim edilmesine seyirci kalmış oluruz!

Burada meselenin özü, Blanki'nin devrimci kişiliğine dil uzatmak değildir; öyle olsa idi, sosyalistler en başta karşı çıkardı; ancak, Blanki'nin ve daha çok da Bilankizm'in bugün için bir model yapılmasının sakat bir düşünce ve yaklaşım olduğu konusunda sosyalistlerin uyarıda bulunması, hassasiyet göstermesi, kaçınılmaz bir görev ve sorumluluktur; ama bir dil uzatma, bir karalama çabası kesinlikle değildir!

Ayrıca, günümüzün hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı pek anlatılamayan Blanki ve Blankizm aşkını model yapmak isteyenlerinin Blanki’ye kalkan olmak adına, Marxizm -Leninizmin kurucularına ve düşüncelerine dil uzatmalarına, dahası yargısız infazlarına sosyalistler sessiz kalamazlar; ancak bunun için kayıkçı kavgasına da girişmezler ama Blanki'ye ve Blankizme dair gerçekleri, tarihsel- nesel bağlamı içinde, ortaya koymaları hem hakları ve hem de görevleridir; bunun için sosyalistleri kimsenin mahkûm etmesi kabul edilemez ve buna izin verilemez; bu da sosyalistlerin görevi ve hakkıdır!

Marxizm-Leninizm'in karşısına Blankiyi veya daha ileri gidip, Kropotkin'i koymayı politika sayanlar, Marxizm-Leninizmin kurucularının Blanki ve Blankizme dair söylediklerini ve sosyalistlerin inandıklarını doğru bulmayabilirler; ama bunları söyledikleri ve inandıkları için ne Marxizm-Leninizm kurucularını ne de devrimci sosyalistleri Blanki'nin devrimci kişiliğine dil uzattığı ya da, bunu yadsıdığı biçiminde mahkûm edebilirler!

Ederlerse dayanaksız kalır!

Sevgi ve saygı ile
Fikret Uzun
13-Aralık-2014

Hiç yorum yok: