21 Mayıs 2015 Perşembe

DİN BİLİM VE SOSYALİSTLER



DİN BİLİM VE SOSYALİSTLER

“…her din, insanların günlük yaşayışını egemenlik altında bulunduran dış güçlerin, onların kafalarındaki düşlemsel yansımalarından, dünyasal güçlerin içinde dünya üstü güçler biçimine büründükleri bir yansımadan başka bir şey değildir.

Tarihin başlangıçlarında bu yansımaya uğrayan ve gelişmenin devamında çeşitli halklar arasında çok çeşitli ve çok değişik kişileştirmelere bürünen güçler, önce doğa güçleridir.

Ama az sonra, doğal güçlerin yanı sıra bir o denli yabancı ve başlangıçta bir o denli açıklanmaz bir biçimde insanların karşısına dikilen güçler olan toplumsal güçler de işe karışır ve onları doğa güçlerinin doğal zorunluluk görünüşlerinin tıpkısı bir doğal zorunluluk görünüşü ile egemenlikleri altına alırlar.

Başlangıçta içlerinde yalnızca doğanın gizemli güçlerinin yansıdıkları düşlemsel kişilikler, böylece toplumsal öznitelikler kazanır, tarihsel güçlerin simgeleri durumuna gelirler.

Evrimin daha da gelişmiş bir aşamasında, çok sayıdaki tanrıların tüm doğal ve toplumsal öznitelikleri, bu kez soyut insanın yansımasından başka bir şey olmayan her şeye yetenekli tek bir tanrıya geçirilir.

Tarihte, çöküş durumundaki bayağı Yunan felsefesinin son ürünü olan ve dörtbaşı bayındır cisimleşmesini Yahudilerin kendilerine özgü ulusal tanrısı Yahova'da bulan tektanrıcılık, işte böyle doğmuştur.

Bu elverişli, kullanılabilir ve her şeye uyarlanmaya yetenekli biçim altında din, insanlar o güçlerin egemenliği altında kaldıkları sürece onları yöneten yabancı, doğal ve toplumsal güçlere göre dolaysız, yani duygusal biçim olarak varlığını sürdürebilir.

Oysa bugünkü burjuva toplumda insanların, gene kendileri tarafından yaratılmış ekonomik ilişkiler, gene kendileri tarafından üretilmiş üretim araçları aracıyla, sanki yabancı bir güç aracıyla yönetilir gibi yönetildiklerini birçok kez görmüş bulunuyoruz. O halde dinsel yansımanın gerçek temeli ve onunla birlikte dinsel yansının kendisi de varlığını sürdürür.

Ve burjuva iktisadı, bu yabancı egemenliğinin nedensel bağlantısına bir göz atmaya izin verse bile, bu hiçbir şeyi değiştirmez. Burjuva iktisadı ne genel olarak bunalımları önleyebilir, ne bireysel kapitalisti yitiklerden, karşılıksız borçlardan ve batkıdan, ne de işçiyi işsizlik ve sefaletten esirgeyebilir.

Atasözü hep haklı: İnsan önerir, Tanrı düzenler (Tanrı, yani kapitalist üretim biçiminin yabancı egemenliği). “ ( F.Engels-Anti-Dühring)

Sosyalist harekette zaman zaman yılgınlık ve mücadeleyi terk etme dönemleri baş gösterir ki bu çok doğaldır; hareketin karşı devrimci saldırılarla bunaldığı, devrimci yükselişin gerilemeye başladığı durumlarda hem işçiler hem de aydınlar arasında devrim kapısından dönenler çok görülür.

Ne var ki, bu olgu Türkiye’de kendine has bir özgünlüğe sahiptir; eskiden beri yılgınlık ve hareketi terk etmek yalnızca gerileme dönemlerinde değil, hareketin hemen her döneminde ve üstelik yükseliş için nesnel koşulların mevcut olduğu dönemlerde de ve de hareketi terk ederken hareketin gömleğini yanında götürerek ortaya çıkmaktadır!

Bu olgunun 12 Eylül öncesi sol/sosyalist harekette baş gösteren bir olgu olduğunu ve 12 Eylül rejiminin ideolojik-politik hegemonyasının da etkisiyle Türkiye sol/sosyalist siyasal hareketine, hem de hızlı bir cahilleşme ve mürtecileşme dinamiği eşliğinde yapışıp kaldığını ve süreç içinde sistemli ve kalıcı bir mekanizma haline geldiğini bugün çok daha açıklıkla görebiliyoruz!

Daha önce sol/sosyalist hareketi “ivmelendirme hayali” içinde İslamla kaynaştırma teorileri pompalanırken, 12 Eylül ile birlikte bu hayalden çıkılıp, bu hayalin de son tahlilde varacağı yer olan sol/ sosyalist hareketin dinci hareketin hegemonyasına teslim edilmesi olgusu baş göstermiş ve artık tam içinde olunduğunu, bilumum “sol/sosyalist” gömlekli devrim kaçkını yeni mürtecilerin, ölçüsüz bir utanmazlık ve cehalet içinde ümmet toplumu ile sosyalist toplumu özdeşleştiren vaazlar vermelerinden, devrimciliği “ kapanma özgürlüğü” için mücadeleye indirgemelerinden görebiliyoruz.

Buradayız ve buradan devam ediyorum.

Elbette Türkiye’de insanlar, okullara, sokakta yasak olmayan her kıyafetle girebilmelidirler; isteyen sakalla ve isteyen türban ile okullara, üniversitelere girebilmelidirler.

Bu ayrıdır, ancak Türkiye’de bir laisizm sorunu vardır ve Türban, dinci politikayı yoğunlaştırmak amacıyla bir kampanyaya dönüştürülmüş ve önemli oranda başarılı olmuştur; bu anlamda, sosyalistlerin buna karşı çıkması normaldir ve hem hakkı, hem de görevidir ve bu da ayrıdır.

Asıl olan burada izlenen politikadır, sosyalistlerden bağımsızdır ve aşırı yasakçı bir politika olmuştur ve TC’nin yönetimini çoktan dinci akımlara teslim etmiş olan laisizmden de Kemalizmden de çoktan uzaklaşmış olan “Kemalist” yüksek kadrolar eliyle uygulanmıştır!

Bu politika ile bilinçli olarak türban üzerinden siyasal İslama bir mağduriyet şemsiyesi sağlanmıştır; velhasıl, aşırı baskı, dinci akımlara “türban özgürlüğü” üzerinden alan açmayı ve açık olan alanların da genişlemesini kolaylaştırmıştır; istenen de zaten Dühring’in felsefi, Bismarck’ın pratik cinliklerinden beri hep bu olmuştur!

Bu noktada en passant hatırlatmak isterim ki devleti ve dini, yavaş yavaş sistemin dışına çıkarmak sosyalistlerin temel ilkelerindendir.

Bu arada gene geçerken ekliyorum ki Öcalan’ın, devleti sistemin dışına çıkarmak gibi bir düşüncesi yoktur; Öcalan’ın düşüncesinde, devletin sistem içinde olduğu ama sadece ulus-devlete yer olmadığı apaçık anlaşılmaktadır.

Oysa devleti ve dini sistem dışına çıkarmadan, sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, devletsiz, demokrasisiz ve kavgasız-gürültüsüz bir dünya kurulamaz!

Ayrıca, bırakalım dinci tekke ve tarikatların özgürlüğünü savunmayı, hiçbir Marxist-Leninist, Yunus Emreci, Mevlanacı bile olamaz, olmamalıdır demek istiyorum; her ikisi de idealisttir ve başkaldırıyı reddeder, edilgenliğe felsefi methiyeler düzer!

Bununla birlikte, dinci siyasal akımların Muaviye’den beri tek mücadele silahı takiye ve hiledir ve İslamdaki bütün kavgalar, iktidar kavgasıdır ve siyasidir; İslam dininin, siyasal iktidar mücadelesinin dışında hiçbir tartışması yoktur!

Türkiye’de dinci politikanın yoğunlaştırılması da bu temeldedir ve 12 Eylül’ün nedenlerinden ve egemen sınıfın ihtiyaçlarından biridir; bu ise, Türkiye’nin sosyalist hareketini, laik burjuva ideolojisiyle, Kemalizmle durduramamaktan doğmuştur.

Bu nedenle sosyalist harekete karşı yoğun bir dinci eğitim gerekli görüldü; 12 Eylül rejimi, Kemalist edebiyatı abartarak, Kemalizmin çok gerilerine çekildi ve Cumhuriyet tarihinin en irticai hükümetlerini kura kura ilerledi ve de sonunda, Erbakan’ı tasfiye ederek, Erbakan’dan çok daha yoğun bir dinci politika izleyecek olan AKP’yi buldu; AKP, ihtiyaç keşfin anasıdır özdeyişini haklı çıkaran bir olgudur!

28 Şubat konusunda kafası karışık olanlar, bu olguya puslu gözlerle bakanlar, bugün dinci politikanın hangi boyutlarda olduğuna bakmalılar!

Diğer yandan, Türkiye’de sosyalistler ile dinci siyasal akımlar arasında tam bir karşıtlık vardır; buna karşın, bazı aydınlar ve“sosyalist” etiketli politikacılar, Türkiye’de yasal bir komünist partisinin kurulmasıyla, tekkelere, tarikatlara izin verilmesini aynı kefeye koymuşlardır ki hâlâ aynı kefededir; oysa bu, her ne amaç güdülürse güdülsün, kendine güvensizliğin ifadesidir, değilse yeni mürteciliğin gereğidir!

Tekke ve tarikatlar, ülkeyi burjuva dönemin de gerisine çekmek içindir; sosyalizm ise kendisini burjuva dönemin sonrası olarak tanıtıyor; öyleyse bu ikisi yan yana getirilemez!

Türkiye’de dinci siyasal akımlar hükümetlere çok ortak oldular ve sonunda kendileri hükümet oldular, hatta devletin en yüksek katlarına çıktılar; örnek olsun mecliste siyasal af tartışılırken, söz verdikleri halde, dinci örgütlenmeleri engelleyen yasakları kaldırırken, sosyalistlerin hapiste kalmalarını sağlayacak düzenlemeler içine girdiler.

Ayrıca, bu güne kadar ve bu gün fazlasıyla, Türkiye’de siyasal İslam hep iktidarda ve baskıcı olmuştur. Sosyalistler ise ancak ezilenlerle işbirliği yapabilir; oysa "siyasal İslam", Türkiye’de ezilmiyor, aksine eziyor; öyleyse sosyalistlerin siyasal İslam ile işbirliğinin imkânlarını düşünmeleri, mümkün değildir.

Dinci siyasal akımlar, türban özgürlüğünü, türbanla üniversiteye girebilme özgürlüğünü, özgürlüklere inandıkları için değil, dinci akımların, dinci örgütlenmelerin egemenliğinin artırılması için, dolayısıyla özgürlüklerin daha kolay kaldırılmasının sağlanması için savunuyor ve bunun için kampanyalar yapıyorlar; yaptılar demek istiyorum!

Ve sosyalistler bilirler ki, insanlık tarihi aynı zamanda bir ilericilik - gericilik tarihidir; dünyanın hiçbir yerinde ilericilik-gericilik ayrımını ve tartışmasını ortadan kaldırmak mümkün olmamıştır; ancak ileri ya da gerici olarak nitelenen kişiler yer değiştirebilir.

İlerleme yönündeki gelişmenin merkezinde ise sınıf savaşı vardır. O nedenle gericiliğe karşı mücadele kendiliğinden ileri ve ilericidir ve de sınıf mücadelesinin içindedir.

Bu anlamda bilimin ilerleme yönünde gelişmesi, insanlığı kadere boyun eğmekten, edilgenlikten kurtarıp, kaderine hükmetmesi için gericilikle mücadele etmesine, din alanının geriletilmesine olanak sağlar.

Ama bu, zor yoluyla hesaplaşmanın ifadesi değildir. Bilimin ve ilerlemenin galip gelerek, din alanının insan bilincindeki tahakkümünü daraltması ve insanın bilincinin özgürleşmesini sağlaması demektir.

Öyleyse doğru olan, bilimin yasalarına sahip çıkarak, ısrarlı, soğukkanlı, dikkatli ve sabırlı bir entelektüel tavırla mücadele etmektir.

Aşırı hesaplaşma da, aşırı uzlaşma da tarikatların ve tarikatçıların alan bulmasına ve alan genişletmesine neden olur; ayrıca, aşırı uzlaşma, akıl alanının daralmasına neden olurken tarikat ve tarikatçıların örgütlenmesinin önünü açar.

Dini olanla rasyonel olan, iki ayrı alandır ve dinin kuralları ile aklın yasaları uzlaşmaz bir karşıtlık içindedir. Bunlardan birinin etki alanının genişlemesi, diğerinin daralması demektir. O nedenle aklın alanı sabırlı bir mücadele ile genişletilerek, dinin alanı daraltılabilir.

Din alanının daraltılması, insanların dini inançlarına ve namazına niyazına müdahale edilmesi, yasak konulması demek değildir

Demek ki, ne din alanını genişletmesi anlamında, bu alanla barış içinde olmak, ne de bu alanı tümüyle kısıtlamak için düşmanca mücadele etmek doğrudur.

Buradan hareketle ne aydın din adamı, ne de açık görüşlü İslamiyet mümkündür. Bu ancak İslamdan uzaklaşanların deşifre olmasına yarar ve bu türlerin dışlandığını ve hatta zaman zaman katledildiğini hepimiz biliyoruz ki, yine de bu alanın genişlemesine yaramaktan başka bir işlevi olmamıştır.

Öte yandan sosyalistler, dine ve namaz kılanlara saygılıdır; kimsenin dini inançlarına zorla müdahale etmezler!

Sonuç olarak, sosyalistler, kimsenin bireysel olarak sürdürdüğü dini inançlarına zorla müdahale etmediğini, etmeyeceğini, ancak bunun devlet eliyle güçlendirilen tarikat örgütlenmeleri ile yerine getirilmesine de ön ayak olmayacağı gibi, bu yöndeki uygulamalardan tümüyle ayrılacağını da açıklıkla anlatmalı ve pratikte de göstermelidir.

Örnek olsun, sosyalistler, gericilikle mücadele adına, türban takmanın, ibadet etmenin, cenazenin dini kurallarla kaldırılmasının önüne zorla engel koymazlar ama sırf özgürlük yanlısı olmak adına, bunu özendirici düzenlemeleri de üzerine vazife olarak almazlar ve savunmazlar.


Fikret Uzun

14-Mayıs-2015

Hiç yorum yok: