Değerli Genç Kardeşler,
Öncelikle, değişik devrimci cephe örgütü adları altında ya
da dergi grubu şeklinde örgütlenmeye ve gençleri çatıları altında toplamaya
çalışan kıyamet gibi grup olduğunu belirtmek isterim. Bu, dağınıklık gibi
görülen sol ortamı, dağınıklıktan kurtarmak, birleştirmek ve örgütlü bir yapıya
kavuşturmak ana teması ile hareket eden grupların hemen hepsi (istisnalar
ayrıdır), son tahlilde, bilerek ya da bilmeyerek daha çok dağınıklık
yaratmaktadır.
İkisi de aynı kapıya çıksa da, bilerek bu temelde hareket
etmek, 12 eylül öncesindeki dinamiğin yani devrimci cephecilerin dediği gibi, direnmeden
yenilmenin ve bu dinamiğin baş aktörlerinin teslim olarak gerçek inançlarına
dönmesinin tekrarlanmasına kapıyı açık tutmak demektir.
Ve böyle her grup, kendi içinde dahi birbirini eleştiren alt
gruplara ayrılmakta, nerdeyse her 10 kişi, hatta yer yer iki-üç kişi internetin
olanaklarını da kullanarak örgüt, ya da kolektif statüsünde, özellikle gençlere
vitrinler hazırlamaktadır.
Neden, Kıvılcımlı ve neden Kıvılcımlıcılık, ya da özgün
adıyla doktorculuk. Neden yeni, yepyeni bir düşünce dinamiği değil.
Hep diyorum, gençler önce bu toprakları ve emekçi halkını
sevecek. Severse sorunlarını da
sahiplenir. Sorunlarını sahiplenince çözümlerini arar ve karşılığı sevgi olduğu
için başka bir menfaat beklemez. Ve elbette ki bu sevgiyi kalıcı kılan
kendisinin de aynı toprakların aynı insanı olması ve aynı sorunlarla yüz yüze
olmasıdır.
Öyleyse ilk işi bu sorunların çözülemez olmadığını, bu
sorunlar dünyasının değiştirilemez olmadığını görmesi ve değiştirmek için
heyecanlanması gerekmektedir.
Değiştirmek için adım attığında, koskoca bir karanlığa adım
attığını görmesi ve bu karanlıkta yolunu şaşırmadan gidebilmek için bir
aydınlığa ihtiyacı olduğunu da görmesi gerekmektedir.
Ondan sonra, tümüyle sınıfsal konumlanış ve sınıfsal
bilincin yönelimi başlar.
İşte bu nedenle, bu karanlık içinde kendini aydınlık olarak
gösteren, kendisi de öyle zannediyor olabilir, kişi ya da gruplar çekici gelir.
Oysa bu karanlıktaki aydınlık bilimden başka bir şey
değildir. Ve bu aydınlığa ulaşmak için karanlığın içinde bekleyen parlak
ışıklar yol açamaz. Bu yol tümüyle bilimin aydınlığının ışığı ile yine bilimin
aydınlığına doğru açılabilir.
Öyleyse, karanlıktaki solcu genç için, solcu emekçi için
aydınlık, Kıvılcımcılıktan, ya da TKPcilikten ve yahutta TİPçilikten,
TSİPçilikten hatta İ.S.lideri Yürükoğluculuktan gelmeyecektir.
Aydınlık aydınlığın kendisinden, biliminden yani Marksizm-Leninizmden
gelecektir.
Diğeri, Marksizmi, Leninizmi gençler adına, emekçi adına (ben
solcu olup sorunları çözmek için adım atacak olanlardan sözediyorum) çözümleyip,
onların önüne koymaktan başka bir şey değildir.
Oysa solcu olanın kendisinin de, aynı temelde Marksizm-Leninizme
yönelip onu çözümleme ve onunla karanlığın içinden aydınlık bir yol açma, bir
pusula yaratma iradesi vardır.
işte yeni olan, bu iradedir ve bu iradenin özgür akılla
yükselmesidir. Bu ayrı.
Bir de meselenin başka ve daha önemli boyutu vardır. Genç
insanlar, öğrenci olur, işçi olur, işsiz olur, dar gelirli olur, geniş gelirli
olur, eğitimli olur, eğitimsiz olur vesaire...hepsinin ortak noktası genç
olması ve solcu olması ise, öncelikle kendi ortak noktası ile bağlı sorunların
çözümü için bir yol açmak üzere konumlanması gerekmektedir. Ve bu sorunların
asıl sorundan, sınıfsal sorundan hem ayrı olmadığının gösterilmesi, hem de asıl
sorunun yarattığı çelişkiye, çatışma dinamiğine bağlanması bu yol üzerinde
olmalıdır. Öyle olunca, solcu gençler çoğalacak, içlerinden bu sorunların
çözümü konusunda göstereceği iradeyi asıl soruna bağlanarak
güçlendirebileceğini kendi deneyimi ile görecek ve bu dinamik içersinde, bu
iradeye denk düşecek ve onu ilerletecek donanımı, pratiğin dayattığı bir
zorunluk olarak, elde etmeye çalışacaktır.
Bu donanım, elbette ki öncelikle Marksist bilgi teorisidir
ve somutlarsak, diyalektik ve tarihsel maddeciliğin ışığıdır.
Bu yeter mi? Hayır yetmez. Bu, gençlerin pusulasıdır ve
ideolojik, teorik sorunların çözümü, bu temelde düşünsel kurgularla, geçmişi
ve bugünü ve elbette yarını çözümleme yetisi kazandırır ki, yine de yetmez, öncelikle
kendi yaşadığı coğrafyanın genel karakteristik durumunun verilerini, bölgesel
bütünlüğe ve dünya ölçeğindeki bütünlüğe bağlayarak, bu bütünsellik içersinde, hareket
alanındaki yolların öncelikli ve karmaşık güzergahlarını kurgular. Ve bütün
bunların yükseldiği noktanın nesnel gerçekliğin kendisi olduğunu unutmaz ve bu
nesnellik, pratik olarak görünmese bile, ideolojik ve teorik konumlanmanın
kazandırdıkları ile derine bakarak, bu nesnelliğin görülmesi ve
pratikle bütünleşecek teorilerin ortaya konmasıdır esas olan.
İşte solcunun devrimci olmaya başladığı serüvenin bir yanı
budur. Ve eskinin, örgütün emrettiğini ya da işaret ettiğini yapan devrimci
tipolojisi, örgüt bilir mantığı ile örgütün kendisi olduğunu dışlayan soyutlama
içine giren devrimci tipolojisi ya hiç sorgulamaz, denileni yapar ya da hep
sorgular, hiçbir şeyi yapmaz. Böylece iki şekilde yerinde sayar; birincisi, örgütün
soyutluğunu her gittiği zaman dilimine taşır, diğeri ise, kendi bağımsızlığını
örgütleri dolaşarak yaşar ama sonuçta ikisi de yerinde saymıştır.
Bugünün devrimci tipolojisi ise, hem kendisidir, hem
örgüttür ve kendisini geliştirdikçe örgütü gelişir, örgütü geliştikçe kendi
alanı genişler. Bunu yapabilmek ise tümüyle ideolojik, teorik yetkinlikten
geçmektedir. Ve bu bilinç, eskinin (taklidi demeyeceğim ama doğrusu budur) devamı
içindeki yapılardan gelemez. Bu yapıların hepsi baştan pragmatiktir. Öncelikle,
var olan bir potansiyelin gücüyle işe başlar. Mesela Kıvılcımcılıktan etkilenen
bir dinamiğe başat olarak yönelir, İGD cilik onun üstüne basarak yükselmeyi
hedeflediği alandır.
Ve bunun doğal sonucu olarak, pragmatik yaklaştığı alan
dışındakilere eleştirel değil, mahkum edici ve duvar örücü yaklaşır. Dolayısıyla
bir süre sonra içine doğru büyür ve kendini kilitleyerek pasifize eder.
Oysa, özellikle bir gençlik örgütünün pragmatik alanı
gençliğin sorunlarıdır. Ve alanın getirdiği temel yarar
yığınsallaşmaktır, bu yığınsallaşmanın içinden asıl soruna (emek-sermaye
çelişkisi) bağlanma dinamiği elde edilir ki, bu dinamik, gençlik
alanından yükselse de, işçi sınıfı hareketinin hanesine yazılacak bir yarardır.
Bu topraklarda, işçi sınıfının bağımsız politik örgütünün
olmaması benim suçum olmamakla birlikte, bu suç kimsenin değildir. Bu
tümüyle bir nesnelliktir. Bu gün bu topraklar, yakıcı önemde bir ihtiyaç olduğu
halde, böyle bir partiyi ortaya çıkartmıyorsa nesnel duruma iyi bakmak
gerekmektedir ve bu sözünü ettiğim grup ya da kolektifler hem onun yerini
tutamaz, hem de ona ulaştıran yolları açamaz. Ama bir şey yapar ki, bu bağımsız
politik örgütün ortaya çıkmasını geciktirir.
Parti örgütünün de, o grupların da öznesi, malzemesi
insandır, kadrodur, bilinçli ve yetkin öğelerdir. Öyleyse bu bilinçli ögeler, malzeme
olma boyutunu da, yetkinlik boyutunu da yani niceliğini de, niteliğini de, geliştirmek
için partiyi beklemeden partide ne yapacağının bilinciyle, hem partiden (parti
zaten olmadığı için), nesnel olarak bağımsız hareket etme, hem de parti gibi
insiyatif koyma, teori üretme sorumluluğunu elde etme yönünde ara vermeksizin
kendini geliştirmesi gerekmektedir.
Öyle olunca, yetkinleşen kadronun, hangi isim altında olursa
olsun, herhangi bir öznel çaba ve pragmatik eğilim söz konusu değilse, örgütün
düzgün bir ana çizgiye yönelmesinde belirleyici bir öznel etmen olması kuvvetle
muhtemeldir. Bu da örgüt soyutlamasından ve de örgüte biat dinamiğinden
peşinen kurtulmuş olmanın garantisidir.
Ben duyduklarımı değil, duyduklarımda da, baktıklarımda da
gördüklerimi baz alırım, onun üzerinden düşünce geliştirir, kurgu yapar tez ya
da teori biçiminde düşüncelerime yerleştirir sonra da aksettiririm. Benim
yapabileceğim, bu dinamiği beni izleyenlere vermek, benden başlayarak cesaretle
ve kararlılıkla eleştirerek, sorgulayarak, akıl bağımsızlığını geliştirerek
düşünce geliştirmelerine bir kapı açmaktır. Kimileri buna düşünmeyi öğrenmek
diyor. Ve düşünmeyi öğrenemezsek, başkalarının düşüncelerini ve daha çok da
örgütlerin düşüncelerini benimseme kolaylığına düşeriz.
Ve ben bir örgüt ya da devrimci bir lider etiketine
sahip değilim. Ben dünden de, dünün bugüne taşıdığı dinamiklerden de, onları
yadsımadan, tümüyle ayrılmış, yepyeni bir sayfa açmaya çalışıyorum. Sadece ben mi,
birbirimizi hiç tanımasak da azımsanmayacak bir kitlenin ferdi olarak böyle bir
dinamiği benimsediği görülmektedir.
Bu şu demektir, kendine güvenerek, kendine bir güven köprüsü
yaratmak, onun üzerinden birbirine geçişli bir geniş güven köprüsü yaratmak ama
bu güven köprüsü üzerinde değil, bu güven köprüsünün bağımsız birleştirici işlevi
ile bütün alanlarda, ideolojik netliği sağlayarak, nitel sıçramaların
kapısını açmak. Buna da ayrışarak çoğalmak diyorum.
Yanlış olan şudur ki genelde grup veya kolektif adı altında
eskiyi sürdürmeye çalışanlar, ya da eskiyi yeni diye tanıtanlar, bunu
kolaylıkla sağlamak ve çekici bir irade şekline gelebilmek için, yukarda da
dediğim gibi pragmatik yaklaşırlar. Halk dilinde kafa kol ilişkisi diye
adlandırılan ilişkiler, tepeden yoldaşlık ilişkisini dayatır ve serdeki
delikanlılığın yardımı ile bu iradenin kendini kabul ettirmesinde nicel güç
oluşturur.
Hepsi benim ayranım tatlı, diğerlerininki ekşidir üzerine
kuruludur ki, madem ki, seninki tatlı, diğerlerininki ekşi neden yenilgiyi
onların hanesine yazıp, kendi hanene sadece hâlâ tatlı duran ayranının tadını
yazıyorsun diye sorulmalıdır.
Son olarak şunu söyleyerek bitirmek istiyorum: Bugünün
sorunlarından biri ve önemlisi, emekçi kitlelerin ve onlardan önce
sosyalist kadroların kurtuluş yönünde umutsuzluk taşımalarındadır. İkincisi, umudun
demokraside olduğuna da inanmamalarıyla beraber, en güvenli yol olduğunun
kolaycılığında yaşatılmalarıdır. Ve elbette bu sorunların kaynağı olan tekelci
düzenin ideolojik kuşatmasıyla bir ideolojik hegemonya kurması ve akılları bu
hegemonyaya bağlayarak geriletmesi dinamiğidir.
Bu dinamik, emek sürecinin belirleyiciliğini örtülemeye, diğer bütün
sorunların, çelişkilerin, emek-sermaye çelişkisine bağlanmasını da engellemeye
yaramaktadır. Ve elbette ki, işi sağlama bağlayan tekeller, insanları solcu olmaya
iten bütün çelişkileri öncelikle yumuşatmak ve o çelişki yaratan
sorunların etrafında küçük kümeler halinde kendisine bağlamak üzere
toplanması için kanalları açık tutmayı özellikle sol içinden devşirdiği
azımsanmayacak bir nicelikteki aydını, eski solcuyu, sosyalisti, komünist, sendikacıyı
kullanarak kotarmaktadır.
Bunu aşmanın birincil yolu da ideolojik mücadeledir ve bu
mücadeleyi verebilmek için ideolojik yetkinleşmektir. Yani çelikleşmektir. Yani
çelikleşmeden bu ideolojik kuşatmayı yıkamayacağımızı görmektir. Çelikleşmek, kızgın
ateşte dövülmektir, dövülürken yanmak, yandıkça su içmektir. Su içtikçe daha
çok çelikleşmektir. Bunun hepsi, eylemde dövülerek umudu ve teoriyi içermek
demektir. Ve şimdi sıçramalı olarak eyleme dönüştürecek en önemli eylem
ideolojik mücadeledir. Ve çelikten açıldıysa, çelikleşmeden, ham demir olarak, ya
da yeterli su almadan dövülerek, çelikten bir duvarı yıkmak mümkün değildir.
Dövülmek, dövülürken yanmak eylemde pişmek ise, çelikleşerek
nitelik değiştirmek için içerilen su, teoridir. Çelikten duvar, tekellerin, oligarşinin
ideolojik kuşatmasıdır.
Sevgilerimle
Fikret Uzun
26 Temmuz 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder