11 Mayıs 2015 Pazartesi

GENÇLERE SESLENİŞ



Değerli Genç Kardeşler,
Öncelikle, değişik devrimci cephe örgütü adları altında ya da dergi grubu şeklinde örgütlenmeye ve gençleri çatıları altında toplamaya çalışan kıyamet gibi grup olduğunu belirtmek isterim. Bu, dağınıklık gibi görülen sol ortamı, dağınıklıktan kurtarmak, birleştirmek ve örgütlü bir yapıya kavuşturmak ana teması ile hareket eden grupların hemen hepsi (istisnalar ayrıdır), son tahlilde, bilerek ya da bilmeyerek daha çok dağınıklık yaratmaktadır.
İkisi de aynı kapıya çıksa da, bilerek bu temelde hareket etmek, 12 eylül öncesindeki dinamiğin yani devrimci cephecilerin dediği gibi, direnmeden yenilmenin ve bu dinamiğin baş aktörlerinin teslim olarak gerçek inançlarına dönmesinin tekrarlanmasına kapıyı açık tutmak demektir.
Ve böyle her grup, kendi içinde dahi birbirini eleştiren alt gruplara ayrılmakta, nerdeyse her 10 kişi, hatta yer yer iki-üç kişi internetin olanaklarını da kullanarak örgüt, ya da kolektif statüsünde, özellikle gençlere vitrinler hazırlamaktadır.
Neden, Kıvılcımlı ve neden Kıvılcımlıcılık, ya da özgün adıyla doktorculuk. Neden yeni, yepyeni bir düşünce dinamiği değil.
Hep diyorum, gençler önce bu toprakları ve emekçi halkını sevecek.  Severse sorunlarını da sahiplenir. Sorunlarını sahiplenince çözümlerini arar ve karşılığı sevgi olduğu için başka bir menfaat beklemez. Ve elbette ki bu sevgiyi kalıcı kılan kendisinin de aynı toprakların aynı insanı olması ve aynı sorunlarla yüz yüze olmasıdır.
Öyleyse ilk işi bu sorunların çözülemez olmadığını, bu sorunlar dünyasının değiştirilemez olmadığını görmesi ve değiştirmek için heyecanlanması gerekmektedir.
Değiştirmek için adım attığında, koskoca bir karanlığa adım attığını görmesi ve bu karanlıkta yolunu şaşırmadan gidebilmek için bir aydınlığa ihtiyacı olduğunu da görmesi gerekmektedir.
Ondan sonra, tümüyle sınıfsal konumlanış ve sınıfsal bilincin yönelimi başlar.
İşte bu nedenle, bu karanlık içinde kendini aydınlık olarak gösteren, kendisi de öyle zannediyor olabilir, kişi ya da gruplar çekici gelir.
Oysa bu karanlıktaki aydınlık bilimden başka bir şey değildir. Ve bu aydınlığa ulaşmak için karanlığın içinde bekleyen parlak ışıklar yol açamaz. Bu yol tümüyle bilimin aydınlığının ışığı ile yine bilimin aydınlığına doğru açılabilir.
Öyleyse, karanlıktaki solcu genç için, solcu emekçi için aydınlık, Kıvılcımcılıktan, ya da TKPcilikten ve yahutta TİPçilikten, TSİPçilikten hatta İ.S.lideri Yürükoğluculuktan gelmeyecektir.
Aydınlık aydınlığın kendisinden, biliminden yani Marksizm-Leninizmden gelecektir.
Diğeri, Marksizmi, Leninizmi gençler adına, emekçi adına (ben solcu olup sorunları çözmek için adım atacak olanlardan sözediyorum) çözümleyip, onların önüne koymaktan başka bir şey değildir.
Oysa solcu olanın kendisinin de, aynı temelde Marksizm-Leninizme yönelip onu çözümleme ve onunla karanlığın içinden aydınlık bir yol açma, bir pusula yaratma iradesi vardır.
işte yeni olan, bu iradedir ve bu iradenin özgür akılla yükselmesidir. Bu ayrı.
Bir de meselenin başka ve daha önemli boyutu vardır. Genç insanlar, öğrenci olur, işçi olur, işsiz olur, dar gelirli olur, geniş gelirli olur, eğitimli olur, eğitimsiz olur vesaire...hepsinin ortak noktası genç olması ve solcu olması ise, öncelikle kendi ortak noktası ile bağlı sorunların çözümü için bir yol açmak üzere konumlanması gerekmektedir. Ve bu sorunların asıl sorundan, sınıfsal sorundan hem ayrı olmadığının gösterilmesi, hem de asıl sorunun yarattığı çelişkiye, çatışma dinamiğine bağlanması bu yol üzerinde olmalıdır. Öyle olunca, solcu gençler çoğalacak, içlerinden bu sorunların çözümü konusunda göstereceği iradeyi asıl soruna bağlanarak güçlendirebileceğini kendi deneyimi ile görecek ve bu dinamik içersinde, bu iradeye denk düşecek ve onu ilerletecek donanımı, pratiğin dayattığı bir zorunluk olarak, elde etmeye çalışacaktır.
Bu donanım, elbette ki öncelikle Marksist bilgi teorisidir ve somutlarsak, diyalektik ve tarihsel maddeciliğin ışığıdır.
Bu yeter mi? Hayır yetmez. Bu, gençlerin pusulasıdır ve ideolojik, teorik sorunların çözümü, bu temelde düşünsel kurgularla, geçmişi ve bugünü ve elbette yarını çözümleme yetisi kazandırır ki, yine de yetmez, öncelikle kendi yaşadığı coğrafyanın genel karakteristik durumunun verilerini, bölgesel bütünlüğe ve dünya ölçeğindeki bütünlüğe bağlayarak, bu bütünsellik içersinde, hareket alanındaki yolların öncelikli ve karmaşık güzergahlarını kurgular. Ve bütün bunların yükseldiği noktanın nesnel gerçekliğin kendisi olduğunu unutmaz ve bu nesnellik, pratik olarak görünmese bile, ideolojik ve teorik konumlanmanın kazandırdıkları ile derine bakarak, bu nesnelliğin görülmesi ve pratikle bütünleşecek teorilerin ortaya konmasıdır esas olan.
İşte solcunun devrimci olmaya başladığı serüvenin bir yanı budur. Ve eskinin, örgütün emrettiğini ya da işaret ettiğini yapan devrimci tipolojisi, örgüt bilir mantığı ile örgütün kendisi olduğunu dışlayan soyutlama içine giren devrimci tipolojisi ya hiç sorgulamaz, denileni yapar ya da hep sorgular, hiçbir şeyi yapmaz. Böylece iki şekilde yerinde sayar; birincisi, örgütün soyutluğunu her gittiği zaman dilimine taşır, diğeri ise, kendi bağımsızlığını örgütleri dolaşarak yaşar ama sonuçta ikisi de yerinde saymıştır.
Bugünün devrimci tipolojisi ise, hem kendisidir, hem örgüttür ve kendisini geliştirdikçe örgütü gelişir, örgütü geliştikçe kendi alanı genişler. Bunu yapabilmek ise tümüyle ideolojik, teorik yetkinlikten geçmektedir. Ve bu bilinç, eskinin (taklidi demeyeceğim ama doğrusu budur) devamı içindeki yapılardan gelemez. Bu yapıların hepsi baştan pragmatiktir. Öncelikle, var olan bir potansiyelin gücüyle işe başlar. Mesela Kıvılcımcılıktan etkilenen bir dinamiğe başat olarak yönelir, İGD cilik onun üstüne basarak yükselmeyi hedeflediği alandır.
Ve bunun doğal sonucu olarak, pragmatik yaklaştığı alan dışındakilere eleştirel değil, mahkum edici ve duvar örücü yaklaşır. Dolayısıyla bir süre sonra içine doğru büyür ve kendini kilitleyerek pasifize eder.
Oysa, özellikle bir gençlik örgütünün pragmatik alanı gençliğin sorunlarıdır. Ve alanın getirdiği temel  yarar yığınsallaşmaktır, bu yığınsallaşmanın içinden asıl soruna (emek-sermaye çelişkisi)  bağlanma dinamiği elde edilir ki, bu dinamik, gençlik alanından yükselse de, işçi sınıfı hareketinin hanesine yazılacak bir yarardır.
Bu topraklarda, işçi sınıfının bağımsız politik örgütünün olmaması benim suçum olmamakla birlikte, bu suç kimsenin değildir. Bu tümüyle bir nesnelliktir. Bu gün bu topraklar, yakıcı önemde bir ihtiyaç olduğu halde, böyle bir partiyi ortaya çıkartmıyorsa nesnel duruma iyi bakmak gerekmektedir ve bu sözünü ettiğim grup ya da kolektifler hem onun yerini tutamaz, hem de ona ulaştıran yolları açamaz. Ama bir şey yapar ki, bu bağımsız politik örgütün ortaya çıkmasını geciktirir.
Parti örgütünün de, o grupların da öznesi, malzemesi insandır, kadrodur, bilinçli ve yetkin öğelerdir. Öyleyse bu bilinçli ögeler, malzeme olma boyutunu da, yetkinlik boyutunu da yani niceliğini de, niteliğini de, geliştirmek için partiyi beklemeden partide ne yapacağının bilinciyle, hem partiden (parti zaten olmadığı için), nesnel olarak bağımsız hareket etme, hem de parti gibi insiyatif koyma, teori üretme sorumluluğunu elde etme yönünde ara vermeksizin kendini geliştirmesi gerekmektedir.
Öyle olunca, yetkinleşen kadronun, hangi isim altında olursa olsun, herhangi bir öznel çaba ve pragmatik eğilim söz konusu değilse, örgütün düzgün bir ana çizgiye yönelmesinde belirleyici bir öznel etmen olması kuvvetle muhtemeldir. Bu da örgüt soyutlamasından ve de örgüte biat dinamiğinden peşinen  kurtulmuş olmanın garantisidir.
Ben duyduklarımı değil, duyduklarımda da, baktıklarımda da gördüklerimi baz alırım, onun üzerinden düşünce geliştirir, kurgu yapar tez ya da teori biçiminde düşüncelerime yerleştirir sonra da aksettiririm. Benim yapabileceğim, bu dinamiği beni izleyenlere vermek, benden başlayarak cesaretle ve kararlılıkla eleştirerek, sorgulayarak, akıl bağımsızlığını geliştirerek düşünce geliştirmelerine bir kapı açmaktır. Kimileri buna düşünmeyi öğrenmek diyor. Ve düşünmeyi öğrenemezsek, başkalarının düşüncelerini ve daha çok da örgütlerin düşüncelerini benimseme kolaylığına düşeriz.
Ve ben bir örgüt ya da devrimci bir lider etiketine sahip değilim. Ben dünden de, dünün bugüne taşıdığı dinamiklerden de, onları yadsımadan, tümüyle ayrılmış, yepyeni bir sayfa açmaya çalışıyorum. Sadece ben mi, birbirimizi hiç tanımasak da azımsanmayacak bir kitlenin ferdi olarak böyle bir dinamiği benimsediği görülmektedir.
Bu şu demektir, kendine güvenerek, kendine bir güven köprüsü yaratmak, onun üzerinden birbirine geçişli bir geniş güven köprüsü yaratmak ama bu güven köprüsü üzerinde değil, bu güven köprüsünün bağımsız birleştirici işlevi ile bütün alanlarda, ideolojik netliği sağlayarak, nitel sıçramaların kapısını açmak. Buna da ayrışarak çoğalmak diyorum.
Yanlış olan şudur ki genelde grup veya kolektif adı altında eskiyi sürdürmeye çalışanlar, ya da eskiyi yeni diye tanıtanlar, bunu kolaylıkla sağlamak ve çekici bir irade şekline gelebilmek için, yukarda da dediğim gibi pragmatik yaklaşırlar. Halk dilinde kafa kol ilişkisi diye adlandırılan ilişkiler, tepeden yoldaşlık ilişkisini dayatır ve serdeki delikanlılığın yardımı ile bu iradenin kendini kabul ettirmesinde nicel güç oluşturur.
Hepsi benim ayranım tatlı, diğerlerininki ekşidir üzerine kuruludur ki, madem ki, seninki tatlı, diğerlerininki ekşi neden yenilgiyi onların hanesine yazıp, kendi hanene sadece hâlâ tatlı duran ayranının tadını yazıyorsun diye sorulmalıdır.
Son olarak şunu söyleyerek bitirmek istiyorum: Bugünün sorunlarından biri ve önemlisi,  emekçi kitlelerin ve onlardan önce sosyalist kadroların kurtuluş yönünde umutsuzluk taşımalarındadır. İkincisi, umudun demokraside olduğuna da inanmamalarıyla beraber, en güvenli yol olduğunun kolaycılığında yaşatılmalarıdır. Ve elbette bu sorunların kaynağı olan tekelci düzenin ideolojik kuşatmasıyla bir ideolojik hegemonya kurması ve akılları bu hegemonyaya bağlayarak geriletmesi dinamiğidir.  Bu dinamik, emek sürecinin belirleyiciliğini örtülemeye, diğer bütün sorunların, çelişkilerin, emek-sermaye çelişkisine bağlanmasını da engellemeye yaramaktadır. Ve elbette ki, işi sağlama bağlayan tekeller, insanları solcu olmaya iten bütün çelişkileri öncelikle yumuşatmak ve o çelişki yaratan sorunların etrafında küçük kümeler halinde kendisine bağlamak üzere toplanması için kanalları açık tutmayı özellikle sol içinden devşirdiği azımsanmayacak bir nicelikteki aydını, eski solcuyu, sosyalisti, komünist, sendikacıyı kullanarak kotarmaktadır.
Bunu aşmanın birincil yolu da ideolojik mücadeledir ve bu mücadeleyi verebilmek için ideolojik yetkinleşmektir. Yani çelikleşmektir. Yani çelikleşmeden bu ideolojik kuşatmayı yıkamayacağımızı görmektir. Çelikleşmek, kızgın ateşte dövülmektir, dövülürken yanmak, yandıkça su içmektir. Su içtikçe daha çok çelikleşmektir. Bunun hepsi, eylemde dövülerek umudu ve teoriyi içermek demektir. Ve şimdi sıçramalı olarak eyleme dönüştürecek en önemli eylem ideolojik mücadeledir. Ve çelikten açıldıysa, çelikleşmeden, ham demir olarak, ya da yeterli su almadan dövülerek, çelikten bir duvarı yıkmak mümkün değildir.
Dövülmek, dövülürken yanmak eylemde pişmek ise, çelikleşerek nitelik değiştirmek için içerilen su, teoridir. Çelikten duvar, tekellerin, oligarşinin ideolojik kuşatmasıdır.

Sevgilerimle
Fikret Uzun
26 Temmuz 2009

Hiç yorum yok: