1 Aralık 2014 Pazartesi

ANTİSTALİNİZM NEP SEVDASININ VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNE ÖFKENİN EN SİNSİ DIŞAVURUMUDUR



ANTİSTALİNİZM, NEP SEVDASININ VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNE ÖFKENİN EN SİNSİ DIŞAVURUMUDUR

İş bir karanlığın içinde kendisine sol renk arayan “KÖH” olunca, ikiyüzlülük kolektif bir hal alıyor; örnek olsun haklı olarak Stalin'in adına yazılan Stalingart zaferinin önünde, hâlâ kurtulamadıkları anti-Stalinizm hastalıklarını bir süreliğine unutup, ayin yapıyorlar; sonra işte fotoğrafta görüldüğü gibi, yine anti-Stalinist hummayı yeniden depreştiriyorlar!

Anti Stalinizm, tüm sosyalizm kaçkınlarının, dejenere olmuş kapitalist yolcuların ortak bahanesidir!

Bu Anti-Stalinist hummanın halleri acınasıdır!

Sovyetler Birliğinde sosyalizmden kaçış, destalinizasyon eşliğinde başlıyor; Gorbaçov, 1987 yılında iktidara geldiğinin hemen sonrasında “Yolumuz Ekim Devriminin Yoludur” başlığında konuşup, Stalin’i haklı, Buharin'i haksız bulan ve Sovyetler Birliği tarihini sahiplenen konuşmalar yaparken; sadece bir yıl sonra o da destalinizasyonu temel politika yapmakta gecikmiyor; bunun ağırlıklı olarak Batı ile uzlaşma kanalları ve kapıları açmak için olduğu biliniyor.

Destalinizasyon, her zaman proletarya diktatörlüğüne bağlılıktan ve devrimin zorluğu ve zor kullanma zorunluğundan kurtulmayı ve böylece de Batı ile uzlaşmayı hızlandırmaya yarıyor.

Gorbaçov bir örnek ise, öncesinde Hruşov var ve Stalin'in ölüm merasiminde açıkça sızlanarak gözyaşı döküp ağıtlar yakan Hruşov da çok kısa zaman sonra destalizasyon politikası başlatıyor; ancak bir karşıt örnek de var ki Brejnev'in, kendisinden önce sürdürülen destalinizasyon politikasına karşı çıkarak iktidara gelmesidir; demek ki, Sovyet halkı destalinizasyon politikasına pek fazla prim vermemiştir!

Öte yandan anti Stalinizm ile anti Sovyetizmin aynı kulvarda kaynaşmasını, Stalin’in fetişleştirilmesine borçluyuz; anti-stalinistler, örnek olsun Troçki ve yandaşları, Stalin düşmanlığını fetişleştirirken, anti-Sovyetizm yanlıları, örnek olsun Maocular, Stalin övgüsünü fetişleştiriyorlar.

Sovyetler Birliğinde sınıf mücadelesi, Ekim Devrim'i ile son bulmuyor, Sovyet sosyalizmi yıkılana kadar sürdüğünü hepimiz biliyoruz; en azından artık herkes görüyor!

Bu olasılığa, Lenin daha en başında dikkat çekmiş ve bu konudaki uyarılarını açık ve net ifadelerle tarihe kaydetmiştir ki en önemlileri, şimdi hâlâ,”uzlaşma” edebiyatı üzerinden sosyalizmden kaçış için dayanak yapılmaya çalışılan “Çocukluk Hastalığı” çalışmasındadır ve ayrıca, “Jakobenizm işçi sınıfını ürkütür mü” başlıklı çalışması var ve burada, bu sorunu, yani kapitalist restorasyon tehlikesine karşı proletarya diktatörlüğünün hiç ikircimsiz ve milim sapmadan işletilmesinin hayati bir önem taşıdığını ve Sovyet sosyalizmini korumak ve ilerletmek için, proletarya diktatörlüğünü bütün dünyada muzaffer kılmak için, Jakoben bir diktatörlüğün gerekli ve hatta olmazsa olmaz olduğunu önemle vurguluyor!

İşte Stalin, bu vurgulara önem vermiş ve en üst seviyede uygulamaya çalışmış bir politikacı ve lider iken, şimdi en yüksek kata çıkarılarak model yapılmak istenen sosyalizm düşmanları, hep Lenin'in bu uyarılarının ve bu uyarılardaki gerekliliğin yanlışlığını savunan ve propaganda eden, en azından küçümseyen, hatta sosyalizm düşmanlığında çeteleşen aktörlerdir!

Şimdi Sovyet sosyalizmi yıkıldı ve bütün bu sosyalizm düşmanları, proletarya diktatörlüğünden kurtulmak isteyen azap zebanileri iktidardalar; bütün anti-Sovyetik, anti-stalinist, Sovyet sosyalizminin yıkılmasından daha iyi bir sosyalizm bekleyen bu akıl fukarası, kapitalist yolcular,Troçkistler, Maocular mutlu olmaları gerekmez mi?

Peki öyleyse neden hâlâ Anti-Stalinizm'de diretiyorlar ve Stalin düşmanlığında sınır tanımıyorlar?

İşte şu anda sosyalizmin yıkıldığı bütün coğrafyalarda Buharin misli sosyalizmi kapitalizmle kardeşleştirmek isteyen, örnek olsun Lenin'in bile öne sürdüğü andan itibaren bir komprominin, bir gerilemenin ve hatta kapitalizme dönmenin ifadesi olduğunu belirttiği NEP çukurunda kalmak isteyen kapitalist yolcuların istedikleri olmuştur; Sosyalizmin topraklarında şimdi proletarya diktatörlüğü yerine burjuva diktatörlüğü ve NEP hakimdir!

Ne kadar özgürlük, ne kadar insan hakkı olduğu ortadadır!

Oysa Proletarya diktatörlüğünü işleten de, Sovyet ekonomisini zamanı geldiğinde bir saniye bile durmadan NEP çukurundan çıkaran da Stalin'dir ama hâlâ Sovyet sosyalizmini proletarya diktatörlüğünden çıkarmak, NEP çukuruna gömmek isteyenlere karşı işletilen proletarya diktatörlüğü için Stalin düşmanlığı yapıldığı ve üstelik bunun sosyalizm adına yapıldığı görülmekte ama bütün kapitalist yolcular için hâlâ ağıtlar yakılmakta, Batı'nın palavraları ısıtılıp-ısıtılıp önümüze sürülmektedir!

Yıllar önce, bu Anti-Stalinist hummaya ve daha çok da onların kuyruğuna takılıp, aynı dilde konuşmayı devrimcilik sayan akıl fukaralarına “Tarih yargılanmaz, anlamaya çalışılır” dediğimde, bu dediğimle sınırlı kalmam ve “lafı uzatmamam gerektiği” vaaz edilmiş ve iş Anti-Stalinizme geldiğinde, Batı'nın müzmin ve görevli sosyalizm düşmanı sovyetologlarının yaydığı Anti-Stalinist masallardan sayfalar dolusu cümle boca edilirken kimse lafı uzatmaktan söz etmemiş; hatta Stalinist geçinenler bile, bu upuzun masallara upuzun cevaplar vermek ve bu masalları çürütmek için kılını kıpırdatmamıştı.

Bu masalların çürüklüğünü ve tarihe kaydedilmiş gerçekleri yüzlerine vurduğumda, elbette sadece ben değil, az da olsa başkaları da vardı, ve artık karşı duracak mecalleri kalmadığında işi pişkinliğe vurup, apaçık anti-stalinizm hummasına yakalanmışlıklarını yansıtan cümleler kurmuş olmalarına karşın, ”dediklerinin kışkırtarak Stalin'e dair gerçeklerin ortaya dökülmesini sağladıklarını” söylemek zorunda kalmışlardır; ancak yine de anti-stalinizmden geri durmayacaklarının işaretini vermekten vazgeçmemişlerdir.

Bu işi komiklik derecesinde pişkinliğe vuran model aktörlerin başında CHE_1955 mahlaslı forum üyesi gelmektedir ki, “Saint Just” ismini kullanan forum üyesine hitaben şöyle yazmıştır:

Sevgili jaint.
bizler (SF yönetimi) Bu forumda konuşmacıları (Yazarları) provoke ederek yazmalarını, ajitasyon ve propagandalarını sağlamakla görevliyiz. Hoş Devrimciler provoke olmazlar, sorulunca yanıtlar ama... Forumun kurucuları böyle başlatmışlar bu işi, bizlerde devam ettiriyorum.”

O zaman da vurgulamıştım ve ondan önce de ve gene vurgulayacağım ki;

Rüzgâr hâlâ ve daha da hızlanarak arkamızdan esmektedir ve hâlâ önce kalın enselere çarpmaya, sonra bütün maskeleri yırtıp atmaya, bu maskeleri takan saray soytarılarını, bir bir kendi maskelerinin altında bırakmaya devam etmektedir.

Daha önce ve çok kez altını çizdim, gene çiziyorum ki, artık, sosyalizmin yeniden tanımlanması ve Türkiye’nin sosyalist hareketinin, bozuk alanların, eskinin eksikli düşüncelerinin istilasına uğramış alanların üzerinden yükseltilemeyeceği gerçeğinin kabul edilmesi gerekmektedir.


Bu da Stalin'e küfrederek, yere düşen sosyalizm bayrağının sosyalizm düşmanlarının eline geçmesine göz yumarak, tarihin bütün kapitalizm yolcularını model yapmaya devam ederek mümkün değildir.

Sosyalistlerin misyonu, saray soytarılığı ile gençleri eğlendirmek değildir, bunu böyle belleyenler yanılgı içinde olduğunu görmelidir. Sosyalistlerin görevi, bilinç taşıyanları coşkuya, coşkun kıvama gelmiş olanları ise bilince kavuşturmaktır.

Sosyalistlerin görevi, Ekim devrimine saygılı olanın, Ekim devriminin açtığı yoldaki sosyalizme bağlılığa, buna bağlı olanın devrime ve sosyalist iktidara inandırılması olmalıdır.

Sosyalistlerin, bu inanca bağlı olanları, revizyonistist tezlere, anti-Stalinist masallara zaman ayırana kadar, sosyalizmin eksiklerinin sabah akşam üzerinden geçip sosyalizmin başarılarına sırt çevirmek için zaman tüketene kadar, zamanlarını sosyalizm bayrağını yerden kaldırıp, yükseğe taşımak için, başkalarının yanlış yerlere dikmesini önleyerek en yükseğe dikmek için harcamalarının en doğrusu olacağına inandırmak da görevleridir.

Sosyalistlerin görevi tarihi yargılamak değil, anlamak ve anlayarak ders çıkartmaktır!

Sosyalistler, içlerindeki, yakınlarındaki, onlarla birlikte olan ve çevrelerindeki bütün sosyalistleri, Türkiye sosyalist hareketini ulaşması gereken yüksekliğe taşıma sorumluluğuna sahip çıkmaya çağırırken, bu yönde güven köprüleri oluştururken; sosyalist iktidar için çıktıkları yolda, bilerek ya da bilmeyerek önlerine çıkanların, bunu bir kez yapmışlarsa, artık hiçbir zaman yanlarına gelmeyeceğinin bilinciyle, önlerine çıkan herkesle kavgayı göze almalıdırlar.

Sosyalistler bilmelidir ki, bu yol, sosyalist iktidar için yürünen yoldan söz ediyorum, ne liseli kompozisyon yarışmalarını, ne saray soytarılıklarını, ne de cehaleti kaldırır.

Öyleyse, yineliyorum ki, sosyalizm bayrağını yeni bir coğrafyaya ve en yüksek bir yere dikmek, sosyalist iktidar yürüyüşüne, sosyalizmin sorunlarını aşabilmede önemli mesafe kaydettirecek yegâne ilaçtır.

Sosyalist dünyadaki insanları, diğer aidiyetlerin çok üstünde ve çok daha kitlesel bir şekilde bir birine bağlayan en önemli ve en geliştirici bağın gücünün azalması sonucunu doğuran Sovyet sosyalizminin yıkılması, sosyalizmin bayrağını, yanlış ellerin kapmasından ve yanlış yerlere dikilmesinden kurtarıp, yeni bir coğrafyada en yüksek yere dikerek, bu bağı da yeniden ve kopmamak üzere kuvvetlendirmeyi en önemli görev olarak sosyalistlerin önüne koymuştur.

Öyleyse, taktıkları maskelere aldanmadan, maskelerinin arkasından herkesi sazan gören bakışlarla bakanların teorik bakış taşımadıklarını, sınıfsal bakamayacaklarını, baksalar bile, egemen sınıfın gözlüğü ile bakacaklarını, bilimsel hiç bakamayacaklarını artık görme zamanıdır.

Burada en önemli turnusol, Stalin’in ölümünden 65 yıl, Sovyet sosyalizminin yıkılışından 25 yıl sonra, sosyalizmin sorunlarını bir kenara koyup, 70 yıl yaşayan Sovyet sosyalizminde hiçbir olumlu taraf görmeyip, bugün sosyalizmin yıkıldığı coğrafyalarda kapitalizmin yer aldığını görmezden gelip, bütün günahları Stalin'in omuzlarına yüklemek ama sosyalizmden uzaklaşmak, kapitalizme yelken açmak isteyenleri ise yüceltmek için çabalamaktır.

Eksikleri ile yanlışları ile ama illa ki değerleri ile de 70 yıl yaşayan Sovyet sosyalizminde, Stalin döneminde Troçkistlerin ve 1956 Yılından Gorbaçov'a kadar Maocu Revizyonististlerin hiçbir değer görmemeleri, eksiklere işaret ederken bu değerlerden sevinç duymamaları, sosyalizmi anlamamakla, sosyalizmi yürekten hissetmemekle, sosyalizmden ve sorunlarından kaçmakla eş anlamlıdır.

Bunu hâlâ ve anti-Stalinist bir hummayı tekrar ederek sürdürmek ise, açıkça sosyalizm düşmanlığının açığa vurulmasıdır!

Bunu görenler arttıkça, maskelerinin ardına mevzilenip, yalan yanlış lakırdılarla yanılgı hastalıklarını yayarken, bu hastalıklarının panzehiri olan doğru bilgilerin hücumu karşısında soytarılık yaparak, zevahiri kurtarmaya çalışanların maskeleri, kendiliğinden düşecek ve maskelerinin altında kalacaklardır.

Evet dediğim gibi, bu topraklarda artık rüzgâr arkamızdan esmektedir ve kahramanlarını da, ihanet içinde olanlarını da içinde taşımaktadır.

Bu rüzgâr, ikisinin ortasındaki, yani kahramanların ve ihanet içinde olanların ortasında duran başka renklerin, eninde sonunda ihanet içinde olanların rengini taşıdığı gerçekliğini de içinde taşıyarak esmektedir.

Kimse bu gerçeklikten kaçamaz. Ya bu toprakların sosyalist iktidar yürüyüşünü biriktiren kahramanları olunacaktır, ya da bu topraklara ve emekçi halklarına türlü türlü maskelerle ihanet içinde olunacaktır.

Ortası yoktur. Ortası, Anti Stalinist hummaya yakalanmış kapitalist yolcuların durduğu yerdir ve eninde sonunda ihanet içinde olanların rengini taşıdıklarını apaçık edeceklerdir; arkalarından esen, enselerine çarpan rüzgârın taşıdığı gerçekler buna işaret etmektedir!

Ekim devrimi sonrası sosyalizmin kuruluşu sırasında sınıf mücadelesinin devam ettiğini, en çok ve en şiddetli olarak, ekonomik örgütlenmede, ekonomik karar ve önlemlerin oluşturulması süreçlerinde ortaya çıktığını kimse inkâr edemez.

Dolayısıyla bu sınıf mücadelesinin şartlarında, yenilgiyi tatmış burjuvazinin, sosyalizme karşı hıncının on kat arttığı ve hep kapitalizmi sayıkladığı koşullarda, burjuva düşüncesinin, Sovyet sosyalizmi kurulurken de ve daha sonra Sovyet ekonomik sistemi olarak adlandırılan bütünlüğün oluşması sırasında da, bu bütünün her parçasının oluşumuna damgasını vurabilmek için yoğun bir mücadele verdiğini de kimse inkâr edemez.

Stalin ve yönetimi, işte buna geçit vermemenin adıdır; Saldırının boyutlarının hem büyük ve hem de kalıcı olmasının nedenlerini burada aramak gerekiyor.

Evet, tüm bu gerçeklikler, kavganın ki bu apaçık görülüyor, yenilgi psikozu ile mukavemeti on kat artan eski sınıfın direnişine karşı yürütülen sınıf mücadelesinin ifadesidir; en sert şekilde, daha çok ekonomik örgütlenmede ve önlemlerde kendini göstermesi, yıkılışın nedeninin, bu alanda yürütülen kavgada yenik düşmek veya bu kavgayı yeterince bilimsel verememek olduğunu göstermeye yetiyor.

Yani yıkılışı, parti aparatçığına, bürokratik-revizyonist sınıfa ve elbette Stalin'in “diktatörlüğü”ne bağlamak hem pratik, hem de teorik olarak yanlış oluyor.

Aksine yıkılışı, akıl taşıyan herkesin aklı, Buharin misli kapitalist yolculara ve bu yolcuların sımsıkı sarıldığı, Lenin'in ısrarla üzerinde durarak, kapitalizmi an be an doğurduğuna işaret ettiği, kapitalist restorasyon kaynağı olarak resmettiği küçül meta üretiminin varlığına ve bununla yeterince mücadele edilmemiş olmasına bağlamaya yeter!

Devrimci sosyalist olmak elbette kolay değildir; bunun için Lenin'in, ”sadece proleterlerin değil, bütün emekçilerin,'sıradan halk'ın, bütün çalışan halkın anlayacağını ve sempati duyacağını” vurguladığı, burjuva 'sınıf politikacıları'na karşı soylu bir proleter kini taşınması gerekmektedir.
Lenin'in işaret ettiği gibi, bu kin, gerçekten 'bilgeliğin başlangıcı', her sosyalist ve komünist akımın ve onun başarısının temelidir; bu kin, bütün akıl çözümlemelerinin ve devrimci sosyalist hareketin başarısının temelidir!

Sınıf politikası, gökten zembille düşmez ve eğer sosyalistler gerçekten burjuvaziyi yenmek istiyorlarsa, burjuvazininkilerden hiç de aşağı kalmayan sınıf politikacıları yetiştirmelidir ve bunun motoru da sınıf kin'idir.

Anti-Stalinizm, bu kinin adresini şaşırtma operasyonudur!

Demek ki, emperyalizm çağında, tekellerin düzeninde kin, akıl dinamiğini harekete geçiren en önemli etmen oluyor ve sosyalist mücadelenin başarısı, kapitalist düzene karşı duyulan kin ile ilgilidir; kapitalist düzeni beğenerek, düzenin tümünde veya bir kısmında meziyetler bularak sosyalist olmak ya da mücadeleyi başarıya götürmek mümkün olmuyor; ancak, bütün devrim kaçkını azap zebanileri, işçi sınıfının kapitalizme kin duymamasını temsil ediyorlar ki, hepsi birer Kautsky, değilse, kesinkes Bernsteindir!

Hepsi, tıpkı Bernstein gibi, kapitalizme kin duymayan bir işçi sınıfını var sayıyorlar ve bunu yerleştirmek ve yaymak temel politikaları oluyor.

Tıpkı Bernstein gibi hepsi, “büyük çoğunluğu kalabalık halinde yaşayan, kötü eğitilmiş ve beceriksiz ve de yetersiz bir gelire sahip olan bir sınıftan, yani işçi sınıfından, sosyalist toplumun gerektirdiği entelektüel ve ahlaki standartların talep edilemeyeceiğine” inanıyor ve inandırmaya çalışıyorlar.

İşte Anti-Stalinizm, burada en sinsi ve ortak bahaneleri olmaktadır!
Öyleyse doğru dürüst okumak, tekrar tekrar okumak, dünyayı değiştirme cesareti taşıyan devrimci kıvamdaki gençlerin düsturu olması gerekiyor. Bunun mihmandarlığına soyunanların ise bu düsturu on kat fazla önemsemesi, bu günkü ideolojik saldırı koşullarında çok daha fazla önem kazanıyor.

Demek ki,”tarihin yargılanmayacağı, anlamaya çalışılacağı” düsturu önemli bir yol gösterici işleve sahiptir.

Kapitalizme yeni doğan hayranlık ile başlayan Buharin'i Lenin'e en yakın Bolşevik olarak gösterme eğilimi, kapitalizme yelken açmış döküntülerin kurnaz hamlelerinden biridir; 1921 yılından itibaren Lenin'in Buharini etkilediği ve Buharin'in Lenin'e yaklaştığı, buna özlem duyanlar açısından temel klişe olmuştur!


Diğer yandan, şu gerçek hiç unutulmamalıdır:

Eğer Sovyetler Birliğinde Buharin ya da onun yüceltilen düşüncesi kazansaydı, sosyalizmin daha en başta sona ermesi mümkün ve kaçınılmaz olacaktı; Stalin ile Buharin arasındaki kavga, bir anlamda ölüm-kalım savaşına indirgenebilen, sanayi'de hızlanma ile düşük hızlı sanayi ya da tarımsallaşma, yani tarımda zenginleşme politikalarının karşıtlığındaki bir kavgadır!

Bu kavga, tesadüfi ya da Stalin'in huysuzluğunun veya kaprislerinin yansıması değildir; kökü Lenin'e dayanmaktadır!

Stalin'in önderliğinde büyük sanayi atılımı başladığında ve gerçekleştirilmeye doğru yol alındığında, Troçki,”Stalin benim düşüncelerimi çaldı” demekten ileri gidemiyor.

Oysa Stalin'in omuzlarında kalan bu pratik, daha 1917 yılında Lenin'in teorik olarak formüle ettiği bir pratiktir!

Lenin, kendisinden önce bilinmeyen ve kitaplarda yer almayan ama Sovyet iktidarının ve bu arada Stalin'in omuzlarına binecek olan bir pratiği çok önce haber vermişti.

1917 yılının Eylül ayında şöyle yazdı: “Devrim, siyasal sistem söz konusu edildiğinde, birkaç aylık bir zamanda Rusya'nın ileri ülkelere yetişmesini sağladı. Ancak bu yeterli değildir. Savaş merhametsizdir; alternatifleri acımasız bir katılıkla ortaya koyuyor: Ya mahvolma, ya da ileri ülkelere ekonomik olarak da yetişmek ve geçmek.”

Lenin, yeni iktidar için “Dognati Peregnata”, yetişmek ve geçmek politikasını, Ekim devriminden önce formüle etti. Ve şöyle ifade etti; “Mahvolmak veya tam yol ileriye atılmak.Tarihin yazdığı alternatif budur.”

Bu sözler 1917 yılında söylendi ve teoriktir; on yıl kadar sonra ortaya çıkan pratik, bu teoriyi bütünüyle doğruladı.

Genç Sovyet iktidarı, kapitalist gericiliğin ve anti-Stalinist hummanın ileri sürdüğü gibi, “Stalin'in kaprisleri” nedeniyle değil; Troçkist muhalefetin iddia ettiği gibi,”Stalin Troçki’nin programını çaldığı için” değil, Lenin'in daha 1917 yılında ortaya koyduğu teorik zorunluk nedeniyle tarihin kaydetmediği bir hızla kalkınmıştır; işte Stalin'in omuzlarına düşen, Lenin'in on yıl önce haber verdiği bu pratiktir ve Stalin bunu büyük bir ciddiyetle ve ortaya çıkan sorumluluğun bütün acımasızlığıyla gördü.

1928 yılında,” Eğer biz tek ülke olmasaydık, proletarya diktatörlüğü ülkelerinden biri olsaydık, sadece bizde değil, diğer ülkelerde de, örnek olsun, Almanya ve Fransa'da da, proletarya diktatörlüğü olsaydı, sanayide yüksek kalkınma hızı sorunu ile bu kadar ağır bir biçimde karşılaşmazdık.”

Bu sözler Stalin'e aittir ve çok açık, Stalin tek ülkede sosyalizmin, hızlı sanayileşmeyi gerektirdiğini tespit ediyor.

Stalin 1928 yılında şöyle soruyor ; ” Partimizde sağ sapma tehlikesi, açıkça oportünist olan bu sapmadan doğan tehlike nedir?” ve yine kendisi şöyle cevaplıyor:

”Düşmanlarımızın gücünü, kapitalizmin gücünü küçümsemektir; kapitalist restorasyon tehlikesini görmemek ve proletarya diktatörlüğü döneminde sınıf mücadelesinin işleyişini anlamamaktır, bu yüzden, sanayimizin kalkınma hızının düşürülmesini isteyerek, kır ve kentlerdeki kapitalist unsurlar için kolaylıklar talep ederek, kolhoz ve sovhoz sorununu geri plana atılmasını isteyerek, dış ticaret tekelinin yumuşatılmasını talep ederek ve benzeri isteklerle, kapitalizme ödün vermeyi hafife almaktır.”
Bu kadar değil.

Stalin bir soru daha soruyor ve gene kendisi cevaplıyor: “ Bizde, bizim Sovyet ülkemizde, kapitalist restorasyonu ( restavratsiya) mümkün kılan koşullar var mıdır? Evet vardır! Bu, muhtemelen garip görünebilir, fakat yoldaşlar, bir gerçektir. Kapitalizmi devirdik, proletarya diktatörlüğünü kurduk, tarımla bağlantılı bir şekilde ve güçlü bir tempoyla sosyalist sanayimizi geliştiriyoruz. Ama biz henüz kapitalizmin köklerini sökemedik. Peki onlar, köklerin kendileri, nerede yuvalanmışlar? Meta üretiminde, kentte ve özellikle kırdaki küçük üretimde yuvalanıyorlar.”

Bir sayfa sonra, “sol”, Troçkist, sapma ile ilgili soru ve cevap geliyor:

“Partimizdeki 'sol' (Troçkist) sapma tehlikesi nedir?

Düşmanlarımızın gücünü, kapitalizmin gücünü abartmaktır; yalnızca kapitalist restorasyon ihtimalini görmek, fakat ülkemizin gücüyle sosyalizmi kurma imkanını görmemektir; umutsuzluğa düşmek ve partimizdeki Thermidorculuk üzerine gevezeliklerle avunmaktır.”
Açıkça görülüyor, Stalin kapris ya da huysuzluk yapmıyor, aksine ne yaptığını bilerek ve bilimsel olarak hareket ediyor.

Buharin ise, açıkça hem tarımda kapitalistleşmeden ve kulakların zenginleşmesinden korkulmamasını ve hem de tarımın sanayiye talep yaratma kapasitesine dayanan bir dengenin hedef alınmasını savunuyor; bu, tarımsallaşmanın yanında çok düşük bir hızla gelişmeyi beraberinde getiriyor; görüşlerinde yalnız değildir, maliye komiserliğindeki eski burjuva iktisatçılar ile Gosplan'da çalışan eski Narodnik görüşlü iktisatçılar da mevcut dengeleri koruyan düşük bir hızı öne sürüyorlar; bunların en etkili olanları Groman ve Bazarov ikilisidir; bu eğilim, daha sonra Groman- Bazarov eğilimi olarak mahkûm ediliyor.

Buharin demek, özel mülkiyeti yerleştirmek ve kapitalizme doğru yol almak demektir; daha doğrusu böyle bir eğilim ortaya çıkmasa, Buharin'in itibarını geri vermeye ihtiyaç olmazdı; tam bu sırada Lenin ile Buharin'in görüşlerinin bir birine yakın olduğunun telaffuz edilmesi rastlantı değil, bir taşla iki kuş vurmak ve böylece kapitalizme açılan yolu genişletmeyi kolaylaştırmak içindir.

Bunda, tamı tamına iki zıt sınıfın uzlaşmaz karşıtlığından doğan sınıf mücadelesinin yansıması var; bir taraf kapitalizme dönmek için can atıyor, diğer taraf bu kapitalist yolcuların kapitalizm yolundaki ideolojik, politik mücadelesini önlemeye çalışıyor; önleyerek sosyalizmi korumaya çalışıyor!

Hepsi budur.

Fakat ne ilginçtir ki, Cumhuriyet ilan edildikten sonra kesinlikle geri dönülmesini önlemek için, Saint Just( bu bizim forumun San Just'u değil tabii ki), Marat ve Danton ile birlikte kralın idam edilmesini sağlayan ve 1794 yılında Thermidor gericiliği tarafından giyotinle öldürülen Jakoben Kulübünün üyesi Robespierre’den tam 159 yıl sonra ölen Stalin’e, Ekim devriminde buldukları bütün günahların sorumluluğu, kapitalist gericilik, kapitalizmden umudunu yitirmemiş olanlar, Ekim Devrimini anlamayanlar ve sosyalizme hiç inanmayanlar tarafından yüklenmiş ve Stalin’in ölümünden, Sovyet Sosyalizminin yıkılışına kadar ve bu gün hâlâ devam ederek, bu günahların sorumluluğu hep Stalin’in omuzlarının üzerinde bırakılmak istenmiş ve hâlâ Stalin dönemi, Torçki'nin ağzından Thermidor gericiliği ile özdeşleştirilmektedir.

Lenin’in, Bakuninci ve Blanquici olarak suçlanması yanında, politik rakipleri tarafından Jakoben olarak suçlandığını ve Lenin’in ilk ikisine şiddetle itiraz etmekle birlikte, Jakoben suçlamasını reddetmemiş olduğunu biliyoruz.

Lenin’in 1917 Temmuz’unda Jakobenizm üzerine yazdıkları oldukça öğreticidir.

“ ‘ Jakobenizm’ işçi sınıfını ürkütür mü? “ diye soran Lenin, şöyle devam ediyor, “Burjuva tarihçileri, Jakobenizmi bir düşüklük, alçalma olarak görüyorlar. Proleteryen tarihçileri, Jakobenizmi ezilen sınıfın kurtuluş mücadelesinin en yüksek zirvelerinden birisi olarak görürler. Jakobenler, Fransa’ya, demokratik devrim ile bir cumhuriyete karşı olan monarklar koalisyonuna karşı direnişin en güzel modellerini verdiler. Jakobenlerin alın yazgılarında mutlak zaferi kazanma yoktu; en başta 18.YY Fransa’sı, Kıta Avrupa’sında çok geri ülkelerle çevrili olduğu için ve sonra Fransa’nın kendisi sosyalizm için maddi temelden yoksun olduğu, bankalar, kapitalist holdingler, sanayide makineler ve demiryolları olmadığı için .”

Böyle diyordu Lenin ve çok açık olarak, Jakobenizmi ezilen sınıflar için model olarak gösteriyordu.

Lenin, yine bir başka incelemesinde, 1917 yılında, “Yirminci yüzyılda, Avrupa’da, veya Avrupa ile Asya arasında sınır çizgisi üzerinde bir yerde devrimci sınıfın, köy yoksulları ile desteklenen ve sosyalizme doğru ilerlemek için mevcut maddi temelden yararlanan proletaryanın kuralı ‘Jakobenizm’ olacaktır ve ‘Jakobenizm’, 18.yy Jakobenlerinin yaptığı büyük, silinmez ve unutulmaz işleri yapmakla kalmayacak, çalışan halklara kalıcı ve dünya ölçüsünde bir zafer getirecektir.”
Diyor ve “ Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi; küçük burjuvazinin ise Jakobenizm karşısında titremesi doğaldır,” diye ekleyerek, adeta Stalin için yaratılan nefret kasırgasının kaçınılmazlığına işaret ediyordu.

Dahası var, Lenin, 1917 Eylül ayında “Yaklaşan Katastrof ve Önleme Yolları” adını taşıyan incelemesinde, “ Fransa örneği, bir şeyi, yalnızca bir şeyi, açıkçası, Rusya’yı kendi kendini müdafaa eder duruma getirmek için, Rusya’da kitle kahramanlığının ’mucizelerini’ yaratmak için, eskimiş olan her şeyin ‘Jakoben’ acımasızlığı ile temizlenmesi, Rusya’nın yenilenmesi ve ekonomik olarak yeniden yaşar hale getirilmesi gerektiğini gösterir. Ve 20.yy. da bu, yalnızca çarlığı ortadan kaldırmakla sağlanamaz.

Lenin’in bu yazdıkları ve Marx’ın 5 Mart 1852 yılında Weydemeyer’e yazdığı mektubundaki ve Lenin’in “işte Marx’ın doktrininin özeti” diyerek önemini vurguladığı; o üç maddelik ifadesi, “1-Sınıfların varlığı, yalnızca üretimin gelişmesinde belli tarihsel aşamalara bağlıdır; 2- Sınıf mücadelesi zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürür; 3- Yalnızca bu diktatörlük, sınıfların ortadan kaldırılmasına ve bir sınıfsız topluma geçişi sağlar “ şeklindeki ifadesi, Proletarya diktatörlüğünün modelinin, 1871 yılında yaşanmış olan Paris komünü değil, Robespier adına yazılmış olan Jakoben diktatörlüğü olduğunu göstermeye yeter.

Ve şunu da hatırlatmalıyım ki, Babeuf, Jakobenizme karşı idi, ancak Robespierden sonra, Jakobenizmi daha ileriye götürmek istedi. “Eşitler Cumhuriyeti” adında bir ihtilalci örgüt kurdu.

Stalin’in ifadesiyle, Buharin, hep “NEP” te kalmak istiyordu, Trotsky ise, “NEP” i hiç yaşamak istemiyordu. İkisi de,”NEP”in, tek ülkede sosyalizmin pratiğinin mecbur bıraktığı geçici bir politika olduğunu anlamak istemiyordu. Bu da, her iki kanaldaki anlamak istemeyenlere taban yaratıyordu ve Stalin, “NEP”in net olarak anlaşılmasını ve “NEP” i başararak bir an önce bu bataklıktan kurtulmayı sağlamak için, “jakoben” yanı yüksek bir proletarya diktatörlüğünü işletmek zorunda kalıyordu.

Oysa “NEP”, her ne kadar Stalin ile anılsa da, politikasının temelleri, Lenin tarafından atılmış ve atılırken, Lenin açıkça, bunun bir kompromi olduğunu ama ellerinde proletarya diktatörlüğü olduğunu ifade etmiştir. Keza “NEP” politikasına geçilirken, ideolojik mücadelenin en sert biçimde uygulanmaya başlatıldığını biliyoruz.

Ayrıca belirtmeliyim ki, bir devrimin karşı devrim tarafından ezilmesinden daha iyi bir devrim ummak, karşı devrime alkış tutmak demektir. Bu alkışları hâlâ sürdürmek ise, karşı devrimin bir neferi olmayı ifade etmektedir.

Diğer yandan, dünyada erken devrim yoktur; iktidarı alarak başarısını kanıtlamış hiçbir devrim yanlış ya da erken sayılamaz.

Öyleyse eskimiş, köhneleşmiş, artık zorlama haline gelmiş düşüncelerle sosyalizmin başarılarına sırt çevirmek yerine, sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu açıklıkla göstermiş olan Sovyet sosyalizminin bayrağını daha yükseklere taşımaya katkıda bulunmaya adım atmanın tam zamanıdır. Dünya sosyalizminin sorunlarını aşmak ancak böyle mümkün olacaktır.

Çünkü dünyamız, ileri bir sosyalizme muhtaçtır. Dolayısıyla bu gün reel sosyalizmi daha ileri götürebilmek için, anti-Stalinizm veya anti-sovyetizm batağına saplanmak değil, daha ileri bir sosyalizmin olabileceğini göstermek gerekmektedir. Bunun için, reel sosyalizmin, sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu açıklıkla göstermiş olduğunun ayırdına varmak yeter de artar bile.

Bu aynı zamanda, Sovyet sosyalizminin tarihten silinmesi için hücum halinde olan ve emperyalist kapitalizmin ideolojik laboratuarlarının belki de en önemli uğraşısı olan Avrupa sosyalizminin tuzaklarından korunmanın yol ve yöntemlerini de içeren bir ileri seviyeden sosyalizm bayrağını yükseltme mücadelesi olacaktır.

Tekraren vurgulamak gerekirse ki gerektiği ortadadır, tarih yargılanmaz, anlaşılmaya çalışılır.

Stalin’in, tek ülkede sosyalizm pratiğinin önüne koyduğu sorunlarla birlikte, sosyalizm kuruculuğundan vazgeçmemek adına, mahkûm kaldığı bu zorunlu pratiği çözmek için, onu bir teori düzeyine çıkartarak sosyalizm kuruculuğunun sorunlarını aşmaya çalıştığını ve bunu da yapabileceği en yüksek seviyede başarmış olduğunu anlamak ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Unutulmaması gereken tarihsel gerçeklik şudur; Sovyet sosyalizmi Stalin’dir. Stalin’i çıkartınca ortada sosyalizm kalmıyor. Öyleyse yıkılan sosyalizm, Stalin’i çıkartınca ortada kalan sosyalizmdir ve öyleyse sosyalizmi yıkan gerçekliği Stalin’e bağlamak da, Revizyonist parti bürokrasisine bağlamak da ve bu bağı kanıtlayacak argümanlar bulmakta zorlanıldığı için kapitalist yolcu olduğu tescillenmiş olan Buharinleri yükseltmekten medet ummak hâlâ süren bir çocukluk hastalığı olmaktadır.

İster gelişmiş ülkelerde, isterse sosyalizmin kurulduğu yerlerde sosyalizmi kurmak, korumak ve ileriye götürmek için verilen mücadelelere ilgisiz kalmak, bu mücadeledeki eksikleri görüp, zorunluklarını ve başarılarını görmezden gelmek; kapitalizmin kapkara sicilini, bu sicile işlenmiş insanlığa karşı işlenmiş suçlarını, döktüğü kanları, aldığı canları, süründürdüğü insanları görmezden gelip, kapitalizmden ve bu insanlık dışı marifetlerinden kurtulmak için sosyalizmi korumak ve ileriye götürmek üzere verilen mücadelede işçi sınıfının zorunu lanetlemek ve yalnızca bununla yatıp-kalkmak, sosyalizme ilgisiz kalmak, vazgeçmiş olmak, kapitalizmden vazgeçmemiş olmak demektir!

İşte Anti-Stalinizm bu vazgeçmişliğin ve kapitalizm severliğin en sinsi bahanesidir; başka ifadeyle ve tekraren, anti-Stalinizm, proletarya diktatörlüğünden uzak, NEP çukurundan çıkamayan bir “sosyalizm” e kapıları sonuna kadar açık tutmanın en sinsi bahanesidir!

Bunu hâlâ anlayamamak, hâlâ bu anti Stalinizm hummasının masallarına kanmak ise, ahmaklıktır; değilse, bu vazgeçmişliğe, bu kapitalizmseverliğe bile isteye yelken açmış olmak proletarya diktatörlüğünden uzaklaşmak, NEP çukuruna balıklama atlamak demektir!

Demek ki devrimci sosyalistlerin bir görevi de, anti Stalinizme karşı durmanın sosyalizmi savunmak demek olduğunu bilince çıkarmak ve Stalin’i pamuklara sarıp sarmalamadan, yani fetişleştirmeden, anti stalinist saldırılara karşı en amansız Stalinist olmaktır!

Fikret Uzun

30 Kasım 2014

Hiç yorum yok: