6 Şubat 2013 Çarşamba

RİCCİARDONE VE DOSTANE İFADELERİ!



RİCCİARDONE VE "DOSTANE" İFADELERİ!


Bir zamanlar, Komer, namı diğer "Vietnam kasabı" vardı, o da Büyükelçi idi ve O da ABD nin sömürge valisini andırıyordu; tam da Türkiye’de kritik bir siyasi atmosferin yaşandığı zamanda görevlendirilmişti, çok zaman oldu ve beyanatları, "dost"ane konuşmaları olmuş mudur, aklımızda değildir ama varsa arşivler taranıp bulunabilir.

Üniversiteli gençler, ol tarihte toplumun algısının çok ötesinde duyarlı ve hareketli idiler; Komer'in makam aracını yakarak, hem algılarının, hem de hareketliliklerinin niteliğini ve niceliğini göstermişlerdi; sonrasında hemen hepsi, Türkiye’nin siyasi tarihinin önemli aktörleri olarak kaydedildi.

Sonrasını hepimiz biliyoruz ve belki de, rüzgâr bir kaç kez değişmiş olmasına rağmen, bu gün hâlâ aynı noktadayız; rüzgâr gene değişmiştir ve sanki ABD nin "büyük" büyükelçisi Ricciardone 'in Komer misli bir sömürge valisini andıran suretine girmiş ve bütün medyaya düşen "dost"ane kaygılarını dillendirtmektedir!

Algı ve hareketlilik mi?

Bu gün, toplumun hemen her kesiminin algısı değişmeye başlamış ve hareketliliği artmış olmakla birlikte, öğrenci gençliğin, altmışlı yılların gençliğini hatırlatırcasına, algısı ve hareketliliği toplumunkinden yine çok ötededir; ilaveten onca zaman emir komuta zinciri çerçevesinde algısızlık ve hareketsizlik profili baskın olan TSK nen da algısı ve hareketliliği toplumunkinden ötededir ve bu algının ve hareketliliğin nitel ve nicel olarak toplumun hemen her kesimini, aynı tonda ve hızla sarmaya başladığını görmemek mümkün değildir; buna ilaveten artık Türkiye’nin işçi sınıfı ve emekçileri de aynı değildir; işçilikten çoktan uzaklaşmış olan işçi liderlerinin de, burjuvazinin gül bahçesine çoktan geçmiş be burjuva hayaller gören sendika patronlarının da, kurdukları sendikal çarkın da hegemonyasından hızla kurtulmakta ve kendi gizil güçlerini daha kuvvetli hissetmektedirler!
Körleri ve körlüğe yatanları ayırıyorum!

1960 lı yılların öğrenci gençliği mi?

Ol tarihte, vesikalı kadınlarımızın bile kapılarını kapattığı, Amerikan bahriyelilerini denize dökmüşlerdi! Atilla Aşut'un hatırlatmasıyla ol tarihte solcular, ulusalcıydı ve "ulusalcılık", Atilla Aşut'un ifadesyle, bir hayalet misli dolaşıyordu; bu gün de komünizmden korkmayan egemenlerin ve yardakçılarının tepesinde, ABD yi ayırmıyoruz ve en başa koyuyoruz, "ulusalcılık" hayaleti dolaşmaktadır. Ve artık "ulusalcılık" ile solculuğu ayıramayacağımız eşiğe yaklaşmış durumdayız.

Yine Atilla Aşut'un ifadesiyle, tüm dönek ve yandaş yazarların dilinde bu sözcük var ve "yeni anayasa" aşkı ile yanıp tutuşan herkes, ulusalcılık ezilmeli deyyu kükremektedir!

Atilla Aşut'un hatırlatmalarına ve teşekkür ederek, devam ediyoruz ki ben bile boynuma asılan onca yaftaya karşın, bu kadar açık hatırlatmamıştım, "MeDeDe" ile "UDeCe" programları ve Mihri Belli ile İBileni hatırlatmakta ve TİP in programı ve siyasal çizgisi "ulusalcı" değil mi idi? sormaktadır!

Atilla Aşut mu?

Nabi Yağcı ve şürekâsı eliyle topyekûn tasfiye edilen TKP üyelerinden biridir? Yazdıklarını okuyan silah arkadaşları ve özellikle de çoktan tekellerin gül bahçelerine dümen kırmış olanları herhalde "ulusalcı" yaftasını A.Aşut'un boynuna çoktan asmıştır!

Ricciardone'in "dostane" ve tüm medya mensuplarını bilgilendirme çıkışı tam bu noktadadır!

Bir taraftan RTE ve işaretini emir telakki edenler, "bütün melanetlerin sebebi ulusalcılıktır" yollu perspektif açmaktadır ve aynı anda "ne olacak bu TSK'nın hali, komutanlarımıza terörist muamelesi yapılıp, zindana da atılmaz ki!" yollu ağlamaklı sözler etrafa saçılmaktadır.

Öyleyse Ricciardone'in çıkışı zamanlıdır ve tamı tamına Amerika’nın sesi olmaktadır!

Demek ki, rüzgâr döndü derken epey bir eksik söylüyormuşuz ki, dönen rüzgâr bütün dalları kıracak şiddettedir; şimdi şiddeti azaltılmak, mümkünse denetim altına alınmak istenmektedir!

Öyle ya, tam sonuca giderken, kuvvetli sağanak yağış ve şiddetli fırtına ile gelen rüzgârı, ancak esneyerek bertaraf etmek mümkündür.

Kuvvet komutanlarının yanında savaş pilotlarının da ve yüzden fazla istifa etmesini, Ricciardone'in hissettiği rüzgârın şiddetinden ayrı tutmamak gerekmektedir.

Japonların dövüş sanatı olan judo'nun felsefesinin çıkışı çok ilginçtir; rivayet ya da gerçek, judonun kurucusu J.Kano, evinin penceresinden rüzgârlı bir günde dışarısını seyre dalmış ve rüzgârın şiddeti ile kuru dalların çatır çatır kırıldığını ama esnek dalların rüzgârın şiddetine göre eğilip, sonra kırılmadan yerine döndüğünü görmüştür; bu son derece basit doğa olayından J.Kano, JUDO tekniklerini çıkarmıştır ki özü karşı tarafın gücünü kullanarak bu gücü bertaraf etmektir.

Demek ki, Ricciardone elçimizin ki "dost" ABD nin, en "büyük" büyük elçisidir, "dostane" lakırdıları, salına salına gövdesinden ilerleyen dalların karşılaştığı rüzgârın şiddetine karşı verdiği "esnek" tepkiyi andırmaktadır!

Demek ki, sert ve katı mukavemet, tam meyve verme mevsimine yaklaşırken, mevsimi tersine döndürme riski taşımaktadır ve mevsimi yumuşatmak RTE ile başlamış, ancak yeterince ciddiye alınmadığı için olsa gerek, duruma "büyük" büyük elçi "dostane" bir biçimde el koymuştur!

Milletvekillerinin, profesör ve komutanların "neyle suçlandıklarını bilmeden" hapis yattıklarını, haklarındaki suçlamaların "tam anlaşılamadığını" söyleyen Ricciardone,"Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var, bazıları belirsiz suçlarla hapiste tutuluyorlar. Kendilerine ülkeyi koruma görevi verilen askeri liderler, sanki teröristmiş gibi hapisteler. Profesörler var. Eski YÖK Başkanı, hakkındaki 16 yıl önce görevdeyken yaptığı çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalarla demir parmaklıklar ardında tutuluyor. Harçları protesto için barışçı gösteri yapan öğrenciler hapiste. Eğer bir yargı sistemi bu sonuçları doğurursa ve bunun gibi insanları teröristlerle karıştırırsa, Amerikan ve Avrupa Mahkemeleri'nin buna karşılık vermesi zor olur." diyerek;

Şöyle devam etmektedir;

"TÜRKİYE'de terör ile ilgili mevzuatın sorunları var. Türkiye'de mevzuattaki terör tanımı uluslararası tanıma uygun değil. Türk devletine yapılan saldırıları kabul ediyor bu tanım. Uluslararası terörizme gelince biraz belirsizleşiyor. FATF uzmanları taslağı incelediler. Önemli açıklar buldular.

KENDİ liderleriniz, Başbakan, Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı da adli sisteminizde doğru gözükmeyen hususlara değindiler. Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var. Suçları bile belli değil.

ASKERİ liderler de aynı şekilde... Onlara bu ülkeyi koruma görevi verilmiş. Ama hapse kondular. Profesörler mesela eski YÖK Başkanı tam anlaşılamayan suçlarla ilgili demir parmaklıklar arkasında. 16 yıl önceki çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalar var. Şiddet içermeyen gösteri yapan öğrenciler demir parmaklık arkasında."

Bu kadar ve oldukça açıklayıcı ve aynı oranda öğreticidir!

Ricciardone, bir de müjdeli haber veriyor; bütün bu kötü tabloya karşın," Buradaki iyi haberin, hükümetin Anayasası'nı tekrar yazma çabası" olduğunu ve " bu kadar büyük görevi üstlenmiş olmadıklarını" vurgulayarak; bu görevin başarılı olabilmesi için, bu "büyük" görevi üstlenenlerin, şiddetle esen rüzgâra karşı kuru dallar misli katı değil, esnek dallar gibi eğilerek, bu şiddeti savuşturmaları ve mümkünse biriken şiddetinden yararlanması gerektiğini, dolayısıyla bu esnekliğin "yeni anayasa"nın kotarılmasında gerek şart olduğunu; bu esneklikten korkmamalarını, çünkü desteklerini esirgemeyeceklerini hatırlatmıştır!

Bu hatırlatmaları ve destek vaadini herhalde "yeni anayasa "konusunda sıkışan AKP yönetimine ve tabii kendisinden önce ve aynı minvalde konuşan RTE'ye yapmamaktadır.

Demek ki, Ricciardone’in "dostane" konuşması, bu konuda yeterli hassasiyeti göstermeyen ve dahi hem rüzgârın değiştiğini göremeyen ve hem de RTE nin dediklerini ciddiye almayan AKP içinde ve dışında önemli bir dinamiğin varlığının ve bundan duyulan rahatsızlığın yansımasıdır.

Ricciardone, tıpkı ABD yönetimin "bir çuval inciri berbat etmeyin" yollu İsrail yönetimini dizginlediği gibi, "yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, aman ha bir yanlış yapmayın!" yollu Türkiye’nin egemenlerini ve yönetimini uyarmaktadır.
Bence bu uyarıyı, tarih bilgisinden de mahrum, canlı gerçeklerden de gerekli dersi almamış ama sürekli aynı formülleri tekrar ederken, bu toprakların üzerinde dolaşan "ulusalcı" hayaletini ciddiye alıp, kendini esneterek saldırıya hazırlanan emperyalizmin ve işbirlikçisi tekellerin telaşını okuyamayan ahmaklık sınırındaki solcuların da enine boyuna değerlendirmesi gerekmektedir ki sahte "sol" gömlekleri ile solun içinde dolaşıp, her tarafa "ulusalcı" lık kötüdür yollu "solcu"luk dersi verenlerin, ders almayanları yaftaya boğmaları, bu değerlendirmede oldukça zihin açıcıdır!

Bunun anlamı, sınıfların karşılıklı ilişkilerinin ve her tarihsel anın somut özelliklerinin eksiksiz, nesnel olarak kontrol edilebilir tahlilinin yapılması gerekir demektir; yani, eksiksiz saptanmış hangi nesnel olgular varsa, bu olguların üzerinden hareket edilmesi gerekir demektir; yani Marx ve Engels'in haklı orak ve alay ederek işaret ettikleri gibi, sadece tarihsel sürecin her özel kesitinde somut ekonomik ve politik durumun zorunlu olarak değişikliğe uğrattığı genel görevleri göstermeye uygun olan "formüllerin" ezberlenerek, basitçe yinelenmesinden vazgeçilmesi gerekir demektir; daha somut olarak açıklamak gerekirse, ortada herkesin şöyle ya da böyle beklediğinden farklı biçimde şekillenen bir olgu var ve bu olguyu, üstelik emperyalizm ve tekeller son derece ciddiye aldığı halde, dikkate almamak, bu canlı gerçekliğin özelliklerini tahlil etmek yerine, doğru olmasına doğru ama ezbere öğrenilmiş formülleri düşüncesizce tekrarlamaktan, geçmişte yaşanan acıklı güldürüleri tekrarlamaktan vazgeçilmesi gerekir demektir!

Evet, gerçek yaşamda, artık daha belirgin olarak görülen ve hep görmezden gelindiği için kendisini göstermesi geciken ve de karşıtlığının kemikleşmiş olması nedeniyle vazgeçilme manevralarının oldukça zorlaştığı son derece somut bir sonuç ortaya çıkmıştır; ABD emperyalizminin bile hassasiyetle ciddiye aldığı bu sonucu, bu sonuçta kendini gösteren olguları görmezden gelip, hâlâ doğru ama bugünü tahlil etmekten uzak ezbere öğrenilmiş formülleri tekrarlamakta ısrar etmek ahmaklık değilse sahtekârlıktır.

Şimdi bütün sağcılar, özellikle CHP ye solculuk öğretirken, bunun için "ulusalcılık"tan vazgeçmenin yeteceğini vaaz etmektedirler ve hemen hemen bütün ahmak "sol",sağcıların bu "solculuk" dersine çok değer vermektedirler! Örnek olsun, SİP-TKP ye de "TKP" olmak için "ulusalcılık"tan vazgeçilmesi gerektiği yollu yardımcı olunmakta ve kim ki, bu çizgiye yaklaşıyor, hiç birisini "solculuk" dersinden mahrum etmemektedirler.

Demek ki, egemen sınıf ve yandaşları için ve elbette emperyalizm için, "ulusalcı" olmayan "sol" en terbiyeli "sol"dur.

Antiemperyalizm yanında, "Ulusal Demokratik Cephe" yi de programlarının vitrinine koyan politik örgütlerin de bu ders karşısında yeterince net olmadıkları dolayısıyla "ulusalcı" yaftasının hışmından korktukları görülmektedir. Dolayısıyla kendi programlarına düşman hele gelmektedirler.
Ancak hiçbirisi, gerçek yaşamın ortaya çıkardığı sonuca göre, hızla ve nitel ve nicel olarak artan ve burjuvazinin çeşitli kesimleri yanında, işçi ve emekçilerden de azımsanmayacak oranda bir kitleselliğin "ulusalcılık" yaftasından korkmadan büyüdüğü gerçeğini görmemektedir!

Oysa Ricciardone'nin dolayısıyla ABD Nil ve tekellerin gördüğü tam da budur ve "dostane" konuşmasının kıymeti harbiyesini burada aramak gerekmektedir!

Ben mi?

Elbette "ulusalcı" da, "Kemalist" de değilim, ancak "ulusalcı" ve "Kemalist" yaftasından hiç korkmadım, korkmuyorum; çünkü önemli olan bir ezberlenmiş formül olarak "ulusalcılık" ile yaşamın canlı gerçeğinin rengi olarak "ulusalcılık" ın farkında olmaktır; bu gün, bir antiemperyalizm yanında, bir Ulusal Demokratik Cepheye ve bir Halk Devrimine ihtiyaç varsa (ki bu, "ulusalcılık" yaftalarından bağımsız ve bu yaftaları elinde dolaştıranları da içine alarak artan hızla ve benim dışımda öne çıkarılmaktadır),"ulusalcı "solculuk burada olmayacaksa nerede ve ne zaman olacaktır; yoksa emperyalizmin "ulusalcılığa" ihtiyacı olduğu zaman mı "sol"culuk, "ulusalcılık" olacaktır?

Burada, zihinleri biraz daha açacağına inanarak, bir parantez açıp tarihsel ve öğretici hatırlatmalar yapmak istiyorum.

Fransa'yı hatırlayalım, Fransa’yı faşistlere karşı ilk önce Fransız komünistleri savundular. Faşizme karşı solculardan oluşan direnişçiler, bir efsanedir.
Ya İspanya! Cumhuriyet'i savunmak ve faşistler ile savaşmak için dünyanın komünistleri nin ve solcularının İspanya'ya koşmuş olması unutulabilir mi?

Fransız büyük burjuvazisinin, Almanya’da halk güçlerinin ezilmesine aktif olarak katıldığını unutmuş olanlar olabilir ama unutmayan daha çoktur; dahası Fransa’da, emekçilerin ekmek, özgürlük ve barış uğruna yürüttükleri mücadeleye, "Halk Cephesi olacağına Hitler olsun " biçiminde karşı çıkanların Fransız büyük burjuvazisi olduğunu da unutmadık!

Bu gün Türkiye'de, Fransız büyük burjuvazisinin kendi sınıf çıkarlarını Fransız ulusunu Amerikan emperyalizminin kölesi haline getirerek korumuş olduğu gibi, diğer başka olgular yanında, Türkiye’nin büyük zenginleri de aynısını yapmaktadır; ancak Fransız işçi sınıfının izlediği bağımsız Fransız politikasını ve tüm halde Fransız ulusunun çıkarlarını savunmasını, Türkiye'nin işçi sınıfında göremiyoruz.

Fransız büyük Burjuvazisi’nin, "Fransa Fransızlarındır" demagojisi ile Fransız orta sınıflarını aldatırken; Hitler Almanya’sına Fransız Boksitini, Fransız hava kuvvetlerinin ihtiyacı olan alüminyum madenlerini hediye etmesi de hafızalarımızdadır! Öte yandan 1938 yılında hem Fransız halkına karşı ve hem de Fransa'nın müttefiki olan sosyalist ülkeye karşı Nazilerle birleştiği de unutulmamıştır! Alman büyük sanayicilerine ve onların ortağı Fransız tröstlerine kölece bağlı olan Wichy rejimi, Hitlerci savaşın hizmetine verdiği Fransız ekonomisini iflasa sürükledi, Fransız direnişçilerini kurşuna dizerken, komünist, sosyalist, yurtsever, solcu diye ayırmadı; faşist işgale ve işbirlikçilerine direnen herkesi kurşuna dizdi(elbette yakaladıklarını), halkı açlığa mahkûm etti.

Kurtuluş günü geldiğinde ise aynı büyük burjuvazi, Fransa'nın yeniden doğuşunu sabote etti; Fransız büyük burjuvazisi, Hitler yıkılırken, Fransız emekçilerine karşı Amerikan himayesine girmekten geri durmadı; toprağı Amerikan ordusuna teslim ederken, köylüleri topraklarından etti; ulusal ekipmanlar, savaş sanayi yararına sabote edildi ve tarım sistematik olarak zayıflatıldı; Fransa pazarı Amerikan firmaları ile Alman firmalarının çıkarları uğruna feda edildİ ve birçok maden ocakları kapatıldı. İnşaat işleri yavaşladı, bilimsel araştırmalar sekteye uğratıldı!

Üniversite, resmi okullar, sinema, vb. sistematik olarak sabote edilerek, bir zamanlar burjuvaziye onur veren hümanist gelenekler horlandı; Amerikan yaşayış tarzı yüceltildi; En sonu, Fransızları, Fransa’nın bitip tükendiğine, ulusal tarih çağının kapandığına, bağımsız bir Fransa umudunun kalmadığına inandırmak için yoğun bir kampanyaya girişilerek, Fransız devleti emperyalizmin gereklerine bağımlı kılındı!

İşte o zaman da, Fransız büyük burjuvazisi, bu politikalarını kitlelere haklı gösterebilmek için, şimdi Türkiye ve bölgenin diğer devletlerinde, ABD Nil sarıldığı ve sahtekâr "sol"cuların balıklama atladığı, ahmak solcularımızın da pek sevdiği ve sahte olanlarının yayarak prim kazandığı "dünya vatandaşı " anlamına gelen kozmopolitizm ideolojisini kullandı!

Oysa Marx, "Sömürüyü, kozmopolit bir biçim içinde, evrensel kardeşlik adına sunmak, işte bir fikir ki, ancak burjuvazinin kalbinde doğabilir" diyordu.

Kozmopolitizm, modern savaşların ulusların varlığından ileri geldiği yolundaki aldatıcı iddia ile ulusların varlığına hızla son verilmelidir sonucuna ulaştırır; böylece emekçiler, ulusal egemenlik ilkesi, onlara gerici ve zaman aşımına uğramış bir şey olarak gösterilerek, ortadan kaldırılması gerektiğine inandırılır; böylece emekçiler, mademki barıştan yanadır, öyleyse ulusal gerçekliği kendi elleriyle ortadan kaldırmaları ve vatanlarını inkâr etmeleri gereğine inandırılabilecektir!

İlginç olan, emekçilerin uluslararası dayanışmasının bir karikatürü olan emperyalizmin kozmopoltizm ideolojisine balıklama atlayan sahtekâr "sol" ve kuyruklarında staj gören ahmak "sol",ikide bir Lenin'i referans göstererek ulusal sorunu fetişleştirmeye çalışırlarken, bizzat Lenin tarafından ve "Emperyalizm"çalışmasında dünya savaşlarına yol açan şeyin, ulusların varlığı değil, ulusları köleleştirmekten ve halkları yok etmekten çekinmeyen emperyalist burjuvazinin varlığı olduğunun açıklanmış olmasını akıllarına getirmeden, "dünya vatandaşlığı"na ve "vatansızlığa" vurgu yaparak "dünya barışı”nın sağlanabileceği yalanına kendilerini de inandırmakta olmalarıdır!

Oysa kozmopoltizm, emekçilerin her birini " dünya vatandaşı" haline getirmek görünüşü altında, dünya çapındaki sömürünün, kaba ve hayâsız sömürünün, kökünden koparılmış köleleri, biri ötekinin yerini tutabilen, aynı biçime sokulmuş, yeri yurdu, adı sanı belirsiz insanlık gölgeleri haline getirmek amacından başka bir amaç gütmez!

Burada parantezi kapatarak, bitirmek üzere devam ediyorum.

Evet, yukarda belirttim, Fransız işçi sınıfının izlediği bağımsız Fransız politikasını ve tüm halde Fransız ulusunun çıkarlarını savunmasını, Hitler faşizmi, dolayısıyla diğer bütün büyük ülkelerin büyük burjuvazisiyle bindir bağ ile bağlı Alman sanayicilerin, ki faşizmin, finans-kapitalin en gerici, en şovenist ve en emperyalist öğelerinin açık teröre dayanan diktatörlüğü olduğu şeklindeki tanımı biliyoruz, Fransa’yı açık biçimde işgal ettiği gibi bir kaderi, kapalı biçimde yaşayan Türkiye'nin işçi sınıfında göremememizde, Emperyalizmin gerici milliyetçiliğinin diğer yüzü olan ve gerçekte uluslararası mali sermayenin hizmetinde olan kozmopoltizmin ideolojik saldırısı yanında, bütün sahte "sol" dinamiklerin ve ahmak "sol”un, öte yandan devletin hizmetinde olduğu aşikâr olan "Sivil Toplum" dinamiklerinin ve elbette 12 Eylül faşist rejiminin yarattığı "demokrasi" illuzyonunun büyük payı vardır.

O kadar öyle ki, işçi sınıfı ve emekçilerin bilincinde, ekonomik mücadele dışında başka bir mücadelenin gereksiz olduğu, ekonomik mücadelenin de, kavgasız gürültüsüz uzlaşarak, müzakereler yoluyla çözüleceği ve soyut bir enternasyonalizm fikri oluşturulması yanında, fabrikalardan sınıf bilincinin atılıp, cemaat bilincinin yerleştirilmesi ile Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halklarının zihinleri bulanıklaştırılarak, emperyalist kozmopolitizm ideolojisine mahkûm olmaları kolaylaştırılmıştır.

Ancak şimdi, bu ideoloji de, sahte "sol”da, ahmak "sol”da, 12 Eylül rejiminin bilumum egemen aktörleri ve yardakçıları da, işçi sınıfının, emekçilerin ve toplumun ezici kesiminin zihnini bulanık tutmaları kolay olmamaktadır ve artık ABD emperyalizminin, bunun mümkün olmadığını çok önce görmüş olup, çareler aramakta iken, çarelerinin tükendiğini fark etmiş olduğu da görülmektedir!

Elbette, başka eğilimde olanların, eğilimlerini öğrenmek de zihin açıcı olabilir ama benim, Ricciardone'in zamanlı ve "dostane" ifadelerini, bu çaresizliğe yorma eğilimim kuvvetlidir!

Fikret Uzun

6 Şubat 2012

Hiç yorum yok: