29 Temmuz 2014 Salı

BOYKOT MU



AKP’nin genel başkanının bizzat kendi ağzı ile halka yutturulacak bir hap misli olduğunu söylediği 12 Eylül Anayasa Değişikliği Paketi’nin “referandum”a götürülmesi öncesi, ”BOYKOT” un Marxist bir tutum olmadığını ve “HAYIR” anlamının hiç olmadığını ama “EVET” anlamını taşıdığını anlatmak üzere aynı başlıkla bir mektup yazmıştım ve çeşitli tartışma ve iletişim alanlarında paylaşmıştım.

Mektubuma,”İşçi sınıfının ve emekçilerin çıkarları ile sosyalist iktidar mücadelesinin çıkarları mümkün olduğunca tam bir politik özgürlüğe, dolayısıyla bugün 12 Eylül rejiminin dayattığı ve adım adım ilerlediği faşist sivil diktatörlük yerine, demokratik bir cumhuriyetin varlığına ihtiyaç duymaktadır.” Diyerek başlıyordum.

Bununla birlikte,“…Demokratik bir cumhuriyetin kurulmasının, az ya da çok belli bir devrimci yükseliş ile ve halkın buna katılım isteğinin kendini göstermesi ile bağlı olduğunu ;yani emekçi halkın parlamentoya ve onun çıkardığı yasalara karşı kendi dolaysız çıkarları açısından inancının zayıflatılmış olması ile de bağlı olduğunu” vurguluyordum.

Bununla da yetinmeyip, şu çözümlemeyi ekliyordum:

“Bu gün, 12 Eylül rejiminin 30 yıldır ortaya koyduğu parlamentarizm oyununda, emekçi halk cılız da olsa, bu oyunlardan kendisi için bir şey çıkacağına inanmamaktadır. Ama bu cılız inançsızlığa bile orantılı olabilecek bir devrimci yükseliş ise söz konusu değildir. Yani işçiler, emekçi halk, devrimci bir yükselişe kesinkes inanmazken, parlamentodan gelecek olanlara hala inanmaktadır.”

Ayrıca, “… Kürt coğrafyasındaki ulusal sorun çerçevesinde kendini gösteren hareketlenmenin, çok karmaşık hatta kafaları karıştıran yanı ağır basan ama devrimci yükselişi ya da bu yükselişe inancı yükseltecek dinamiği içinde taşıyan bir karaktere sahip görünmediği” tespitimi de ekliyordum.


Bu tespitle birlikte nedenini de açıklamayı ihmal etmiyordum ve şöyle ifade ediyordum:

“Çünkü bu sorun, yasalar yoluyla ve Emperyalizmin verdiği kadarıyla, çözdüğü kadarıyla ve daha çok da emperyalizmin ve onunla entegre olmuş yerli tekellerin ve onlarla işbirliği içindeki Kürt egemenlerinin, ağasının, beyinin, tarikat şeyhinin ve elbette burjuvazisinin çıkarları çerçevesinde çözülme noktasındadır. … Halkın devrimci katılımını örgütleyecek ve bütünün devrimci yükselişini hareketlendirecek ve kendini ona bağlayacak bir dinamik içinde olduğunun işaretleri yoktur. … Ulusal sorun çerçevesinde yükselen hareketin hem devrimci bir yönelişini sağlayacak ve hem de bunu Türkiye’nin bütününde yükselecek bir işçi hareketine, devrimci harekete evirecek güçlü bir politik sınıf örgütlenmesinden de söz etmek mümkün değildir.”

Buna karşın, “…öte yandan, AKP nin 12 Eylül rejiminden ve ABD-AB emperyalizminden aldığı güçle minimum boyutta bir demokratikliğe bile tahammülsüzlükle burjuvazinin kendi koyduğu hukuk kurallarını da ortadan kaldırmasına ve gerici, dinci bir sivil diktatörlük kurarak var olan burjuva cumhuriyetini ortadan kaldırmasına karşı, bu cumhuriyeti savunma noktasında yükselen ve özünde düzen sınırları içinde seyreden ve hatta üst düzeyde iki büyük sermaye gücünün çatışması gibi görülen bir hareketliliğin olduğu”nun altını çiziyordum!

“Bu hareketliliğin akış yönü” nün ise,“…AKP'nin, özellikle 12 Eylül Anayasasını daha da güçlendirerek, burjuva hukukunun en önemli dayanak noktası olan, kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırıp, otokratik bir cumhuriyete geri dönmenin sinyallerini verecek şekilde kendini gösterdiğine” işaret ediyordum.

AKP, gerçekten de,…” 12 Eylül anayasasının bazı maddelerini, bazı başka maddelerle yer yer süsleyip, yer yer kafa karıştıracak düzeltmeler yaparak, diktatörlüğe ve Osmanik bir ortaçağ düzenine geçişi kolaylaştıracak biçimde değiştirip gizleme içerikli bir paketi, bir oldubitti ile kabul ettirmeye çalışmakta” idi ve “ bunu yaparken, büyük burjuvazi içinde bile bir uzlaşma sağlayamıyordu ve genel olarak burjuvazi içinden tepkiler yükselmesini de göze almak zorunda idi; bu da tepkiden çok fazlasını biriktiren bir direnme noktasını açığa çıkarmaya” neden olabilirdi ve oluyordu da.

Bunu görüyordum ve bu direnç noktasının, “…Referandumda AKP ye ve politikalarına ve elbette ABD - AB emperyalizminin bu bölgedeki oyunlarına ve AKP iktidarına karşı "HAYIR" demek biçiminde ilerlemekte ” olduğunu da ifade etmiştim.

Bu,”AKP yi ve dayandığı güçleri telaşa sevk etmekte, acele etmelerine, bu anlamda her türlü yolu deneyecekleri, gerçek niyetlerini göstermek zorunda kalacakları noktalara doğru gerilemelerine neden olmakta” idi ama bu, ”… referandumda emekçi halkların tutumunu, referandumu tanımama noktasında irade göstermesini destekleyecek bir yükselişe yönlendirmenin habercisi olan bir hareketlilik, değildi.”

O gün, başka sorular yanında, “…AKP nin, tam merkezinde yer aldığı ve uzun zamandır hâkim kılınan, emperyalist burjuvazinin, tekellerin ideolojik kuşatması ile her anlamda geriletilen, edilgen hale getirilen işçi sınıfı ve emekçi kitleler, yine AKP nin ön safında yer aldığı ve açıkça eş başkanlığını yaptığını ilan ettiği emperyalizmin,12 Eylül rejiminin, tekeller düzeninin gerici, dinci ve tarihin gerisine, Türk-İslam tabanlı, Osmanik bir ortaçağ düzenine yöneltme çabalarının ifadesi olan saldırısının asıl amaç itibarıyla kendisine yöneltilmiş olan bu saldırıda, düzen içi güçlerin yedeğine düşme korkusu ile tarafsız mı kalacak, yoksa kendisine yönelmiş olan bu saldırıya karşı kendi direnç noktalarını oluşturup, saldırıyı püskürtmek için güç mü toplayacaklardır? “ ve “…Bu mücadele, son tahlilde emperyalist burjuvazinin direkt yönettiği ve bir yanıyla kendi ömrünü bu bölgeden aldığı kan ile uzatmaya, diğer yanıyla bu bölgedeki olası bir kalkışmanın sosyalist iktidar perspektifine yönelmesini toptan yok etmeye yönelik bir sınıf mücadelesi değil midir?” sorularını da sormuştum!

Yani “BOYKOT” sözcüğünden hiç söz etmeden mektubumu bitirmiştim; çünkü özellikle mektubumun başlığı ve ardından ifade ettiklerim,”BOYKOT”un değil, “HAYIR” iradesinin nesnel ve devrimci bir tutum olduğunu açıkça gösteriyordu!

Ama tıpkı bu gün olduğu gibi, ancak bu günkünden çok daha üstü kapalı bir sinsilikle ezilen ve sömürülen emekçi kitlelere kurulan bu “HAYIR” iradesinin önüne konulan barikat misli “EVET” oylarının ekmeğine yağ sürdürecek olan tuzaktan kurtulamamıştık!

Ve sonuçta, her iki kişiden birisinin bu pakete “EVET” oyu vermesi ile; iktidarı ve muhalefeti (BDP dâhildir) birbirlerine en olmadık hakaretleri yağdırmayı da ihmal etmeden, bir hap misli hazırlanmış olan ve diktatörlüğe kapıları ardına kadar açan bu “Anayasa Paketi”ni, el ele, hep birlikte emekçi halklara yutturmuşlardır!

BDP, bir taraftan "Darbeyle hesaplaşmak yürek işidir, mangal gibi yürek ister; Başbakan 12 Eylül'ün yavrusu"dur nutukları atarken, diğer taraftan bu nutuklar gereği, Kürt halkını referandumu BOYKOT etmeye çağırıyor ve yoğun kampanyalar yapıyordu.

Recep Tayyip Erdoğan için "Tayyip seni sandığa gömeceğiz" sloganlarının atıldığı miting alanlarında , "İnkârcı, tekçi, imhacı, statükocu, anayasaya da, bu anayasayı yeniden üreten değişiklik paketlerine de geçit vermeyeceğiz. Demokratik Anayasa için mücadelemizi sürdüreceğiz" afişleri asılı idi!

Bunları, “BOYKOT” ederek yapacaklarını anlatarak, bir yalan ve demagoji hapını da BDP yutturuyordu Kürt halkına!

Aslında, ne Tayyip’i sandığa gömmek istemeleri ve ne 12 Eylül anayasasına, ne de değişiklik paketine geçit vermeyecekleri doğruydu; ama söyledikleri bir doğru vardı; o da, “demokratik” anayasa için mücadelelerini sürdürdükleri idi ki bu gerçekte, AKP’nin, bir devlet politikası olarak başlattığı restorasyon çabalarının son durağı olan ve 12 Eylül faşist rejiminin yeni yönetiminin, devletle yönetişim içinde olan bilumum muhalefetten aldığı destek ve güçle Türkiye’nin üniter devlet yapısını parçalamayı ve Osmanik-İslamik bir modern feodal cumhuriyet kurmayı hedef alan anayasa değişikliği ile veya değiştirilemezse, referandumda çoğunluğun onayını alan anayasa değişikliği sayesinde konuşlandırılan dinci-faşist diktatörlüğün gücünü defacto kullanarak Kürtlere( bunu Kürt egemenlerini anlayın) tepeden, yasalarla, anayasal yolla verilecek ve Kürtlerin istediği gibi uygulayıp,ilerletebileceği (en azından öyle ümit edilen) ucu açık bir “statü”yü elde etmek için, RTE’nin “anayasa paketi”nin referandumda onay alması için mücadelelerine yeni bir boyut getirmişlerdi!

Böylece, cinlikte, “BOYKOT”çu anarşistleri saymıyorum, “Yetmez ama evet”çi sahtekârlarla yarışmışlar ve belki onlardan bile fazla AKP’ye destek olmuşlar ve Türkiyenin devrimcilerinin,devrimci-demokratlarının ,devrimci sosyalistlerinin zaten cılız olan direnme mevzilerini,büsbütün kaybetmeleri ve daha da önemlisi, Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin büsbütün silahsız,savunmasız kalmaları için AKP’nin ve elbette yeni 12 Eylül faşist rejiminin elini son derece güçlendirmesine yardım etmişlerdi ki bunun bilerek,isteyerek yapıldığı; Kürt halkına bir gramı bile düşmeyecek olan ama Kürt egemenlerine ,emperyalizmin ve işbirlikçilerinin çıkarlarından arta kalanın hepsi düşecek olan bir “kurtuluş” masalı uğruna, Türkiyenin ezilen, sömürülen işçi ve emekçilerini, yani Kürt,Türk bütün halkları,dinci-faşist bir diktatörlüğün pençelerine atmakta tereddüt bile etmediler!

Ve şimdi aynı oyun bir başka versiyon ile tekrarlanmakta ve ters köşeye yatırılmak istenen hep ve yine ezilen-sömürülen işçi ve emekçi kitleler olmaktadır!

Dün ters köşeye yatırma aracı, 12 Eylül darbecileri ve/veya darbecilik ile hesaplaşmak idi; bu gün, 12 Eylül darbesinin failleri ile ve darbecilikle sözde hesaplaşan (ne kadar ve nasıl hesaplaştığı ortadadır) AKP’den ziyade, onun ve hükümetin başı olan RTE ile hesaplaşmak üzerinden işçi ve emekçi kitleler bir kez daha ters köşeye yatırılmaya çalışılmaktadırlar!

Ve bu oyunda, BDP, HDP suretinde, sahne almaya çoktan aday olmuş ve bu kez çıtayı da yükselterek oyunun tam ortasına yerleşmiştir!

Üstelik de “devletsiz”liğe methiye düzerken,“devlet”e gülle atan bir yaklaşımı taşıdıkları halde, devletin en tepesine oturmaya aday olmuşlar ve "Devleti ele geçirmeye değil, ele geçirilmiş devleti asıl sahibine, halka iade etmeye geliyoruz" diyerek Kürt halkını ters köşeye yatırmakta kararlı olduklarını göstermektedirler!

Nasıl, doğru mu duydum ? Halkla alay ettiklerini düşünüyorsunuz değil mi? Ben de öyle düşünmüştüm!

Ve ne hoş ki, o devletin en yandaş medyasından birinde, anketler, Köşk’e en yakın adayın Demirtaş olduğu sonucunu çıkartıp ilan ederek, Kürt halkına müjde ile coşku, bütün “MHP ve CHP tabanına gözdağı vermekte, Kürtleri coşkun bir sel gibi Demirtaş’a, diğerlerini ise, Ekmeleddin’e bağlamaya çalışmaktadır! Böylece ilk turda RTE ipi göğüsleyemeyecek ve iş ikinci tur’a kalacak, o zaman da Demirtaş’ın jokerliği başlayacak! Tutar mı? Hesap hesaptır ve göreceğiz!

Oyun içinde oyunun sınırlarını zorluyorlar!

Bunların hepsi, yani bu tiyatrolar, dün nasıl AKP’yi ve RTE’yi “sandığa gömmek” için yapıldı ise, bu gün de “sandığa gömeceklerini” ikna etmek için, Kürt ve Türk emekçi halklarına “demokrasi” düşleri, “anayasal” kurtuluş hayalleri yaşatarak, onları da bu oyuna ortak etmek içindir!

Ve ne hoş ki, her şey tam bir “demokrasi” illuzyonu içinde ve son derece “beyefendice” cereyan etmektedir ki tarihe, bir kez daha en “demokratik” elbisesi ile sahneye çıkartılan referandum sandığına insanların akın ettiği ve bu “demokrasi” elbisesi giydirilmiş sandıktan, haliyle “demokrasi” çıktığı yazılacaktır!

Gel de inan, ama tersi de doğru; gel de bunun aksine inandır!

Bazıları bu dediklerimi “soyut” bulabilir çünkü önce somutu resmetmek gerektiğinden ve bu somutun zenginliğinden soyuta ulaşarak, gerçek netliğe ulaşmanın gerekliliğinden bihaberdirler ve işte bu nedenle merak etmesinler ki bu soyutlama ile ortaya çıkardığım somutun zenginliğinden, Kürtlere,yani tekellerle bin bir bağ kurmuş ağasına, beyine, şeyhine ve dahi aşiret reisine ve elbette Kürt burjuvalarına anayasal yoldan sağlanacak “kurtuluş”u garantilemek üzere, müzakerelerde elini kuvvetlendirecek bir pazarlık gücü peşinde koşan BDP/HDP/KÖH/ÖCALAN gerçekliği gene önümüze düşmüştür ama bu kez biraz daha fazla turnusol yaratarak !

Ve henüz ufukta “BOYKOT” cinliği görülmüyor ama “RTE’yi sandığa gömecekler” ya, bunu “eşikte tökezletmek” olarak alalım, tökezletir - tökezletmez, karşı taraf başka ve daha açık ve garantileyen bir desteği dayatmazsa, Kürtlerin akıllarına veya yanlarına başka bir alternatif gelmezse, ya da kulaklarına üfürülmezse, yine yeniden aynı silah gelecek ve o saat “ BOYKOT” düşüncesi yüreklerine vahyolalacaktır!

Zaten bu aşamada, bütün anarşistlerimiz hazır ve nazırdır; açıkça RTE’ye oy veremeyeceklerine göre, onlar da, muhtemelen, yerel seçimlerde “RTE’yi sandığa gömmek için” uzak durmayı tercih ettikleri, “BOYKOT” un erdemlerini hatırlayacaklardır!

Boykot mu?

Marks, Fransa’da iç savaşı anlatan broşüründe, devrimci geleneklerin ifadesi olan şiarların basit bir tekrarı ile yetinip, eski mücadele yöntemlerinin uygulanabilirlik koşullarını tahlil etmeden hareket etmenin düşünme yeteneğini kullanmamak olduğunu ifade ederek, önemli bir ders bırakmıştır.

Marksizm’i, yeni koşulların gereklerine göre en iyi şekilde değerlendiren Lenin ise, Marksın bu ifadesinden hareketle, “BOYKOT” un uygulanabilirlik koşullarını araştırmak zorunda olduklarına dikkat çekmiş ve bunu, “devrimci yükseliş anlarında boykotun kesinlikle doğru ve bazen de kaçınılmaz bir yöntem olduğu inancını kitlelere vermek zorundayız. Fakat bu yükselmenin, boykot ilanının bu temel koşulunun mevcut olup olmadığı sorunu, bağımsız bir biçimde ortaya konup, olguların ciddi bir incelemesine dayanılarak çözülebilmelidir. Gücümüz dâhilinde olduğu ölçüde, böyle bir yükseliş anını hazırlamak, uygun bir anda yapılabilecek boykotu baştan reddetmemek bizim yükümlülük ve boyun borcumuzdur. Fakat boykot şiarını iyi de olsa, kötü de olsa bütün temsilcilik kurumları için uygulanabilir saymak muhakkak yanlış olurdu” diyerek açıklamıştır.

Demek ki boykot, her derde deva ve her devre uygun, ezilen ve sömürülenleri, öyle ya da böyle politikalarından hoşnut olmayanları o devrin egemenlerinin karşısına çıkaracak bir taktik çizgisi değildir; nesnel duruma bağlı olarak şekillenen, çatışan toplumsal güçleri, doğrudan devrimci bir yol ile gerici bir anayasaya veya anayasal kılıfla dayatılan gerici-dinci bir diktatörlüğe dönüş yolu arasında âcil bir tercihle karşı karşıya bırakan bir tarihsel koşulda, esas olarak, yönetilen sınıflara dayatılan anayasacı ya da parlamenterist hayallerle savaşma aracıdır !

Başarısı ise, tümüyle devrimin kapsamlı, evrensel, hızlı ve güçlü bir yükselişine bağlıdır!


Bunu hatırlatırken, kendim de şunu hatırladım ki ibretliktir; 1905 devriminin en ateşli zamanında, genel grev fikrine karşı, bizim, “yetmez ama evet”çi cingözleri bile kıskandıracak bir cinlikle tavır alan İkinci Enternasyonalin oportünist lideri Auer, “bütün işçilerin işlerini bırakacakları bir genel grev başlatacak güçteysek, devrim de yapabiliriz demektir; o kadar güçlü isek genel greve gerek kalmaz; yok o kadar güçlü değilsek, genel grev başlatamayacağımız için bunu konuşmak bile saçmalıktır” diyordu; işte bizde de bunlardan çok olduğu hepimizce malumdur ve eminim onlar da, “mademki devrimin yükselişine bağlı olarak boykot diyeceğiz, o halde böyle bir yükseliş, dolayısıyla güç var demektir; böyle bir güç varsa, yani halk ayaklanmasının şartları varsa boykota ne gerek var, devrimi yaparız olur biter; demek ki bu durumda boykot saçmalıktır ” diyebilirler ve dediklerini duyabiliyoruz! Hem de bir süre önce “BOYKOT” dediklerini unutarak!


Lenin, “ 1905 ve 1906 başlarında boykotu savunduklarında, seçime katılmanın bezginlik yaratıyor olduğunu, düşmana bir mevzi bıraktığını, devrimci halkın kafasını karıştırdığını ve çarlığın karşı-devrimci burjuvazi ile anlaşmasını kolaylaştırdığını söylediklerini” vurguluyordu.


Daha sonra Lenin, “Boykotun ve gerekçelerinin her zaman telaffuz edilmediğini” de vurguladıktan sonra,” gerekçelerin temel önkoşulunun ne olduğunu “ sorarak, şöyle cevaplıyordu; “ bu önkoşul, tüm anayasal kanalların dışında, dolaysız bir çıkış arayan ve bulan kitlelerin zengin devrimci enerjisiydi. Bu önkoşul, devrimin gericiliğe karşı kesintisiz saldırısıdır. Genel saldırıyı zayıflatmak için düşman tarafından bize kasten bırakılan bir mevziiyi ele geçirip, savunarak, bu saldırıyı güçsüzleştirmek suç olurdu.”


Ve Lenin, şunu da eklemeyi ihmal etmemiştir; “Bu gerekçeler, bu temel önkoşulun dışında tekrarlanmaya kalkışıldığında, müzikteki falso, ana notanın yanlışlığı hemen fark edilecektir.”


Yeterince açık ama gel gör ki, sağıra ve köre yatandan daha sağırı ve körü olmaz ve şimdi bir de ahmağa yatanlar türedi ki yeme de yanında yat!


Bu gün mü?


Bugün ve 31 Mart seçimleri ve özellikle de sonuçları ile birlikte, seçimin de politikanın da iflas ettiği, parlamentonun epeyden beri bir dekor bile olmadığı ve elbette Gezi ruhunun henüz sönümlendirilemediği gerçeği de göz önüne alınırsa, boykot şiarı anlamlı bir müziğin, hoş ve coşturan notası olabilir!


Ancak ben daha sonra gurur duyulacak bu onuru öncelikle anarşistlerimize bırakıyorum ve mesela anarşistlerin, en azından bir kısmının medarı iftiharı, olan ve 31 Mart’ta, “Boykot mu? Sakın ha! “ diyen Gün Zileli’nin, (ne yalan söyleyeyim başka da onun gibi tescilli anarşist eskisi tanımıyorum) bu dediğini de masaya yatırarak ama “hemen şimdi”, “boykot anarşistliğin şanındandır” diyerek güzel bir
mektup patlatmasının çok hoş olacağına inanıyorum!


Ama önce, hepimizin, bu günün nesnel koşullarını iyi tahlil etmesi ve öyle işkembeden atılan nutuklarla, içi boş, saman tadında notaların tınılarıyla ve fetiş yaklaşan yüreklerle değil, nesnel koşulların somut tahlilinden, yani somutu soyutlayarak ortaya çıkardıkları zenginlikten fışkıran teorik çıkarsamalarla bugünün teorik-politik rengini ortaya koyması gerekmektedir!


Bu sonuçta aradığımız bellidir; bir devrimci yükseliş eğilimi var mı? Parlamenterist hayaller, seçime, politikaya inanç ve güvenç ne durumda? Ve devrimci yükselişe inanç ve güven var mı yok mu? Boykot şiarı, varsa devrimci yükselişi daha da yükseltir ve gericiliğin üzerine üzerine sürükler mi? Yoksa parlamenter hayallerin peşinde daha mı çok gidilmesine neden olur?

AKSEYMEN pirimizin dediği gibi, hepsi bu!

Bir de ortada Ekmeleddin ile tahterevalli oyunu var ki, her halde kendisini değil, aynı tahterevallinin öteki ucundakini, yani RTE’yi yükseltmek içindir ve Demirtaş ki tahterevalli oyununda deneyimlidir, bir onların, bir RTE’nin yükseltildiğini hepimiz görüyoruz,Ekmeleddin’in itilimi yetmezse,“ in oradan aşağı” demeyecektir ama herhalde tahterevallinin tam orta yerinden kim daha çok ısrar ederse o tarafa doğru ağırlığını verecektir(tabii bu tahterevalliye göre ağırlığını çekmek oluyor) ki, bu da zaten en başından, her türlü hayali körelten ve hayallerden uyandıran bir yükselişin habercisi ve tetikleyicisi olabilir!


Yeter ki aklımızı kullanalım, bu tahterevalli oyununu iyi anlayalım ve bu oyuna dâhil olmamak yanında, seyirci de kalmayalım; öyleyse ne yapalım? Tahterevallinin yüksek ucundakini de, alçalan ucundakini de ve ortada denge kuranını da ham hayalinden uyandıran bir yükselişin önünü açmak için, bu tahterevalli oyununu bozma kararlılığının gerekliliğini bilince çıkarıp, irade haline getirelim!

Fikret Uzun

19 Temmuz 2014

Hiç yorum yok: