18 Temmuz 2014 Cuma

FORMÜLLER Mİ DAHA HAKİKİ OLGULAR MI DAHA GERÇEK YOKSA FİKİRLER YANINDA OLGULAR BEŞ PARA ETMEZ Mİ 1



FORMÜLLER Mİ DAHA HAKİKİ OLGULAR MI DAHA GERÇEK YOKSA FİKİRLER YANINDA OLGULAR BEŞ PARA ETMEZ Mİ?
I.
AKSEYMEN kardeşim,
Lenin’in ,“…uluslararası işçi devriminin, büyük bir özveri ve cesaretle, kokuşmuş resmi “sosyalizm”den geriye kalmış olan dürüst unsurları temsil eden tek tek kişilerin hareketiyle başladığını ve Liebknecht ve Adler ve de Mclean’in, dünya devriminin öncüsü rolünü üstlenmiş bu kahramanların en ünlüleri olduğunu“ hatırlatmasıyla başlıyorum, bunu yeri geldikçe hatırlatmayı önemli buluyorum!
Bir de masalımsı bir öyküm var, yararlanacağını umuyorum!
Kargalar toplumsal düzeni simgeleyen kuşlar dünyasının emekçileridir. Kuşlar dünyasında en ağır vergiler onlara yüklenmiştir. Kartalın günlük yemeği karga yavrularıdır. İhtiyar karga yılların deneyimi ile bu gerçeğe karşı çıkmaya çalışır. Çevresindeki kargaları bir çözüm bulmaları için sürekli uyarır ama kimse dinlemez. Bütün gücünü toplayıp, kargaların uğradığı haksızlıkları, kuşlar dünyasının yöneticilerinden kartala anlatmaya karar verir. Zorlu bir yolculuktan sonra, bir çam ağacının tepesinde tünemiş kartalı bulur. Kartalın karnı tok olmasından da cesaret alarak karga gerçeğini dile getirir.
Onu tokluğun rehaveti ile dinleyen kartala göre karganın anlattıklarında bilinmeyen bir şey yoktur ve şöyle cevap verir, "bu gerçeği kartalından, akdoğanına, atmacasından çaylağına kadar herkes, hem de nicedir biliyor. Ama şu anda bu gerçek bizim işimize gelmiyor. O yüzden sen bu gerçeği istersen dört yol ağızlarında olanca sesinle haykır, herkese açıkla, bundan bir şey çıkmaz."
Efendi kartalı böyle konuşturan Saltıkov, sanki bu gün hepimizin bildiği ama çoğumuzun işine gelmediği sır misli gerçeklerin üzerinde tartışıp çözüm aradığımızı ama gerçeği kimsenin sahiplenmediğini, dolayısıyla herkesin kendi gerçeğine sığınarak, gerçekleri görmezden geldiğini anlatıyordu.
Ve sahipsiz gerçek, sahibiyle buluşunca neler yaşanacağını ise, ihtiyar kargaya, ihtiyar çaylak haber veriyordu:
“Çevrene bir bak, her yerde düşmanlık, kavga; hiç kimse nereye ve ne için gittiğini doğru dürüst bilmiyor... Bu nedenle de herkes kendi gerçeğini öne sürüyor. Ama bir zaman gelecek, herkes açık, belirgin bir takım sınırlar içinde rahat soluk alabilecek, bu sınırlar içinde yaşamını sürdürecek. O zaman ayrılıklar kendiliğinden kalkacak; bunun yanı sıra, şu küçük ' bireysel gerçekler ' de yok olup gidecek. Herkes için bir olan, uyulması zorunlu olan 'gerçek' , gerçekten ortaya çıkacak ve tüm dünya aydınlanacak. Hep birlikte, birbirimizi severek yaşayacağız. İşte böyle ihtiyar, şimdi sağlıcakla uç git ve karga soyuna; benim buna şu yalçın dağa inandığım gibi inandığımı söyle"
İhtiyar çaylağı böyle konuşturarak Saltıkov Sçedrin, büyük insanlığı, kendi gerçeğine sahip çıkmaya ve cennet dünyasını kurmaya çağırıyordu.
Saltıkov Sçedrin’in bu büyüklere masallarını sen de okumalısın, öğretici bulacağına emin olduğunu ifade ediyorum ve buradan devam ediyorum!
Biz diyoruz “gerçekleri örtemezsiniz”, sen diyorsun “dövmek için bağcıyı arıyorsunuz” ve “aslolan üzüm yemektir” sözünü ekliyorsun; ama bağcıyı dövmeden üzüm yemek ne mümkün? Bunu anlamıyorsun!
Dediğim çok açık bütün gerçeklere sahip çıkamıyorsun, bari kendi savunduğun gerçeklere sahip çık ve gerçekleri örtmeye çalışanların marifetlerini yüzlerine vur diyorum ki bunu beş yaşında çocuk bile anlardı ve senin çıkardığın sonucu çıkarmazdı; sen ise hâlâ “komünist” olduğunu iddia ediyorsun ama gerçeklere sahip çıkmaya niyetin olmadığı anlaşılıyor ve beni gene şaşırtıyorsun!
Öte yandan bağcı da belli, üzümler de orta yerde; aramaya, yiyemeyeceğim diye korkmaya ne gerek var ve daha önemlisi bağcının başına bir şey gelecek diye bu korku niye?
Ve demek Manifesto güncel öyle mi?
Aslında sen, bir de “ebedi” diyorsun değil mi? Evladiyelik yani! Ben ise öyle olmadığını ifade ettim, başka ne diyebilirim ki? Üstelik neden öyle olmadığını da gösterdim! Sen ise hem dediklerime kapalısın ve hem de demediklerimle yarış kazanma sevdasındasın!
Manifesto’da proletaryanın küçümsendiğini ve bunu söylediğimizi nereden çıkardın bilmiyorum ama buradan bir kez daha okuduğunu anlamadığını ama anlıyorsan da dilinin bilerek fena halde kaydığını görebiliyorum!
Bu küçümseme yaklaşımının bugünün pek hazin bir hali pür melali olduğunu ve bunun nedeninin Marxizm-Leninizm’i dondurma, durağanlaştırma ve sonunda öldürme çabaları olduğunu ve Manifestodan önce daha güncel kaynaklar olmasına rağmen,”Manifesto günceldir” modasının yükseltilmeye çalışıldığının manidar olduğunu vurguladığım halde, aynı teranede ısrar etmen açıkçası beni daha derin düşündürmektedir!
Üstelik altını çizerek vurguladım ki Manifesto’nun kapitalizmi abartmış olması, pek çok önermesinin artık güncel olmaması, ne Marx’ı yadsımaya gerekçe yapılabilir; ne de Manifesto’nun verili zamandaki önemini ortadan kaldırır; ama hal böyleyken, Manifesto’nun “güncelliği”nde ve hatta “ebedi”liğinde ısrar etmek, ortada çok daha güncel olanları varken, bunlardan uzak durup, bir Manifesto sevdası tutturmak, gerçekten manidardır!
Dahası,fetişleştirmeye gerek yoktur ki, çok net ve bir o kadar da açık yüreklilikle ve elbette samimiyetle neden güncel olmadığını ve ille de bir şeyleri fetişleştirmek istiyorsak, en başa “Ne Yapmalı”yı ve yanında bir de “Anti-Dühring”i koymak gerektiğini ifade ettim; hele bir de “ampiriokritisizm” i de eklersek, karada ölüm yoktur,dedim!
İşte bunlara kulak ve yürek kabartırsan, üzüm yemek için bağcı ile uzlaşmak yerine onu dövmek gerektiğini belki sen de anlayabilirsin!
Ama galiba sen anlamaya değil, kelimeleri veya cümleleri çarpıştırarak laf yarıştırmaya çıkmışsın! “Benim görüşüm budur, diğerlerinin görüşleri de budur; ne onlar beni aydınlatabilir, ne ben onların aydınlanmasını dert edinirim” diyorsun da başka bir şey demiyorsun!
Tıpkının aynısı olmasa da, galiba biraz,”efendi kartal” gibi konuşuyorsun!
Bu arada sıra sıra dizilmesini istediğin bin fikirden, savlarının altını doldurmaya yarayacağına inandığın çiçekler fışkıracak diye bekleyip duruyorsun! Ve hatta kimi paylaşımlarınla bu çiçekler fışkırmış gibi bir hüsnü kuruntuya da kapıldığın görülüyor!
Güzel kardeşim,”görüş” dediğin nedir? Gökten yüreğimize veya aklımızın içine sarkıtılan vahiylerin oluşturduğu bir mutlaklık mıdır? Öyleyse de, yani öyle düşünüyorsan da, vay halimize; yani bir kez daha ölmüşüz de habarımız yoktur!
Yahu Akseymen kardeşim, sen hiçbir şey okumaz mısın? Bu işler, “senin görüşün seni bağlar, benimki beni bağlar” demekle oluyor mu?

Öyleyse bunca yazmalar, çizmeler, propagandalar, ajitasyonlar, makaleler, broşürler, kitaplar, konferanslar, kongreler, görüşlerin görücüye çıkarılıp, sonra koltukların altına alınıp, aynı tas aynı hamam herkesin kendi çöplüğüne dönmesi midir?

Halbuki, 1872 baskısına önsöz’de, “Sosyalist yazının eleştirisi, bugün için yetersiz kalıyor, çünkü bu ancak 1847'ye kadar uzanıyor; aynı zamanda, komünistlerin çeşitli muhalefet partileriyle olan ilişkileri konusundaki sözler, ilke olarak hâlâ doğru olmakla birlikte, pratik olarak eskimişlerdir, çünkü siyasal durum tamamıyla değişmiştir ve tarihsel gelişim orada sayılan siyasal partilerin büyük bir kısmını yeryüzünden silip götürmüştür. Bununla birlikte, Manifesto, üzerinde artık hiçbir değişiklik yapma hakkımız olmayan tarihsel bir belge haline gelmiştir. Belki de ileride, 1847'den günümüze dek olan boşluğu dolduran bir giriş ile birlikte, bir başka baskı çıkabilir; bu yeniden basım, bize bunu yapma zamanı bırakmayacak kadar ani oldu!” deniliyor.
1882 baskısına önsöz’de ise,”Proleter hareketin o sıralar (Aralık 1847) hâlâ ne denli sınırlı bir alanı kapsadığını, Manifesto'nun son kesimi -komünistlerin çeşitli ülkelerdeki çeşitli muhalefet partileri karşısındaki konumu- en açık bir biçimde gösteriyor. Burada özellikle yer almayanlar Rusya ve Birleşik Devletler'dir. Bu, Rusya'nın tüm Avrupa gericiliğinin son büyük yedeğini oluşturduğu, Birleşik Devletler'in göç yoluyla Avrupa'nın proleter güç fazlasını emdiği sıralardı. Her iki ülke de, Avrupa'ya hammaddeler sağlıyor ve aynı zamanda da, onun sınaî ürünleri için bir pazar oluşturuyorlardı. O sıralar, her ikisi de, bu nedenle, şu ya da bu şekilde, mevcut Avrupa düzeninin temel dayanaklarıydılar. Ama durum bugün ne kadar da farklı! “deniliyor.
1883 tarihli önsöz’ü Engels tek başına yazmıştır, çünkü artık Marx hayatta değildir, “Manifesto'yu gözden geçirmek ya da eksikliklerini gidermek, onun ölümünden sonra, hele hiç düşünülemez.” diyordu.
1890 tarihli önsöze de bakılabilir, bu önsözde de farklı vurgular yoktur!
Yani Manifestonun güncelliği çoktan erozyona uğramıştır; dile kolay 166 yıl geçmiş ama sen hâlâ “günceldir” diye dayatıyorsan, bu ya sana öğretilmiş bir düşücedir, ya da fetiş yaklaşımının yansımasıdır!
Bunu görmek ve kabul etmek sosyalistliğimizden, komünistliğimizden bir kıl bile eksiltir mi?
Hayır, aksine komünistliğimizi yerli yerine oturtur yaşadığımız anın teorik eksiklerine, daha doğrusu teoriye olan ihtiyacımızın boyutlarına vakıf olmamızın önünü açar!
Bununla birlikte, biz “güncel değildir” derken, Manifestoya kara çalmıyoruz, eksiklerinin peşine düşüp, bütün yaşamımızı buna da adamış değiliz, bu konuda bir sayfa açılmadı ise, durup dururken, “Manifesto güncel değildir”, “kapitalizmi abartmıştır”, “pek çok önermesi bu güne uymuyor…” Diye ortaya çıkıp, yarış etmiyoruz!

Ama bilimsel tespitler yapmak ve bu doğrultuda eksikleri gidermek, tarihsel yapıtların öngörülerini güncellemek, tarihsel gelişmenin önümüze koyduğu yeni ve daha karmaşık sorunların çözümü doğrultusunda yeniden gözden geçirmek için, bu bir gereklilik olduğu kadar, teoriyi ilerletmek, pratiğin gerisinden çekip almak için bir fırsattır!

İşte dediğim budur ve bu fırsatı bu bilimsel erek için değerlendirmek varken, bu fırsatı başkalarının kucağına, Marxizm-Leninizm’e salvo atışı yapmak için kullanmasına olanak sağlayacak şekilde bırakmamak gerekir diyorum!
Manifestoya sahip mi çıkacaksın, çık, cengâverler gibi savaş, sana bunu yapma diyen yok ama sen Manifestoya dair bilimsel anlamda konuşanlarla laf yarıştırmaktan geri durmazken, düşmanca ve Marxizmi reddederek, bu reddine dayanak bulmuşçasına saldırarak laf sokuşturanlara,” onun görüşüdür, onu bağlar” diyorsun; “bin fikir -yüz çiçek” edebiyatı yapıyorsun!
Öyleyse nerede kaldı Manifesto aşkın?
Yani sen son tahlilde Manifesto’ya sahip çıkmış olmuyorsun, fetiş takılıyorsun ve sonuç olarak Manifesto üzerinden Marx’a, Marxizm’e saldıranların kulvarında gezinmiş oluyorsun ve onların işini kolaylaştırıyorsun; değilse kuyruğunda geziniyorsun ve “ben de varım, beni de alın” diyorsun; ama o kuyruğun sahibi olan politik görüş, artık kendisini, Marxizm-Leninizm ile arasına, uzlaşmaz bir karşıtlık biçiminde mesafe koymaya çalışmakta ve bunu her gün ilan etmektedir; bunun anlamı, Kürt halkını devrimcisizleştirmeyi, başka ifade ile gericileştirmeyi ilke edindiğini, egemen sınıflara, dünyaya hâkim olmaya çalışan emperyalist güçlere ilan etmektir; bunun için, Öcalan ve Öcalanist aktivistler, ne Manifesto tanıyor, ne Marxizm-Leninizm, ne Marx, ne Engels, ne de Lenin tanıyorlar!
Kısaca, nesnel olan bütün gerçeklere kapanmayı ve hurafelerden göğe merdiven yapmayı öneriyorlar!
Ve üstelik “derdimiz sosyalizm değil ama sosyalizmi getireceksek de, biz getiririz” diyerek, önümüze Manifesto’da net olarak açımlanan,”… yarı yakınma, yarı hiciv; yarı geçmişin yankısı; yarı geleceğin tehdidi; bazan acı, nükteli ve keskin eleştirisiyle burjuvaziyi tam yüreğinden vurarak; ama modern tarihin gidişini kavramakta tam bir beceriksizlik gösterdiğinden etkisi bakımından hep gülünç düşerek ortaya çıkan ‘Gerici Sosyalizm’ i koymaktadırlar ve üstüne üstlük bunu “yersen” kabilinden, “en bilimsel sosyalizm” olarak dayatmaktadırlar!

Sen buna karşı duracağına, buradaki sosyalizm düşmanlığını deşifre edeceğine, tabii partin de, Öcalan’dan çok Öcalancı, KÖH’den çok KÖH’çü olmaya ve hatta onlardan rol çalarak,”biz daha iyi Kürt Özgürlükçülüğü yaparız, çünkü biz komünistiz” demeye gelen lakırdılar ediyorsun!

Ve hesapta Manifesto’yu fetiş düzeyde yükseltiyorsun!
Oysa Manifesto’ya egemen olan temel düşünce, iktisadi üretimin ve her tarihsel dönemin buradan çıkan toplumsal yapısının, o dönemin siyasal ve fikir tarihinin temellerini oluşturduğunu; bunun sonucu olarak, (ilkel komünal toprak mülkiyetinin çözülüşünden bu yana) tüm tarihin bir sınıf savaşımları tarihi, sömürülen ile sömüren arasındaki, toplumsal gelişmenin çeşitli aşamalarında egemen olunan ile egemen olan sınıflar arasındaki savaşımların tarihi olduğunu; ne var ki, bu savaşımın, şimdi, sömürülen ve ezilen sınıfın (proletaryanın), aynı zamanda toplumun tümünü sömürüden, ezilmekten ve sınıf savaşımlarından sonsuza dek kurtarmaksızın, onu sömüren ve ezen sınıftan (burjuvaziden) kendisini artık kurtaramayacağı bir aşamaya ulaştığı düşüncesi olduğunu vurguluyor ki bu düşüncenin tamamı Marx’a ait bir düşüncedir!
Senin bulunduğun durum ile bu temel düşünce arasında dağlar kadar fark var ve sen hâlâ Manifesto’yu fetişleştirmek üzerinden kendinin ne kadar donanımlı bir “komünist” olduğunu göstermeye çalışıyor ve ne denli “bilimsel taktik ve strateji ”ye sahip olduğunuzu pompalıyorsun!

Komünistlik bu kadar ucuz mu, bu kadar sıradan mı?

Komünistliğin ölçütü, her ne olursa olsun, yani Kürt halkını devrimcisizleştirse bile, dinci-gerici 12 Eylül rejiminin kucağına teslim etse bile, üstelik KÖH çoktan UKKTH ilkesinden, bu temel ilkeden vazgeçtiğini ve ABD emperyalizminin dayattığı kurtuluşu, daha doğrusu kendi kurtuluşuna derman olacak, “çözüm”ü Kürt halkına dayattığı halde, şekilci bir UKKTH’nı tanıma bahanesi ile KÖH’ün kuyruğuna takılmak, giderek ona biat etmek değildir!

Biz söylediklerimizin doğruluğuna inanıyoruz ve Manifesto’yu kaleme alanlar bile yıllar sonra bunu diyor ve öz olarak Manifesto’nun da, Manifesto’da dile getirilenlerin de ve elbette Marxizm’in de son söz olmadığını söylüyoruz; bu gerçekliği bilincimizde taşımazsak, yeni sözler söylemek için kim öne çıkacak; kim tarihin mantığının sesini yeni sözler ile kitlelerin önüne koyacak?
Manifesto’nun, burjuvaziyi abartması, pek çok önermesinin bu güne uymaması ayrıdır; ama Komünist Manifesto'nun amacı, modern burjuva mülkiyetinin yaklaşmakta olan kaçınılmaz çözülüşünü ilân etmekti ve çok da güzel ilan etti!
Bu gün hâlâ bu çözülmeyi göremeyip, hatta çözülmediği, daha da güçlendiği yönde düşünce taşıyıp, Manifesto’nun kapitalizmi abarttığı yönünde tellallık yapmak, Marxizm’e düşmanlığın dışa vurumundan başka bir şey değildir; aksi de doğrudur; kapitalizmin çoktandır çözüldüğünü ama hâlâ nasıl oluyor da ayakta duruyor sorusuna doğru cevap veremeyenlerin, Manifesto’yu abartılı bir biçimde yüksek tutmaları, Manifesto’ya fetiş yaklaşmanın yansımasıdır!
Akseymen kardeş, Engels, Manifestonun kaleme alınışından kırk beş yıl sonra yazdığı önsöz de, ek söz de diyebiliriz, şöyle yazar:
”Bu devrim, 1848 devrimi, her yerde işçi sınıfının eseri olmuştur; barikatları kuran ve bunu hayatıyla ödeyen işçi sınıfıydı. Hükümeti devirmekteki niyeti, açıkça, burjuva rejimini devirmek olanlar yalnızca Paris işçileriydi. Ama kendi sınıfları ile burjuvazi arasındaki onmaz uzlaşmaz karşıtlığın bilincinde olsalar bile, gene de, ne ülkenin ekonomik gelişmesi, ne de Fransız işçi kitlesinin zihinsel gelişmesi, henüz toplumsal bir yeniden kuruluşu olanaklı kılacak aşamaya ulaşmış değildi. Bu nedenle, devrimin meyvelerini toplayan, son tahlilde, kapitalist sınıf oldu. Öteki ülkelerde, İtalya'da, Almanya'da, Avusturya'da, işçiler, daha baştan, burjuvaziyi iktidara getirmekten başka bir şey yapmadılar. Ama herhangi bir ülkede ulusal bağımsızlık olmadıkça, burjuvazinin egemenliği olanaksızdır. Bu yüzden, 1848 Devrimi, o zamana dek birlik ve özerklikten yoksun bulunan uluslara, kendisiyle birlikte, birlik ve özerklik getirmek zorunda kaldı: İtalya'ya, Almanya'ya, Macaristan'a. Sıra Polonya'ya da gelecektir.
Böylece, 1848 Devrimi bir sosyalist devrim olmamışsa da, bunun için yol açmış, ortam hazırlamıştır. Büyük sanayinin bütün ülkelerde gelişmesiyle birlikte, burjuva rejimi, son kırk beş yıl içerisinde, ortaya, her yerde, kalabalık, yoğun ve güçlü bir proletarya çıkardı. Böylece, Manifesto'nun dilini kullanacak olursak, kendi mezar kazıcılarını yarattı. Her ülkenin özerkliği ve birliği sağlanmadıkça, proletaryanın uluslararası birliğini ya da bu ulusların ortak amaçlara doğru barışçı ve akılcı bir işbirliğini gerçekleştirmek olanaksız olacaktır. İtalyan, Macar, Alman, Polonyalı ve Rus işçilerin 1848 öncesi siyasal koşullar altında uluslararası eylem ortaklığı yaptıklarını düşünün bir!

1848'de verilen savaşlar boşuna verilmemişlerdir. Bizi o devrimci dönemden ayıran kırk beş yıl da boşa gitmemiştir. Meyveler olgunlaşıyor ve benim bütün dileğim, Manifesto'nun ilk yayınlanışı nasıl uluslararası devrimin habercisi olduysa, bu İtalyanca çevirinin yayınlanışının da İtalyan proletaryasının zaferinin habercisi olabilmesidir.

Manifesto, kapitalizmin geçmişte oynadığı devrimci rolün tam hakkını vermektedir. İlk kapitalist ulus İtalya idi. Feodal ortaçağın sonuna ve modern kapitalist çağın başlangıcına, dev bir kişi damgasını vurdu: hem ortaçağın son şairi ve hem de modern zamanların ilk şairi bir İtalyan, Dante. 1300'de olduğu gibi, bugün de, yeni bir tarihsel çağ yaklaşıyor. İtalya, bize, bu yeni, proleter çağın doğuş anına damgasını vuracak yeni Dante'yi verecek mi? “

İşte buna dikkat çekiyorum, asıl üzerinde durulması gereken, belki de hâlâ eksik durulan noktalardan biri burasıdır!

Hepiniz bir silkinip bir bakın, o fetiş yaklaştığınız Manifestonun neresine bakıyorsunuz da, Manifesto “ebedidir” “günceldir” yollu güzelleme ile kendinizi avutuyorsunuz ve tabii bizi de avutmaya çalışıyorsunuz, bakalım bunu bize anlatabilecek misiniz? BORGA gillerin asıl rahatsızlıkları buradadır!
Ama BORGA, burada duyduğu rahatsızlığı, Manifesto’nun son derece yerinde olan önermesine,“Burjuvazi tarihte son derece devrimci bir rol oynadı. “ ifadesine bile göstermediği tahammülsüzlük ile cevap veriyor; üstelik bu önermeye tahammülü olmadığını gösterirken, öte yandan “ Kapitalist modernite’yi, ‘demokratik’ modernite yaparsak, o zaman olur “ diyerek, artık gericiliğinin sınırlarında dolaşan burjuvazinin, bir zamanlar oynadığı o devrimci role tekrar dönebileceğini göstermeye çalışıyor ki sen hala,“…onu bağlar” diyorsun ve galiba başka da dediğin bir şey yoktur; doğrudur, tabii ki onu bağlayan bir çelişkidir bu ama bu çelişkiyi ortaya koyamayacaksan, senin komünistliğin nerede duracak bunu bir düşünmen gerekir!
Ancak seninki, bu kadar da değil, belki de sana başkalarının karnından konuşan adam diyebiliriz; çünkü ya başkalarının karnından çıkardığın sesleri orta yere döküp, ortadan kayboluyorsun, ya da yine başkalarının karnından senin aklına düşmüş önermeleri orta yere koyduktan sonra ne dediğini bile unutup, bana soruyorsun; “KUTSAL AİLE” nedir?
Bu kadar mı cahilsin? Öyleyse neye dayanarak burada her sayfada kendini gösterip, üstelik başkalarının aktardığı düşüncelerini paylaşarak, ahkâm kesiyorsun?
Herhalde amacın,” Bakınız biz komünistiz ve biz de KÖH’ü koşulsuz destekliyoruz, siz de gönül rahatlığı ile destekleyebilirsiniz” cilik oyunu oynamaktır!
İşçinin Sesi ile işim olmaz derken, İşçinin Sesi’nin idol yaptığı Yusuf Zamir’in karnından, örnek olsun,“Siyasal Kurtuluş - Toplumsal Kurtuluş” başlıklı ve içerikli ve bugün Öcalan’ın ütopyasını yansıtan “komün” üne Marx ve Engels’ten serpiştirdiği birkaç alıntı ile Marxist bir temel yaratmaya çalışan makalesini paylaşman, tam da budur!
En iyi halde, sadece, tarihsel sürecin her özel kesitinde somut ekonomik ve politik durumun zorunlu olarak değişikliğe uğrattığı genel görevleri göstermeye uygun olan “formül”lerin ezberlenmesi ve basitçe yinelenmesiyle Marx ve Engels, 150 yıl önce alay etmişlerdi ve “öğretimiz bir doğma değil, bir eylem kılavuzudur” diye tarihe not düşmüşlerdi!

Buna kulak tıkayıp, “günceldir” diye tutturmayı,“komün” diye tutturmayla tamamlamak,”komün” ütopyasına Marxist formüller uydurmaya çalışmak pek manidardır!

Oysa biz, devrimci işçi sınıfının partisinin, eylemin görev ve biçimlerini belirlemek için, canlı yaşamın içerdiği objektif koşulları eksiksiz saptamak yerine, canlı yaşamın üzerindeki nesnel olguları bu ezberlenmiş formüllere uydurmaya çalışmanın eşyanın tabiatına aykırı olduğunu bildiğini biliyoruz; nesnel yaşamın üzerindeki olguları dikkate almamak, yok saymak, canlı gerçekliğin özelliklerini derinlemesine tahlil etmemek, bunun yerine ezberlenmiş formülleri düşüncesizce tekrarlamak, devrimci işçi sınıfı partisine uzak bir yaklaşımdır!
Devrimci işçi sınıfı partisine uzak olan, komünistlere de uzaktır! Öyleyse, şu Öcalan sayesinde ün kazanan “demokratik komün” ütopyasının ezbere ortaya atılan ve bu günün canlı gerçekliği ile doku uyuşmazlığı taşıdığının kabul edilmesi, komünistler için zor olmasa gerektir!
Kaldı ki, bu günkü tarihsel koşulların,” komün” formülünü gerçeklik aşamasına getirmediğini, onu somutlaştırmadığını, ete kemiğe büründürmediğini hepimiz gibi, Öcalan da biliyor ve saklamıyor!
Diğer yandan Öcalan’ın ve PKK dâhil, “KÖH”ün bütün siyasi yapılanmalarının, söylemlerinden, eylemlerinden, belgilerinden ve belgelerinden anlaşıldığı üzere, eylem biçimlerinin,“komün” ütopyasını ete kemiğe büründürecek bir çizgide yürümediği de ortadadır; hatta “komün” ün, upuzak bir hedef olduğu apaçık deklare edilmektedir!

Daha çok, uyduruk bir ulusal-kültürel özerklik rengine uygun taleplerin, anayasal yol ile yukardan yasalarla gerçekleştirilmesine yönelik, ezen ulusun egemen sınıfının, emperyalizm ile bütünleşik, kendi emperyal emelleri doğrultusundaki politikaları ile denklik içindeki politikaları içeren bir eylem biçimi söz konusudur!

Bunu, bir yanıyla muğlâklık, diğer yanıyla da gerçek politik eylem biçiminin üzerinin örtülmesi olarak görebiliriz ama bizi hangi somut hedefe yönelik bir eylem programına sahip olunduğu konusunda aydınlatmaktan uzak olduğu ve ABD emperyalizminin kırk yıldır güttüğü ve ısıtıp-ısıtıp epey bir pişirdiği “Büyük Kürdistan” politikasına yakın olduğu daha açıklıkla görülmektedir!

Bu, kimin kimlerin ellerini ovuşturduğuna, heyecanını gizleyemediğine bakılırsa net olarak görülecektir ki, biz görebiliyorsak, herkes görebilir ama o herkesin, körü ve sağırı oynadığını da yine biz görüyoruz!
Bugünün gerçekliği mi? Ya da ne yapmalı mı? Sen bunu gene sorarsın ama bunun cevaplarını nerdeyse her mektubumda bulabilirsin; ama biz biraz senin cevaplarını öğrenme ihtiyacı duyuyoruz ne de olsa biz partisiz, yan, örgütsüzüz, sen partili, yani örgütlüsün, öyleyse, senin gözünden kaçanı partin yakalar ve yakaladığından elbette sana da düşer ve sen de bizi enine boyuna aydınlatırsın öyle değil mi?
Akseymen kardeşim, kelime oyunları ile bir yere varılamaz, böyle ancak ve ancak varılması gereken yere ulaşmak için gereken yollar daraltılır, hedefler bulanıklaştırılır. Dolaysıyla bir tarihsel yapıttan bu gün için dersler çıkartmak istiyorsak, bunun senin yaklaşımınla olmayacağını işaret etmeyi borç biliyorum.

Manifesto’nun “son söz” olmadığı anlamında, ”güncel” olmadığını hatta yazıldıktan az bir zaman sonra bile güncellenmesi gereken ve bu gerekliliğin anlaşıldığı bir yapıt olduğunu vurguluyorum; bunu, Marxizm-Leninizm’in, marxist bir bakış ve yöntemle güncellenmesi ve güncelleyenlerin bakışlarının süzgeçten geçirilip doğrulanması ve/veya eksiklerinin ortaya konulması şeklinde formüle ediyorum!
Dahası bugün pratik, teorinin önüne geçmişken, yaşamın gerçekleri boylu boyunca önümüzde iken, bu gerçeklerle ilgilenmeyip, ya eskinin bayatlamış ve çoğu eskiden de yanlış olan formüllerini ısıtmakla meşgul olunurken, ya da bu gerçeklerin üstünü örten teorilerle meşgul olurken, işçi sınıfının her geçen gün daha fazla edilgenleştirilmesine göz yumup, üstüne üstlük bunun günahını işçi sınıfının üzerine atıp, bir de onu mahkûm etmenin yanlış olduğunu ve aslolanın işçi sınıfını bu edilgenlikten kurtarmak olduğunu ve bu anlamda, pratiğin gerisinde kalan teorinin de oradan kurtarılması gerektiğini dar kafaları genişletmeye yönelik olarak vurguluyorum!
Darlıklarına aşkla bağlı olanların ise bu vurgunun ilk darbesi ile kendine geleceklerini katiyen düşünmüyorum!
Ve bu nedenle onca zamandır insanların kafasına NİETSZCHE' lerin, KUNDERA’ların, MEVLANA’ların kakılmasını hatırlatıyorum!
İşçi sınıfının ve hatta “sol”un topyekûn edilgenleştirilmesinde bu kakılmanın rolünün büyük olduğunu kör gözlere sokmaya çalışıyorum! Ve en sonu, Öcalan’ın “Demokratik İslam Konferansı” ile neyi kaktığını da ortaya koymuştum, hatırlatıyorum!
İşte, “güncel” değildir ve pek çok haberi bugüne uymamaktadır derken, bunu anlatıyorum ve dahi Manifesto’yu “güncel”, dolayısıyla yeni söz gerektirmeyen bir son söz olarak görülmesinin yanlış olduğunu ortaya koyuyorum!
Sen ise nerede ise beni, Manifesto düşmanı olmasam da, Manifesto’nun önemini, en azından tarihselliğini yadsıyan biri olarak resmediyorsun; biraz daha sıkılmazlık yapsan bu noktaya geleceksin demek istiyorum!
"Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz!" diyordu Manifesto ve 1848 devrimleri henüz patlak vermemişti bunu söylerken ve bu sözler, dünyaya duyurulduğunda, buna çok az bir sesle karşılık verilmişti.
Ama bu tarihten 15 yıl sonra, “28 Eylül 1864'te Batı Avrupa ülkelerinin çoğunun proleterleri, şanlı anılara sahip Uluslararası İşçi Birliğini kurmak üzere birleştiler.”
Ve Engels, Bu “Entemasyonalin kendisinin ancak dokuz yıl yaşadığı doğrudur. Ama onun yarattığı bütün ülkelerin proleterlerinin ölümsüz birliğinin hâlâ yaşamakta olduğunun ve her zamankinden daha güçlü yaşamakta olduğunun en iyi tanıtı günümüzdür “ derken tarih 1890 yılını gösteriyordu.
Engels, 1 Mayıs 1890'da, İkinci Enternasyonalin Paris Kongresi (Haziran 1889) kararı uyarınca bazı Avrupa ve Amerika ülkelerinde düzenlenen yığınsal gösterilerin, grevlerin ve toplantıların yapıldığı gün Manifesto’ya yazdığı önsözde, “Çünkü şu satırları yazmakta olduğum bugün, yani 1 Mayıs'ta İşçilerin Kongre tarafından saptanmış olan 8 saatlik işgünü istemini ve öteki bazı istemleri öne sürmüş oldukları bir günde” diyordu ki, bugünden sonra, bütün ülkelerin işçileri 1 Mayısı her yıl proletaryanın uluslararası dayanışma günü olarak kutlaya geldiklerini hepimizin bildiğini hatırlatarak, Engels’ten aktarmaya devam ediyorum:
“Avrupa ve Amerika proletaryası, ilk kez seferber edilmiş olan, tek bir ordu olarak, tek bir bayrak altında, tek bir ivedi amaç için yani 1866'da Enternasyonalin Cenevre Kongresi ve gene 1889'da Paris İşçi Kongresi tarafından ilân edildiği gibi, sekiz saatlik normal işgününün yasalaşması için, seferber edilmiş olan savaş kuvvetlerini gözden geçiriyor. Ve bugünkü görkemli gösteri, bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak beylerine, bütün ülkelerin işçilerinin bugün gerçekten de birleşmiş oldukları gerçeğini gösterecektir.”
Ancak Birinci Dünya Savaşı’na girerken ve bu savaşta İkinci Enternasyonal’in İşçi önderleri ve işçi sınıfının, az sayıda bir örnek grup hariç büyük çoğunluğu, işçilerin birliği yerine ulusun birliği yönünde hareket etmişlerdi; üretim süreçlerinden doğan bağın yerine, ulus bağına bağlı kalarak birbirleriyle savaştılar; bu, düşünülmesi gereken bir sonuçken, düşünülmediği gibi, bunda işçi sınıfına düşecek günah abartılmış, İkinci Enternasyonalin liderlerine düşen günaha empati ile yaklaşılmıştır.
Bu gün ise, tarihin bu öğretici cilvesini düşünmekten uzak duranlar, işçi sınıfının birliğinden çok, ezilen halkların birliğini ön plana çıkarmaktadırlar! Elbette bu birliğin gerekliliğini yadsımıyorum ama bu birlik düşüncesi ile örnek olsun, ağasıyla, marabasıyla, burjuvazisi ile proletaryası ile aşiret reisi ile yoksul köylüsü, ama ille de şeyhi ile ümmisi ile “Kürtlerin birliği” biçimine bürünerek, işçilerin birliği olgusunun üzeri örtülmeye çalışılmaktadır!
Üstelik egemen sınıflarla bin bir bağ kurmuş ve bu bağı kuvvetlendirmek için girmeyecekleri kötülük olmayan Kürt ağa, bey, şeyh takımı ve Kürt burjuvazisinin, Türk halkı ile de Kürt halkı ile de birliğinden bir halt çıkmayacağı apaçık ortadadır. Ben bunu söylüyorum! Sen ise benim bu dediklerimle söz düellosuna girerken, Marxizm-Leninizm’i reddedenlerin, Marxizm - Leninizm’e cepheden saldırılarının ifadesi olan sözlerine “onların görüşleridir, onları bağlar” diyorsun
AKSEYMEN birader, BORGA’nın görüşleri yanlış ise ve bu yanlışı hepimize dayatıyorsa ve de bunun karşısında sessiz kalınıyorsa bu, hepimizi bağlar ki bunun pratik çözümü BORGA’ nın görüşlerini çürütmekten geçer; çürütebilmek için ise, Marxizm-Leninizm ile donanmış olmak gerekir; değilse, sonuç senin dediğin gibi olur; yani “bu görüşler BORGA’yı bağlar” denilir ve bu görüşlerin yanlış olduğu konusunda bir çift laf söylemek bile, “lafı gediğine yerleştirmek” olarak kabul edilir!
Bu düpedüz bir kaçıştır!
Fikret Uzun
16 Temmuz 2014

Hiç yorum yok: